« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Eki

2010

MEVLANA’DAN BUDA’YA FENAFİLLAH’TAN NİRVANA’YA MİSTİSİZM VE ASAF HÂLET ÇELEBİ / Dr. Raşit KOÇ

01 Ocak 1970

Asaf Halet Çelebi, Cumhuriyet devri Türk şiirinde kendine özel bir yer edinmiş nadir

şairlerimizden birisidir. Geleneğin etkisinde mistik duyguların ağır bastığı şiirler yazan şair,

geleneği şekilden ziyade muhtevaya taşır. Klasik edebiyatımızla Fars edebiyatını da iyi bilen

Asaf Halet Çelebi, genç yaşta gazel ve rubailer yazmaya başlamıştır. Şiirlerinde Doğu-Batı

kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden, eski doğu

medeniyet ve masallarından alan egzotik şiirleriyle tanınır. Kendi deyişiyle “hayatta olduğu

gibi, somut malzemeyle soyut bir âlem” yaratmıştır. Bir hayal ve duygu şairi değil, intnition

(sezgi) şairidir1.

Asaf Halet, Modern Türk Şiirinde Doğu uygarlıklarına özgü motif ve sembolleri

ustalıkla kullanan şairlerin başında gelir2. Onun şiirlerinde sadece İslâm düşüncesi değil,

bütün olarak şark kültürü hâkimdir. Mevlana, Molla Cami gibi İslâm büyüklerini okuyarak

İslâm edebiyatını ve tasavvufu öğrendikten sonra Buda ve Tagor’u da okuyarak doğu

kültürlerini özümser. Fakat O ne bir mutasavvuf ne de bir budisttir. O, zerafeti ve kibarlığıyla

bir Beylerbeyi efendisidir.3

Asaf Halet, ruhî huzura ve saadete ulaşmak için tasavvuf düşüncesinden Budizmdeki

Nirvana’dan yararlanır. Fakat, onun Nirvana’ sı kendine mahsus bir şekle bürünerek ayrı bir

nitelik kazanır. O, kendi Nirvanasını şöyle tanımlar. “Benim Nirvana’m Budistlerinkinden ve

Tagor’unkinden şu noktada ayrılır ki, Nirvana’da saadet zirvesine erebildiğim anda bile içim

rahat değildir.”4 Mistisizm onun yetiştiği aile ortamına hakim olan bir mefhumdur. Münevver

Ayaşlı’nın ifade ettiği gibi babası Halet Çelebi bir Mevlevîdir ve oğlunu da aynı kültürle

yetiştirmiştir.5

Asaf Halet, şiirlerinde Cüneyd, Mansur, İbrahim gibi İslâm düşüncesinin isimlerini

zikrederken adeta doğu kültürünü bir potada eritmek istercesine Mısır-ı Kadim’e, Asur

bahçelerine, Çin ü Maçin’e uzanır, Buda’ ve Nirvana’dan bahseder. “Lamelif şiirindeki şu

ifade bunun izahı gibidir.

“O başına musallat olmasaydı Buda olurdun

başına musallat oldu budala oldun.”

Burada şairin başına musallat olan ( lâ ) dır. Yani yokluktur. Şair kendisiyle lamelif

harfi arasında bir benzerlik kurar. Bu bir çeşit özdeşleşme, idandifikasyondur.6

Onun şiirlerini incelediğimizde çok kültürlülüğü net bir biçimde görebiliriz. Burada ele

alacağımız birkaç örnek bunun en iyi göstergesi olacaktır.

1 Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul, 1980, s. 106.

2 Muhsin Macit, “Modern Mistik Şiirin Ufukları: Sezai Karakoç’un Şiiri”, Yedi İklim, 126, İstanbul, s. 21.

3 Mustafa Miyasoğlu, Asaf Halet Çelebi, Ankara, 1993, s. 27.

4 a.g.e. s. 20.

5.Semih Güngör, Asaf Halet Çelebi, istanbul, 1985, s. 21.

6 Miyasoğlu, s. 26.

He

He, Hurûfilikte “hû” nun yani Allah’ın sembolüdür. He, birkaç bakımdan önemli bir

harftir. Bu harf, Allah kelimesinin son harfi ve O anlamına gelen hüve kelimesinin baş

harfidir. Tarikat mensupları zikrederken Allah dedikleri gibi hû da derler.7

Bu harf şiirde ferhâd, âh, ejderhâ kelimelerinde geçmektedir. Ferhâd’ın eski harflerle

yazımını düşündüğümüzde de hoş bir ilgi kurulabilir: bu kelimede elif, he’ye vurulan bir

kazmaya benzer. “ ve ayaklar altında yamyassı” dizesinde de Ferhâd’ın eski yazımına

göndermede bulunur: ayağa benzeyen elif’in altında ezilen he.8

ejderha bakışlı he’nin

iki gözü iki çeşme

ve ayaklar altında yamyassı

kasrında şirin de böyle ağlıyor

ferhâaad

İbrâhim

Hz. İbrahim bir peygamberdir. Kâbe’yi yeniden inşa etmiş, küçüklüğünden beri putlara

tapmamış ve putları kırmıştır. Bunun için divan şiirinde “İbrahim-i put şikest” diye

mazmunlaşmıştır. Onun put kırıcılığı geleneksel şiirimizde insanı Allah’la vuslattan alıkoyan

her türlü bağların yok edilmesi olarak yorumlanır. Bu aynı zamanda tasavvufun “ masivâdan

arınma” tarifiyle örtüşür. Hz. İbrahim bu yönüyle gelenekten faydalanan diğer şairlerce de ele

alınır. Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat” adlı kitabında şu şekilde kullanır:

Kardeşim İbrahim mermer putları

nasıl devireceğimi bana öğretmişti

ben de gün geçmiyor ki

birisini patlatmayayım

ama siz harflerdekini ve kelimelerdekini

nasıl sileceğimi bana öğretmediniz9

Asaf Halet’in “İbrahim” şiirinde de “put” benzer kavramları karşılamak için kullanılır.

İbrahim

içimdeki putları devir

elindeki baltayla

kırılan putların yerine

yenilerini koyan kim

Güneşin şairin buzdan evini yıkması ve koca buzların düşerek putların kırılması ile Hz.

İbrahim’in Kâbe’ye girerek putları kırması arasında bir ilişki vardır.

7 Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, İstanbul, 1980, s.76

8 Selahattin Özpalabıyıklar, Asaf Halet Çelebi Bütün Şiirleri, İstanbul, 1998, s.104

9 Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat, İstanbul, 1995, s.9.

Cüneyd

Cüneyd-i Bağdadî leyse fî cübbeti sivallah “cübbemin altında Allah’tan başkası

yoktur”10 lafzıyla tasavvufta ulaştığı noktayı ifade eder. Bu söz Cüneyd’in kendi kendisini

yok etmesine sebeb olur. Böylelikle Cüneyd “bilen söylemez, söyleyen bilmez” düsturuna

aykırı hareket ederek sırrını ifşa etmiş olur.

cüneyd nerede

cüneyd ne oldu

sana bana olan

ona da oldu

kendi cübbesi altında

cüneyd yok oldu

Mansûr

Hallâc-ı Mansûr olarak bilinen Mansûr el-Hallâc vahdet-i vücûd inancını benimsemiş,

devrin ünlü sûfileriyle tanışmış ve “Enel-Hakk” dediği için idam edilmiştir.11 Mansûr’un

akibeti de Cüneyd gibi olmuştur. Vardıkları son nokta fenafillah mertebesidir ve asıllarına

rücû etmişlerdir. Hazin olan varış biçimleridir.

şekiller bir yerden geldiler

şekiller bir yere gittiler

şekiller görünmez oldular

büyük köse vur

bütün sesler bir seste boğuldu

mansûr

mansûuur

Sema-ı Mevlana

Bu şiirde varlığın tamamına teşmil edilmiş bir hayat anlayışı vardır. Tabiattaki bütün

varlıklar Mevlevilikteki gibi sema etmektedirler. Mevlânâ bu durumu Mesnevi’de “Biya biya

ki tui can-ı sema” matlalı gazelinde, “yüz bin yıldız seninle gönlünü aydınlatır” biçiminde dile

getirir.12

Dünya başı dönmüş bir âşık gibi zamanede eşini aramaktadır. Burada yeryüzünün dişi,

gökyüzünün erkek olması söz konusudur. Yeryüzünün çocukları olan “çemen çocukları”

gökyüzünden su beklemektedirler. Çemen çocukları, divan edebiyatının mazmunlarından

biridir. Mevlânâ’nın “ey bağban, ey bağban amed hazan ender hazan” matlalı gazelinde,

“serviler, lâle ve yasemenler nerede, çemenlerin yeşil giyinen çocukları nerede?”dizeleri

10 Özpalabıyıklar, a.g.e, s. 103.

11 A.g.e, s. 118.

12 A.g.e, s. 115.

vardır.13 Bu aşkın transandantal biçimidir. Atmosfer içerisinde başı dönmüş varlıklar, bütün

kainat şairimizle birlikte sema dönmektedirler.

çemen çocukları mahmur

câaan

seni çağırıyorlar

yolunu kaybeden güneşlere

bakıp gülümserim

ben uçarım

gökler uçar

Nirvana

Nirvana, kelime anlamı itibariyle sönmüşlük, dinginlik manevi bilgiye ulaşma demektir.

Asaf Halet, bu şiirinde iç huzuruna ve ruh dinginliğine ulaşmak için Nirvana kavramını

kullanmaktadır. Böylece zamandan, mekândan ve ruha sıkıntı veren her haletten uzaklaşarak

iç huzura ulaşmak mümkündür.

düş içime uyu

ve sonsuz büyü

unut renkleri

ve şekilleri

hepi

ve hiçi

beni

ve seni

ve geceyi yuttu

nirvana

Kadıncığım

Burada Hz. Âdem’in oyluk kemiğinden Hz. Havva’nın yaratılışına telmih vardır. Fakat

buradaki “ve bir şamar vurup/rafa oturttum” sözünde Havva’nın cennetten çıkarılmaya neden

olan hatasına bir atıf yapılmaktadır. Adeta şair bir koruma refleksiyle hareket eder. Ayrıca “üç

kıl koparınca uyurum” ifadesiyle de mitolojiye bir gönderme yapar.

oyluk kemiğimi çıkartıp

kendime bir kadın yaptım

ve bir şamar vurup

rafa oturttum

Tevrat Şi’ri

Eski Ahit’e göre Hz. Süleyman bir hükümdar, aynı zamanda bir peygamberdir. Mührü,

rüzgârlara hükmedebilmesi, hayvanlarla konuşabilmesi özellikleriyle ünlüdür.14 Asaf Halet’in

13 a.y.

birçok şiirinde olduğu gibi musikinin tarih ve efsaneyle birleştirilerek sunulduğunu

görmekteyiz. Santur ve defle şarkılar söyleyen yeruşalim (Kudüs) kızları bizi Asur ve Babil

bahçelerine götürmektedir.

Şair, adonay elehenu adonay ehad (lâ ilâhe illâllah) sözüyle de aslında Yahudiliğin ve

Tevrat’ın da İbrahimî dinlerden olduğunu tekrar eder.

süleyman bağlarına gidelim

anda bir salkım üzüm yiyelim

def ve santur ile şarkı okuyalım

rabbe

adonay elehenu adonay ehad

Sonuç olarak, Asaf Hâlet Çelebi, şiirlerinde bütün gelenek unsurlarından, Hind

mistizminden, tasavvufa, mitolojiye kadar bütün unsurları birleştirmeyi başarabilmiş ve

böylelikle Türk şiirinde kendine mahsus müstesna bir yer edinmiştir. Onun şiirleri bir dinsel

öğreti ya da felsefe öğretisi olmasa da ruha ve zihne hitap ederek ruhî dinginliğe ulaşmanın

kapılarını aralar.

KAYNAKÇA

Güngör, Semih Asaf Halet Çelebi, İstanbul, 1985.

Karakoç, Sezai. Hızırla Kırk Saat, İstanbul, 1995.

Levend, Agâh Sırrı. Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar,

İstanbul, 1980.

Macit, Muhsin “Modern Mistik Şiirin Ufukları: Sezai Karakoç’un Şiiri”, Yedi İklim,

126, İstanbul.

Miyasoğlu, Mustafa. Asaf Halet Çelebi, Ankara, 1993.

Necatigil, Behçet Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul, 1980.

Özpalabıyıklar, Selahattin. Asaf Halet Çelebi Bütün Şiirleri, İstanbul, 1998.

Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık, 1983.

14 A.g.e, s.108.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 11349

ulkucudunya@ulkucudunya.com