Bir Şiir Çınarı: Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Çocuk Sevgisi / Kibar Ayaydın
01 Ocak 1970
13 Ekim 2008 tarihinde ebediyete uğurladığımız Fazıl Hüsnü Dağlarca, şiir iklimimizin bereketli bir şairidir. Uzun bir yaşamın ardından, arkasından bıraktığı şiir kitapları, onun şiir ile olan bağını göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Mısraları büyük bir hızla kafasında oluşturan şair, yazacağı şiirin heyecanını ilk önce yüreğinde hisseder.
Kelimelerin çağrışım değerlerini çok iyi bilen Dağlarca, Türkçe’nin ses unsurlarını da çok iyi kullanır. Onun için de ‘Türkçe’m benim ses bayrağım’ der. Türkçe’nin tadını alan şair, kısa, öz ve yalın kelimelerden şiirinin kendine özgü evrenini oluşturur. “Dağlarca düşsel söyleyişini somut nesneler ve benzetme yoluyla süsleyerek şiirini çoğaltır. Kelime oyunlarına dayalı şiirden haz alan, tema ve verimlilik bakımından modern Türk şiirinin ilk önemli örneğidir. Türk şiirinde çocuğu bu derece özne durumuna getiren ve Türkçe’nin kuşatıcı ve görkemli ilk şairi de Dağlarca’dır.”[1] Şiirindeki yalınlık, onun hayata ve olaylara çocuksu bakışından kaynaklanır. Dağlarca’nın iddialı bir yaşantısı yoktur. Şair kendi dünyasında kelimelerden kurduğu bir rüyayı yaşar. Onun rüyalarında çocukluğun bütün masumiyeti gizlidir.
‘Çocuk ve Allah’ isimli şiir kitabı, çocuk dünyasına dilin esrarlı yollarında giden bir insanın özlemleri hakimdir. Dağlarca’nın şiirinde çocuk vurgusu önemli bir yer tutar. Çocuk ile inşa edilen aslında heyecanı kaybedilmek istenmeyen duygulardır. Çocuğum şiirinde bu heyecanı dile getirir.
Sen benim uzaklara yolladığım,
Hayata, enginlere ve nasibe,
Ey şehzademin mavi bahçeleri
Ve ey en güzel salkım
Sen benim aşka ve felakete yolculuğum,
Ey altın ve karanlık
Ölüyor gibi dinliyorum yaşamayı
Ey benim çocuğum.
Dağlarca’yı bu kadar uzun yaşatan sır herhalde çocukluğun saf neşesi ile çocukluğun bitmeyen rüyalarıdır. O, şiirlerinde; “Benzerine hiç rastlanmayan bir kozmik ve varlıksal dünya kurmuştur. Şairin, 1930 kuşağı şairlerinin bazılarından esinlenerek, bir yapı kurmaya çalıştığı 1935’de çıkan ilk kitabı Havaya Çizilen Dünya’daki nesneler dünyası Çocuk ve Allah’la birlikte, kendine has bir ruhaniliği de işaretler. Eşyanın da artık bir doğası olduğu; büyülü bir biçimde dillenebileceği ve en önemlisi bir ruhun ikiz olabileceği bu ilk dönem şiirlerinde hayretle gözlemleniyor. Doğanın sembolleriyle; ölüm, zaman, Allah gibi sembolleri garip bir gizemciliği, sezgicilik kadar içinde barındırmaktadır.” [2]
Şair, ‘Çocuk ve Allah’ isimli kitabıyla ruh köklerinde saklı duran çocuk rüyasını kelimelerin sade anlamlarıyla ifade etmiştir.
Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan
Bilyaların aydınlık dünyacıkları,
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.
Dağlarca’nın dile getirdiği çocuk rüyası, onun geçmişte yaşadığı, gördüğü ve içerisinde bulunduğu ortamların birer ansımasıdır. O, Anadolu’nun pek çok şehrinde bulunmuş, oradan derlediği izlenimleri şiirleriyle dile getirmiştir.
“Dağlarca, daha 1940’ta, yirmi dört yaşında , Anadolu’nun bir köşesinde görev yaparken dünyaya getirdiği Çocuk ve Allah başyapıtı için şöyle diyordu yıllar sonra: ‘O yapıtı başka bir kimse yazamazdı. Ben de yazamazdım. Nasıl oldu bilmiyorum, dünyayı yeni görmüş bir çocuk gibi çıktı. İçimden. Doğu’da geçen, göklerimi dolduran kar dağlarıyla baş başalığımda, üşümüş ellerimle, mum ışında yazılmış dizelerimde, Çocuk ve Allah’ı yazdım ve hep yaşayacağım.”[3]
İlk şiir kitabı ‘Havaya Çizilen Dünya’ ile dilin sihrini keşfeden şair, estetik ve poetik algısını ‘Çocuk ve Allah’ta inşa etmiştir. “Kendisi için en doğurkan yapıtı ‘Çocuk ve Allah’tır dersek yanılmış olmayız.
O yapıtıyla Dağlarca, şiir evreninin boyutlarını çizmiş gibidir; daha doğrusu sınırsız bir şiir evreni olduğunu müjdelemiştir. En uzak ile en yakın olanı, en büyük olan ile en küçük olanı, en acı olan ile en sevimli olanı yan yana duyurur onun şiiri.
İnsanın evren içindeki bütün yaratıklardan daha geniş olan kuşatıcı hayal gücünün işaretlerini verir.”[4]
Senin ellerin varsa nur dolu,
Benim de vardı uzaklarda.
Seyret geceleri çocuğum
Ki nur dolu başaklarda
Senin kirpiklerin varsa rüyadan
Benim de vardı uyku gibi
Yum gözlerini geceleri çocuğum
Ki rüyalar bırakmaktadır kalbi.
Dağlarca, daha sonra yazacağı şiirlerini bu poetik duruşun üzerinde geliştirir. Şiirlerinde, dikkat çekici bir sehl-i mümteni vardır. Türkçe’nin söz varlığını, şiirlerin tamamında kullanan şair, kısa ve yalın anlatımla akışkan bir lirizmi yakalamıştır. Şairin kelime dünyası oldukça zengindir.
Onun şiir şuurunda halk ve divan şiirinin etkisi büyüktür. Geleneğin bütün birikimlerini okuyan şair, Yunus ile Karacaoğlan’ı; Necip Fazıl’la Tanpınar’ı bir potada eritmesini bilmiştir. Onların mirasından nasiplenen Dağlarca, onlardan tamamen farklı, kendine ait özgün bir şiir vücuda getirmiştir. Aydınlar Sözlüğünde Memet Fuat, Dağlarca’nın bu özgün yanına işaret eder. “Bence Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirin iç-dış bütün kolaylıklarını belki de en ustaca kullanan şairimizdir.
1940 yılında yayımlanan Çocuk ve Allah’ın bir başyapıt olduğu görüşü yaygındır. Yani daha Garip ortaya çıkıp yankılanmadan Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirini en güzel örnekleriyle ortaya koymuş durumdaydı. İnsan-Doğa-Tanrı üçgeninde, bilinen bir felsefeye yaslanmayan düşünsel bir yoğunluk oluşturularak içerikte varılan bu şiirin göze batan özellikleri belirsizlilik, gizemlilik, özgün imgeler, çağrışıma açık söyleyişler düzyazı mantığından kaçıştı. Ayrılığını duyuran, ama yönü belli olmayan bir sezgi şiiri.”[5] Dağlarca, kısa şiirlerinde mısraların anlam ve çağrışım işlevini, Türkçe’nin en zengin kelimelerinden seçer.
Düşle gerçek/ Birbirine yakındır/Düşler, güçlü düşler/Gerçek olur er geç “Dağlarca, tek başına bizim geleneksel şiirimizdeki o berrak Türkçe’yi, o sesi ve saflığı, içtenliği imgeler dünyasını toplayabilmiş, yüzlerce, binlerce şiirine imza atmış bir şiir dünyası idi.” [6]
Dağlarca’nın şiirleri ele aldığı konular itibariyle oldukça zengindir. İlk şiirlerinde ferdî duyarlılıkla çocukluk özlemini dile getiren şair; toplum sorunlarıyla tarih şuurunu işleyen şiirler de yazmıştır.
“Dağlarca’nın şiiri her konuya elini uzatmış büyük bir bakışın şiiridir. İnsanlığın çarpan yüreği nerdeyse o da ordadır. Anadolu’nun bozkırlarında kağnı yeden Elif’in yanındadır. Cezayir’de özgürlük için savaşır. Vietnam için Vietnam savaşımız der. Ülkemizin gelişimini, insanımızı bütün özelikleriyle onun şiirinde tanıyabilirsiniz.
Çanakkale önünde şehit olanları, Fatih’i, Atatürk’ü Dağlarca’dan okumayanlar sanırım bu ulu kişileri bütünüyle kavramayacaklardır. Her konuyu aynı ustalıkla dile getirmiştir.”[7] Kanaatimce onun şiir izleğinde en önemli unsur yaşamını içten ve dıştan bir rüya gibi saran çocukluk özlemidir. Onun ‘Uçurtma’ şiirinde bunu açıkça görebiliriz.
Koca şehrin üstünde ipi kopmuş bir uçurtmayım
Rüzgârlara kayıyor göğsüm sarsıla sarsıla
Koca şehrin üstünde ipi kopmuş bir uçurtmayım;
Ki uçurmuştu beni çocukluğum, hülyalarıyla.
Dağlarca şiir coşkusunu, içinde yaşattığı çocuğun her an çocuk olarak kalmasına bağlamıştır. Çocuğu sevmesi, çocukluğuna duyduğu özlem onun şiir estetiğinde önemli rol oynamıştır. “Çocuk saftır ve biatı her dem tazedir.
Ebedi çocukluk halini koruyanlar dünyaya çocuksu, yani ‘gelişmemiş’ bir bilinçle bakmazlar, aksine soyutlama yeteneği gelişmiş, hem parçayı hem bütünü aynı anda görebilen bir bütüncüllükle bakarlar. Bilinç geliştikçe saflığın korunması, insanın en çetin yokuşudur. Bunu başaranlarda , Yunus Emre’nin dediği gibi, ‘her dem yeni doğarız/bizden kim usanası’ sırını işler.” [8]
Ve Allah’tır gönlümün bütün duyduğu
Düşüncem bir el gibi değmekte şekline uzakların
Uyur bir ekmek içinde rüyası başakların
Geçer gözlerimden başka iklimlerin bulutu
Dağlarca’nın çocukluğu dini ritüellerin olduğu bir ortamda şekillenmiştir. Bu şekillenişte, saf çocuk zihninin algılayamadığı pek çok şeyi, çocukluğun masumiyetine havale eden Dağlarca, çocuğun dünyası ile şiirin dokusu arasında adeta organik bir bağ kurar. “Dağlarca, şiirlerini sevgi, içtenlik, imgelem üçlüsü üzerine kuran, sezgi-us dönemi ayrımını gerçekleştiren, şiir süreciyle evrensel boyutu yakalayan, havaya içindeki çocukluk haritasını çizen bir şairdir.”[9]
Kur’an okurdu babam bazen
Galiba kadir gecelerinde.
Onun inanmış sesiyle biz çocuklar
Daha küçülürdük odanın en uzak bir yerinde
Ve olurdu vücudumuzdaki tarif edilmez çocukluk,
Nedense, daha uzun.
Uyanırdı karanlık hücrelerde,
Bütün yadigârlığı, ruhumuzun.
Ve babamın nefesleri yavaşlardı,hep aynı seslerle,
Tevekkül ve akıl dolu gelirdi bize, her taraf.
Babamın elleri büyürdü babamın ellerinde
Mushaf
Onu hayata bağlayan, kelimelere anlam katan, çocuk ruhunun onu kanatlandıran hülyalarıdır.
Onun şiirlerinde geçmiş ile gelecek arasında sürekli gidip gelen bir çocukluğu buluruz. Dağlarca çocukluğun geniş hülyalarına köprüler atmış, oradan çocuk dünyasının bütün masumiyetini bugüne taşımıştır. “Kendisini yalnız dünyanın değil, kâinatın içinde hisseden şair, kainatta, tabiatta ve eşyada devam eden bir ruhun varlığını sezmektedir. Tabiata kainata ve topluma açık olduğu halde, bunlardan bir masal atmosferi hazırlamış ve sanki onları başka bir âlem geçirmiş veya başka dünyanın sesleri, renkleri gibi sunmuştur.”[10]
Çocuk dünyasındaki saf sevgi ve korkuyu Allah inancıyla vermesi onun evrende yalnız olmadığının bir işaretidir. Dağlarca, çocuk ruhunu, sonsuzluğun evrenine katmak ister. Naif geçişlerle şiirini ören şair, ‘Çocuk ile Allah’ arasında derin bağlar kurar. Bu bağları ise şair dua ile perçinler. ‘Ve senin duaların varsa/beninde vardı/Çocuğum geceleri dua et/İnsan uzaklaşabilir Allah’tan’ mısralarıyla bu vurguyu yapar. “Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın sanatı için söylenebilecek hiçbir yabancı akıma katılmaksızın ve 1950’lerden sonra Türk şiirinde ön plana geçen batı kaynaklı şiir denemelerinden etkilenmeksizin öncülüğünü kendisinin yaptığı özgün bir şiir anlayışını edebiyatımıza kazandırmasıdır. Dağlarca, batı edebiyatından çok daha önce gerçeküstücü şiir ve serbest çağrışım yöntemini ustalıkla kullanmış bir şairdir.”[11]
Fazıl Hüsnü Dağlarca, kendine özgü şiir evreniyle şiirimize imgelerden örülmüş, sezgisi kuvvetli bir şiir anlayışı getirmiştir. Çocuk şiirleriyle saf insan bilincinin güzelliklerini, dile getiren şair; ‘çocukta’ kaybolmayan düşlerin izini sürmüştür. Dağlarca, çocuk hülyalarını Türkçe’nin en güzel kelimeleriyle işlemiş; meydana getirdiği şiirle “bir şiir çınarı” olarak anılmayı hak etmiş bir şairdir.