« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Kas

2009

Şair İsmail Özmel ile Yahya Kemal Beyatlı Üzerine Söyleşi / Murat Soyak

01 Ocak 1970

MURAT SOYAK: Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirlerinde tarih, kültür, medeniyet konuları sıkça işlenir. Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın tarihe bakış açısı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL: Yahya Kemal’in tarihe ilgisinin Paris’te doğduğunu ve tarih kitaplarını ciddi bir şekilde okumaya Paris’te başladığını görüyoruz. Bu noktaya gelmesinin bir takım birikimler sonucu olduğu bir gerçektir. O zaman da bugün de gelişmek ve meselelerini kolaylıkla çözmek ve yükselmek isteyen toplumlar veya bu toplumların aydınları iyi bir tarih birikimine sahip değillerse başarı şanslarının çok düşük olacağını bilmek durumundadırlar. Gerek okuduğu gerekse dinlediği dersler ona Paris günlerinde bu gereksinimi duyurmuş ve en önce de milli tarihimizi okumaya ve öğrenmeye başlamıştır. Nitekim kendisi ile yapılan bir söyleşide, İstanbul gibi büyük ve zengin kütüphanelere sahip bir şehirde tarih okumalarına başlamadığı için kendisini suçlu hissettiğini söylemiş ve bu gecikmeyi bir kayıp olarak değerlendirmiştir.

Yahya Kemal’in tarihimize bakışını değerlendirmek için, onun yaşadığı dönemdeki tarih çalışmalarının yoğunluğuna ve yapılan yayınların kesafetine, yeterli olup olmadığına da bakmak gerektiğini düşünüyorum. Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan tarih maceramızın ayrıntılı olarak yazılması ve yazılı kaynakların, tarihi kalıntıların ve eserlerin yorumlanması zaman içinde birçok çalışmaya ihtiyaç gösterdiğinden, Yahya Kemal tamamen yerleşik bir şehir hayatını yaşadığımız ve her dönemi hakkında yeterli bilgi ve belgeye sahip olduğumuz, ulaştığı seviye bakımından da çağın çoğu zaman gerisinde kalmamış Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini ön planda tutmuş, okumalarını ve birikimlerini bu dönemlere hasretmiştir. Onun şiirlerinde ve nesirlerinde ifade ettiği konular ve bilhassa medeniyet tarihimizin ortaya koyduğu birikimler, kültür zenginlikleri Yahya Kemal’in nesirlerini ve şiirlerini süslemiştir.

Bütün bu sebeplerle Yahya Kemal, tarihimizin bilhassa 1071’den sonraki dönemine bakmış ve şiirlerinde özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kültür ve medeniyet olarak ortaya konan birikimin ihtişamını hissetmiş ve onları şiirlerinin damarlarına birer atar damar, birer hayat iksiri olarak zerk etmiştir. Yahya Kemal’in şiirlerini bir defa okumak yeterli değildir. Birkaç defa okumak ve mısra mısra üzerinde durmak ve düşünmek gerekir. Yahya Kemal şiiri, ağza alınır alınmaz lezzeti hakkında konuşacağımız bir imalat değildir. Aynı zamanda tarihimiz hakkında az buçuk bilgi sahibi olmadan bu şiirin iklimini kavramak, lezzetini almak mümkün olmadığı gibi, Yahya Kemal şiiri; hazırlıksız oturulacak bir ziyafet sofrası da değildir.

Önce şu gerçeği tespit etmemiz gerekir, ölümüzü ve dirimizi bağrına basan, doğduğumuz ve doyduğumuz, gelecek nesillerimizin de doğacağı vatan topraklarının aziz olduğunu bu kadar ahenkle, delilleriyle ve şuurlu bir şekilde terennüm eden başka bir şair bilmiyorum. Hissediyorum ki, Namık Kemal’i unutmayınız diyorsunuz. Haklısınız. Elbette vatan denilince aklımıza ilk gelen şair Namık Kemal’dir. Çünkü o vatan kavramını ilk defa kalplerimize, hafızamıza nakşeden, ilk defa vatan diye haykıran insandır. Vatanın kutsallığını, onun üzerinde, uğrunda her fedakârlığa hazır olan bir milletin yaşadığını söyleyenlerden birisidir. Bu konunun öncüsüdür. Onu unutmak mümkün değildir.

Yahya Kemal vatan kavramını, sadece mücerret bir kavram olarak sunmamış, tarih içinde meydana getirilen medeniyetin ve kültürün anlamlandırdığı aziz topraklar olarak görmüş ve öyle değerlendirmiştir. Coğrafyayı vatan yapan fedakârlıkları, emek ve gayreti, sanatı, medeniyeti ve kültürü bir bir görmüş ve şiirlerinde bazen birini bazen, diğerini mısra mısra işlemiş ve bütün bu zenginlikleri hafızalarımıza emanet etmiştir. O kadar ki, şiirlerini okuyan ve hazmedenler, bu topraklarda dirilerin ölülerle beraberce yaşadığı gerçeğini görürler, her dem artan ve asla eksilmeyen maddi ve manevi zenginliği kavrarlar. Onun için Anadolu insanının ümitsizlik duygusu hiçbir zaman gönlüne girmemiştir. Çünkü burada yaşayanlar sayıca ve keyfiyetçe hiçbir zaman azalmamışlardır. Vatan söz konusu olduğunda onun uğrunda fedakârlığın sınırı olmadığını burada yaşayanlar bilirler. Ve o duygu ve inançla huzur içinde, güven içinde yaşarlar.

“Sürekli sevgiyi duydukça anne topraktan,
İçimde korku nedir kalmıyor yok olmaktan.”
(Moda’da Mayıs. S:102)
Anne toprakta yani vatanda bu sürekli sevgiyi duydukça, ölümden korkmuyorum. Bana vatanın sevgisi yetiyor.

Sonbahar şiirinin son mısraında “ Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı” diyerek, vatanın; üzerinde yaşayanlara; bir anne şefkati ve sevgisi ile baktığını ne güzel anlatıyor.
“Cihan vatandan ibarettir itikadımca”
“Tahayyülümde vatan kalsın eski haliyle”
(Yol Düşüncesi. S:84)

Yahya Kemal’in Anadolu’ya gelişimizden önceki dönemlere ait şiirleri de vardır.
Mesela, “Maverada Söyleniş” şiirinde Asya’ya ilginç bir atıf var. İki mısra ile çizilen manzara:
“Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan.
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.”

Yahya Kemal’in 1071’den sonraki tarihimiz üzerinde durmasında, bu dönemlere ait tarih bilgilerinin ve eserlerin bütün bir vatan sathında sanatları ve mimarisi ile gözlere görünmesinin büyük etkisi olmuştur. Kâmil manada kültür ve medeniyetin geliştiği, mayalandığı ve kendi gök kubbemizi yarattığımız bir müşahhas dönem olmasının bunda büyük etkileri olduğunu düşünüyorum. Çünkü ondan önceki dönemler hakkında yeterli tarih incelemeleri ve medeniyet ve kültür araştırmaları o zaman mevcut değildi. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin kültür, sanat birikimleri ile mimari eserleri bütün ayrıntıları ile Anadolu’da ve Rumeli’de, mevcut bulunmasının bu bakışa doğrudan doğruya etkili olduğunu düşünmekteyim.

MURAT SOYAK : Yahya Kemal ile Ziya Gökalp arasında bir anlaşmazlık yahut fikir ayrılığı söz konusu muydu?

İSMAİL ÖZMEL: Ziya Gökalp ile Yahya Kemal arasındaki dostluğu iyi anlamak için, 1912’de Paris dönüşü ilk uğradığı mekânın Türk Ocağı olduğunu bilmek gerekir. İstanbul limanına vapur yanaştığında onu karşılayanlar arasında Hamdullah Suphi Tanrıöver’de vardı. Hamdullah Suphi 27 yaşında, Yahya Kemal 28 yaşında birer delikanlı. İstanbul’da Türk Ocağı kurulalı bir yıl olmuş. Beraberce Türk Ocağına gidiliyor. Orası bir sohbet ortamı ve bütün Türk aydınlarının memleket meselelerini konuştuğu, yerine göre, münakaşa ettiği bir forum. Yahya Kemal o akıcı üslubu ile sohbetlere başlıyor. Çevresindeki dinleyici kitlesi her gün daha da artıyor. Hatta bu konuşmaların bazı noktaları orada bulunan bazılarını memnun etmiyor ve Ziya Gökalp’e şikâyet ediyorlar. Efendim bazı konularda bizden farklı düşünüyor ve konuşuyor diye. O birikimli ve Türk düşünce hayatının yıldızı Ziya Gökalp; onun Tarih, kültür, medeniyet ve şiir konularındaki birikimini biliyor ve farklı düşünce elbette olacaktır, konuşsun diyor. Daha ilk günlerinden itibaren onu tutuyor ve beğeniyor. Bunun en bariz göstergelerinden birisi de onun İstanbul Üniversitesine öğretim üyesi olarak, profesör olarak tayinini sağlamasıdır. Hatta ona Türk Medeniyet Tarihi adıyla yeni bir kürsü kurdurmak ve o kürsüde de ders vermesini sağlamak için gayret gösterdiyse de mali imkânsızlık sebebiyle İstanbul Üniversitesi bu kürsüyü açamamıştır.

Yahya Kemal, tetkiklerim ilerledikçe gördüm ki, bazıları Yahya Kemal ile Ziya Gökalp arasına sıra dağlar gibi engeller koymak istiyor desem, acaba kastımı aşmış olur muyum bilemem. Bu önemli konuyu açıklamak için farklı bir metot uygulayarak, önce Ziya Gökalp ile ilgili olarak Yahya Kemal eserlerinde ne yazmış onları aynen nakletmek ve sonra da yorumlamak istiyorum.
(Yahya Kemal- “Mektuplar ve Makaleler”-İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul.1977)

“Bu mektuplar Fâzıl Ahmed’e yazılmış ve 28 Kasım 1958 tarihli Hayat Mecmuâsı’nda neşredilmiştir.” Açıklaması ile verilen mektubu eserin 85,86,87. sayfalarından kısmen naklediyorum:
“Merhum Ziya Bey(Ziya Gökalp) benim hilkatimin unsurlarını tenkîd eder dururdu ve ezcümle derdi ki: “Vefâdan mütehassis ve vefasızlıktan dilgîr oluyorsun, hele dostlukla inkisar-ı hayâllere dûçâr olduğun zaman fazla yaralanıyorsun: Hâlbuki vefâ, dostluk, şahsî râbıtalar gibi hassalar hep eski âlemin meziyetleridir; yeni âlemde fert yalnız cemiyeti ve umûmî mefhumları sever, ömrünü ve kalbini birkaç kişi için tüketmez; dostluk gibi dar ve havâî ideallere kapılmaz; bir şahsın vefâsı gibi mahdut bir semereye gönül bağlamaz ve bir kimsenin vefâsızlığı gibi mahdut bir zarardan inkisâr-ı hayâle uğramaz. Amerikalılara bak! Bu adamlar hakikaten yeni insanlar oldukları için dostlara ve dostluklara muhtaç değillerdir. Lâkin insanlar onlardan daha müterakki bir hâle gelecekler ve yalnız cemiyeti ve yalnız fikirleri ve yalnız büyük iyilikleri sevecekler; böylece olacaklar için de hiçbir zaman inkisar-ı hayale uğramayacaklar. İlh…”

“ Ziya Bey bu sözleri bir akşam müteselsil natıkasıyla, Ada’da söylüyordu. Kendisine cevap verdim ve dedim ki: “Ey Ziya Bey! Bana, şu çok eski Sokrat kadar, yeni insan olmak kâfî görünür. Sokrat’ın çok hoş dostlukları vardı ve ömrünün her gününü onlarla konuşarak geçirirdi. Sokrat’ın bu ferdi dostluklardan çok mütelezziz çok mes’ûd olduğu tilmizlerinden ve onlardan sonra onun hayatını yazanlardan anlaşılıyor. Vakit nakittir diye muttasıl koşan ve hiç konuşmayan en yeni New York vatandaşlarından ziyâde, Atina sokaklarında hiç koşmayan lâkin iyi konuşan Sokrat kadar yeni ve onun kadar ideâlist olmak bana çoktur bile…”

“Dar hisler diye tavsif ettiğin dostluk hisleri, benim fikrime göre ne eski, ne de yeni hislerdir: beşeriyet kurulalıdan beri vardır ve dâimâ olacaktır. Bu hisler mutlaka cemiyeti ve büyük mefhumları sevmeği menetmez.”

“ Ey Ziya Bey! Benim itikadıma geleyim: Cemiyet-i beşeriyeye düşman değilim, fakat şu ve bu insanın ışıklı kafasını milyarlarca ham ervaha tercih ederim. Bana öyle görünüyor ki cemiyet-i beşeriye denilen iri kitle böyle insanları yaratmaya yarar. Senin büyük mefhumlar dediğin ışıkları ise ağaçlarda ve sebzelerde görmek kabil değildir; Bu mefhumlar mutlaka mahdut insanların kafasında vücut buluyor. Bu nev’i insanlara karşı, senin zayıf ve geri bir his olarak târif ettiğin dostluklarla mütehassisim. Mamâfih kafalarında hiçbir ışık olmayan, hatta düşünmeyen insanlar arasındaki dostluklar da güzel râbıtalardır: Çünkü en kuru kalbli ve en boş kafalı insanlara bile insanlığın hiç değilse vehmini verir ve onları birbirlerine karşı kanunlardan daha sağlam bağlarla bağlar. Hâsılı öyle zannederim ki dostluk aşktan bile daha saf bir histir.”(Agy. s:85,86,87)

Burada ilginç bir nokta sizin de dikkatinizi çekmiştir sanırım. Yahya Kemal gibi duygulu ve ince ruhlu bir insan arkadaşı ve o zaman için velinimeti olan bir zata “Ey Ziya Bey” diye hitap edebilir mi? Bu ifade bir efelenme ifadesidir ki buna Yahya Kemal’in ihtiyacı olmadığı gibi Ziya Bey de böyle bir hitabı hak etmemiştir. Ben bu mektupların aslının bulunup incelenmesini ve burada bizim ezeli hastalığımızın, siyasileri, fikir adamlarını, şair ve yazarları cingi cingi horoz misali kavga ettirmekten veya kavga içinde göstermekten zevk alan yapımızın etkileri var mıdır, araştırılmalıdır. Peşinen bu mektupların gerçek olup olmadığı ve gerçekleri ile kitaplara akseden nüshalarının aynı olup olmadığını incelemeliyiz. Bu incelemeler yapılırken Ziya Gökalp’in 24 Ekim 1924’de vefat ettiği de göz önünde tutulmalıdır. Yahya Kemal’in vefat etmiş bir kalem ve fikir sahibi arkadaşı için “Ey Ziya Bey” diye hitap edeceğine, hele bir mektupta yazabileceğine ben ihtimal vermiyorum. Bu önemli saydığım noktayı belirtikten sonra, bu cümlelerin doğru olduğunu varsayarak değerlendirmemizi yapalım:

Burada bir inkâr veya suçlama söz konusu değildir. Ziya Gökalp mensubiyet duygusunu, millet varlığının bir ferdi olmanın verdiği güç ve huzuru ön planda tutmaya çalışıyor. Yahya Kemal bu görüşe karşı değildir. Toplumu, üstün zekâları yaratan millet varlığını inkâr etmem mümkün değildir, yalnız dostlukların da kendine has bir meziyeti ve zevki vardır, diyor. Bunu bir çelişki gibi düşünmek veya kabul etmek benim mantığımı rahatsız eder. Olsa olsa Yahya Kemal bu konuda Ziya Gökalp’ten daha geniş bir değerlendirme yapıyor veya daha geniş düşünüyor diyebiliriz.

Yahya Kemal’in “Ezan ve Kur’an” başlıklı yazısının Ziya Gökalp’le ilgili kısmını buraya alıyorum. Bu yazı 30 Mart 1922 tarihli Tevhîd-i Efkâr gazetesinde yayımlanmıştır.

“Birçok günlerimi Ziya Gökalp’le konuşarak geçirdim. Diyarbekir’in bir harika olan bu oğlu konuştuğu zaman istikbâlin muhayyel bünyanını kuran dev gibi bir mimara benzerdi. İlk Müslümanlar gibi mütedeyyin, ilk Türkler gibi bâni idi; mâziye arkasını çevirmiş sabit bir bakışla yalnız istikbâle bakardı. Mâziye karşı dâüssılamı hararetle söylediğim bir gün dedi ki:

Harâbîsin harâbâtî değilsin
Gözün mazidedir âtî değilsin

Ben de mâzinin kulağıma fısıldadığı bir sesle cevap verdim:

Ne harâbî ne harâbâtîyim
Kökü mazide olan âtîyim.

Dedim. Bir cevaptan başka ciddî mânâsı olmayan bu sözde, sonraları hissettim ki, küçük bir hakikat varmış.” (Aziz İstanbul-1985, S. 118 )

Aynen aktardım, bu söyleşi iki büyük gönül ve beyin sahibi vatanperverin arasında geçen bir sohbet. İyi ki böyle sohbetler gerçekleştirmişler. 1922 de yayınlanan bu yazının ilk cümlesinde “ Birçok günlerimi Ziya Gökalp’le konuşarak geçirdim.” diyor. Paris’ten döneli 10 yıl olmuş ve Ziya Gökalp ile Yahya Kemal birçok günlerini beraber sohbet ederek geçiriyorlar. Üniversitede ikisi de profesör, ders aralarında, dinlenme odalarında beraberler. İki fikir adamının, iki şairin elbette farklı görüşleri olacaktır. Birçok konuyu farklı değerlendireceklerdir. Zaten farklı değerlendirmeyecek olsalar, o birikimlere ve o şöhrete nasıl ulaşacaklardı?

Bu durumdan bir ayrılık fikri çıkarmak için insanın kendisini çok zorlaması veya her ikisinin birikimini kavrayamamış olması gerekir. Hele Ziya Gökalp’e izafe edilmeye çalışılan maneviyat zayıflığı iftirasına en kesin cevabı da Yahya Kemal verir. “Ziya Gökalp, İlk Müslümanlar gibi mütedeyyin, ilk Türkler gibi bânî idi.” Ziya Gökalp ilk Müslümanlar gibi imanlı ve ilk Türkler gibi kurucu idi. Bütün bu açıklık karşısında aksini iddia etmek, artık mümkün değildir diye düşünüyorum.

Sözü geçen yazının devamını; bilhassa edebiyatla, kültür tarihimizle ilgilenenlerin okumaları gerektiğini söylemeliyim.

MURAT SOYAK : Yahya Kemal Beyatlı’nın bugün de okunur olmasında etkili olan unsurlar nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL: Yahya Kemal’in şiirinde ve nesirlerinde tecessüm eden gerçek çehresini, birikimleri ile kavrayabilmek için, en azından onun duyduğu yüksek duyguları ve titreşimleri biraz da olsa duymak gerekir. Bakınız bir yazısında, İstanbul hanımefendilerinin konuştuğu güzel Türkçe bizim 400 yıllık bir birikimimizin sonucudur diyor. Türkçeye önce söyleyiş güzelliği ile başlıyor. Yani diyor ki Türkçe konuşanlar için İstanbul şivesi bir gaye ve bir ölçü olmalıdır, yani Türkçeyi gerektiği gibi güzel ve doğru konuşmalıyız diyor. Onun için şiirlerinde ve nesirlerinde kullandığı Türkçe bu ölçüler içinde değerlendirilmelidir. Şiirlerinin ve nesirlerinin bugün okunur olmasında onun kullandığı Türkçe önemli bir rol oynamaktadır.

Yahya Kemal Beyatlı, 5 Mart 1923’de Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan bir konferansında:

“Vatan bir mevhum değil, doğrudan doğruya cedlerimizin doğduğu, bizim doğduğumuz, evlatlarımızın doğacağı topraktır.”

“Toprağın bir rengi, bir milliyeti vardır. Milletler büyük muhâceretlerden sonra yerleştikleri toprakları kendi öz şahsiyetleri temsîl etmişlerdir; İtalya toprağı İtalyan, Fransız toprağı Fransız, Alman toprağı Alman olduğu gibi Türkiye toprağı da Türktür.”

Şâir Lamartine’in dediği gibi: “Vatan, cedlerimizin küllerinden masnû’dur. (meydana gelmiştir, yapılmıştır). En fakir bir millet, en çorak bir toprak olan vatanını, en zengin, münbit ve güzel bir toprakla mübâdele edemez. Çünkü insan ve vatan yekvücutturlar. Bu nazariyeye tab’an(göre) Türk vatanı Türk milletinin vücûdudur.” (Yahya Kemal. Mektuplar Makaleler. İstanbul Fetih Cemiyeti. İstanbul.1977, s:300-301)

Vatan anlayışı ve onu şimdiye kadar hiçbir metinde ifade edilmeyen yönleri ile mısra mısra terennüm edilmesi, yani has şiiri yakalamasıdır.

Üçüncü olarak milli tarih ve milli kültür ve medeniyetimizin bütün zenginliklerini ahenkle kanatlandırılmış mısralarla ifade etmesidir.

Yahya Kemal’in “Hayal Beste” şiirini okuyunca onun şiir ve fikir dünyası hakkında oldukça önemli işaretleri görmek mümkündür:

“Roma’nın şarkını fethettiğin andan sonra,
Yüce dağlar gibidir gördüğün iş, Türkoğlu !
Girdiğin yerde asırlarca kalıştan başka,
Kurduğun devlet asırlarca muzaffer yürüdü.
Tâliin döndüğü en korkulu yıllarda bile,
Yürüyen düşmanı son hamlede döktün denize.
Açtığın ülkede, yoktan yaratış kudretini,
Azminin kurduğu yüzlerce şehirden fazla,
İri firûzeye benzer nice gök kubbeyle,
Dehre aksettiriyor, gerçi, büyük mimârî;
Bu eserler seni göstermeğe kafi diyemem.
Şi’re aksettirebilseydin eğer, dinlerdin,
Yüz fetih şi’ri, okundukça, çelik tellerden.
Resm’e aksettirebilseydin eğer, ömrünce,
Ebedî cedleri karşında görürdün, canlı.
Gönlüm isterdi ki mazîni dirilten san’at,
Sana tarihini her lâhza hayâl ettirsin.
(Hayâl Beste. S:39-39)

Gönlüm isterdi ki yaptığın bu büyük işleri, mimariye, şiire, müziğe, resim sanatına tam taşıyabilseydin, mazîni dirilten san’at sana tarihini her an hayal ettirebilirdi. Fakat bu konuda eksiklerin vardır, bu eksiklikleri sanatın çeşitli dallarında daha ciddi ve daha verimli çalışmalarla kapatmaya çalışmalısın. Böylece gelecek kuşaklara sanatın, ilmin ve tarihin birbirini destekleyen zenginliklerine sahip olmaları geçmişi hayal ettireceği gibi, geleceğe de bir güç ve destek sağlayacak, geleceğe güvenle bakmana imkân verecektir. Böylece yaptığın işlerin büyüklüğü ve tarihi zenginlikler sana tarihini her an hayal ettirecek ve sen yarınlardan daha ümitli olacaksın.

Bütün sanatını ve şiirini vatan ve onun üzerinde kurduğumuz medeniyetin ve geliştirdiğimiz kültürün ve mimarinin, mezarların ve ölüleri ile beraber yaşayan milletine duyduğu sevgiyi, millet ırmağının tarih içinde kazandığı zenginlikleri, şiirin peri kanatları üzerinde taşımasını bilmiş ve bunu da çok başarılı bir şekilde yapmıştır.

Kullandığı Türkçe, şiirlerine yüklediği ses ve ritim, aziz vatanda sonsuza dek, birlik ve beraberlik içinde yaşama ve yaşatma azmi, onu, Türk şiirinin ilah şairi haline getirmiştir. (Türk Edebiyatı Dergisinin 2008 sayılarından birinde, Akbaba dergisinden iktibas edilen karikatürde, Yahya Kemal şiiri ile ilgili, ilginç bir ifade var. O ifadeye işaret etmek istedim.)

Yahya Kemal’in bugün okunur olmasında etkili olan unsurların başında Türkçeyi, onun ritmini, ahengini ve zenginliğini sergileyen şiirleri yazmış olması ve tarihe çağdaş ve titiz bir dikkatle bakarak yaptığı yorumlardır. Her neslin bu fikir ve duygu ziyafetinden faydalandırılması gerekir diye düşünüyorum.

MURAT SOYAK: “Aziz İstanbul” isimli eseri okunduğunda düşünen, sorgulayan bir fikir adamı görürüz. Yahya Kemal Beyatlı’nın mütefekkir cephesi bu eserinde daha bir belirgin. Bu husustaki düşünceleriniz nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL: Yahya Kemal’in yaşadığı dönem Osmanlı Devletinin sıkıntılı günleridir. Acılı ve felaketli yıllar. Bu felaketler ve ortalıkta dolaşan senaryolar ve bir takım olumsuz gelişmeler, propagandalar, gençleri etkilemektedir. Bazı gençler de bu ortamın etkisiyle, zamanın modasına uyarak Paris’e gitmektedirler. Buna kaçmaktadırlar desek daha doğru olur. Nitekim Yahya Kemal bir Fransız gemisi ile Marsilya yolunu tuttuğunda, kafasını iki konunun işgal ettiğini söylemektedir. Birisi şiirde öncü olmak ve diğeri de Vatanın ve milletin selâmeti için neler yapabiliriz konusudur. Paris günlerinde Fransızcasını yeterli seviyeye getirdikten sonra, arkadaşları tiyatroya, sinemaya gitmeyi yeğlerken, o Paris günlerini okuyarak öğrenerek geçirme gayretleri içinde olmuştur. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Yahya Kemal’e Veda adlı eserinde, bu konularda kayıtlar vardır. Yahya Kemal, Paris günlerini boşa geçirmemiş, takip ettiği programların dışındaki fakültelerdeki önemli saydığı bilim adamlarının derslerine katılmış ve onları çok dikkatle takip etmiş ve verdikleri derslerden, memleket için sonuçlar çıkarmaya çalışmıştır. Bu bilgilerden ve görgülerden memleketim için nasıl faydalanabilirim, sorusunu sormuş ve adım adım gelişen fikirlerini bir terkibe ulaştırmıştır.

Bazıları onun büyük bir bilgi ve tefekkür malzemesi ile memlekete dönüşünü, “eve dönen adam” diye tavsif etti. Bu şekildeki bir değerlendiriş gerçeğin bir ifadesi olarak zaten kabul görmemiştir. Biliniyor ki, Yahya Kemal bedenen memleketten ayrı idi ama memleketin kaygıları onu hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Kafası ve gönlü her zaman vatanı ve milletiyle beraberdi. Onun dertleri ile yanıyor, ona deva bulma çırpınışları içinde kıvranıyordu. Fransa sadece deva bulma gayretlerini hızlandırdı ve yeni bilgiler, yeni belgeler ve yeni gerekçeler kazandırarak, onun fikri terkibini yapmasına vesile oldu.

Bu kendiliğinden olan bir şey değildi. Bizzat Yahya Kemal sağlam bir kültür ve tarih şuuru ile harıl harıl tarihimizi, yukarda belirttiğim gibi milli tarihimizi okuyor ve oradan, Türk Milletini ebed müddet yaşatan değerler nizamını kavramaya çalışıyordu. Bütün bu olup bitenlerin kendiliğinden ve Paris’te olmanın tabii bir sonucu sanmak isabetli bir değerlendirme olamaz. Paris’e giden birçok Türk vardı. Onlardan hangisi vatana döndüğünde, Yahya Kemal duyarlılığını ve fikir yapısını göstermiştir. Biz şimdi zamanın şartlarını ve İstanbul’da olup bitenleri yakından bilmeden, o zamanlar nasıl rüzgârların estiğini, ne gibi propagandaların yapıldığını yeterince kavramadan, bir değerlendirme yapmak ve onu “eve dönen adam” diyerek vasıflandırmakla onu kırdığımızı, ruhunu tazip ettiğimizi düşünüyorum. Oradan gelen ruh Paris ruhu değil, milli tarihin ve medeniyetin kazandırdığı bir ruhtur ve o İstanbul’a geldiğinde ilk gittiği mahfilin Türk Ocağı olduğunu düşünerek onun yapmak istediği şeylerden birisi ve birincisinin, vatanın ve milletin selâmete ulaşması olduğunu söylemeliyiz. Bunun için de bu vatanda yaşayanlara maneviyat vermek, tarihten güç almak, maneviyatın sihirli ipine yapışmak yani şiirleri ve nesirleriyle, sohbetleri ve konferanslarıyla, vatan ve millet için çalışanlara açık destek vererek, milli mücadeleyi fiilen ve yazıları ile destekleyerek eve dönen adam değil, “eve derman getiren adam” olduğunu göstermiştir.

Yahya Kemal, Ziya Gökalp’le birlikte milli tefekkürün ve milli şuurun mimarı olmuşlardır. Türkiye Cumhuriyetinin temeline bu sağlam harcı koyan ve ölümsüzlük ruhunu üfleyen şair ve fikir adamlarından birisidir Yahya Kemal. Onun bizzat terkip ettiği düşünce nizamının boyutları, eserlerindeki millî ve dinî temel, onun mütefekkir yönünü açıklamaya yeter sanıyorum. Vatanın bir özeti olarak kabul ettiği İstanbul üzerinde durarak, oradan bütün vatan sathındaki gerçeği anlatmaya çalışan Yahya Kemal, mütefekkir şair olarak anılmaya hak kazanmıştır. Onun şiirlerinin ve nesirlerinin yorumundan büyük fikri birikimlere ulaşacağımızı seziyor, onun şair olduğu kadar da mütefekkir bir yönü olduğunu, yakın zamanda yayımlanan eserler de göstermeye yeter sanıyorum.

MURAT SOYAK : Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirlerindeki söyleyiş özellikleri ve şiir tarzı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL: Yahya Kemal şiiri, mevsimi ve devri geçmeyecek bir şiirdir. Çünkü Yahya Kemal şiiri, o kadar çok koruganı varlığında yaşatmaktadır ki, onun konularının ve dayanaklarının hiçbir zaman devri geçmeyecektir. Onun şiirlerini ve nesirlerini okuyan nesiller, her dönemde milli ruhun, kalkınmanın, dayanışmanın ve vatan sahipliğinin bekçisi olduğunu daha yakından tanıyarak sevecektir. Tarihimizin ve asırlarca süren gayretlerin bir sonucu olan sanatımızın ve medeniyetimizin şarkısını mısralarında besteleyen Yahya Kemal okuyucularına bitmez tükenmez bir hazine hediye etmiştir. Bu hazineyi de öyle sağlam kasalar mesabesindeki üslup ve şiiriyetle yoğurmuş ve mühürlemiş ki, zaman içinde bu iksirin buharlaşmasını ve kaybolmasını imkânsız hale getirmiştir.

Şiir tahlillerinde tutulan bir yol bilhassa beni rahatsız etmektedir. Cumhuriyet dönemi şairlerini muhakkak bir batılı şiir okuluna(ekolüne) bağlamak gibi bir kötü alışkanlığımız var. Bu sadece şairlerin kaderi değil, fikir adamlarımızı da batılı bir nazariyenin etkisi ile izah eden ifadeler var. Bu işin kolayına gitmek gibi görünüyor bana. Elbette şiirlerin konuları, tarzları ve edebi sanatlar yönünden enine boyuna değerlendirilmesi yapılmalıdır. Buna kimsenin bir itirazı olamaz. Ancak devamı gibi görmek veya öyle değerlendirmek; üzerinde düşünülmesi gereken; bir mesele olarak görülmelidir.

Yahya Kemal’i yeniden ve bilmem kaçıncı defa okuyorum. Bu okuyuşumla onu daha iyi anladığımı zannediyorum. Yahya Kemal bir takım tarihi okuma metotlarını, bir takım yeni yorum biçimlerini orada dinleyerek ve okuyarak öğrenmiştir. Metot demek terkip demek değildir. Metodun içini dolduran ve uygulandığı saha itibariyle tamamen bizim kültür sahamızdır. Türk tarihi, Türk medeniyeti ve her şeyin zemini ve temeli vatan kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu zemini ve bu birikimi temel alan terkip Yahya Kemal mührünü taşımaktadır. Yahya Kemal tamamen kendinin yorumladığı bir terkibi, nesirlerinde ve şiirlerinde dile getirmiştir. Bu terkip içinde, o zamana kadar hiç göz önünde tutulmayan çağın zihniyeti yer almıştır. Ümit vardır, Güven duygusu ve muhakkak bir başarı vardır. İyimserlik ve ümit deyince bazılarının aklına batılı bir düşünür geliyor. Bizim aklımız ve mantığımız ve tarihten getirdiğimiz tecrübe daima ümitli olmamız gerektiğini bize ilham etmiyor da, bir başka felsefenin kırıntıları ile bizim mütefekkirlerimizi, yazar ve şairlerimizi bu şekilde yorumlamaya ve değerlendirmeye neden kendimizi mecbur hissediyoruz, anlamak mümkün değildir. Buna bir kompleks diye mi bakacağız, yoksa konuları, meseleleri alelacele yazmayı bir maharet mi sanıyoruz. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bu yorumları yapanlar yeniden okumaya başladıklarında, birçok inceliğin dikkatlerinden kaçtığını göreceklerdir.

Her gerçek şiirin bir rüzgârı vardır. Bazılarında hafif bir rüzgâr eser ama insanı sarar sarmalar. Neden güzel geldiğini, nasıl şiirin akıp gittiğini bilemeyiz.

“Günlerce ne gördüm, ne de bir kimseye sordum
Yarab hele kalp ağrılarım durdu diyordum.
His var mı şu âlemde nekahet gibi tatlı
Gönlüm bu sevincin halecanıyla kanatlı.
Ses şiiri, ne yumuşak, ne rüzgârlı bir akış.

Bazı şiirler de vardır ki rüzgâr yüksek bir seviyede ve çevresiyle birlikte insanı kuşatır, uçuracak hissi verir.

“Bin altı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle.”

Şiir yazmaya başlayacak şairin bir tek kaygısı vardır. Duygularını ve düşüncelerini, hayallerini bir ahenk içinde anlatmak, her okuyana bu şiirdir hissini verebilmektir. Bu büyülü ve sanatlı söyleyiş en çok şiirin ihtiyaç duyduğu bir anlatımdır. Yahya Kemal, kelime seçmekten başlayınız, fazlalıklardan temizlenmiş veya her kelimesi şiir yapısında, anlam, ahenk, ritim ve bütünlük içinde kullanılmış, bir Yahya Kemal Türkçesi ve bir Yahya Kemal şiiri vücuda getirilmiştir. Ben edebiyatımızda böyle dört başı mamur bir bütünlük ve mükemmellik görmedim.

Birinde maneviyat varsa medeniyet yoktur, medeniyet varsa vatan gözden kaçmıştır. İnsan varsa tarih yoktur, kültür yoktur, tarih varsa millet yoktur vesaire.

Edebiyatımızda bir Yunus Emre Türkçesi ve bir Yunus Emre şiiri vardır ve mükemmeldir. Yahya Kemal’de tarihin kazandırdığı ve yaşattığı bir takım vazgeçilmez değerlerin de gündeme getirildiği görülmektedir.

MURAT SOYAK: “Eve dönen adam” diye tabir edilen Yahya Kemal Beyatlı’nın eserlerindeki tarih, kültür, medeniyet tasavvurunun kaynakları nelerdir, yetişmesinde etkili olan unsurlar ( kişiler, olaylar, kitaplar vd. ) nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL: Yukarıda eve dönen adam konusu üzerinde durduk. Tarih, kültür, medeniyet konuları Türk Tarihini öğrenmenin zaruretini anlayınca, kendiliğinden gündeme gelen kavramlardır. Çünkü tarih öğrenilince milletin tarih içindeki kazanımları diyebileceğimiz, dil, kültür ve medeniyet konuları adım adım varlıklarını hissettiren değerlerdir. Zaten milleti millet yapan unsurlar bunlardır ve tarih de bu kazanımların bir tarihidir. Çünkü muharebe meydanlarında çarpışan ülkelerin kültürleri ve medeniyetleridir. Galip gelen yine onlardır. Çünkü millet kavramının içini dolduran ve yaratan, dil, kültür ve medeniyet birikimleridir. Gerisi ikinci derecede meselelerdir.

Yahya Kemal Paris’te, tarih ve kültür değerleri incelemelerinde kullanılan metot nedir? Millî tarihin önemi ve milletle vatan arasındaki bütünlük gibi tamamen metoda dair hususları kavramış ve çağın getirdiği yeniliklerin bilgisine ulaşmış ve kendine göre bir terkip oluşturmuştur. Öyle bir adamın bir cümlesi, bir eserin bir paragrafı ile fikir oluşmaz. Albert Sorel’i dinlemiştir. O Fransız tarihi için bazı tespitler yapmış, Yahya Kemal onların meselelere ve konulara ne kadar milliyetçi bir açıdan yaklaştıklarını görmüş ve biz Türkler niye kendi tarihimize ve değerlerimize böyle bir gözle bakmıyoruz, milli menfaatlerimize niçin sahip çıkmıyoruz diyerek eve derman götürmenin hazırlığını yapmış ve bunu hakikaten de güzel yapmıştır. Evine derman götüren adam’ı anlamak ve bilmek durumundayız. Tabii ki takdir etmek de bize düşer.

MURAT SOYAK : Yahya Kemal Beyatlı’nın eserlerini okuma aşamasında sizce nasıl bir yol izlenmeli ve yeni nesil Yahya Kemal Beyatlı’nın eserleri ile nasıl buluşmalı, nereden başlamalı?

İSMAİL ÖZMEL: Yahya Kemal okumalarına eserlerinden önce onunla yapılmış söyleşileri ve anıları okuyarak başlamalı. Arkadaşlarının, dostlarının anıları ve bizzat sofrasında beraber olanların anıları. Bir sanatkârla önce biraz yakınlıklar kurmak gerekiyor. O da arkadaşlarının anlattıklarıdır. İkinci olarak şiirlerinden başlayabiliriz. Belli bir birikime ulaşmış insanlar için nesirlerini ön plana çıkarmayı uygun görüyorum. Nesirlerinin en önünde “Aziz İstanbul” okunmalıdır. “Eğil Dağlar” ve diğerleri. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ama nasıl kurulmuş, Osmanlı’nın son dönemleri, iştahı kabaran güçlerin yurdumuza kurdukları tuzaklar ve birçok cephede verilen savaşlar, hem silahla hem de bütün vatan sathında. 1071’den sonraki tarihimizin kültür, medeniyet ve sanatlarımızı içine alan birikimleri ve vatanda var olma mücadelesinin birçok safhasını yazılarında ve şiirlerinde bulmak mümkündür. Tarihi maceramızın nirengi noktaları Yahya Kemal şiirlerinde kusursuz ve ölümsüz bir şekilde tadat edilmiş ve anlatılmıştır.

Yahya Kemal şiirleri bir milli değerler ve kahramanlıklar galerisidir. Bu mısralarda Anadolu kendini bulur. Yeni nesiller kendilerini, maddi ve manevi zenginliklerini öğrenmek istiyorlarsa Yahya Kemal galerisine muhakkak uğramalıdırlar. Orada görecekleri, öğrenecekleri çok şey vardır. Yahya Kemal hem dünümüzü hem bugünümüzü, batılı bir dikkatle şiirlerine istif etmiş, hem benzersiz şiire ulaşmış, hem de kültür ve sanat zenginliklerimizi gözler önüne sermiştir. Her neslin Yahya Kemal’den öğrenecekleri vardır.

MURAT SOYAK : Yahya Kemal Beyatlı’nın yeni edebiyatımız içindeki yeri, tesirleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

İSMAİL ÖZMEL : Yahya Kemal birikimleri ile bir sentez oluşturmuştur. Buna kimliğimizin tespiti ve beslenme kaynaklarımızın ön plana çıkarılmasıdır diyebiliriz. Özellikle vatan kavramı üzerinde, şimdiye kadar kimsenin durmadığı bir özenle ve derinlikle vatan sevgisi ve vatanın ifade ettiği anlamlar üzerinde durmuştur.

“Eğer mezarda, şafak sökmeyen o zindanda
Ceset çürür tahayyül kalırsa insanda,
-Cihan vatandan ibarettir itikadımca-
Budur ölümde benim çerçevem muradımca.”

Vatan kendine has özellikleriyle canlı bir bütündür. Üzerinde yaşayan insanlarla, ahirete göçmüş olanların beraber yaşadığı vatan canlı bir varlıktır ve bir bütünlük ifade eder. Milli ruhun gelişip büyüdüğü mekân vatandır. Din duygusu ve ölümsüzlük ve sonsuzluk duyguları bu zeminde gelişir ve büyür. Onun için bütün fertler vatanlarını, daha zengin veya daha mümbit topraklarla bile olsa, değişmeyi akıllarının köşesinden geçirmezler. Bu sihrin temelinde birlik ve beraberlik ruhu, milli ruh yatmaktadır. Vatanın üstünde yaşayanlarla altına göçenlerin bir ve beraber oluşlarının tabii bir sonucudur bu.

Yahya Kemal bir diriliş ve kendine dönüş programıdır ve bütün meseleler batılı bir dikkatle ve itina ile ele alınmıştır. Onu bütün fikirleri ve şiirleriyle yeni nesillere aktarmamız gerekmektedir. Bu konuda hakikaten güzel eserler yayınlanmakta ve bunun devamının da geleceği görülmektedir. Yeni nesil bütün tenkitlerimize rağmen araştırma ve gerçekleri öğrenme azim ve kararlılığı içindedir ve hayat damalarımızın gün yüzüne çıkarılmasını istemekte ve bunun örneklerini de vermektedir.

Onun üzerinde durduğu meseleler ve hayat damarları güncelliğinden bir şey kaybetmemiştir. Türkiye’nin meseleleriyle, kültür ve medeniyet konularıyla uğraşan eli kalem tutan çok kimse ondan ilham almış, onun tesirlerini hissetmiştir. Edebiyatımızın sevdalıları onu zevkle okumaya devam etmişlerdir. Bu memba gelecekte de okuyanların susuzluklarını dindirecektir.

MURAT SOYAK : Bu söyleşi için teşekkür ederim.

İSMAİL ÖZMEL: Bana bu sohbet imkânını verdiğiniz için ben de size teşekkür ederim.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 116512

ulkucudunya@ulkucudunya.com