Din, millet ve milliyetçilik: Milliyetçilerin pozisyonu
Burçin Öner 01 Ocak 1970
Serinin sonuç bölümünün yer aldığı bu yazıda “İslam zemininde milliyetçilerin pozisyonu ne olmalıdır?” sorusuna cevap aranacaktır.
Bugün Türk milliyetçileri sentezci, ülkücü, Türk müslümanlığını benimseyen veya seküler şeklinde çeşitli sınıflamalara gitmekte, hatta bu sınıflamalar sayesinde ciddi fikir ve tavır ayrılıkları yaşanarak kopuşlara şahit olunmaktadır. Peki, bu zeminde milliyetçilerin genel kabul görecek bir tavır geliştirebilmelerini sağlayacak fikrî kabul ve değerlendirmeler bulunabilir mi, bu hususlarda ortaklık sağlayacak bir ortam sağlanabilir mi?
İslam zemininde milliyetçilerin pozisyonu ne olmalı? Ortak nokta bulunabilir mi?
Din hayatın içinde var olan, yok sayılamayacak bir konumdadır. Dolayısıyla yıllar boyu tarihi köklerden alınan ilham sayesinde Türk milliyetçileri için de önemli bir yere sahip olmuştur.
Özellikle 70’li yıllarda Komünizm yalnızca devlet ve sermaye ile değil aynı zamanda inançla da kavgalıydı. Milliyetçiler, adına vatan savunması diyerek girdikleri bu mücadelede aslında sadece parçalanma ihtimali olan toprağı korumadılar. O toprak üzerinde varlığını sürdüren, içinde dinin de olduğu tüm değerleri koruma mücadelesi verdiler. Türk milliyetçiliği elbette temel değer olarak dini alıp onun üzerine inşa edilmedi. Bu ne ideolojinin oluşmasında böyleydi ne de siyasallaşmasında… Fakat din, milletin kültürel değerlerinden biriydi. Toplum hayatının içinde tarihten bugüne hayli yer kaplamış, karşılık bulmuş ve dinamik bir şekilde yaşanıyordu. Karşısında ciddi bir tehdit de vardı. Böyle bir ortamda Türk milliyetçilerinin dini görmezden gelmesi beklenemezdi.
Her dönem kendi olgun şartını doğurur
Bugünün Türk milliyetçileri arasında ayrışmayı doğuran iki kavram: seküler milliyetçilik ve muhafazakâr milliyetçiliktir. Dahası bu iki kavram, kavram olarak değil; temsilcilerine verilen grup isimleri üzerinden kavga hâlindedir. Seküler milliyetçiler ve muhafazakâr milliyetçiler…
Muhafazakâr milliyetçilerin bugün “kavganın” bir tarafı hâline gelmesinin üç temel sebebi vardır. Birincisi, yukarıda bahsettiğimiz Komünist tehdit içinde değerleri savunma refleksinden kopamama. İkincisi 80 ihtilalinin baskı ve zulüm dolu anlarından kaçışı sağlayan psikolojik hâl. Üçüncüsü, tarihinin helal mirasını harama katıp yiyen bazı siyasi oluşumların yaptıkları temelsiz tanımlama ve propagandalardır.
Seküler milliyetçiler içinse durum biraz daha farklıdır. Protest bir geleneğe sahip ve dünyevîleşme anlamına gelen sekülerleşme, Türkler için Osmanlı Dönemi’ndeki ‘baskı’ ortamında “Türk modernleşmesi”nin temsilcileriyle kendini göstermiştir. Cumhuriyetin ilânıyla birlikte daha sert bir formu olan laikliğin kabulüyle devamlılığını sağlamıştır. Milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi olarak değerlendirdiğimizde, onu da seküler kabul etmek gerekir. Bu doğal hâl, zamanla hatta batılılaşma hareketlerinin temsilcilerinde bile problemli bir algılanmaya sahiptir. Çünkü bu kavram, bugüne kadar hep İslam karşıtlığı, İslam düşmanlığı olarak algılandı. Oysa sekülerleşme, sanayileşme kavramıyla bütünleşmelidir. Sanayileşme, dünya ile barışmanın ve dünya egemenliğinin bir sonucu olarak Batılı ülkelerde kendini göstermiştir[1]. Dolayısıyla sekülerlik dünya ile ilgilidir, dünya ile barışmadır ve dünyevileşmedir. Milliyetçilik de beşeriyeti ilgilendiren bir kavram olduğundan onun da seküler olduğunu söylemek yanlış değildir.
Buradan İslam karşıtlığı anlamı çıkmaz. Olsa olsa farklı hinterlanda sahip kavramlar oldukları sonucuna varılabilir. Ancak Türk milliyetçiliğinin siyasal formunun son dönem örneklerinde de aklı, bilimi ve milletin, yani beşeriyetin yararını öncelemenin dışında tavırlar gözlendi. Bu kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan bir kesimi rahatsız etti ve sekülerliğin temelinin dayandığı protest tavır burada da kendini gösterdi. Yine de zamanla bu baskıya karşı çıkma ve milliyetçiliğin temel argümanını savunma şekli, bilinçli ya da bilinçsiz değişim gösterdi. Bazı “seküler milliyetçiler”, sekülerliğin dünyevileşme anlayışını kişisel inanç ve yaşantılarındaki reddiyelerle birleştirdiler. Zaten seküler olan milliyetçiliğin sıfatını tamlarken; kullandıkları ifade Türk’ün dışına çıktı. Türk milliyetçiliği artık sadece seküler milliyetçilik oldu. Bu yanlışa Batılılaşma hareketi sırasındaki Türk entelijansiyasında da rastlıyoruz. O zaman Batı’nın mutlak taklidi ile karşımıza çıkan yanlış sekülerleşme, bugün din karşıtlığı ve bunun propagandası ile çalışıyor. Tıpkı dün Namık Kemaller, Abdullah Cevdetler, Ahmet Rızalardaki gibi iyi niyetle…
Din değerdir, saygı ilkedir, milliyetçilik esastır!
Esasında milliyetçiler dindar olabilir ama inançsız da olabilir. Bu ne milliyetçiliği ilgilendirir ne de dini. Sadece kişinin kendisini ilgilendirir. Mesele dine bakışın, milliyetçiliğin önüne bir sıfat olarak getirilmesi ve propagandasının yapılması noktasında başlar. Hâlbuki propagandasının yapılması gereken tek şey, Türk milliyetçiliğinin kendisidir. Türk milliyetçiliğinin konumlandığı zeminden hareket sahasına kadar her şeyin çerçevesi bellidir. Hareket sahasında bu dünyayı ilgilendiren beşeriyet vardır. Bu dünyadaki kendi beşerî toplumu için iyi ve güzeli isteyen, onun için çalışan milliyetçiliğin zemininde ise diğer tüm unsurlarla birlikte manevî değerler de bulunmaktadır. Milliyetçi bilinç seviyesinde hareket ederken milleti oluşturan değerler grubunu da kabul etmek ve buna saygı duymak gerekir. Ama esas olanın millet olduğu da unutulmamalıdır.
[1] Durmuş Hocaoğlu, Laisizmden Millî Sekülerizme, Selçuk Yayınları, Ankara, 1995, s. 386