Dün hepimizi sildiler!
ERDAL GÜVEN 01 Ocak 1970
Dün yapılanın adı kitap yakmadır, kitap avıdır. Dijitaldir, post-moderndir, ama düpedüz kitap yakmadır bu.
Çıktığı ilk günden beri Radikal’de çalışıyorum. Ekim 1996’dan bu yana. Az badire atlatmadı bu gazete.
Muhabirleri, yazarları, yöneticileri hakkında kaç dava açıldı bilmiyorum. Aralarında hâlâ korumayla gezenler var. Telefonla, e-mail’le, gazete önünde bağırış çağırışla öldürme dahil, az tehdit almadık. ‘Kudretli’ makamlara çağrılıp az ‘uyarılmadık.’
Normaldi bu. Çünkü Radikal’in üzerine gittiği ‘mesele’lerden biri, Türkiye’deki insan hakkı ihlalleriydi. Ve bugün Türkiye insan haklarında 1990’lara göre bir nebze daha iyiyse, Radikal’in yaptığı haberlerin, attığı manşetlerin, yayımladığı yazıların da çorbada tuzu olduğunu herhalde kimse inkâr etmez. Bu tür gazetecilik, Türkiye gibi ülkelerde ‘sakıncalı’dır, hizaya getirilmesine uğraşılır.
Ama abartmaya gerek yok. Yaptığımız, yapabildiğimiz kadar gazetecilikti sonuçta, kahramanlık değil. Gelgelelim o bile yeterliydi onca badireyle karşılaşmak için. Evet az badire atlatmadı bu gazete…
Ve fakat dünkü gibisini anımsamıyorum. Dün polisler geldi bu gazeteye… Bugüne kadar hep içimizden birileri giderdi emniyete, savcılığa, mahkemeye. Bu kez onlar geldi ellerinde bir tebligatla. İlk kez...
Niye mi? Aramızdan birinin, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından, bir dönem aramızdan biri olmuş ve şu anda Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabının kopyasını silmek için!
Dolanıp durduk işlemin yapıldığı odanın içinde, etrafında. ‘Kapı gibi’ bir mahkeme kararı vardı ellerinde. Başka ne yapacaktık?
Daha da vahimi, aynı karar uyarınca, önceki gün ve dün söz konusu kitabı basmayı planlayan yayınevi iki kez basıldı. Ve orada da aynı silme işlemi yapıldı.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasıyla Ergenekon soruşturması bir kez daha rayından sapmıştı. İki gündür bir yayınevinde ve dün de
Radikal’de yapılan işlemlerse, soruşturmada bir ‘fikri sıçrama’ya, daha doğrusu bir ‘fikri düşme’ye işaret ediyor.
Şaka değil. Çıkmamış bir kitap ‘terör örgütünün propaganda malzemesi’ sayılıyor, yayınevine baskın düzenleniyor. Yetmiyor ‘kitap avı’na çıkılıyor, iz sürülerek kopyaları da imha ediliyor.
Alman filozof Heinrich Heine’nin meşhur lafıdır: “Bir ülkede kitaplar yakılmaya başlarsa insanların yakılması da yakındır.”
Dün yapılanın adı da kitap yakmadır, kitap avıdır. Başka bir şey değil. Dijitaldir, post-moderndir, şudur budur ama düpedüz kitap yakmadır bu. Bu ülkenin insanlarının elinden bir kitabı okuma hakkı, mahkeme kararıyla, polis zoruyla alınmıştır. 24 Mart 2011, Türkiye’nin utanç belleğine kazınacak bir gündür.
Yazıyı yazarken Manisa’da polisin işkence ettiği gençler için attığımız manşet geldi aklıma: ‘Bu cop hepimize.’ Evet o copun, kendini insandan sayan herkesin canını acıtması gerekiyordu.
Ahmet’in kitabını silenler, daha doğrusu o polislere bu talimatı verenler de hepimizin bilgisayarına girdi, hepimizin kitabını aldı gitti aslında.
Dün hepimizi sildiler!