« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

22 Tem

2024

Necdet Sevinç’e Vefâ

Nehir Çelikkollu 01 Ocak 1970

…Ve ben yazılarımı hep aklımı, mantığımı, zekâmı, duygularımı; inancım adına, inancım için kurşuna dizerek yazarım…
-Necdet Sevinç
Milliyetçi Türkiye’nin üveyik gözlü âşıkları, sözlüleri, sevdâsını bağrına gömmüş gençleri… Bu satırlarda anlatılacak olan sizin hikâyenizdir.
İnsan neden sever? Aslında bunun pek de makûl bir sebebi yoktur. İnsanın kendisine göre birçok sebebi olsa da hiçbiri makûl zemine oturuyor değildir. İnsan için olan, insana göre olan her mesele, makûl bir zemine oturmak zorunda da değildir. İnsan dediğimiz varlık, severek insan olmaklığın yolunda ilerler.Hatta Sepetçioğlu’nun tabiriyle sevmek Tanrılaşmaktır. Sevgi, öylesine güçlü ve ilahî bir kuvvet…
Her insan sevme fıtratı üzerine yaratılmış olsa da sevmenin çilesini çekmek ayrı bir meziyet ve fazilet ister. Sevmeyi bilmekten daha büyük bir fazilet var mıdır? Sevmekten daha büyük bir meziyet, tahayyül edilebilir mi?
İnsan her an sevdiği ile beraberdir, hep onu düşünür, onunla var olur. Mevzubahis sevdiği olduğunda en cengâver yiğitlere kafa tutar, en köhne sokaklara güller eker, yedi başlı ejderhalara meydan okur… İnsan bazen öylesine derin bir sevgi besler ki “ben kimim” sorusuna sevdiğinden münezzeh cevap veremez hâle gelir. İşte böyle anlarda, büyük medeniyet hamlelerini müjdeleyecek bu derin sevgi, kendisini taşıma potansiyeline sahip kahramanların burçlarında yükselir. Kaleminin mürekkebini milletinin rahmindeki kanla dolduran yazarlar Milliyetçi Türkiye’nin doğum sancısı olur.
Necdet Sevinç gibi keskin, kurt başlı altın bir kalemi yalnızca tek bir mefhumla anlatabiliriz. “Sevgi” ile… Çünkü fikir çilesine, sevgiden gayrı dayanabilecek bir kuvveti insanoğlu görmüş değildir. 264 yıl mahkûmiyet, 130 yıl sürgün kararı, onlarca kurşun ve bıçak yarasına sevgiden başka hangi kuvvet dayanabilir ki? Necdet Sevinç’e “Yazarını Kurşunlatan Yazılar” yazdıran, Türk milletine duyduğu derin ve engin sevgidir. Türk milletine duyduğu bu engin sevgi; asırlar boyunca çektiği ızdırapların, dimağını çatlatan sancıların mahreci olmuştur.
Büyük mücadele adamlarını yetiştiren de bu sancılardır. Sevgi sancıyı besler, sancı insanı pişirir. Pişirdikçe meydana atar, meydana attıkça pişirir… Bu adamlar için gazeteler er meydanıdır, mürekkebin sayfaya temas ettiği an, kavga anıdır. Belli bir zaman diliminde yaşarlar, zamanı aşan bir mücadele verirler.
Mücadele adamları, bir mesuliyet olarak yüklendiği insanlığın muhtaç olduğu nizamı tesis etme potansiyelini, milletin tümüne yaymakla mükelleftir. Tarihin her safhasında, tarihe sığmayacak kuvvet ve kudretteki büyük adamlar, muhakkak ki kendi yaşadıkları dönemlerde, inikası mâziye ve istikbâle sirayet eden bir şuura sahip olmuş, karşılaştıkları vahim olaylar karşısında milletlerinin mukadderatı için söz söyleyebilmiştir.
Bu büyük adamlardan olan Necdet Sevinç’i de böylesine derin bir ızdıraba gark eden, insanlık târihi boyunca var olmuş, kıtadan kıtaya dört nala at koşturmuş ve muazzam başarılara imza atmış, mefkûresini idrâk etmiş Türk milletini, bir avuç patron ve karaborsacının zevk nâraları ile sömürmesi değil miydi?
Uyurken dâhi yegâne bir soruyla meşgûl olmuştu: Türk milletinin muhtaç ve mesul olduğu Türk düzeni nasıl inşâ edilecekti?
Henüz Gaziantep Lisesi’nde bir öğrenciyken, Allah’ın varlığını inkâr eden felsefe öğretmenine tenkit yazısı yazdığı için okuldan atılmış, o yıllarda dâhi inancı için, inancı adına kurşuna dizilmeye râzı olmuş inanç âbidesi, fikrî meşguliyet mümessiliydi Necdet Sevinç… Yazmanın bedelini ömrüyle ödedi.
1970’li yıllarda, henüz 20’li yaşlarındayken, Ülkücü Hareket’in basın-yayın hayatını âdeta yeniden var ettiği dönemde, muazzam eserlere, köşe yazılarına imza atmıştı. Ülkücü Hareket’in en kanlı kavgasını, milliyetçi gazetelerdeki köşesinde verdi.
Vatan toprağının peşkeş çekilmesine, fabrikaların küresel sermayeye satılmasına, eli kanlı bankerlere hülasa vurgunculuğa karşı verilen kavgada, her biri güçlü bir haykırış mahsulü olarak bayraklaşan bu yazıların tesirini anlatmak için zeytinyağı skandalı davasına eğilmek tarihî bir mecburiyettir.
1967 Savaşı ile birlikte Filistin’deki Arap zeytinliklerini ele geçiren İsrail, zeytinyağı satmak için pazar aramaya başlamıştı. O yıllarda dünyanın zeytinyağı kaynağı Türkiye idi. Türkiye’nin en büyük alıcısı ise İtalya… Maalesef Türkiye’deki zeytinyağı şirketlerinin büyük kısmı Yahudilere peşkeş çekilmişti. Gomel Zigna, Türkiye’de zeytinyağı işiyle ilgilenen Yahudi – Mason şirketlerden bir tanesidir. Döviz kaçakçılığı, tarihî ve turistik eşya kaçakçılığı gibi suçlara da karışan Gomel Zigna şirketi, İtalya’ya 530 ton zeytinyağı göndermişti. Türk şilebi, Napoli’ye ulaşınca bu şirketle bağlantılı bir İtalyan Yahudisi, İtalya polisine malî ihbarda bulunarak, Türkiye’den gelen zeytinyağlarının zehirli olduğunu iddia etmişti. İhbarın doğruluğu ortaya çıkınca Türk şilebi Türkiye’ye geri gönderilmiş ve İtalya, İsrail’in en büyük zeytinyağı alıcısı hâline gelmiştir. Böyle bir skandalı ortaya çıkaran ve Bizim Anadolu gazetesinin manşetlerine taşıyan büyük gazeteci, Necdet Sevinç’tir.
İşin daha da acı verici kısmı, bu Yahudi vurguncuların avukatlığını Türkiye’nin Eski Adalet Bakanı Sahir Kurutoğlu yapmıştır. Zeytinyağı skandalı davasının sorgu hâkimi Abdullah Vedat Altuna’nın “Adalet İstiyorum” isimli eserinde gereken teferruat, sanıkların nasıl korunduğu anlatılmıştır.
Necdet Sevinç, “yumuşak g iktidarı” olarak nitelendirdiği Ecevit-Erbakan koalisyonu zamanında yani 1974 yılında kaleme aldığı Sürgünden Gelen Mektup yazısında Ordu’ya sürülmüş Abdullah Vedat Altuna’nın yanında olduğunu haykırmıştır. Bu muazzam bir dik duruş örneğidir.
Kendi tabiriyle “Türk milletinin kanını emmekten gerçek bir vampir gibi zevk duyan çıkar çevreleri” Necdet Sevinç’i ölümle tehdit etseler de o, Türk milletine hizmet eden bir gazeteci olmaktan zerre taviz vermemiştir.
Bizim Anadolu gazetesindeki her yazısı, Milliyetçi Türkiye savaşçılarına bir belge niteliğindedir. Türkiye’deki Mason faaliyetlerini açığa çıkardıktan sonra 6 Eylül 1972’de ofisinde suikasta uğramıştır. Bizim Anadolu gazetesindeki yazılarının terkibi olarak basılan Yazarını Kurşunlatan Yazılar’a yayınevi tarafından bu konuyla ilgili bir not da eklenmiştir:
“6 Eylül 1972’de Bizim Anadolu’daki odasında çalışırken bir suikastçı tarafından vurulan Necdet Sevinç, derhal hastaneye kaldırılmış ve aşağıdaki yazıyı sedyede dikte etmiştir. Sevinç, kemiğine gömülen kurşun sebebiyle yazı hayatına 15 Kasım’a kadar ara vermek zorunda kalmıştır.”
Sedyede dikte ettiği yazının başlığıdır: Açık Tehdit…
“Necdet Sevinç, öyle bir kurşunla, beş kurşunla Milliyetçi Türkiye kavgasına ve bu kartal yuvasına veda edip gidecek adam değildir” ile başlayan Açık Tehdit yazısı… Bu yazı muazzam bir inanç ve mutlak bir cesaret örneğidir.
Yatağa uzandığında, vurguncuları ve işbirlikçileri asan Türkiye hâliyle uykuya daldığını 18 Kasım 1973 tarihli Bakır Vurgunu başlıklı yazısında zikretmiştir. Sağ ceplerinden aldıklarını, sol ceplerine koyanları yetiştiren liberal kapitalist düzenle, Türk milletini sömüren küresel sermaye ile daimî bir mücadele hâlinde olmuştur.
Özelleştirilen madenler, yabancılara peşkeş çekilen petrol yatakları, karaborsa, eli kanlı bankerler, Ortak Pazar, yabancı sermaye velhâsıl Başbuğ’un 9 Işık’ta değindiği tüm millî meseleler onun köşe yazılarının birer konusudur. Keskin kalemi, hiçbir zaman açık isim vermekten çekinmemiştir.
Köşe yazılarında sıkça değindiği bir mesele daha vardır: Ülkücü şehitler… Şehit Necati Kaya ve Cemil Doğan’ın ardından yazdığı yazılar, her Türk milliyetçisinin bağrını sızlatmış, gözünden bir katre olarak sararmış kitap sayfalarına süzülmüştür.
Yazmanın ne büyük bir kuvvet olduğunun ispatıdır Necdet Sevinç. Yazı ile kazanılan zaferlerin, fikrî kavgaların en büyük cephelerinin kalemler ile inşâ edilmesinin somutlaşmış hâlidir.
Necdet Sevinç’in aksiyonerliği yalnızca yazdığı yazılar ile de mahdut değildir. Kerkük’te içlerinde Rüştü Salihi’nin de bulunduğu 8 gencin idam edilmesiyle sonuçlanan hadiselerde işkence gören Sadun Köprülü, Türkiye’ye geldiğinde Necdet Sevinç’e sığınmıştır. Dünyanın neresinde bir Türk varsa oradan başlattığı tabii hudutlar, onun manevî olarak var olduğu yerlerin de bir ölçüsüdür.
Necdet Sevinç, Türk milletini ele geçirmeye çalışan misyoner papazların faaliyetlerini ortaya koymak ve Türk milletini, Büyük Türkiye yolunda ülkü ateşiyle yakmak için Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri’ni, Ajan Okulları’nı yazmıştır. Ordular, Masonlar, Komünistler’de mason-komünist ittifakına değinmiştir. Türk tarihi için muazzam bir kaynak olan Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü’nde Osmanlı Devleti’ni yükselten ve çürüten meselelere eğilmiş, devşirmelerin ihanetlerini ustalıkla gözler önüne sermiştir. Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü muhakkak her Türk evlâdı tarafından okunmalı, bu büyük eserle birlikte Türk’ün millî mefkûresi, çözülmesi gereken problemleri mercek altına alınmalıdır.
İstiklâl Harbi’nde Etnik İhanet, kendi tabiri ile hayatının kitabıdır. İstiklâlin Bedeli, Millî Mücadele’yi anlatan müthiş bir roman, Acının Tadı ise hapishane hatıralarına ışık tutan bir hikâye kitabıdır. Bu satırlara sığmayan daha nice kitabı vardır Necdet Sevinç’in.
Kurşuna dizmekten de dizilmekten de korkmayacak kadar cesur ve atılgan, Türk milletinin meselelerine çözüm sunacak kadar akıllı, Sevgi Hanım’a “seni anlatan bir kitap yazana kadar kendimi yazar addetmeyeceğim” diyecek kadar da romantikti…
Bir insanın kıymeti, aldığı cezalar ve uğradığı işkencelerle ölçülür mü bilinmez ancak sevgisinin cezalandırıldığını görmesine rağmen sevmeye devam etmesiyle muhakkak ki ölçülür. Hakikî sevgi de budur. İşkenceye, cezaya, cefaya aldırmaz.
Yazıları sebebiyle Necdet Sevinç’in 264 yıl hapsi, 130 yıl da sürgünü istendi, hakkında birçok dava açıldı, 5 kez cezaevine girip çıktı. Yine de yazmaya devam etti. Sayıların hakikî sevgide seven için kıymet-i harbiyesi olmasa da onu öğrenme cehdindeki okuyucu için tesiri büyüktür. Evet, 264 yıl hapis, 130 yıl sürgün…
Sağmalcılar Cezaevi’nde tutuklu bulunduğu sırada yazdığı şiiri, her Türk evlâdının ciğerine kör bir bıçak gibi saplanmıştır.
“…Mahzende çığlıklar,
Hücremde küf kokusu
Zindan değil burası
Ana rahmidir memleketin
Ve ben bu yakılan çırasıyım hürriyetin
Milliyetçi Türkiye’nin doğum sancısıyım.
Binlerce yetimin,
Öksüzün,
Binlerce nişanlının, sözlünün,
Ve yavukluları mahzenlerde çürütülen
Binlerce üveyik gözlünün
Davacısıyım…”
Üveyik gözlü âşıkların davacısı olmak, ne büyük nimettir. Bu nimetin külfetini hangi baş, hangi omuz taşıyabilir? Necdet Sevinç taşıyabildi.
“Bir Türk milliyetçisini kendinden başkası mağlup edemez” demişti, Necdet Sevinç’i kendisi de mağlup edemedi. Çünkü kendiliğin şuurunda bir milletin mevcudiyetini taşıyordu.
Türklük için yaşamış, Türklük için kurşuna dizilmiş, Türklük için yazmış ve yine Türklük uğruna amansız bir hastalığa yakalanmıştır. Türk’ün tesis etmeye mecbur olduğu ilahî nizamın, Milliyetçi Büyük Türkiye’nin ebedî ve muzaffer bir fikir savaşçısı olarak vurguncu düzenin çarkını kırmayı başarmıştır. Milliyetçi Büyük Türkiye kavgası, düzen kavgasıdır. Necdet Sevinç her satırında bu düzen kavgasını vermiştir.
Türk milletinin tüm fertlerini refaha eriştiremeyen her düzen, vurguncudur. Necdet Sevinç bu şuurla zamansız, mekânsız, mesaisiz verilen mücadeleyi esas mutluluk kaynağı telakki etmiş, “namazın kazası olur, mücadelenin kazası olmaz” şiarıyla bütün bir ömrünü cephedeymiş gibi geçirmiş, defaatle haykırmıştır: Bu vurguncu düzen yıkılacak!
“Dâvâ adamı, karşı olduğu düzen içerisinde getirmek istediği düzeni yaşayan adamdır” der Nevzat Hoca. Necdet Sevinç, bir dava adamı olduğunu ve Nevzat Hocanın iddia dolu tespitini, 67 yıllık ömrünün her lahzasında ispat etmiştir.
Yazarını Kurşunlatan Yazılar yazıldı… Şimdi sıra Yazarından Kurşun Çıkartan Yazılar’da… Milliyetçi Türkiye yolunda ilerleyenlerin yediği kurşunları Milliyetçi Türkiye’nin asil evlâtları çıkartacaktır.

https://www.yeniufukdergisi.com/2024/05/10/necdet-sevince-vefa/

Ziyaret -> Toplam : 120,72 M - Bugn : 51922

ulkucudunya@ulkucudunya.com