Nurusiyah ve Asaf Halet Çelebi
01 Ocak 1970
Nurusiyah
bir vardım
bir yoktum
ben doğdum
selimi salışın köşkünde
sebepsiz hüzün hocamdı
loş odalar mektebinde
harem ağaları lalaydı
kara sevdâma
uyudum
büyüdüm
ve nûrusiyâha ağladım
nûrusiyâha ağladığım zaman
annem süzudilâra idi
ve babam bir tambur
annem süstü
babam küstü
ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
nûrusiyâaah
nûrusiyâaahhh
Asaf Halet Çelebi
ASAF HALET ÇELEBİ'NİN NÛRUSİYÂH ŞİİRİNE BİR BAKIŞ
Asaf Halet Çelebi(1907-1958), modern Türk şiirinin en önemli; ama az anlaşılmış şairlerinden biridir . Şiirlerinde kullandığı okuyucuya anlamsız gelen bazı formel sözler dolayısıyla zamanında alay konusu olan , genelde anlaşılmayan Asaf Halet Çelebi, bugün şiiri çok iyi bilen, şiirinin kuruluşunda hemen hiç tesadüfe, anlık duyarlılıklara yer vermeyen bir şair olarak değerlendirilmektedir. Mehmet Kaplan, Asaf Halet Çelebi'nin kültür birikimine dayanan kültür şiiri yazdığını belirtmiştir . O, kendi poetikasını oluşturmuş; şiirinin okuyucunun kapalı bulacağına inandığı hususlarını açıklamış nadir şairlerden biridir .
Şiirlerinde budizm öğretisinin, İslam tasavvufunun izleri bulunduğu, şaire yaklaşan hemen her araştırıcının ortak tespitidir . Bununla birlikte şairin daha başka mesajlar taşıyan şiirleri de bulunmaktadır.
Nûrusiyâh, ilk kez Asaf Halet Çelebi'nin 1942'de basılan He adlı şiir kitabında yer almış bir şiirdir. Daha önce herhangi bir süreli yayında basıldığına dair bir bilgiye ulaşılamamıştır . Şiir metni üzerinde şair tarafından değişiklik yapılmamıştır. Sadece bazı kelimelerin yazımında sonraki baskılarda ünsüz uyu¬mu hususunda ufak farklılıklar bulunmaktadır.
Nûrusiyâh, ilk okuyuşta kendini kolay ele veren bir şiir gibi görünmektedir. Çelebi, bu şiirde "Om Mani Padme Hum", "Cüneyd", "He" gibi şiirlerde olduğu gibi şiir dilinde okuyucuyu zorlayan denemeler yapmış sayılmaz. Üstelik şiir, Asaf Halefin şiirlerinde pek başvurmadığı anlatımcı, yani bir hikâyeye dayanan bir üslupla kaleme alınmıştır. Bununla birlikte kolay anlaşılır gibi görünen şiiri düşünmeye başladığımızda, çok katmanlı, okuyucuyu şiirin dünyasına girmek için hazırlıklı olmaya zorlayan bir yapısının bulunduğu anlaşılır.
Şiirin yapısal sağlamlığı, iç tutarlılığının mükemmelliği ilk dikkati çeken özelliklerden biridir. Rastlantıya bırakılmamış, üzerinde pek çok düşünülmüş bir şiirle karşı karşıya olduğumuzu şiirin en evvel belli bir mantığa göre düzenlenmiş biçimi göstermektedir.
Şiirde büyük harf kullanılmadığı gibi hiçbir noktalama işaretine de yer verilmemiştir. Bu, bir anlamda şairin şiiri yazılı bir form olmaktan çıkarma çaba¬sının bir sonucu olarak ele alınabilir. Çelebi, poetikasında şiirin şekil sorununa, en azından yazılı form olarak önem vermediğini açıklamıştır . Böylece şiir, elbette şairin diğer şiirleriyle birlikte, noktalama işaretlerinin anlamı sınırlayıcı, sesli olarak okumada vurguyu belirleyici özelliklerinden sıyrılarak okuyucunun kendince yeniden üretebileceği bir metin haline gelir.
Nûrusiyâh, Asaf Halet Çelebi'nin diğer şiirlerinde olduğu gibi, vezin ve kafiye gibi geleneksel şiir anlayışının şekil bağlarına başvurulmayan bir şiirdir. Şairin şiir için bir kısıtlayıcı bağ olarak nitelediği vezin ve kafiyeye başvurmama¬sı, onu sadece bu bakımdan Garip hareketinin başlattığı serbest şiire yaklaştırır.
Şiir, üç bentten meydana gelmiştir. İlk bent dört, ikinci yedi ve son bent ise sekiz dizeden ibarettir. Bu, artan yoğunluk olarak yorumlanabilir.
Dizelerin istifi, o dönemde birkaç şairde gördüğümüz basamaklı dize anlayışına göre gerçekleştirilmiştir. Dikkat edilirse bu dize basamaklarının şiirin anla¬mıyla yakından ilişkisi olduğu görülür.
Dizeler kısadır; bütün gereksiz ayrıntılarından temizlenmiş, adeta bölüne-bilecek en küçük anlam birimlerine kadar ayıklanmıştır. Şiirin en uzun dizesi, sondan üçüncü dizedir; o da altı kelimeden ibarettir: "ama ben neden hâlâ nûrusiyâha ağlarım ". Üç, iki, bir kelimelik dizeler şiirde ağırlıklı olarak yer al¬mıştır. Dize anlayışındaki bu tutumluluk, Çelebi'nin şiirinin önemli sayılabi-lecek bir özelliğidir. Çelebi, diğer şiirlerinde de aynı dize anlayışını sürdürmüştür.
İlk bent, hem dize yapısındaki sistemle hem de müzikal düzenlemesiyle dikkat çeker:
bir vardımbir yoktum ben doğdum selimi şalisin köşkünde
Asaf Halet Çelebi, "Tekerleme" adlı yazısında masal tekerlemelerinin din¬leyeni masalın olağanüstü dünyasına hazırlayan yapısını vurgular. Masallarda ve genelde halk kültüründe bilindiği gibi sayı sembolizmi vardır. Üç, yedi, kırk gibi formel sayılar, halk kültürü ürünlerinde çokça kullanılmaktadır. Şiir, bir masal başı tekerlemesine benzer bir açılışla başlamıştır. Şair, masal havasını verebilmek için sadece "bir varmış, bir yokmuş" tekerlemesini hatırlatan bir başlangıçla yetinmemiş; dizeleri oluşturan kelimelerde de formel bir özellik bulunmasına dikkat etmiştir. İlk üç dize, üç heceli ikişer kelimeden, son dize de üçer heceli üç kelimeden meydana gelmiştir. Bu düzenleme, bir bakıma şiirin başlangıcında yaratılmak istenen masal havasının oluşturulmasını sağlamaktadır. Bu, aynı zamanda tekerleme mantığıyla belirgin bir ahenk yaratılmasını da gerçekleştiriyor. Ahengi "vardım, yoktum, doğJw/«"lardaki aynı eklerin kullanılması da sağlıyor. Şiirin açılışının masal tekerlemesine benzetilmesi, semantik olarak da okuyucuyu şiirin havasına sokan bir işlevi yerine getirmektedir. Şiir, böylece adeta gerçeküstü bir masal ortamı yaratmaktadır.
Şiirde "bir vardım/bir yoktum" dışında, "uyudum/büyüdüm; annem sustu/ babam küstü" dizelerinde görüldüğü gibi gramatikal benzerliklerden yararlanıarak ahenk sağlanmıştır. Bu yapının sadece ahengi değil, şiirin anlamına yönelik bazı vurgulan taşıdığı da ileri sürülebilir.
Asaf Halet Çelebi, şiirlerinde kelimelerin normalden daha uzun okunmasını sağlamak üzere, "imale" lere yer vermiştir. Bir yazısındaki ifadesiyle söylersek şairin "imale"leri, "belli bir kalıba uymak için değil, şiirin ahenk mantığında zarurî görüldükleri için" kullandığı söylenebilir . Nûrusiyâh 'ta da ahenk sağlayıcı öğe olarak "imale"den yararlanılmıştır. Aynı yazıda selimi sâlis, sûzudilâra gibi kelimelerde "imale"ye başvurduğunu söyleyen şair, bizce asıl şiirin sonunda "nûrusiyâh"m "imale"li okunacağı konusunda okuyucuyu adeta uyarmıştır: "nûrusiyâaah/nûrusiyâaahhh". Şiirin bitirilişinde kullanılan bu "imale", ahengin dışında şiirin anlamıyla ilgili bir vurguyu da taşımaktadır. Nûrusiyâh kelimesi, böylece şiirin sonunda bir çığlığa dönüşmektedir.
Nûrusiyâh, şiir cümlesi bakımından da Asaf Halet Çelebi'nin diğer şiirle¬rinde görülen, Mehmet Kaplan'ın da dikkat çektiği , özelliklere sahiptir. Şiirde genel olarak kısa, basit cümleler kullanılmıştır. Daha çok bir, iki, üç kelimelik cümlelerle meydana getirilen şiirde, adeta şiir cümlesinin zorlanabilecek en alt sınıra kadar indirilmeye çalışıldığı hissedilmektedir.
Şiir, üç bentten oluşmuştur. Bu bentlerin kronolojik bir yapısı olduğu söylenebilir. İlk bent, doğumu, ikinci bent çocukluğu ya da aşkı, üçüncü bent ölümü ya da sonsuzluğa ulaşmayı hatırlatacak bir anlam alanına sahiptir. Hayatın üç önemli devri, şiirin de üç bölümünü meydana getirmiştir. Bu, aynı zamanda bir hikâyenin de üç bölümüne (başlangıç, gelişme, sonuç) karşılık gelmektedir.
Nûrusiyâh, Asaf Halet Çelebi'nin diğer şiirlerinde pek karşılaşmadığımız anlatımcı bir üslupla kaleme alınmıştır. Şair, şiirinde bir hikâyeden söz eder.
Dikkat edilirse şiirin tamamında anlatıcı-ben, "doğum"dan başlayan macera¬sını anlatır. Belirli geçmiş zaman kipi, geçmişte olmuş bir olayın hikâye edilmesinde en sık başvurulan kiptir. Nûrusiyâh'ta da çoğunlukla bu kip kullanıl¬mıştır. Şiirin son cümlesi ise, geniş zaman kipiyle kurulmuştur: "ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım". Masallar, belirsiz geçmiş zamanda başlar, biterler; masalların cümle yapıları da buna uygundur. Nûrusiyâh ise, şiirin iletisini geniş zamana yaymak amacıyla olsa gerek, geniş zaman kipiyle bitirilmiştir.
Şiir, anlatımcı bir üslupla yazılmış olmasına rağmen, elbette bir manzum hikâye sayılamaz. Ancak yine de anlatılan bir hikâyedir; bir hayatın, bir "şey'Mn hikâyesi. Anlatılan, sisler içinde bırakılmış, okuyucunun imgeleminde tamamlanacak bir hikâyedir.
Şiirin bir zaman ve mekân boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü anlatıcı-ben, bir "yer"de doğmuş, bir "yer"de kara sevdaya tutulmuştur. Şiirin mekâna ait öğeleri, okuyucuyu bir saray hayatına götürmektedir. Şiirin anlatıcı-ben'i "selimi sâlis"in "köşkünde doğmuş; sarayın "loş odalarımda harem ağalarının denetiminde okumuş, büyümüştür.
Anlatıcıben, IIı.Selim 'in zamanında dünyaya gelmiştir:
ben doğdum Bu vurgulama, okuyucuyu artık eş zamanlı bir okumadan art zamanlı bir okumaya zorlamaktadır; "selimi sâlis" imgesi, Osmanlı tarihini, III. Selim'i ve onun sanatçı padişah kimliğini düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.
III. Selim zamanının özelliği nedir ki, Nûrusiyâh'ta şiirin zamanı olarak seçilmiştir? Bu sorunun cevabını Asaf Halefin yazılarında bulabiliriz: Asaf Halet, Osmanlı dönemine yazılarında zaman zaman değinir. Kültür tarihimizin bazı sorunlarını ele aldığı yazılarında Abdülmecit, Fatih Sultan Mehmet gibi padişahlardan da söz etmekle birlikte şairimiz en çok III. Selim'in üzerinde durmuştur . Asaf Halet Çelebi'nin yazılarında III. Selim, reformcu bir padişahtan ziyade bir sanatçı portresiyle yer alır. O, bu yazılarda büyük bir bestekâr, sanat ve sanatçı dostu, insancıl bir padişah kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır . Şiirin ayrıntılarına girdiğimizde Asaf Hâlet'in çizdiği III. Selim portresiyle açıklayabileceğimiz bazı noktaların olduğunu göreceğiz. Hatta şairin "Türk Şiirinde Üç Asırlık istanbul Motifı-II" adlı yazısının bir yerinde sarf ettiği "XVIIIinci asrın sonlarına doğru, İstanbul'un nâdir yetiştirdiği müstesnalardan olan Galib'le onun ayrılmaz arkadaşı Esrar Dede 'nin yaşadığı Üçüncü Selim devri İstanbul 'un bir yaprağının kapanmak üzere olduğu, şiirin ve musikinin coştuğu bir devirdi. " sözleri, bir bakıma şiirin yazılmasına sebep olan duyarlığı ima eder gibi görünmektedir. Asaf Halet Çelebi, III. Selim dönemini Osmanlı kültürünün son doruğu olarak görmüştür. III.Selim, Osmanlı İmparatorluğunda yönünü Batıya dönen, ordudan başlayarak toplumun modernleşmesi için önemli adımlar atan ve bu yüzden de tahtan indirilen padişahlardan ilkidir. Asaf Halet Çelebi, III. Selim'de hem kendisi olabilen hem de modernleşme eğiliminde bir padişah görmüş olmalıdır. Bu da, kendinin şiirdeki tavrıyla benzeşen bir portreye karşılık gelmektedir. Buna göre Nûrusiyâh'ta Selim-i Sâlis'ten ve onun zamanından söz edilmesinin anlamlı bir tercihin sonucu olduğu ileri sürülebilir. Şiirin ilerleyen dizelerinde de III. Selim devrine ait imgelerin veya göndermelerin devam ettiği görülecektir.
III. Selim'in hayatına ve dönemine dair pek çok eser bulunmaktadır. Tarihçilerin yazdıklarını bir kenara bırakırsak; III. Selim edebiyat sanatçıları için de yaratıcılığı harekete geçiren bir imgedir. Nûrusiyâh,m dışında, edebiyatımızda III. Selim imgesi, ilginç sonuçlar verecek bir çalışmanın konusu olabilir. Turan Oflazoğlu'nun Kılıç ve Ney/ Üçüncü Selim adlı tiyatro eseri ile, DermanBayladı'nın Nağmeler Tahtım Olsaydı adlı romanı, III.Selim'i ana kahraman olarak ele alışlarıyla dikkat çekmektedirler. Gerek bu iki eserde gerekse III. Selim döneminden söz eden bazı kaynaklarda, kahramanları Sultan Selim, Sultanın gözdesi Mihriban ve devrin ünlü bestekârlarından Sadullah Ağa olan bir aşk hikâyesi anlatılmıştır: Kılıç ve Ney'de ve Nağmeler Tahtım Olsaydı'da anlatıldığı kadarıyla hikâyenin ana çizgileri şu şekilde özetlenebilir: Sultan, büyük bir aşkla bağlandığı Mihriban adlı cariyenin müzik yeteneği olduğunu farkedince devrin müzik dehalarından Sadullah Ağanın, kızı eğitmesini ister. Sadullah Ağa da derslerin devam ettiği zaman içinde Mihriban'a tutulur. Kız da Sadullah Ağayı sever. Sultanın hareminden bir cariyeyle, hem de sultanın âşık olduğu bir cariyeyle yaşanan bu aşk, duyulur ve Sultan Selim, her ikisinin de cezalandırılmalarını ister. Ancak padişahın musahibinin gayretiyle Sadullah Ağanın idamı gerçekleştirilmez. Bir süre sonra da iki âşık padişah tarafından affedilir. Bu hikâye, Asaf Halet tarafından da iki kez dile getirilmiştir . Şair, hikâyenin değişik bir varyantını nakleder. Ona göre bu aşk hikâyesinde mağdur Selim değildir. Sadullah Ağa Beyhan Sultanın cariyelerinden birine âşık olmuştur.
Şiir, kuşkusuz IlI.Selim'in aldatıldığı bir aşk hikâyesini anlatmıyor. En azın¬dan ana problematiğinin bu olmadığını söyleyebiliriz; ancak Nûrusiyâh, okuyu¬cuya bu kırık aşk hikâyesini de hatırlatmaktadır.
Şiire dönersek; Selim-i Sâlis'in köşkünde, ancak sultanın çocuğu doğabileceğine göre, doğan sultanın çocuğudur; anlatıcı-ben de odur. Acaba şiirde macerasını anlatan, sultanın hangi çocuğudur? Çocuğun annesi kimdir?
Şiirin ikinci bendi, bir kara sevdayı, sarayda büyüyen bir aşkı anlatır:
sebepsiz hüzün hocamdıloş odalar mektebinde harem ağalan lalaydı kara sevdama Saray atmosferi, "loş odalar mektebi" ve "harem ağaları" tamlamaları ile yaratılmaya çalışılmıştır. "Loş odalar mektebi"nde "harem ağaları"nın lalalığında büyüyen bir sevda, aynı zamanda şiirin metinler arası ilişkilerini de ima etmektedir. Asaf Halet Çelebi'nin en değer verdiği şairlerden biri Şeyh Galip'tir. Şair, Galib'in hayatına, şiirine, ünlü Hüsn ü Aşk mesnevisine dair yazılar kaleme almış; her fırsatta Şeyh Galib'e olan eğilimini dile getirmiştir . Şiirimizde sarayda loş odalar mektebinde sebepsiz hüznün "hoca'Mığında, harem ağalarının lalalığında başlayan kara sevda motifi, Hüsn ile Aşk'ın "Mekteb-i Edeb"de filizlenen sevdalarını hatırlatmaktadır . Bu, bir anlamda şairin böylece okuyucuyu III. Selim döneminin atmosferine hazırladığını; "selimi sâlis", "harem ağaları", "lala" gibi kelimeleri tesadüfen şiire yerleştirmediğini de gösterir. Okuyucu bu kelimeler aracılığıyla kurulan dünyanın Leyla ve Mecnun, Hüsn ü Aşk gibi iki kahramanlı aşk hikâyelerinin dünyasıyla özdeş bulunduğunu bilmelidir. Çünkü Nûrusiyâh'ta anlatılan da doğulu bir aşktır. Hüsn ü Aşk ile kurulan metinler arası ilişki, şiirin iletisinde de tasavvuf felsefesiyle açıklanabilecek özellikler bulunması sonucunu doğurabilir; ancak şiirde kullanılan bazı kelimelerin "özel" anlamlarını açıkla¬dıktan sonra bu konuda bir yargıya varılabilecektir.