ÜÇ HİLÂL’İN KAHRAMANLARI: FARUK AKKÜLÂH
Ahmet Karabacak 01 Ocak 1970
Adana’da M.H.P.’nin temelini atan mücahit: Faruk Akkülâh
Daha önce bir çok yerde yazdım; 1964 yılında Türkeş enkaz haline gelmiş bir partiyi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni devralmış, bir avuç arkadaşı ile, bu enkazı diriltmeğe çalışıyordu. Türkiye’nin muhtelif yerlerinde milliyetçiler Türkeş ve arkadaşlarının gelişi ile bu partiye yavaş yavaş katılmağa başladılar. Fakat bu çok yavaş ilerliyordu. 1965 yılında yapılan seçimlerde pek az bir rey alındı. İki yıl sonra yapılan senato seçimlerinde de bu değişmedi. ( O zaman Türkiye’de senato vardı) Mevcut Adalet Partisi iktidarı, az rey alan partilerin faydalandığı millî bakiye seçim sistemini değiştirmiş, belli bir oranda rey alamayan partilerin meclise seçilme yolunu kapatmıştı. CKMP’de toplanan milliyetçiler hem partinin adını ve amblemini değiştirmek için uğraşıyorlar, hem de teşkilâtları yeniden kurmağa ve kuvvetlendirmeğe çalışıyorlardı. Kolay bir iş değildi bu elbette.
1967 veya 68’de Adana il başkanlığına Faruk Akkülâh’ın geldiğini öğrendik. İlâhiyat Fakültesi mezunu olan Faruk bey bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Adana’da ticarete başlamış ve başarı kazanmış biri idi. Çevresi ve eski öğrencileri onun bu göreve geldiğini öğrenince “Adana şimdi ayağa kalkar” dediler. Gerçekten Akkülâh alışılmamış bir çalışma temposu getirdi partiye. Çalışmayanları o müthiş enerjisi ile harekete geçiriyor, gerekirse kulaklarından tutup görevlere getiriyordu. Kendisini çok seven ve sayan tanıdıkları onu üzmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.
1969 yılında partinin büyük kongresinin Adana’da yapılmasına karar verildi. Bu galiba Faruk beyin arzusu ile oldu. Bu kongre çok önemliydi. Çünkü partinin adı ve amblemi değişecek, tüzük daha radikal ve gerçekçi hale getirilecek, partiyi idare edecek yeni bir kadro kurulacaktı. Ben de bu çalışmaların içinde idim ve isim ve amblem konusundaki sıkıntıları yaşıyordum. Akkülâh ile Ankara ve İstanbul’da sık sık beraber oluyorduk. Onun da partinin ilerideki hedefleri hakkında bizim gibi düşündüğünü gördükçe seviniyor, kongre hazırlıklarına yardımcı olmağa çalışıyorduk. Zaman zaman benden parti ve Türk bayrakları istiyordu. Benim yayınevinin üst katındaki bayrakçı Vedat beye hemen sipariş veriyor, yaptırıp gönderiyordum. Bir ara 500 adet üç hilâlli, 500 adet bozkurtlu bayrak yaptırıp gönderdim. Buluştuğumuzda ağlamaklı olarak sarılması her zahmete değerdi. fotoğraf (1)
Daha önceki büyük kongrelerimiz iki defa Ankara’da düğün salonunda yapılmıştı. Ancak oraları doldurabiliyorduk. Faruk bey Adana’nın o zamanki en büyük spor salonunu tutmuş. Allah biliyor, İstanbul delegesi olarak biz ancak iki otobüsle gidiyor, ben salonun dolmayacağımdan korkuyordum. Otobüslerle Adana’ya girince bütün elektrik direklerinin ve asılabilecek her yerin parti ve Türk bayraklarıyla donandığını gördük. Bu o gün için, bize göre müthiş bir şeydi. Salona gittik gene her taraf bayraklarla süslüydü. Fakat daha başka bir şey, koca spor salonunun zemini halı ile kaplanmıştı. Olacak bir şey değildi bu, ama işte olmuştu. Yıllar sonra, benim ÜÇ HİLÂLİN HİKÂYESİ adlı kitabımda Faruk bey için kısa birkaç övücü cümleyi gören, küçük oğlu Yağmur bey telefon etti. Biraz sohbetten sonra o halılar meselesini sordum. Anlattı: Zamanın iktidarının adamları kongrenin hazırlıklarını görünce, daha önce verdikleri salonu vermek istememişler. Sebep olarak da zeminin bozulacağını söylemişler. Faruk bey, zemini halı ile kaplarsam verir misiniz diye sormuş. Yapamaz diye kabul etmişler. Faruk bey o koca spor salonunun zeminini getirdiği halılarla kaplamış… Ben salonun alış hikâyesini bilmiyordum, Yağmur beyden yıllar sonra öğrendim…
Biz Adana’ya kongreden bir gün önce gitmiştik. Ertesi gün daha müthiş bir hazırlıkla karşılaştık. Adana’da büyük bir yürüyüş düzenlenmişti. Binlerce kişinin katıldığı bu yürüyüşün önünde bugünün iş adamı, o günün çocuğu Yağmur Akkülâh ile annesi de yürüyordu. Elbette bütün Türkiye’den gelen bizler de. Adana caddeleri daha önce böyle bir yürüyüş, böyle bir gösteri görmemişti. İki gün süren kongre, her kongrede olabilecek bazı tatsızlıklara rağmen, sanki bir bayram havasında geçti. Faruk bey, o koca spor salonunun bahçesine bir Türkmen çadırı kurdurmuş, yanına da iki keçi bağlatmıştı.
BUNLAR MI HAYDUT: ÇETİN KOÇOĞLU
Kongreden üç ay kadar sonra seçim olacaktı. Biz hiç olmazsa Türkeş beyin meclise girmesini arzuluyorduk. Faruk bey ısrarla Türkeş’i Adana’dan aday yaptı ve biz bir kişiyi, Türkeş beyi meclise sokabildik. Türkeş bey 73 seçimlerinde gene oradan seçildi.
Faruk Akkülâh Adana’daki başarıdan sonra partinin genel idare kuruluna girdi ve teşkilât başkanı oldu. !973 seçimlerinde Adana’dan aday olması istendi. Fakat o Türkeş beyin seçilememe tehlikesini görerek orayı ona bıraktı. Israr üzerine İstanbul adayı oldu. O seçimde ben de Kastamonu adayı idim. İstanbul İl merkezinde ikimiz sohbet ederken; “Ahmet, dedi, ikimizin de meclise girmesi lâzım, o zaman beraber bütün Türkiye’yi teşkilâtlandırırız”. İnşallah dedim. Ama o kazanamadı, ben de seçime ulaşmadan, öteki üç partinin oyunuyla tevkif edilerek cezaevine tıkıldım.
Faruk Akkülâh iyi bir dost, iyi bir ağabeydi. Müthiş idealist ve örnek alınacak bir Türk milliyetçisi idi. Erbakan ve taifesinin milletvekilliği tekliflerini elinin tersiyle iten bir iman adamıydı. Bu gün yüzümüzü güldüren Adana onun ektiği tohumların meyvesini veriyor. Hakkını helâl et muhterem ağabeyim, sana lâyıkıyla hürmet edemedik. Mekânın cennet olsun…