Musa Carullah
24.09.1874 – 25.10.1949 01 Ocak 1970
19 asrın son çeyreğinde İslâm dünyâsında, bilhassa Rusya’daki Türkler arasında, dil, eğitim – öğretim ve dinî meselelerin yeni bir usûlle ve reformist bakış açısıyla ele alınmasını savunan ve Akçura’nın tâbiriyle “Şimal Türklüğünün en benâm ulemâsından ve Şimal’de dînî müceddid ve millî intibâh hareketinin ilk pişvâlarından” Şihâbeddin Mercânî, Tatar Türklerinden Abdülkayyum Nâsırî ve Hüseyin Feyizhânî gibi isimlerin öncülüğünde ortaya çıkan Ceditçilik hareketinden etkilenmiş; fakat bâzı yönleriyle onlardan da ayrılan bir yenilikçi olan Mûsâ Cârullah, Rostov yakınlarındaki Novoçerkassk’ta dünyaya gelmiş, Rostov, Kazan ve Buhara medreselerinde eğitim görmüştür. Rostov’a avdet edip liseyi bitirdikten sonra yaptığı üniversite başvurusu kabûl edilmeyince, 1889’da, İslâmî ilimler konusunda kendisini geliştireceği uzun süreli seyâhatine başlayıp bu amaçla uğradığı Kâhire’de fıkıh, hadis gibi ilimleri okuyarak oradan Hicaz’a geçmiş ve aynı alanlarda eğitimini sürdürmüş; Hindistan, Şam ve Beyrut’ta bu serencâmı devam ettirerek Arapça ve Farsçasını geliştirip 1904 yılında, İslâm dünyasında gördüğü olumsuz manzaralardan etkilenmiş olarak, kafasındaki ıslahat düşünceleriyle Rusya’ya dönmüş ve Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne misâfir öğrenci olarak girmiştir. Cârullah, Kazan, Petersburg ve Uralsk gibi şehirlerde çeşitli ıslahat yanlısı dergilerde yayın faaliyetlerine girişmiş, 1909’da Orenburg Medresesi’nde ders vermeye başladığı sıralarda bir yayını dolayısıyla Kadîmci olarak adlandırılan, yenileşme ve ıslah hareketlerine düşman âlimlerin eleştirileri sonucunda Petersburg’a dönmüştür.
Muhtemelen çevirisine başladığı Tatarca Kur’an dolayısıyla Türkiye’de Hâşim Nâhid tarafından daha 1911 yılında “Hıristiyanlar içinde hakikatperest bir müceddit çıktı, İncil’i tercüme etti ve anladıkları dakikadan itibaren ağır zincirlerin halkaları çözülmeye, Allah’ın vekili gibi gözüken papazlar küçülüp İncil’in ilâhı yükselmeye başladı. Nihayet fikrin ve vicdânın esâretini kırmaya muvaffak oldular. İslâmiyet’in Luther’i de şimdi Asya’da zuhûr etti. Bu müceddit, bu müceddid-i din, Kazanlı Musa Bigiyev’dir” sözleriyle tanıttığı Cârullah, aslında bir reformist olarak adlandırılsa da bu kelimelere, dînde reform gibi düşüncelere ve reformist gibi tanımlamalara, ayrıca “Hz. Muhammed’in fuyûzât-ı nebevîyesinden feyiz alıp durucu insan Luther’in kemâline meskenet elleri uzatamaz” sözlerinden anladığımız kadarıyla bu tip benzetmelere karşıdır. O, “Benim nazarımda İslamiyet ıslahât-ı dînîyelerin hiçbirine muhtaç değildir. İctimâî, dînî ve siyâsî hastalıklar İslâmiyet’te değil bizim özümüzdedir. O öldürücü hastalıklardan arınmak için çarelerini aramak elbette lazımdır. Hıristiyanlık dünyâsında Reformasyon Devri vardı. Lâkin İslâm târihini Hıristiyanlık târihine taklîd ettirmek doğru değildir” demek sûretiyle yenileşmenin eğitim anlayışında, medreselerde okutulan derslerin ıslâhında, sosyal ve iktisâdî hayatta gerçekleştirilmesi gerektiğini savunmuş, kelâm ve mantık tartışmalarının Müslümanları sosyal hayattaki gelişmelerden kopardığını, medreselerin kevnî ilimler, matematik, târih, fizik, coğrafya gibi konuları da tedrîsâta almasının zorunluluğunu anlatmış, medrese talebelerinin doğru dürüst hadis eğitimi almadığını, bu eğitimin yöntemleriyle birlikte düzgün verilmesi gerektiğini belirterek İslâm dünyâsında içtihâdın ortadan kalkmasıyla fikrî bir tembelliğin husûle geldiğini, felsefe konularının kelâmcılar vâsıtasıyla İslâm düşüncesine girip Müslümanlara zaman kaybettirmekle birlikte saf İslâm akîdesini bozduğunu söylemiş, akıl dışı mezhep taassuplarını eleştirerek İslâm’da ortaya çıkan çeşitli mezheplerin dinin akla verdiği önemden kaynaklandığını, bu bağlamda akla yeniden işlerlik kazandırmak konusunda serbestiyet sağlanmasının önemine işâret etmiştir.
Mûsâ Cârullâh, geçmiş âlimlere saygı göstermek ve onları referans almakla birlikte bunun bir zorunluluk olmadığını ve körü körüne taklîde götürecek bir bağlılık ve taassuptan kaçınmak gerektiğini ifâde etmiştir. Bunun için en önemli olan yol, eski eğitim anlayışının yerine, Osmanlı Devlet’inde Fransa’dan örnek alınarak hazırlanan 1869 târihli Maârif-i Umûmiye Nizamnâmesi doğrultusunda ve sosyal ihtiyaçlara göre yeniden yapılandırılmış bir eğitim programını devreye sokmaktır. Onun savunduğu eğitim programında amaç ilk olarak çocuğa okuma yazma, temel dînî bilgiler, fen ve sosyal bilimler öğretmek, ikinci aşamada sanat ve son olarak siyâset bilimiyle bu programı taçlandırmak esâsına dayalı meslekî bir eğitimdir. 1917’de yapılan V. Umûmî Rusya Müslümanları Kongresi’nde kadın – erkek eşitliğini savunan görüşleriyle ön plâna çıkmış olan Cârullah, tıpkı savunduğu gibi, salt dînî meselelere eğilen bir din adamı hüviyeti ortaya koymamış, Müslümanların sosyal meseleleriyle de yakından ilgilenmiş ve bu uğurda, çeşitli rejimler tarafından kovuşturulmuştur. Bunların başında da Sovyet rejimi gelmektedir. Cârullah 1922’de Petersburg’taki büyük câmide imamlık yaptığı esnâda onunla tanışan Rıza Nur’a göre kendisi, Türkçü ve Müslümancı olmakla berâber Rusları da sevmeyen bir âlimdir. Cârullah, dünya Müslümanlarının düzenlediği çeşitli kongrelere katılmış, hatta I. Türk Tarih Kongresi’nde de bulunmuş, İran ve Japonya’ya gitmiş, II. Dünya Savaşı’nın patlamasını müteâkip Hindistan’a geçmiş, burada Japon yanlısı olduğu gerekçesiyle 1,5 yıl hapis yattıktan sonra Kâhire ve İstanbul’a gelmiş, hatta bu esnâda Türk vatandaşlığına girmiş olmasına rağmen İstanbul’un iklimine alışamadığı için tekrar Kâhire’ye dönerek orada vefât etmiştir.