Milliyetçilik Ve İslâmiyet
Galip Erdem 01 Ocak 1970
İslamiyet, milliyetçiliği reddetmez. Buna mukabil milliyetçilik de, Müslümanlığın ilahi bir nizam olması gerçeğini ve insanlık tarihine getirdiği yüksek değerleri inkâr yoluna sapmaz.
Milliyetçilikle dindarlığın çelişmediği hükmü, diğerlerinden daha büyük bir ölçüde, Türk milliyetçiliği ve İslamiyet ve milliyetçilik, hiçbir çatışmaya mecbur kalmadan, birbirleriyle münasebetlerinden herhangi bir yanlış anlamaya kapılmadan tam bir ahenk içinde yürümek imkânlarına sahiptirler. Ancak, zaman zaman ortaya çıkan bazı şahıs ve zümrelerin, üstelik İslamiyet adına, milliyetçiliği bölücü ve zararlı bir fikir gibi tanıttıklarını unutmak mümkün değildir. Hele son yıllarda İslamcı olduğunu öne süren bir siyasi partinin sözcüleri, milliyetçiliğe sık sık saldırmış, İkinci Meşrutiyet dönemi İslamcılarından daha samimiyetsiz bir tutum ve daha seviyesiz bir ifade içinde, “ırkçılık, kavmiyetçilik, dinsizlik ve Batı taklitçiliği” suçlamalarını yeniden piyasaya sürmüşlerdir. Meşrutiyet dönemi İslamcılığı, bilindiği gibi, soy, dil, tarih ve kültür farkı gözetilmeden bütün Müslümanların tek bir millet sayılmasını müdafaa eden bir dünya görüşüdür.
Tek taraflı suçlamalardan hiç hoşlanmadığımız için hemen ilave edelim: Geçmiş yıllarda milliyetçilik adına konuşan bazı kimselerin İslamiyet’e karşı cephe aldıkları da olmuştur. Ama günümüzün şartları içinde, siyaset ve başka kaynaklar tarafından beslendikleri bilinen “Aykırı” fikirler temeldeki gerçeği değiştirememişlerdir. Milliyetçilikle İslamiyet arasındaki münasebetlerin tespit edilmesi yönünden birinci zümredekilerin -milliyetçiliğe karşı çıkanların- İslamiyeti, ikinci zümredekilerin de -Müslümanlığı hor gerenlerin- milliyetçiliği temsil yetkileri yoktur. Aslında yanlışlık, vazifelerini bütün çağlar boyunca yapmış olan “münafıkların” İslamcıların milliyetçiliği de, dini reddeden milliyetçilerin de İslamiyeti iyi bilmemelerinden ve düşman kuvvetlerin propaganda tuzağına düşmelerinden ileri geliyor.
Bir hali teslim etmek bakımından şu hususu açıkça belirtmek zorundayız: Türk milliyetçileri, mutlak bir çoğunlukla, İslamiyet aleyhtarlığından kurtulmuşlardır. Ama İslam davasının bayraktarlığına özenen bazı kimseler için milliyetçilik düşmanlığından vazgeçtiklerini söylemek, hakikati siyasete feda etmediğimiz müddetçe, çok zordur.
Türk milliyetçileri, komünistlerin suçlamalarından ötürü asla tedirgin olmamışlardır ve olmazlar. Siyaset cambazlarının, milletimize düşman kuvvetler hesabına çalışan satılmışların, kozmopolitlerin, daha fazla kazanmanın üstünde hiç bir değer tanımayan yozlaşmış kapitalistlerin suçlamalarını da dert edinmeyiz. Bizi üzen, milletimizin geleceği açısından kara kara düşündüren, dost kalmağa, hiç değilse “Bir kelimede birleşmeğe” mecbur olduklarımızın tutumudur; düşman sayamayacaklarımızın anlayışsızlığı, daha kibar bir deyimle söyleyelim, aşırı siyasetçiliğidir.
Sağcı sayılanlardan gelen çirkin karamalara cevap vermeyişimiz, şahıslarını ve partilerini hedef almayışımız, “Bir kelimede” birleşmenin faydasını bildiğimiz içindir.
II
Millet adını verdiğimiz içtimai birlikler, aklımızın eseri veya zihniyetimizin bir tasavvuru değil, hayatın bir parçasıdırlar, inkâr edilemez bir vakıadırlar. Milletlerin varlığı insanların iradesini aşar; istesek de istemesek de mevcutturlar.
İnsanların keyfine bağlı olarak teşekkül etmeyen milletler, hiç şüphe yok ki, Ulu Yaratıcının emri ile meydana gelmişlerdir. Nitekim Allah Kelamı Kur’an-ı Kerim’de insanoğlunun kavim kavim ve ayrı ayrı diller konuşacak şekilde yaratıldığı ve her kavme kendi içinden peygamberler gönderildiği buyurulmuştur. Diğer bir ifade ile milleti tanımamak, bir manada, yüce Allah’ın beşeriyet için münasip gördüğü bir nizama karşı gelmek demektir.
Öyle sanıyoruz ki, İslamiyetin bütün bir insanlığa tebliğ edilmiş bulunması, emir ve yasaklarda millet ayırımına yer verilmemesi, milliyetçilik-İslamiyet konusundaki yanılmaların açıklanmasını mümkün kılabilir. Gerçekten Kur’an-ı Kerim, koyduğu nizama, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar ve hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, bütün insanların uyması şartını bildirmiştir. Yalnız, Allah Kelamının hükümleri arasında milletlerin ortadan kaldırılmaları, bütün Müslümanların tek bir devlet içinde ve tek bir bayrak altında yaşamaları ve aynı dili konuşmaları yolunda bir emrin bulunmadığı da hatırlanmalıdır. Zaten milletlerin varlığı ilahi iradeye uygun düşmeseydi, insanlık tek bir millet halinde yaratılır ve herkes aynı dili konuşurdu.
Allah, milletlerin varlığına değil, dinsizliğe, imansızlığa, haksızlığa ve ahlaksızlığa son verilmesini emretmiştir.
Milliyetçilikle İslamiyetin reddettiği kavmiyetçilik aynı şey değildir. Zira İslami- yetin kötülediği kavmiyetçilik, bir zümrenin menfaatini Allah’ın emirlerine üstün tutmaktır. Yoksa İslamiyet, insanların milletleri için çalışmalarını teşvik eder.
Peygamber Efendimiz, “kişi kavmini sevmekle kınanamaz” buyurmuştur. İnsan, milletini sevdiği için elbette kınanamaz. Eğer kınanması mümkün ve doğru olsaydı, herkesten önce, Peygamber Efendimizin kınanması gerekirdi. Çünkü o, her şeye, bütün çektiklerine rağmen, kavmini çok sevmiştir.
Meseleye Türk milliyetçiliğinin temel ölçüleri açısından bakıldığı vakit, son derece açık aydınlıktır. Türk milleti, Müslüman olduktan sonra, Allah yolunda hizmet etmeyi şereflerin en büyüğü saymış; fakat kısa süren şuursuzluk dönemleri hariç, başka hiçbir milleti kendinden üstün tutmamıştır.
Yeryüzüne hâkim olmağa başladığımız çağların cihat anlayışı din-i devlet ve mülkü millet” uğrunda dövüştüğümüzü ifade eder.
Milliyetçilikle İslamiyeti çatıştırmağa yeltenmenin tek ve kaçınılmaz bir sonucu vardır. Hem Türk milletinin hem de bütün Müslümanların zarar görmesi!