« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

21 Eki

2024

Türk Milliyetçiliği Sisteminde Durmuş Hocaoğlu

Mehmet Fatih Doğrucan 01 Ocak 1970

Milliyetçilik fikri her ne kadar modernleşme olgusunun merkezinde bulunan bir başlangıç idesi olsa da daimi olarak ürkülen, önlem alınmaya çalışılan bir mesele olarak karşımıza çıkar. Özellikle II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini, sırf galip olmalarından dolayı belirleyen galip devletler, mağlup devletlerin ulusçu dayanak noktasını suçlu ilan etmişlerdi. Böylece galibiyetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak adına tabiri caiz ise öcü olarak tanımlanabilecek bir milliyetçilik kavramı betimleyerek bunu negatif propaganda malzemesine çevirmişlerdi. Daimi olarak medya organlarında edebi eserlerde veya sanatsal birçok üründe milliyetçilik kavramını yerden yere vurmanın dayanılmaz cazibesi, tüm dünya elitizminin temel argümanlarını oluşturmaya başlamıştı ki, bu durum toplum veya millet kavramının birey karşısında mağlubiyetine dönüşmeye başlamıştı.
Elbette ki, liberal dünyanın devlet ideolojisinin ve onların kuşatıcılığının sebep olduğu bazı kırılma noktaları vardı. Mesela Batılı olmak ile liberal olmak neredeyse aynı anlama bürünmeye başlamıştı ve liberal kuşatıcılığın karşısında Batılı olmayan uluslar direnme noktasını ısrar ile toplumcu öğretiler vasıtasıyla korumaya çalışmaktaydı. Bunların arasında sosyalizm, nihai bir ütopya olarak komünizm, aidiyet duygusunun ve toplumculuk fikrinin en belirgin özelliği olan milliyetçilik fikri gelişmekte olan ülkelerde önemini korumaktaydı. Az gelişmiş veya gelişmemiş ülkeler ise din ve bunu besleyecek coğrafya-nüfus merkezli refleksif yapı ile beraber bunun oluşturduğu bir aidiyet inşasından hareket ederek Batı dünyasına karşı duruş sergileme çabası gütmekteydi.
Türkiye ise Milli Devlet idealleri üzerinde kurulmuş olmakla birlikte, dünyanın milliyetçilik rüzgarına karşı aldığı pozisyonunu takip etmekteydi. II. Dünya Savaşıyla beraber milliyetçilik kavramına karşı girişilen yoğun propaganda faaliyetinden Türkiye de nasibini almıştı. Milliyetçi aydınların o dönem ki, ilk meselesi Batı tarzı milliyetçilikten Türk Milliyetçiliği kavramının farkını açıklama çabası olmuş ve kuzeyde yayılmacı rejim amacı S.S.C.B’ye karşı, milliyetçiliğin bir aidiyet duygusu olarak korunması gerekliliğinin önemine vurgu yapmaya çalışmıştı. Edebiyat sahasında Peyami Safa, Hüseyin Nihal Atsız, medya çalışmaları sahasında daha sonraları Galip Erdem, Sosyolojide Erol Güngör gibi isimler bu çalışmalara örnek olarak verilebilir.
Ancak Milliyetçilik kavramsal hakimiyetini, teorik gelişimini 1980’den sonra kaybetmeye başladı. Duygusal veya refleksif biçimli bir milliyetçilik pratiği yükselirken, doktriner, rasyonel arayışları olan felsefe ile diyalog kurma ihtiyacı hisseden milliyetçilik kavramı, ya üretilmiş eserlerden öteye çok fazla geçmedi, yahut da popüler milliyetçilik tanımlarının üstüne entelektüel manada çıkamadı. Durmuş Hocaoğlu ise bu bakımdan bir kontrol ve direnç noktası gibi durmaktadır. Milliyetçi perspektifi ve felsefi algıları üzerinden geliştirdiği dinamik eleştiri, onu hem milliyetçilik kavramının felsefi argümanları ile buluşturmuş, hem bu kavramın rasyonalist arka planı üzerinden karşılaşacağı veya karşılaştığı muhasebeler ile
ilişkiye sokmuştur. Mesela milliyetçi düşünce ekseninin daimi olarak ele aldığı problematik, milleti temsil edecek bir devlet organı ve bu organın devamlılık süresi veya süreci belirleyici bir pozisyona dönüşmüştür. İşte bu noktada Durmuş Hocaoğlu’nun milliyetçilik kavramı üzerinde düşünmüş olduğu teorik saha, ona devlet algısının devamlılığı hakkında öngörüsel bazı kaygılar da yüklemlemiştir. Örneğin vefat etmeden bir sene evvel vermiş olduğu bir söyleşide 2009 yılını Cumhuriyet’in bitiş senesi olduğunu ve 2023’te Cumhuriyet’in yüzüncü yılına öykünülmüş olunsa da böyle bir devlet kalmayacağı kaygısını ifade ederek, tarihi pratiklerden örneklendirmiştir.2 Emevi gibi milliyetçi temel üzerinde biçimlenmiş bir devletin ömrünün 86 yıl olmasından hareketle, aklında kalan bu bağdaştırmada, milletini temsil etmekten ziyade milletiyle kavga eden bir devletin hazin sonunun sosyolojik gerçeklik olduğunu vurgulamıştır.3
Esas problem ise Hocaoğlu’na göre, muhafazakâr kategori içerisinde tanımlanmaya çalışılan milliyetçilik kavramının muhafazakar yapılar tarafından kozmopolitize hale getirilmesi, devletin omurgasının da zayıflaması anlamına dönüşmeye başlamaktadır. Bu durum ise kendini daima kendi geleneği ışığında sorgulaması gereken muhafazakârın, geleneği oluşturan aydınlanma ekseninden, bu durumu çoğu zaman anlayamadığı için, kendi geleneğinden yani varoluşundan uzaklaşma hakikatini ortaya çıkarmıştır. Durmuş Hocaoğlu, tam bu noktada İbn-i Haldun’u anlayamayan muhafazakâr vurgusu yapmaktadır.4
Çünkü devlet prensibinin devamlılık ilkesi ve devletin ömrü konusunda sosyolojik eksiklikleri bulunan İslamcı düşüncenin sükut-u hayale uğramasının en önemli nedeni asabiye konusunda dogma sınırlarında kalmasıydı. Bu dogmatik ve sorgulanamaz yaklaşım ise milli kimlik yerine dini kimlik tesis etme çabası gütmekteydi. İşte bu sebeple İbn-i Haldun’u anlayamayan İslamcı yaklaşım, milli kimlik bilincinin dini kimlik bilincinin her daim önünde olacağı fikrini kavrayamamış bulunmaktaydı.5 Bu sebeple Durmuş Hocaoğlu’na göre de İttihad-ı İslam fikri çökme zorunluluğu ile karşı karşıya bulunmaktaydı, kendileri bunu algılamasa bile.
Milli kimlik konusunda İslamcı düşüncenin kafa karışıklığına neredeyse her makalesinde işaret eden Hocaoğlu, özellikle, İslam anlayışında dahi milli bir betimleme biçimi tercih etmiş ve özellikle “Türk Müslümanlığı” konusunu vurgulama gerekliliği hissetmiştir. Hocaoğlu bu kavramı ele alış tarzında iki hususa dikkat çekmiştir. İlk husus Türk kavramından ürken muhafazakarların endişesine dikkat çekmek, ikinci husus ise Türk kavramına düşmanlık besleyen yapıların karşısında “Türk Müslümanlığı” kavramını bir direnç noktası olarak politik-ideolojik referans biçimine çevirenlerin yarattığı kavram boşaltmasına dikkat çekmektir.6
Durmuş Hocaoğlu, yaşadığı dönem itibarıyla sıklıkla kullanılan küreselleşme kavramına maruz kalmış ve toplumun milli duruş noktasını ortadan kaldırmaya çalışan ideolojik
yapıların, bu kavramı evrenselmiş gibi bir dayatma ile sergilemesine sosyolojik karşı çıkış sergilemiştir. Öncelikle Hocaoğlu, herhangi beşeri bir meselenin, öncelikle kendi toplumsal boyutuyla pratik kazandığını açıklamaya çalışmıştır. Bu sebepten dolayıdır ki, genel manada kullanılan kavramları dahi kendine özel bir kategori alanında olduğu hatırlatmasıyla beraber kullanmıştır. Mesela Müslümanlık yerine Türk Müslümanlığı veya laiklik yerine Türk laikliği gibi kavramlarla, genel-geçer kabul edilen tanımların dahi, sosyo-kültürel arka planlarda büyük kırılmalara uğrayabileceğini, böylelikle aidiyet kavramında ulus faktörünün önemini işaret etmeye çalışmıştır.
Durmuş Hocaoğlu, rahmetli olmadan bir sene önce, bu tasvir ve yaklaşımı o dönem yeni yeni filizlenmeye başlayan çözüm süreci arayışlarının daha en başında bu meseleye bir yaklaşım sergilemektedir. Çünkü 2009 senesi, görsel veya işitsel medya organlarında ülkenin yetkin idare organları tarafından 36 etnik unsurun sayılmaya başladığı dönemlerdir. Yine o dönemler bu unsurların ortak özelliği olarak dini asabiye vurgusu özellikle medya ve idarede hakim yapılar tarafından dile getirilmekte ve toplum bu manada İttihad-ı İslam arayışına yöneltilmektedir. Durmuş Hocaoğlu bu eleştirisi ile Çözüm Süreci olarak adlandırılan sürecin niye kısır kalacağını ve devamlılığının olamayacağını bizlere İbn-i Halduncu bakış açısıyla bildirmektedir. Özellikle o dönem uygulanan politikanın karşısında olduğunu, bu politikanın gerekçelerinde sosyologlar yerine istihbaratçı olabilecek kişilerin fikirlerinin öncül yapıldığını işaret etmektedir.7 Mesela Türkiye’de etni-site çalışması yapan Peter Alford Andrews’ın 50 etnik yapı saydığını ve bunların ilk 20 sinin Türk olduğunu, bundan dolayı, bu coğrafyadan haberi olmadığı tespitinde bulunur.8 Durmuş Hocaoğlu Türk Milliyetçiliği perspektifinde görüş beyan ederken, onun milliyetçilik refleksi oryantalist faaliyetlerin de karşısında şekillenmektedir. Çünkü onun için, milliyetçilik için sosyoloji ve sosyoloji için rasyonel ilkeler, birbirini destekleyen argümanlar zinciridir.
Durmuş Hocaoğlu’nun bu manada Milliyetçilik prensibi rasyonel ve yasaları bulunan bir sosyal öğreti biçiminde tezahür bulmaktadır. Genelde milliyetçi düşünce merkezindeki ediplerin ve münevverlerin, ya geçmişi tekrarlayan söylemleri veya teoriden öteye gidemeyen ilgileri arasından Durmuş Hocaoğlu çok önemli bir farkla kendisini ortaya koymaktadır. Hocaoğlu bu yönüyle, teoriyi pratikte arayan, güncel hasılayı mevcut milliyetçi refleks karşısında değerlendiren tutum sahibi olmuş, bu nitelik ise onu dinamik bir milliyetçilik sınırlarına oturtmuştur. Dinamik milliyetçiliği ise daimi surette ikili bir muhakeme olarak zıtlarla giriştiği karşılaştırma eyleminde yeniden analiz edilmiş böylece, O, açık bir biçimde milliyetçi düşüncenin kontrol noktasına dönüşmüştür.
Durmuş Hocaoğlu milliyetçi refleks açısından diğer çağdaşlarından, din eksenli düşünce karşısında kritik geliştirmiş olmasıyla da ayrılır. Daimi olarak bu dünyaya ait kavramların İslamcı pratik tarafından ya karşıt düzleme oturtulması ya da eğilip bükülmesi sonucu ortaya koydukları iddialar hakkında hem bir felsefe uzmanı olarak düşünmüş hem de milliyetçi felsefe perspektifinde bir ayağını sabit tutarak, öbür ayağı ile bütün düşünce eksenlerini yoklamıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 51940

ulkucudunya@ulkucudunya.com