MEVLANA’DAN BUDA’YA FENAFİLLAH’TAN NİRVANA’YA MİSTİSİZM VE ASAF HÂLET ÇELEBİ / Dr. Raşit KOÇ
01 Ocak 1970
Asaf Halet Çelebi, Cumhuriyet devri Türk şiirinde kendine özel bir yer edinmiş nadir
şairlerimizden birisidir. Geleneğin etkisinde mistik duyguların ağır bastığı şiirler yazan şair,
geleneği şekilden ziyade muhtevaya taşır. Klasik edebiyatımızla Fars edebiyatını da iyi bilen
Asaf Halet Çelebi, genç yaşta gazel ve rubailer yazmaya başlamıştır. Şiirlerinde Doğu-Batı
kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski doğu
medeniyet ve masallarından alan egzotik şiirleriyle tanınır. Kendi deyişiyle “hayatta olduğu
gibi, somut malzemeyle soyut bir âlem” yaratmıştır. Bir hayal ve duygu şairi değil, intnition
(sezgi) şairidir1.
Asaf Halet, Modern Türk Şiirinde Doğu uygarlıklarına özgü motif ve sembolleri
ustalıkla kullanan şairlerin başında gelir2. Onun şiirlerinde sadece İslâm düşüncesi değil,
bütün olarak şark kültürü hâkimdir. Mevlana, Molla Cami gibi İslâm büyüklerini okuyarak
İslâm edebiyatını ve tasavvufu öğrendikten sonra Buda ve Tagor’u da okuyarak doğu
kültürlerini özümser. Fakat O ne bir mutasavvuf ne de bir budisttir. O, zerafeti ve kibarlığıyla
bir Beylerbeyi efendisidir.3
Asaf Halet, ruhî huzura ve saadete ulaşmak için tasavvuf düşüncesinden Budizmdeki
Nirvana’dan yararlanır. Fakat, onun Nirvana’ sı kendine mahsus bir şekle bürünerek ayrı bir
nitelik kazanır. O, kendi Nirvanasını şöyle tanımlar. “Benim Nirvana’m Budistlerinkinden ve
Tagor’unkinden şu noktada ayrılır ki, Nirvana’da saadet zirvesine erebildiğim anda bile içim
rahat değildir.”4 Mistisizm onun yetiştiği aile ortamına hakim olan bir mefhumdur. Münevver
Ayaşlı’nın ifade ettiği gibi babası Halet Çelebi bir Mevlevîdir ve oğlunu da aynı kültürle
yetiştirmiştir.5
Asaf Halet, şiirlerinde Cüneyd, Mansur, İbrahim gibi İslâm düşüncesinin isimlerini
zikrederken adeta doğu kültürünü bir potada eritmek istercesine Mısır-ı Kadim’e, Asur
bahçelerine, Çin ü Maçin’e uzanır, Buda’ ve Nirvana’dan bahseder. “Lamelif şiirindeki şu
ifade bunun izahı gibidir.
“O başına musallat olmasaydı Buda olurdun
başına musallat oldu budala oldun.”
Burada şairin başına musallat olan ( lâ ) dır. Yani yokluktur. Şair kendisiyle lamelif
harfi arasında bir benzerlik kurar. Bu bir çeşit özdeşleşme, idandifikasyondur.6
Onun şiirlerini incelediğimizde çok kültürlülüğü net bir biçimde görebiliriz. Burada ele
alacağımız birkaç örnek bunun en iyi göstergesi olacaktır.
1 Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul, 1980, s. 106.
2 Muhsin Macit, “Modern Mistik Şiirin Ufukları: Sezai Karakoç’un Şiiri”, Yedi İklim, 126, İstanbul, s. 21.
3 Mustafa Miyasoğlu, Asaf Halet Çelebi, Ankara, 1993, s. 27.
4 a.g.e. s. 20.
5.Semih Güngör, Asaf Halet Çelebi, istanbul, 1985, s. 21.
6 Miyasoğlu, s. 26.
He
He, Hurûfilikte “hû” nun yani Allah’ın sembolüdür. He, birkaç bakımdan önemli bir
harftir. Bu harf, Allah kelimesinin son harfi ve O anlamına gelen hüve kelimesinin baş
harfidir. Tarikat mensupları zikrederken Allah dedikleri gibi hû da derler.7
Bu harf şiirde ferhâd, âh, ejderhâ kelimelerinde geçmektedir. Ferhâd’ın eski harflerle
yazımını düşündüğümüzde de hoş bir ilgi kurulabilir: bu kelimede elif, he’ye vurulan bir
kazmaya benzer. “ ve ayaklar altında yamyassı” dizesinde de Ferhâd’ın eski yazımına
göndermede bulunur: ayağa benzeyen elif’in altında ezilen he.8
ejderha bakışlı he’nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı
kasrında şirin de böyle ağlıyor
ferhâaad
İbrâhim
Hz. İbrahim bir peygamberdir. Kâbe’yi yeniden inşa etmiş, küçüklüğünden beri putlara
tapmamış ve putları kırmıştır. Bunun için divan şiirinde “İbrahim-i put şikest” diye
mazmunlaşmıştır. Onun put kırıcılığı geleneksel şiirimizde insanı Allah’la vuslattan alıkoyan
her türlü bağların yok edilmesi olarak yorumlanır. Bu aynı zamanda tasavvufun “ masivâdan
arınma” tarifiyle örtüşür. Hz. İbrahim bu yönüyle gelenekten faydalanan diğer şairlerce de ele
alınır. Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat” adlı kitabında şu şekilde kullanır:
Kardeşim İbrahim mermer putları
nasıl devireceğimi bana öğretmişti
ben de gün geçmiyor ki
birisini patlatmayayım
ama siz harflerdekini ve kelimelerdekini
nasıl sileceğimi bana öğretmediniz9
Asaf Halet’in “İbrahim” şiirinde de “put” benzer kavramları karşılamak için kullanılır.
İbrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
Güneşin şairin buzdan evini yıkması ve koca buzların düşerek putların kırılması ile Hz.
İbrahim’in Kâbe’ye girerek putları kırması arasında bir ilişki vardır.
7 Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, İstanbul, 1980, s.76
8 Selahattin Özpalabıyıklar, Asaf Halet Çelebi Bütün Şiirleri, İstanbul, 1998, s.104
9 Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat, İstanbul, 1995, s.9.
Cüneyd
Cüneyd-i Bağdadî leyse fî cübbeti sivallah “cübbemin altında Allah’tan başkası
yoktur”10 lafzıyla tasavvufta ulaştığı noktayı ifade eder. Bu söz Cüneyd’in kendi kendisini
yok etmesine sebeb olur. Böylelikle Cüneyd “bilen söylemez, söyleyen bilmez” düsturuna
aykırı hareket ederek sırrını ifşa etmiş olur.
cüneyd nerede
cüneyd ne oldu
sana bana olan
ona da oldu
kendi cübbesi altında
cüneyd yok oldu
Mansûr
Hallâc-ı Mansûr olarak bilinen Mansûr el-Hallâc vahdet-i vücûd inancını benimsemiş,
devrin ünlü sûfileriyle tanışmış ve “Enel-Hakk” dediği için idam edilmiştir.11 Mansûr’un
akibeti de Cüneyd gibi olmuştur. Vardıkları son nokta fenafillah mertebesidir ve asıllarına
rücû etmişlerdir. Hazin olan varış biçimleridir.
şekiller bir yerden geldiler
şekiller bir yere gittiler
şekiller görünmez oldular
büyük köse vur
bütün sesler bir seste boğuldu
mansûr
mansûuur
Sema-ı Mevlana
Bu şiirde varlığın tamamına teşmil edilmiş bir hayat anlayışı vardır. Tabiattaki bütün
varlıklar Mevlevilikteki gibi sema etmektedirler. Mevlânâ bu durumu Mesnevi’de “Biya biya
ki tui can-ı sema” matlalı gazelinde, “yüz bin yıldız seninle gönlünü aydınlatır” biçiminde dile
getirir.12
Dünya başı dönmüş bir âşık gibi zamanede eşini aramaktadır. Burada yeryüzünün dişi,
gökyüzünün erkek olması söz konusudur. Yeryüzünün çocukları olan “çemen çocukları”
gökyüzünden su beklemektedirler. Çemen çocukları, divan edebiyatının mazmunlarından
biridir. Mevlânâ’nın “ey bağban, ey bağban amed hazan ender hazan” matlalı gazelinde,
“serviler, lâle ve yasemenler nerede, çemenlerin yeşil giyinen çocukları nerede?”dizeleri
10 Özpalabıyıklar, a.g.e, s. 103.
11 A.g.e, s. 118.
12 A.g.e, s. 115.
vardır.13 Bu aşkın transandantal biçimidir. Atmosfer içerisinde başı dönmüş varlıklar, bütün
kainat şairimizle birlikte sema dönmektedirler.
çemen çocukları mahmur
câaan
seni çağırıyorlar
yolunu kaybeden güneşlere
bakıp gülümserim
ben uçarım
gökler uçar
Nirvana
Nirvana, kelime anlamı itibariyle sönmüşlük, dinginlik manevi bilgiye ulaşma demektir.
Asaf Halet, bu şiirinde iç huzuruna ve ruh dinginliğine ulaşmak için Nirvana kavramını
kullanmaktadır. Böylece zamandan, mekândan ve ruha sıkıntı veren her haletten uzaklaşarak
iç huzura ulaşmak mümkündür.
düş içime uyu
ve sonsuz büyü
unut renkleri
ve şekilleri
hepi
ve hiçi
beni
ve seni
ve geceyi yuttu
nirvana
Kadıncığım
Burada Hz. Âdem’in oyluk kemiğinden Hz. Havva’nın yaratılışına telmih vardır. Fakat
buradaki “ve bir şamar vurup/rafa oturttum” sözünde Havva’nın cennetten çıkarılmaya neden
olan hatasına bir atıf yapılmaktadır. Adeta şair bir koruma refleksiyle hareket eder. Ayrıca “üç
kıl koparınca uyurum” ifadesiyle de mitolojiye bir gönderme yapar.
oyluk kemiğimi çıkartıp
kendime bir kadın yaptım
ve bir şamar vurup
rafa oturttum
Tevrat Şi’ri
Eski Ahit’e göre Hz. Süleyman bir hükümdar, aynı zamanda bir peygamberdir. Mührü,
rüzgârlara hükmedebilmesi, hayvanlarla konuşabilmesi özellikleriyle ünlüdür.14 Asaf Halet’in
13 a.y.
birçok şiirinde olduğu gibi musikinin tarih ve efsaneyle birleştirilerek sunulduğunu
görmekteyiz. Santur ve defle şarkılar söyleyen yeruşalim (Kudüs) kızları bizi Asur ve Babil
bahçelerine götürmektedir.
Şair, adonay elehenu adonay ehad (lâ ilâhe illâllah) sözüyle de aslında Yahudiliğin ve
Tevrat’ın da İbrahimî dinlerden olduğunu tekrar eder.
süleyman bağlarına gidelim
anda bir salkım üzüm yiyelim
def ve santur ile şarkı okuyalım
rabbe
adonay elehenu adonay ehad
Sonuç olarak, Asaf Hâlet Çelebi, şiirlerinde bütün gelenek unsurlarından, Hind
mistizminden, tasavvufa, mitolojiye kadar bütün unsurları birleştirmeyi başarabilmiş ve
böylelikle Türk şiirinde kendine mahsus müstesna bir yer edinmiştir. Onun şiirleri bir dinsel
öğreti ya da felsefe öğretisi olmasa da ruha ve zihne hitap ederek ruhî dinginliğe ulaşmanın
kapılarını aralar.
KAYNAKÇA
Güngör, Semih Asaf Halet Çelebi, İstanbul, 1985.
Karakoç, Sezai. Hızırla Kırk Saat, İstanbul, 1995.
Levend, Agâh Sırrı. Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar,
İstanbul, 1980.
Macit, Muhsin “Modern Mistik Şiirin Ufukları: Sezai Karakoç’un Şiiri”, Yedi İklim,
126, İstanbul.
Miyasoğlu, Mustafa. Asaf Halet Çelebi, Ankara, 1993.
Necatigil, Behçet Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul, 1980.
Özpalabıyıklar, Selahattin. Asaf Halet Çelebi Bütün Şiirleri, İstanbul, 1998.
Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık, 1983.
14 A.g.e, s.108.