Erzurumlu İbrahim Hakkı
Prof.Nurettin Ceviz 01 Ocak 1970
Çok yönlü bir âlim ve mütefekkir olan Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma‘rifetnâme adlı tanınmış eserinde bizzat kendisinin verdiği bilgilere göre, 2 Muharrem 1115/18 Mayıs 1703 tarihinde Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesinde doğmuştur. Babası Derviş Osman Efendi, annesi Hasankale eşrafından Dede Mahmud’un kızı Şerife Hanife Hanım’dır. Temel dinî eğitimini ilk hocası olan babası Derviş Osman’dan aldıktan sonra Erzurum’a gelmiştir. Burada Erzincankapı Şeyhler Mahallesindeki Dârü’s-Safâ Medresesi'ne devam ederek başta dönemin Erzurum Müftüsü şair Hâzik Mehmet Efendi olmak üzere önemli âlimlerden hem âlet ilmi olan Arapça ve Farsça’yı hem de diğer İslami bilimleri okuyarak tahsilini tamamlamıştır. Babası Derviş Osman Efendi (Hakîrullah) iyi eğitim görmüş biri idi; hacca giderken uğradığı Tillo’da yörenin tanınmış Kadiri ve Nakşi şeyhlerinden İsmail Fakîrullah’a intisab ederek buraya yerleşmiştir. Henüz dokuz yaşındayken Tillo’ya babasının yanına gelen İbrahim Hakkı, burada babasından naklî ilimleri, babasının arkadaşı Molla Mehmed el-Suhranî’den başta matematik ve astronomi olmak üzere akli ilimleri tahsil etmiştir. İbrahim Hakkı, babasının 1132 Receb/1720 Mayıs’ında vefatı üzerine Erzurum’a, amcası Molla Muhammed’in yanına dönerek yaklaşık sekiz yıl sürecek bir tahsil dönemi geçirmiştir. İbrahim Hakkı 1141/1728-29’da babasının şeyhini ziyaret etmek üzere Tillo’ya giderek şeyhin, babası için yaptırdığı hücreye yerleşerek tasavvufa intisab etmiş oldu ve 1147/1734’te şeyhinin ölümüne kadar orada kalıp kendisine hizmet etti. Daha sonra Erzurum’a döndü ve Yukarı Habib Camii’inde imamlığa başladı. İyi bir musikişinas olan oğlu İsmail Fehim’in tahsilini tamamlaması üzerine imamlık vazifesini ona bırakıp bir yandan eser telif etti, diğer yandan da dersler verdi. Aynı zamanda Cuma günleri Yeğen Ağa Camiinde verdiği vaazlarla toplumu irşad ediyordu (Çağrıcı 2000: 305).
1150/1738, 1177/1764, 1181/1768 yıllarında üç defa hacca; ilki 1160/1747’de ikincisi 1168/1755’te olmak üzere iki defa İstanbul’a gitti. İstanbul’da iken saray kütüphanesinde çalıştığı bilinmektedir. Bu esnada dönemin Hükümdarı I. Mahmud’un iltifatına mazhar oldu. İbrahim Hakkı’ya bu ilk İstanbul ziyareti esnasında müderrislik payesi verildi ve ders okutması şartıyla Erzurum’daki Abdurrahman Gazi Dede Tekkesi’nin zaviyedarlığı tevcih edildi. İstanbul’a ikinci gidişi resmî bir görevle ve Erzurum gümrükçüsü Mehmed Sun‘ullah ile birlikte oldu. Ma’rifetnâme ile ilgili kütüphane çalışmalarını, ilkine göre daha uzun süren bu seyahat esnasında tamamlamış olmalıdır. Zira seyahatten Erzurum’a dönüşünü izleyen bir yılın sonunda Ma’rifetnâme’yi tamamladı (Zilhicce 1170/Ağustos 1757). Ma’rifetnâme’nin telifiyle meşgul iken ders vermekten geri kalmadı. Abdurrahman Gazi Dede Tekkesi’nin zaviyedarlığı III. Mustafa tarafından 1173/1760 yılında yenilendi. İbrahim Hakkı, tekkenin oldukça kısıtlı olan gelirini oğulları ile amcasının oğlu Yûsuf Nedim arasında paylaştırdı.
İlk hac ziyaretinden dönerken Kahire’ye uğradı ve buradaki âlimlerle bilgi alışverişinde bulundu. 1177/1763’te tekrar Tillo’ya giden İbrahim Hakkı, İsmail Fakîrullah’ın oğulları tarafından babalarının halifesi olarak karşılandı ve şeyhin kızıyla evlendi. Tillo’da bulunduğu süre zarfında hem eserlerini te’lif etti hem de ders vermeye devam etti. 19 Cemâziyelâhir 1194/22 Haziran 1780 tarihinde Tillo’da vefat etti ve şeyhinin yanına defnedildi (Çağrıcı 2000: 306).
Başta Ma‘rifetnâme olmak üzere eserleri çoğunlukla Türkçe'de ise, eserlerinde yer yer Arapça ve Farsça’yı da kullanan İbrahim Hakkı, tasavvuf, itikad, eğitim, tecvid, sözlük, tabiat felsefesi gibi bir çok konuda eser yazdı. Eserlerinin bir kısmını manzum kaleme aldı ve genellikle Hakkî, bazan da Fakîrî mahlasını kullandı. İlmî, dinî ve tasavvufi görüşlerini, yazdığı kaside, mesnevi, gazel, musammât, mukata’aât, rubai, mani ve kıtalarda manzum olarak dile getiren İbrahim Hakkı’nın, mensur eserlerinde yer alan manzumeler ise ya konunun özeti ya da örneklendirme mahiyetindedir. İbrahim Hakkı’nın manzum çalışmaları içinde, yer yer ayet, hadis ya da başka şairlerden iktibaslara da rastlanır. İbrahim Hakkı’nın eserlerinin sayısı hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak kendisi, Sefînetu’n-Nûh min Vâridâti’l-Futûh ile Mecmû‘atu’l-İnsâniyye fî Ma‘rifeti’l-Vahdâniyye adlı eserlerinde bu duruma şöyle açıklık getirmektedir: “Fakirî der ki, te’lifâtımız on beş kitap olmuş. Usûlü beş, furû’u adlarıyla on hisab olmuş. İlâhinâme nazmımdır ü nesrim Ma‘rifetnâme ve ‘İrfâniyye vü İnsâniyye, Mecmû‘a yazıp hame. Bu beşten on kitap aldım ki cümle lubb-i me’ânidir. Beşi ilm-i şerî’attir, beşi ilm-i ledünnîdir.” Buna göre, İbrahim Hakkı’nın zikrettiği beş asıl eseri şunlardır:
1. Dîvân (İlâhi-nâme): (1168/1755): Kendi ifadesiyle müellifin ilk eseri olan Dîvân, oğlu İsmâil Fehîm için tertip edilmiştir. 1263/1847’te basılan eserde kasidelerin ardından dinî-tasavvufi mahiyette 366 gazelden oluşan “İlâhî-nâme” başlıklı bölüm yer alır. Dîvân’daki birçok manzume, başta Ma‘rifetnâme olmak üzere müellifin daha sonra yazılan çeşitli kitaplarında da geçmektedir. “Müfredât” (yazmalarda “Ma‘niyyât”), “Rubâiyyât”, “Vâsılnâme”, “Pendnâme”, “Şükürnâme” gibi bölümlere ayrılan eserin, klasik tarzda mürettep bir divan hâline getirilerek tenkitli neşri Numan Külekçi ve Turgut Karabey tarafından yapılmıştır. Divanda Arapça ve Farsça şiirler dâhil 500 kadar manzume yer almaktadır. Dîvân, 32 beyitlik müstezad nazım şeklindeki bir tevhid ve 9 ve 10 beyitlik iki münacaat kasidesi ile başlar. Daha sonra gönül ve ilahi sevgiliye dair 32 beyitlik 6 ve 73 beyitlik 2 kaside yar alır. Daha sonra gelen 63 beyitlik "Aşknâme" başlıklı kaside, Hz. Mevlana’nın "Aşknâme"sinin birebir tercümesidir; her beyit aşk kelimesiyle başlar ve ilahi aşkı vasfeder. Daha sonraki na’t 25 beyitten müteşekkil olup Hz. Peygamberin bazı sünnetlerini metheder. Kasidelerin ardından mesneviler gelir; ilk ikisi 9 ve 30 beyit uzunluğunda münacaatlardır. Dervişlere yazdığı ve Vasiyyetnâme adını taşıyan manzum mektup 116 beyittir. Musamatlar başlığı altında toplanan ve bendlerle yazılmış manzumelerin başında murabba’lar yer alır. İlki 20 bendlik mütekerrir bir murabba’dır. Konusu münacaat ve şükrnamedir. Tasavvufi ve dinî konularda nasihat vermeyi amaçlayan "Pendnâme" adlı murabba’ 19 bendden oluşmaktadır. 20 beyitten oluşan müstezadında müellif, Allah’ın Cemal ve Celal sıfatlarının insandaki tezahürü olan hasletlerden bahseder. Dîvân’ın “İlâhî-nâme-i İbrahim Hakkı” adlı bölümü gazellerden oluşmaktadır ve müellif tarafından “Vahdetnâme” olarak da adlandırılmaktadır. Burada 366 gazel yer almaktadır. Lâmelif dahil olmak üzere Arap alfabesinin her harfinden gazelleri vardır. Toplam 366 gazelin 272 tanesi 7 beyitten, 94 tanesi de 9 beyitten oluşmaktadır.
Gazellerden sonra mukatta’alar gelir. Dîvân’da yer alan 82 ruba’iye kendisi "Sa’âdetnâme" adını vermektedir. Bu tanıtımdan sonra aslında Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın tekke edebiyatı ile Divan edebiyatı arasında bir yerde konumlandırılması gerektiğini söyleyebiliriz. Ayrıca yine Dîvân’da yer alan 15 adet cinaslı maninin müellifi olarak İbrahim Hakkı’nın, bir halk edebiyatı türü olan mani türünde de şiir söyleyebilen çok yönlü bir şair olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, Dîvân’da yer alan manzum çalışmaları göz önüne alındığında aruz veznini kullanmada mahir ve sağlam bir nazım tekniğine sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
2. Ma‘rifetnâme (1756): Giriş, üç ana bölüm ve bir sonuç olmak üzere toplam beş bölümden meydana gelen, bazılarınca “ansiklopedi” denen eseri (Kemikli; 2012) bir Tasavvufnâme olarak nitelendirmektedir. Bunu yazarın sufî olmasıyla ilgisi yoktur. Çünkü astronomi, astroloji, kozmogoni, anatomi, fizik ve psikoloji gibi bilimlerle dinî ilimlere yer verse de eserin temel konusu sebeb-i telif bölümünde ifade edildiği gibi ma’rifettir. Zaten bu bilimlerden her birinin sonunda, tekrarla, asıl maksadın Allah’ı tanıyıp bilmek olduğunu söyler. Bu açıdan bakınca Ma‘rifetnâme, bazılarınca ifade edilen “ansiklopedi” olmanın ötesinde bir kaynak olarak müellifin ne derece çağının insanı olduğunu gösterir. İbrahim Hakkı konuyla ilgili olarak eserinin mukaddimesinde sadeleştirdiğimiz ifadesiyle şöyle der: “Bu hakîr ve hakikî fakîr İbrahim Hakkı, bu kitabı, aziz ve şerif mahdumu Seyyid Ahmed Naimî için kaleme almış olup ona hitaben der ki: Allah seni her iki cihanda aziz eylesin. Öncelikle ma’lum olsun ki, Hak Teâlâ iki cihanı, insanoğlu için ve insanoğlunu da kendisini tanıması için yarattığını cümleye duyurmuştur. Nitekim ‘Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve beni tanımaları için varlıkları yarattım’ buyurmuştur. Demek ki âlemin ve insanın yaratılmasından nihai maksat ve yüce istek, Mevlâ’nın bilinmesidir. Bu ebedî devlet ve tükenmez saadet her şeyden önce, nefsini bilmeye bağlı olup nefsini bilmek de bedeni bilmeye bağlıdır. Bedenin bilinmesi âlemin bilinmesiyle olur; âlemin bilinmesi de hakiki ilimledir.” Ma‘rifetnâme Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın ilmî ve fikrî kişiliğini, yetişmişliğini, din ve ilim anlayışını yansıtması yanında dönemin skolastik zihniyetinden kurtulma çabasını yansıtan nadir örneklerden biri olması bakımından da özel bir değer taşımaktadır. Türkiye ve yurtdışındaki kütüphanelerde çok sayıda yazması bulunan Ma‘rifetnâme’nin, muhtelif sadeleştirmeleri ve birçok baskısı yapılmıştır.
3. ‘İrfâniye (1761): Eser, esas itibariyle “Men ‘arafe nefsehu fekad arafe rabbehu/Nefsini bilen Rabbini bilir.” hadis-i şerifinden hareketle, Hakkın bilinmesinin ancak insanı insan yapan cevher olan nefsin bilinmesiyle mümkün olduğunu anlatmak üzere kaleme alınmıştır. Birinci bölümü Arapça, ikinci bölümü Farsça ve üçüncü bölümü ise Türkçedir (Ceviz 1996: 85).
4. İnsâniye (1763): Bu eser bir güldeste (antoloji)dir. 160 kitaptan seçilmiş tasavvufi ve didaktik mahiyetteki Arapça, Farsça ve Türkçeden şiirlerden oluşmaktadır. Türkçe şiirlerin yer aldığı bölümde, Fuzûlî, Kemâl Paşazâde, Yunus Emre, Taşlıcalı Yahyâ, Niyâzî-i Mısrî, Cevrî, Hayretî, Süleyman Çelebi, Nef’î, Nâbî, Şâhidî gibi şairlerden manzumeler bulunmaktadır.
5. Mecmû‘atu’l-Me‘ânî (1765): Eser, Arapça, Farsça ve Türkçeden manzum ve mensur parçaların yanı sıra kendi şiirlerinden oluşmaktadır. Furû’ olarak adlandırdığı eserlerini burada isimleriyle zikretmekle yetineceğiz. 1.Tuhfetu’l-Kirâm (1767), 2. Nuhbetu’l-Kelâm (1768), 3. Meşâriku’l-Yûh (1771), 4. Sefînetu’n-Nûh (1773), 5. Kenzu’l-Futûh (1774), 6. Defînetu’r-Rûh (1775), 7. Rûhu’ş-Şurûh (1776), 8. Ulfetu’l-Enâm (1776), 9. Urvetu’l-İslâm (1777), 10. Heyetu’l-İslâm (1777) (Fazlıoğlu 2005: 118-119).
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın babası ilim tahsilinin yanı sıra tasavvuf terbiyesi de almış bir zattır. Oğlunun da ilk hocasıdır. İlk derslerini babasından Tillo’da tahsil eden İbrahim Hakkı, bu esnada babasıyla birlikte İsmail Fakirullah Hazretlerinin onlar için kendi evinin karşısında yaptırdığı bir tek hücrede kalır. Babasından gördüğü şefkat, sevgi, ilim aşkının İbrahim Hakkı’nın kişiliğinin oluşmasında önemli bir etkisi vardır. Birlikte kaldıkları hücrede bir Cuma gecesi babası vefat eder. Bunun üzerine İbrahim hakkı Tillo’dan ayrılarak Erzurum’a gelir. Burada amcalarının sayesinde sekiz yıl boyunca sağlam bir ilim tahsil eder. Sekiz yıllık bu tahsil hayatının ardından Tillo’ya babasının hücresine dönerek yedi yıl boyunca Fakirullah Hazretlerinden tasavvuf eğitimi alır. Aslında iki önemli kaynaktan gelen yoğun tahsil ve terbiye hayatının şekillendirdiği bir kişiliğe sahip olan İbrahim Hakkı’nın kişiliğine bu gözle bakmak gerekmektedir. Eserlerinde genel olarak ilmi, öğrenmeyi, ilahi aşkı, gönül saflığını, güzel ahlakı, dünyanın fani oluşunu, mala mülke meyletmemek gerektiğini, dünyaya aldanmamak gerektiğini hem öğütlemiş hem de kendi yaşantısında uygulamıştır.
Tıp, astronomi, matematik, fizik gibi müsbet ilimlerle uğraşmasının sebebi de, bütün bu ilimleri insanı Hakk’a ve hakikata götüren bir yol olarak görmesindendir. Eserlerinde ruh ve gönül eğitiminin nasıl gerçekleştirilebileceğini geniş şekilde ele almış, sık sık vurgulamıştır. Bu bağlamda gerek Ma’rifetnâme’de gerekse Dîvân’ı ile diğer eserlerinde en çok üzerinde durduğu ve nasihatlerde bulunduğu başlıkları şöyle özetleyebiliriz: Az yemek, az uyumak, az konuşmak, insanların içine fazla karışmamak, zikretmek ve tefekkür etmek. Bunun dışında “aşk” kavramı onun görüşlerini ifade ederken öne çıkardığı hususların başında gelmektedir. İbrahim hakkı muhtelif manzumelerinde (ilahi) aşkı yüce bir makam olarak kabul ederek, aşktan başka bir doğrunun bulunmadığını, bu yüzden de aşktan ayrı kalınamayacağını dile getirir. Aslında aşk, ona göre varlığın özüdür; her türlü bilgi aşktan doğmuştur. Aşk akıldan da üstündür ve akıl aşkın yanında yalandır. İslam tasavvufunda İbn Sina ve Yunus Emre gibi zatların Tanrı’yı aşk, âşık ve ma’şûk ve akl, âkil ve ma’kul olarak nitelendirdikleri göz önüne alındığında İbrahim Hakkı’nın aşk konusundaki düşüncelerinin temeli anlaşılmış olmaktadır. Bu sebeple özellikle aşk konusundaki şiirlerini, tamamen tasavvufu anlatan bir üst dil olarak değerlendirebiliriz. Yine İbrahim Hakkı’ya göre ma’rifet, Hakk’a ulaşmayı netice vereceği için ilimlerin en önemlisidir. Aslında ma’rifet Allah’ın kendisini, bilinmek istediği için kullarına bildirmesidir. Burada gerçek bilgiye ulaşmada ilk basamak, varlığı tanımaktır; daha sonra varlık bilgisi aracılığıyla Allah’ı bilme bilgisine ulaşmak gelir. Bütün bunların gerçekleşebilmesi için de insanın düşünce ve eylemlerinin birlik ve uyum içinde olması gerekir. İbrahim Hakkı işte bu noktayı manzumelerinde çokça vurgulamaktadır.