‘Ahmet B. Ercilasun şânındadır’ diyebilseydim
A. Yağmur Tunalı 01 Ocak 1970
Son yıllarda birçok dost için çıkarılan armağan kitaplarına yazılar kaleme alıyorum. Her defasında kalemime “hatıralar çağındayız” cümlesi düşüyor. Hayrettir, Cahit Sıtkı’nın dediği “Çağınız başlıyor ey hatıralar!”ı bizim için yaşanıp geçilmiş ve aynı zamanda beraber yaşanan bir hayat dönemi gibi hissediyorum. Evet öyledir. Bilgelik hudutlarında bir şair cinsinin ileri örneği ideal adamları için bu mistik duyuşun yaşla alakası yoktur. Ülkü (ideal), erken olgunlaşan ruhların işidir. O heyecan insanı dönüştürür. Önce o vardır. Aşktır, yakar, kavurur. Başka bir insan oluşun macerası o yangının yok edişiyle gelir.
MİLLİYETÇİLİK AYDIN HAREKETİDİR
Benim neslime gelinceye kadar Milliyetçi denenler Türklük sevdasıyla yanan-tutuşan ve mutlaka belli ölçülerde yetişmiş insanlardı. Milliyetçiliğe giriş, bilerek, anlayarak sevmeye başlamak demekti.
Artan komünizm tehlikesine göre milliyetçiliğe girişler çoğaldı. Var olan fikir ayrılıkları gençlik arasında yeni duruma göre yeniden şekillendi ve keskinleşti. Üniversitelerde başlayan kavgalar orta dereceli okullara kadar hızla yayıldı.
Bu çoğalma diğer fikir hareketlerini de etkilemekle beraber, milliyetçilikte daha kuvvetle fikir gerilemesine yol açtı. Bunun bir sebebi hızlı çoğalma ve kavga yılları ise, diğer sonucu da dini akımlara daha fazla yakınlaşmaktı. Çatışma yollarında başlayan sığlık, uzun sürünce bir bakıma normalleşti. Bugün, Meclis dâhil en önemli temsil yerlerinde milliyetçiler en iyi gruplar değil. Tek tek en iyiler arasında her zaman milliyetçiler var. Bugün de var ama onlara gereken yüksek değer ve itibarı milliyetçilerin ve adı öyle olan yapılanmaların sağladığını söylemek zor. Büyük derdimiz buradadır ve sayılacak sıkıntı sebepleri buradan ağırlaşıyor diyecekler doğru bir yerden bakıyorlar.
TÜRKLÜK BİLİMİNE GİRİŞ
Ahmet B. Ercilasun, milliyetçiliğin entelektüel hareket olduğu devirlerden gelen bir isim. Atsız’dan Zeki Velidi’ye, Reşit Rahmeti’den Şükrü Elçin’e kadar Türklük alanının ve Türkçülüğün büyüklerini tanıdı. İnsan, insan içinde ve insanla yetişir. Kitaplar yardımcıdır. Okul önemlidir ama çevre daha önemlidir. İnsan çevresiyle insandır. Aileden çıkarak asıl manasında çevresinin çocuğudur.
Ercilasun deyince, bu genişlikte düşünmek lazım. Yaşadıklarına ve yaptıklarına biyografisinin incelikleri üzerinden bakmadan anlayamayız. O, öncelikle Türk Milliyetçisidir demek doğrudur. Bu doğrunun açılması, açıklanması, ailesinin geldiği Kıbrıs’tan, okul çağlarını geçirdiği İzmir’den, İzmir’in milliyetçi çevresinde yaşadıklarından yola çıkarak anlaşılabilir.
İstanbul’un üniversite muhiti, dokunmaya, ileri işlenmelere hazır bir genci buldu. Burada bir büyük buluşmayı görür gibiyiz: Türklük Bilimi(Türkiyat, Türkoloji) sahası, büyük milliyetçilerin bulunduğu bilim ve kültür merkeziydi. Genç Ahmet B. Ercilasun için büyük talihti. Tabir caizse o dev isimlerle beraberdi ve Türklük alanı artık mesleğiydi. Türk’ü bilmenin yolu, dilinden, tarihinden geçerdi. Diliyle ve tabii milletin tarih içinde geçirdiği maceralarla tanışma ve bilişme çağıydı. Bilinmezlerle dolu, araştırılmaya açık bir alandaydı. Orada yürüyecekti.
YAZILACAK HİKAYE
Yürüdü ve yürüyor. Bu macera ancak yolculuğun bütünüyle bilinmesiyle anlaşılır. Kaydedilecek bir hayat hikâyesidir. Her biri birer biyografik çalışma olabilecek birkaç yönüyle yazılabilir. Yaşayışını ve yaptıklarını iki ana bölüme ayırabiliriz. İlim yolculuğunu yazanlar olacaktır. Yaptıklarını ve Türklük bilimi açısından değerini anlamaya çalışacak çok yönlü inceleme ve araştırmalar göreceğiz. Araştırıcılığı, hocalığı, sanatçılığı –evet sanatçılığı-, yol göstericiliği ve öğreticiliği dâhil daha birçok konunun gireceği bir ana konudan bahsediyoruz.
Türkçülüğü ve hayatına yansımaları, biyografisinin bir diğer ana ve bütünleyici tarafıdır. “Bütünleyici” demek eksiktir, belki bir bakışla bütünüdür demek daha doğru olabilir. Çünkü ne yaptıysa bu ülküye göre yaptığını söylemek ihtiyatlı bir görüşle bile yanlış değildir. İlmî objektiflikten ayrılmamak kaydıyla çalıştığını bildiğimiz halde doğrudur.
Akademisyen ve bilim adamlarının, ilim soğukkanlılığından uzaklaşmadan, meşgul oldukları alanları sevmeleri tabii bir sonuçtur. Mesela, Türk tarihini, dilini, kültürünü, sanatını çalışan bir yabancı o alana ilgisinin doğurduğu bir sevgiyi de yaşar. Bu alanlarda çalışan bir Türk için bu sevginin daha kuvvetli olacağı açıktır. Ahmet B. Ercilasun gibi bir isim için bu aşk derecesindedir.
ÇALIŞMALARININ DEĞERİ
İlim erbâbının konuşacağı bir alandayız. Bazıları için, pek çok akademisyenden duyduğum “Ahmet B. Ercilasun Türklük biliminin yaşayan en büyük bilginidir” sözü, çok gerekli bir sınıflama ve ölçme sonucu varılmış bir hüküm olmayabilir. Fakat eleştirici aklın gereği, bunu bir soru gibi kabul ederek cevap aramak doğrudur. Yaptıkları gözler önündedir. Verdiği bilgi yükünün doyuruculuğu, değerlendirmelerinin ufuk açıcılığı yanında göz ve gönül kamaştırıcıdır.
Kütüphanemdeki kitaplarına şöyle bir göz gezdirdim, eserlerinin konularına, içindekilere, kaynaklarına ve her birinin hacmine baktım. Okuduklarımı hatırladım. Bir yazarın külliyatına bakarak değerlendirme yapılır. Bu eserler, kapsadığı bilgi dünyasıyla size iyi araştırıcılardan bir araştırıcı karşısında olmadığınızı -hatırlatır demem yetmez- ihtar eder. Sayısı az, çok iyi profesörlerden bir profesör karşısında olmadığınızı gösterir. Bu unvan ve sıfatlar üzerinden konuşmanın yaptıklarını hafifletebileceği bir isimden bahsediyoruz. Çünkü o kavramların sınırı, onları kendileri için kullandığımız kişiler üzerinden zihinlerimizde az çok bellidir. Ahmet B. Ercilasun, hiç şüphesiz önde sayacağımız o profesörlerden, o aydınlardan daha farklı yerde değerlendireceğimiz bir değerdir.
Son yayınlananlardan Nehir Destan Oğuzname, Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları, Dîvân-ı Lügaati’t-Türk incelemesi gibi şaheserler Türklük bilimi için ileri örneklerdir. Türk Dili Tarihi gibi, Kaynaklarda Türk ve Türkçe gibi genel okuyucuya da hitap eden eserleri ayrı bir gruptur. Konularını Türklükle ilgili temel eserlerden seçtiği romanlarını da sayarsak bu gruba gireceklerin sayısı on beşi geçer. Atsız kitabı, biyografik yön ihmal edilmeden yazılmış araştırma-inceleme-değerlendirmedir ve örneklik edecek bir şaheserdir. Gazete yazılarından seçilmiş kitaplarla ilmî makaleleri ayrı bir kategoridir. Bütün bu eserlerde, bilgi nakliyle yetinmez. Envanter tutar gibi yazmaz. Belgeleri, bilgileri yorumlayarak vermek ayrı bir seviyedir. Çok yönlü kültürüyle analitik bakar ve oradan konuşur.
BİLGELİKTEN SIZAN
Mesleğinde çok ileri seviyelere ulaşanlar, alanları ne olursa olsun konularını en sade haliyle verebilmeyi başarırlar. Mesleklerinin filozofisine varanlar, çoğunlukla karışık ve karmaşık yazan ve anlatanlar değillerdir. İlmî yazıların okunması zordur görüşü bu kişiler için geçerli değildir. Ahmet Bican Bey için hiç akla gelmeyecek bir meseledir. Dilciliğin ek kök meselelerinin, cümle çözümlemelerinin kavramlarla vermek zorunda kaldığı bilgileri hariç her yazdığı, belli bir seviyede olanların, ortalama aydının rahatça anlayacağı sadelik ve anlaşılırlıktadır. Bilenler bilir; bu öyle kolayına kazanılacak bir yazma-anlatma seviyesi değildir.
Burada, hocanın meslektaşlarından ve diğer âlimlerden farklı beslenme kaynakları ve kalem tecübeleriyle pişmesini hatırlayacağız. Bunları söylemeden o yazarlık profilini çözmek mümkün olmaz. Romanlar denemiştir. “Denemiştir” onun sözüdür; okuyanın, anlayanın bakışıyla onlar romandır. Eskilerin “şiirin tehzibinden geçmek” dedikleri, dili güzelleştiren ve sağlamlaştıran şiir denemelerini yaşamış, o olmazsa olmaz kalem tecrübesinden de geçmiştir. Yer yer eski Türk metinlerini şiirle bugüne aktarması bu uzun yılların çalışmalarının verdiği işlenmiş dilledir. Bunlarda gördüğümüz, ilmî yaratıcılıkla sanat yaratıcılığının birleşmesidir. Günümüz Türkçesine manzum olarak aktaracağı son eser Kutadgu Bilig’te özellikle böyledir. Kutadgu Bilig, didaktik tarafı ağır basmakla beraber, yüksek düşüncesi, filozofisi ve dil kudretiyle de çok yönlü yaratıcılık isteyen klasik şaheserimizdir.
ÇOK YÖNLÜLÜĞÜN GETİRDİĞİ ZENGİNLİK
Sanatla iç içe olmayan bir bilim adamı ve yazar bunları yapmayı düşünemez ve başaramaz. Ercilasun, edebiyatın her türüyle beraber, müziğe, tiyatroya, diğer sahne sanatlarına yakındır. Kültür meselelerinde düşünen ve yazanlardandır. Dilcilerin ön safında yer aldığı gibi kültür üzerinde düşünen ve yazanlar arasında da öndedir.
Üniversitede, aydın çevrelerinde faaldir. Her zaman ve her yerde öğrenmeye ve öğretmeye doyamaz. Hayatın içindedir. Çalışkanlığı ve yaşama disiplini en dikkate çarpan tarafıdır. Konuşma, konferans ve toplantı-görüşme ağırlıklı işlerini not ettiği cep defterinde boşluk bulmakta zorlanacak kadar faaldir. Bu faaliyetler saatlidir. Bittiği anda evine, yazı masasına dönecektir. Uzayan görüşmelerde hissedeceğiniz huzursuzluğu, masada bekleyen işlere, kitaplara, notlara, yeni alıştığı bilgisayara haksızlık ettiğini düşündürecek, kara sevdaya benzer bir bağlılık ve ondan gelen bağımlılıktan dolayıdır. Ender görülür bir yaşama rejimidir. Yılmaz Öztuna’da da bu çalışma disiplini vardı. Düşünsem, bildiklerimden iki üç isim daha sayamam.
BAŞARININ SIRRI ÇALIŞMAKTADIR
Ahmet B. Ercilasun olmanın yolu, bir ömrü böyle çalışarak geçirmeyi seçmektir. Sormadan biliyorum ki günlük çalışma saati 14’ün altına düşmez. Kalan zamanın uykusunda-dinlenmesinde, yolda yolakta yine masadaki işlerin düşüncesi zihninde yoğrulur. Çalışma, masasından, kütüphanesinden uzakta da devam eder.
Şimdi Ankara’nın merkezinden uzakta bir evde yaşıyor. Bir yere otomobille gitmediği zamanlarda metroya biner ve yine okur. Dostları arasında çok tutulan ve kavramlaşan Ercilasun sözü, “Metro kitabı”dır. Şehre metroyla indiğinde elindeki kitabı işaret ederek, “Şimdi hangi eser metro kitabı?” demeden geçilmez. O kadar çok konuşulmuştur ki, benim aklıma buradan bir kitap çıkacağı düşmüştür. “Metro yolculuklarında bitirilmiş kitapların bazılarını ve hikâyesini yazsa, ne güzel olur ve her seviyede rahatça okunur” derim.
BİR HATIRA
Galiba 2014 yılı olacak: Gittiler kitabımın Millî Kütüphane’de tanıtım toplantısı vardı. Ahmet Bican Ercilasun, İskender Öksüz ve Türk Ocakları Genel Başkanı Mehmet Öz de konuşmacılar arasındaydılar. Konuştular. Son söz yazara verildi. Hizmeti geçenlere ve konuşmacılara ayrı ayrı teşekkür etmeye başladım. Sıra Ahmet Bican Ercilasun’la İskender Öksüz’e gelince, “Bu iki büyük isme teşekkürüm bu toplantıyla ve söyledikleriyle sınırlı olamaz. Onlar bu ülkede artık kolay kolay yetişmeyecek iki büyük değerdir..” diyerek başladım. Bu sözlerin gerekçeleri sayılacak birkaç söz daha ettim. O sırada Ahmet Bican Ercilasun’un sesi salonda gürledi: “Yağmur, biz daha gitmedik!”
Kitabın adı Gittiler ya, onu hatırlatan bir nükteydi. Sen bu tarz sözleri gidenler için ediyorsun, biz henüz buradayız demeyi pek hoş bir nükte halinde söylemişti. Bu nüktenin tadını bütün salon aldı ve hoş bir hava esti. Ben de duygu ve fikir eşliğinde edeceğim sözleri kesmek zorunda kaldım. “İşte böyledir, Bican Abiyi yüzüne karşı över gibi de konuşamazsınız.” diyerek bağladım.
Hâlbuki onu övmüyor, anlatmaya çalışıyoruz. Anlatabildiğimiz de söylenemez. Her anlatılan eksik ve yarımdır. Ahmet B. Ercilasun gibi büyük bir ismi, belki hiçbir yazının tam manasıyle anlatması zaten beklenmez. Böyle denemelerle onun portresi verilemezse de anlatmaya bir ölçüde yaklaşılacağını söylemek doğrudur.
Bana gelince, bu yazıyı yazarken de, Bican Abi’nin kulaklarımdan gitmeyen “Yağmur biz daha gitmedik!” sözünün eteğimden çektiğini hissettiğimi söylemeliyim.