« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Eki

2009

İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp 1

Mehmet A. Tepe 01 Ocak 1970

23 Mart 1876 bir Türk kasabası olduğu söylenen Çermikte doğan Ziya Gökalp Mülki İdadi Mektebini bitirdikten sonra Hasip Efendi’den Arapça, Farsça ve İslam felsefesi dersleri dr. Dr. Yorgi’den tabii ilim dersleri almıştır. Diyarbekir gazetesinde ve Peyman dergisinde yazdığı makale ve şiirlerinde Türkçü olmaktan daha çok Osmanlıcı ve İslamcı olan Gökalp 1912’de kendisine uzak olmayan İttihat Terakki partisine katılır ve Darülfünunda sosyoloji dersleri verir. 1919 yılında İngilizler tarafından Malta’ya sürülen düşünür 1921 yılında ülkeye dönmüş ve 1923 yılında Diyarbakır milletvekili seçilmiştir. 1924 yılında 48 yaşındayken vefat etmiştir. Hakkında yazılan en önemli kitaplardan biri Prof. Dr. M. Erişirgil’in bir fikir adamının romanı adlı kitaptır.

Ziya Gökalp Türkçülüğün babası olarak iki ismi görür. Bunlar Lehçe-i Osmanî lügatinin sahibi Ahmet Vefik Paşa ve Tarih-i Âlem, Sarf-i Türki adlı eserlerinin müellifi Süleyman Paşadır. Bu iki isim düşünürde Türkçülük temayülünün meydana oluşmasını sağlamıştır. Türkçülüğü bütün mefkûreleriyle ve programlarıyla ortaya atma teşebbüsü doğmuştur. Onun için diğer iki önemli Türkçü Azeri Mirza Fethali Ahundzade ve Kırımlı Gaspıralı İsmail’dir. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ali Kemal’in aralarında geçen fikir tartışmalarına değindikten sonra gerek Osmanlıcığı gerekse İslamcılığı memleket için zararlı olan iki akım olarak görür. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı Türkçülüğün en büyük adamı olarak nitelendirir.

Ziya Gökalp millet hakkında altı farklı görüşün olduğunu dile getirir. Bunlar millete ırk olarak yaklaşan Irki Türkçüler, milleti kavim zümresi olarak gören Kavmi Türkçüler, milleti aynı ülkede oturan halkların bütünü olarak gören Coğrafi Türkçüler, Osmanlı imparatorluğunda bulunan vatandaşları millet olarak isimlendiren Osmanlıcılar, milleti bütün Müslümanların mecmuu olarak gören İslamcılar, milleti kişinin kendisini mensup addettiği herhangi bir cemiyet olarak gören Fertçilerdir. Türkçülüğü bazen belirsizleşen teorisyen kendine mahsus bir kültüre malik olan zümre diye tanımladığı milleti ırki, siyasi, coğrafi bir zümre olarak görmez dilce, ahlakça aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir topluluk olarak görür.

Ona göre bu dil ve kültür Türklüktür. Türk’ün yalnız bir dili ve kültürü olabilir. Çünkü kültürde birleşmesi kolay olan Türklükteki yakın mefkûre olan Türklerin Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Türkçülüğün uzak mefkûresi ise Turan’dır. Turan mefkûresi bir hayalde olsa Türkleri birleştirilmesini sağlayan kızıl elmadır.

Gökalp, ünlü hars(kültür) ve medeniyet ayrımını şu şekilde yapar. Kültür milli medeniyet milletler arasıdır, kültür bir millete ait ahlaki, hukuki, fenni, estetik, lisanî ve iktisadi bütünlükken medeniyet aynı medeniyet dairesinde yaşayanların sosyal hayatlarının müşterek yekûnudur. Gökalp Osmanlının gerek dilde, el sanatlarında gerekse musikide, yerli olamadığını söyler. Osmanlı kültürünün Türk, acem, Arap ve Batı etkisinden mülhem bir kültür odluğunu iddia eder. Tanzimatçıların Osmanlı medeniyetini Batı medeniyeti ile uzaklaştırmaya çalıştığını ve başarısız olduklarını söyler.

Gökalp kitabının Halka Doğru başlığında seçkinlerin medeniyete, halkın kültüre sahip olduğunu seçkinlerin halktan milli kültürü alıp halka medeniyet götürme vazifesi odluğunu söyler. Çünkü halk milli kültürün müzesidir. Garba Doğru başlığında ise Doğu medeniyetinin ilerlemeye engel Batı medeniyetinin yükselmeye sebep olduğunu söyler. Doğu medeniyeti ile Batı medeniyetini uzlaştırmaya çalışmanın ise ortaçağı yaşatmak anlamına geldiğini iddia eder. Batı’dan bilim ve tekniğin alınmasının mahsuru olmadığına değinir. Doğu medeniyetini terk ederek Batı medeniyetine girmeye kimsenin samimi olarak itiraz edemeyeceğini vurgulayan düşünürün birinci formülü bir kişinin kendini Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Batı medeniyetindenim diye ifade etmesidir.

Karl Marx’ın tarihi maddecilik ve Emile Durkheim’in içtimai mefkurecilik nazariyelerine değinir. Durkheim’in kolektif tasavvur ve ekonomik hadiselere ekonomik hadiselere ekonomik hadiselerin sosyal hadiselere yol açabileceği nazariyesini kabul eder.

Sosyal zümreleri siyasi, ailevi ve mesleki zümreler diye üçe ayrılır. Siyasi zümreler sosyal uzviyet iken ailevi zümreler bu uzviyetin hücreleri, mesleki zümrelerde organları gibidir. Ailevi ve mesleki zümrelere ikinci derecede zümreler adını verir. Siyasi zümreleri, bir kavmin küçük teşekkülünden oluşan cemia (klan), muhtelif kavim ve din mensuplarından oluşan cemialara camia, bütünlükçü, birleşmiş müstakil milletlere camia denir. Gökalp bu kavramlara değindikten sonra millet olmanın gerekliliği ve önemi üzerinde durur. Onda esas milli kültürdür ve vatan üstünde oturulan toprak ancak onun zarfından ibarettir.

Bir ülkede milli tesanüd önemlidir. Milli tesanütün temeli vatanı sevmek olan vatani ahlak ve milletin fertlerini ve ona benzeyen fertleri sevmek olan medeni ahlaktır. Vatani ahlak dıştan merkeze doğru olduğu halde medeni ahlak merkeze dışa doğrudur. Vatani ve medeni ahlaktan sonra mesleki ahlakında yüceltilmesi gerekir. Askerlerin korkak olması, polislerin sefih olması, hâkimlerin taraflı, öğretmen ve yazarların mefkûresi olmaları meslek ahlakına aykırıdır. Avukat ve doktorlar mahremiyete saygı göstermeleri mesleki ahlakın icabındandır. Ziya Gökalp’ta sevginin mertebeleri şu şekildedir. Kıymetin birinci derecesi milletdaşlarımızı, ikinci derecesi ümmetdaşlarımızı, üçüncü derecede medeniyetdaşlarımızı, dördüncü derecesinde bütün insanları görmemiz ve onları bu derecelerine göre sevmemiz lazım gelir. Kültürel hayatın kaynaklarında milli kültür ya da Türkçülüğü esas gören İslamı ikincil planda Gökalp sevgi konusunda da birincil olarak Türkçülüğü esas olarak görür. Ziya Gökalp’a göre milletdaşlarını sevmeyen bir adam milletini de sevmiyor demektir.

Milli kültürün ve millilik şuurunun uyandırılması için gayretler sarf eden düşünüre göre mili kültürü şuurlu hale getirmesi için ihtiyaç duyulan teşkilatlar şunlardır: Milli Müze, Etnoğrafya Müzesi, Milli Arşiv, Milli Tarh Kütüphanesi, İstatistik Umum Müdürlüğü… Teorisyen Etnoğrafya müzesinin amiyane itikatları ve içinde büyücülük karışan dini ayinleri toplayan “tandırname ahkâmı” veya “keçe kitap” çalışmaları olması gerekliliğine değinir. Masalların, koşmaların, fıkraların, türkü ve nağmelerinde bu müze altında toplanması gerekir. Gökalp Türk Tiyatrosu, Türk Konservatuarı, Türk Üniversitesi, Türkiyat Enstitülülerinin kurulması gerekliliğinden ve öneminden bahseder. Gökalp’te Türkçülüğün mahiyeti bunlardır. Kitabın ikinci bölümü olan Programına ise bir sonraki yazıda değineceğim…

İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp II

Ziya Gökalp kitabının ikinci kısmı olan “Türkçülüğün Programı” bölümünde dil, estetik, ahlak, hukuk, iktisat, siyaset ve felsefi sahalarda Türkçülüğün nasıl olabileceğini ele almıştır.

Yeni bir devletin teşekklülünün kendi dilini inşa etmesi amacına bağlayan Gökalp konuşma dili olan İstanbul lehçesi ve yazı dili olan Osmanlı lehçesi ikirciliğinin tedavi edilmesi gerekilen bir hastalık olduğunu dile getirir. Yazı dilinin konuşma dili haline geçmesinin imkânsız olduğunu, Türkçe karşılığı olan Osmanlıca kelimelerin kullanılmaması gerektiğini, Türkçe karşılık bulunabilecek kelimelerin kullanılmaması gerektiğini, karşılık bulunamayan kelimelerin kullanılmasında bir sakınca olmadığını dile getirir. Türkçülüğün ilk işi fesahatçi âlimlerin görüşlerini reddederek halkın şuursuz bakış tarzını Türkçenin temeli diye kabul etmektir.

Dil konusunda kelimenin Türk olmasının Türk kökünden gelmesi gerektiğini söyleyen ve kelime ve ekler icat eden tasfiyecilerden farklı düşünen döneminin Türkçüleri gibi Ziya Gökalp’ta karşılığı bulunmayan yabancı kelimelerin kullanılmasında hiçbir sakınca görmez. Gökalp’a göre yazı dilinde eksik olan halk arasında milli tabirlerin yazı diline girmemesidir. Bu konuda Oğuzların İlyada’sı konumunda olan Dede Korkut’tan ve diğer yazılı Türk kaynaklarından faydalanılabilinir. Milletler arası kelimelerin yazı dilinde kullanılması gerektiğini söyleyen düşünüre göre Yeni Türkçeye şekil vermek için bu kelimelerin çevirisi için çalışılmalı fakat zorlamalarda bulunulmamalıdır.

Ziya Gökalp’a göre dilde Türkçülüğün prensipleri milli dili vücuda getirmek için Osmanlı dilinin görmezden gelinmesi esastır. Yapılması gerekilen şey, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi, karşılığı bulunan Arapça ve Farsça kelimeleri atmak, yerine yeni kelimeler konan fosil kelimeleri diriltmemeye çalışmak, karşılığı bulunmayan ve teknik dile ait kelimeleri kabul etmek, Arap ve Fars dilinin edat ve terkiplerinden kaçınarak bu dillerin kapitülasyonuna engel olmak ve yeni Türkçenin gramerini bu esaslar dâhilinde oluşturmaktır.

Ziya Gökalp’ın estetik algısı yine milli bilince dayanır. Eski Türklerin estetik zevkinin yüksek olduğunu düşünen Gökalp Selçuk, Harezm, Akkoyunlu, Karakayonlu, Osmanlı vb. Türklerinin koyduğu eserlerin dünyanın en güzel eserleri olduğunu söyler. Bu devletlerden kalan eserlerin Avrupa mimarisi ile yarışacak nitelikte olduğunu iddia eder.

Gökalp eskiden hece vezni kullanan Türklerin İranlılardan aruz veznini alıp kullanılmasının yanlış bulur. Edebiyatın yükseltilmesi için halk edebiyatı (masallar, fıkralar, maniler, destanlar ve şairler ve hicivciler) ve batı edebiyatı müzelerinden birinde terbiye görmek gerekir. Türkçü şairler Hem halkın güzel eserlerini öte yandan Batının şah eserlerini (Homere ve Virgil) model almalıdır. Böylelikle Batı edebiyatının ruhu sindirilmeye çalışılırken Batı romantiklerinin halk edebiyatlarından nasıl faydalandıklarını anlamaya çalışmalıyız. Gökalp milli edebiyatın kuruluşunda büyük vazife verdiği Türk ocaklarının en büyük vazifesinin halk edebiyatına ait kitapları ve sözlü gelenekleri toplayıp halk kütüphanelerini vücuda getirmek olduğunu söyler.

Avrupa musikisi memleket topraklarına girmeden evvel doğu musikisi ve Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaret olan iki musiki türü vardır. Ona göre milli musiki halk musikisiyle Batı musikisinin kaynaşmasından doğacaktır. Gökalp, dansın, mimarinin ve el sanatlarının yeniden diriltilmesi gerektiğini iddia eder. Milli olmanın önemine değinen Gökalp, Shakspeare, Rousseau ve Goethe’nin milliğine değinerek milli tekamül eden milli bir edebiyat vücuda getirebileceğini söyler.

Eski Yunanlıların estetikte, Romalıların hukukta, Fransızların edebiyatta, Almanların

felsefe ve musikide şöhret kazandığını söyleyen teorisyen Türklerin ahlakta birinciliği kazandığını iddia eder. Türk tarihini baştanbaşa ahlaki faziletlerin sergisi olarak gören düşünür Türklerin muhtelif beş ahlak olan vatani, mesleki, aile, cinsi, medeni ve milletler arası ahlaka sahip olduğunu söyler. Vatani ahlaka örnek olarak, harbin musibetlerinden korunmak için önce atını sonra en sevdiği eşini Tatar hakanına gönderen “Ben vatanımı kendi aşkım uğruna çiğnetmem.” diyerek fedakârlık yapan Metehan’ı verir. Ona göre asıl Türkçülük her şeyden çok millet ve vatan mefkûrelerine kıymet vermektir. Vatani ahlaktan sonra en önemli ahlak mesleki ahlaktır. Eski Türklerdeki torunlar, kamlar, buyruklar, bitikçiler sınıfının Osmanlıda mülkiye, ilmiye, seyfiye ve kalemiye adı verilen sınıflara dönüştüğünü Ahi Teşkilatının yapılanmasının daha önce Türklerde olduğunu iddia eder.

Eski Türklerdeki aile yapılanmasının çok kurumsal odluğunu ve kadının oldukça fazla demokratik haklara sahip olduğunu ve Türk feminizmin örnek kadın hakları ortaya koyduğunu iddia eder ve aile ahlakında Türk kadının önemine değinir. Cinsi ahlakta yer yer İslam öncesi pagan Türklerinin büyüklüğüne değinen Gökalp buradaki tanrıça inançlarından hareketle kadının havai işlerle uğraşmayan toplumun en önemli unsuru olduğunu söyler. Türkçülük akımının feminizm mefkûresiyle beraber doğduğunu söyleyen düşünür demokrasi ve feminizme inancı Türk ahlakının esaslarından biri olarak görür.

Medeni ahlakın ve şahsi ahlakın inşasında ve devamında İslam öncesi değerlere vurguda bulunan Gökalp Türklerdeki Gök Tanrının sulh, adalet ve şefkat tanrısının olmasının Türklerin faziletli olmasının en büyük nedeni olarak görür. Geleceğe ait bütün gelişmeler, tohum halinde Türkün eski kültüründe mevcut olduğunu, ahlakın en yüksek faziletlerini gerçeklik sahasına çıkarmanın Türk en büyük misyonu olduğunu söyler.

Modern Türkçülüğün en önemli gayelerinden biri Türkiye’de modern hukuku vücuda getirmek ve bunu yaparken milli hukuku teokrasi ve klerikalizmin kalıntılarından kurtarmak olmalıdır. Ona göre ancak, Ortaçağın bu alametlerinden kurtulabilen devlet çağdaş devlet olabilir.

Din kitaplarının ve hutbe, vaazların Türkçe olmasına dini Türkçülük adını veren düşünür Kuran-I Kerimin ayetlerinin -tilavetler müstesna olmak üzere-, dua, münacat ve hutbelerin Türkçe okunması lazım geldiğini dini duyguların böyle canlanabileceğini ve bununda örneğinin Türkçe okunan mevlitler olduğunu iddia eder.

Eski Türklerin çok kazanıp çok harcadığını ticarete çok yatkın olduğunu söyleyen düşünür Türklerin güçlü ülkelerle iktisatta yarışabileceğini iddia eder. Ekonomide estetikte, ahlakta Türkçü olunduğu gibi felsefe de Türkçü olunabileceğini iddia eden düşünür halk felsefesinin yüksekliğinden faydalanabileceğimizi iddia eder. ve yüzyıllardır yapılması gereken bu vazifeyi Türk gencine düşmektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 113197

ulkucudunya@ulkucudunya.com