Hamit Fendoğlu (Hamido) Suikastı (1978)
01 Ocak 1970
Fendoğlu’na Gönderilen Bombalı Paket
Cumhuriyetin ilânından 1980’e kadar Malatya’da CHP ağırlıklıydı. 1946’dan 1960’a kadar Malatya’nın milletvekillerinin tümünü CHP kazanıyordu. 1961’den 1980’e kadar yapılan milletvekili seçimlerinde Malatya’nın 6 milletvekilinin 4’ünü CHP, geri kalan ikisini de sağ partiler alıyordu. (1965 seçimlerinde 1 milletvekilini TİP almıştı.) Malatya’nın iki senatörünü de CHP alıyordu.
Malatya Belediye Başkanlığını, 1920’den 1977’ye kadar CHP adayları kazanıyordu. 11 Aralık 1977’de yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerini bağımsız aday Hamit Fendoğlu kazandı. Fendoğlu sağ görüşlüydü.
Fırat Nehri üzerinde Keban ve Karakaya Barajlarının yapılmasından sonra, baraj suyunun altında kalan yüzlerce köyün halkı Malatya’ya göç ettiler. Göçün altyapısı hazırlanmamıştı. Göçle gelenlerin büyük çoğunluğu varoşlara (gecekondu) yerleştiler. Bu insanlar, kent yapısıyla uyum sağlayamadılar. Ekonomik ve kültürel bunalımla karşı karşıya kalmışlardı. Göçün olumsuz etkilerinden doğan siyasal ve kültürel boşluğu, siyasal İslamcılar (tarikatlar) ile ırkçı-milliyetçiler doldurmaya, kente yeni gelen bu insanları siyasal düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalıştılar. İzinli-izinsiz sayısız Kuran kursu açıldı. Bu gelişmelerin sonucu Malatya’nın demokratik ve siyasal yapısında büyük değişimler oldu. Malatya İl Merkezinde güçlenen siyasal İslamcılar ve ırkçılar, Malatya’da Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı yaratmaya yöneldiler. Kent merkezinde işyeri açmış olan Aleviler, baskıyla göçe zorlanıyordu. Sık sık sağcılarla solcular çatışmaya; çeşitli mahalleler kurtarılmış bölge ilan edilmeye, faili meçhul cinayetler artmaya başladı. Mezhepsel ve etnik ayrışım ve saldırılar ilçe ve köylere değin uzandı. Hamit Fendoğlu, böyle bir ortamda (11.12.1977) bağımsız olarak Belediye Başkanlığı’na seçildi.
Hamit Fendoğlu, Malatya merkezine bağlı Burgurlu Köyü’nde dünyaya gelir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Malatya’ya taşınırlar, ama köyü ve mensup olduğu İzollu Aşiretiyle ilişkilerini ve bağını koparmadan sürdürür. Genç yaşta politikayla ilgilenmeye başlar. 1946’da DP’nin gençlik kollarıyla ilişkisi gelişir, partiye üye olur. Lise öğreniminden sonra çiftçilikle uğraşan Hamit Fendoğlu, renkli, hareketli kişiliğiyle Malatya’da isim yapar; etkin kişiler arasında yerini alır.
27 Mayıs 1960 darbesiyle DP kapatılır. DP’nin milletvekilleri, bakanları ve yöneticilerinin çoğunluğu gözaltına alınır. Hamit Fendoğlu da gözaltına alınarak Yassıada’ya gönderilir. Orada DP’nin üst yöneticileriyle birlikte yargılanır.
1965 Milletvekili Genel Seçimlerinde DP’nin devamı olan AP’nin listesinde Malatya Milletvekili seçilen Fendoğlu, 1969’a kadar Milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. TBMM’de Tabii Senatör Sıtkı Ulay’a, TİP Milletvekili Çetin Altan’a, İrfan Solmazer’e saldırır. Bu nedenle adı kavgacı olarak yayılır. Yakın arkadaşı olan gazeteci Abdullah Uraz, gazetedeki köşesinde Hamit Fendoğlu hakkında şunları yazar:
“... Sık sık çıkan kavgalarda buna dayanamayan Hamido, ön safta bu kavgalara karşın kendisini tutamazdı. Hakkında yayınlar başlar. O, bunlardan üzülür şöyle derdi: ‘Yahu bu işi anlamıyorum. Beni hadise makinesi gibi gösteriyorlar. Yahu siz ne biçim gazetecisiniz... Sizde Allah korkusu yok mu? Görmediniz mi? Ben mi olay çıkardım? Ben mi bir kimseye hakaret ettim? Tahrik ettim? Onlar tahrik edecek, küfür edecek, benim liderime, hatibime bunları yapacak, üstlerine yürüyecek... Sonra... Sonra ben de duracağım. Olur mu öyle şey? Bu Hamido’ya yakışır mı? Sonra da beni suçlu gösteriyorlar’...” (13)
Hamit Fendoğlu, hareketliliği nedeniyle AP yönetimiyle anlaşamaz, partiden ihraç edilir. Ferruh Bozbeyli’nin kurduğu Demokratik Parti’ye geçer. 1973 Milletvekili Genel Seçimlerinde bu partiden aday olur, ama seçimi kazanamaz. 15 Şubat 1975’de Malatya’da meydana gelen saldırıda yer alır. Tutuklanarak Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanır.
Fendoğlu, 1977’de yapılan seçimlerde MSP, MHP ve sağ güçlerin, örgütlerin desteğiyle bağımsız olarak Belediye Başkanlığını kazandı. Belediye Başkanı olduktan sonra siyasal İslamcılar ve milliyetçilerle (ülkücüler) arasının açıldığı söylentisi yaygınlaşıyordu. 1978’de Türkiye’de politik ortam oldukça karışıktı, sol ve sağ gruplar birbirleriyle kıyasıya çatışma içindeydi. Halk tedirgin, muhalefet partileri (AP, MSP, MHP) tahrik ediciydi. Siyasal iktidar (CHP) yetersizdi...
Böyle bir ortamda, Ankara-Emek PTT’sinden Hamit Fendoğlu adına bir koli gönderilir. Koli, Kasım Önadım adıyla gönderilmiştir. Kasım Önadım, Hamit Fendoğlu’nun çok sevdiği bir arkadaşı, dostudur. Koli, Malatya PTT’sine gelir; Fendoğlu 14 Nisan 1978’de koliyi aldırtır. İşlerin yoğunluğu nedeniyle koli birkaç gün belediyede kalır. 17 Nisan günü akşamı Fendoğlu koliyi arabasıyla evine götürür. O anı, Hamit Fendoğlu’nun eşi Mukaddes şöyle anlatmaktadır: “Hamit eve geldi. Elinde bir paket vardı. Çocuklar ‘Ne o dede?’ deyip etrafını sardılar. Hamit de ‘Kasım amcanız size çikolata göndermiş’ dedi.” (14)
Hamit Fendoğlu, koltuğuna oturmuş, kolinin ambalajını açmaya çalışıyordu. Kolinin kapağı açıldığında ani bir ses ve patlama binayı sarsar. Mutfakta bulunan eşi salona koştuğunda Hamit’in paramparça olduğunu, torunlarının ve gelinin de kanlar içinde yerde yattıklarını görür, korkunç olay karşısında ne yapacağını şaşırır. O sırada komşuları koşuşarak olay yerine yetişirler. Hamit Fendoğlu’yla aynı köyden ve yakını olan AP İl Başkanı Avukat Bayram Özcan da ilk yetişenlerden biridir. Avukat Özcan’ın anlatımından:
“Yakın komşuyuz. Olayı duyduğumda ilk yetişenlerden biriyim. Hamit parçalanmıştı, torunları ve gelini halen canlılardı. Onları bir an evvel hastaneye yetiştirmeye çalışıyorduk. O sırada evin önünde sayıları 100 kadar olan bir grup birikti, slogan atmaya başladılar. Bu acıya yenilerinin ekleneceğinden kuşku duyuyordum. Ölü ve yaralıları hastaneye yetiştirdik, maalesef yaralıları kurtaramadık. Biz bu telaşın içindeyken, hastanenin önünde sayılarının 1000 kadar olduğu tahmin edilen bir grubun toplanmış olduğunu, sloganlarla şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiklerini, sağa sola saldırdıklarını sonradan öğrendim. Kuşkularım daha da arttı. Malatya’nın yeni acılarla karşılaşmasını istemiyordum. Bu ülke, bu toprak, bu insanlar bizim. Uygarca ve hoşgörü içinde sorunlarımıza çözüm aramalıyız. Maalesef sağ-sol grupların çatışması hepimizi üzmektedir. Yarın nelerin olacağını tahmin etmiştim. Hastaneden şehir merkezine yürüyüşümde emniyetin ortalıklarda görünmemesi kuşkularımı daha da arttırıyordu. Hemen il yetkilileriyle görüştüm, önlem alınmasını önerdim, Hunharca yapılan bir katliamın sorumlularını Malatya’da aramak acelecilik olurdu...”
Malatya Cumhuriyet Savcısı Halim Karabeyoğlu: “Olayın olduğu gece Adalet Bakanlığı Müsteşarına olayları ayrıntılı olarak anlattım. Sıkıyönetimin mutlaka gerekli olduğunu da anlattım. İlgililere anlattım...” (15)
Malatya’da bulunan CHP senatörleri, düzenledikleri basın toplantısında Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının ölüm olayını kınayarak ertesi gün meydana gelmesi muhtemel olaylara yetkililerin dikkatini çekerek önlem alınmasını istiyorlardı. (16)
Hamit Fendoğlu ve yakınlarının ölüm haberi hemen İçişleri Bakanına bildirildi. Bunun üzerine Diyarbakır’da bulunan Emniyet Genel Müdürü Gündüz Atabek ve Jandarma Genel Komutanı Şahap Yardımcıoğlu uçakla Malatya’ya geldiler. Vilayette Vali, Emniyet Müdürü ve Jandarma İl Komutanı ortak toplantı yaparak önlemleri görüştüler.
Gelişmelerden kuşku duyan CHP Malatya İl Örgütü, demokratik kitle örgütleri, basın ve duyarlı kişiler, Başbakanı, İçişleri Bakanını, Valiyi ve diğer yetkilileri arayarak önlem alınmasını istediler. Bütün bu çabalar, “Sakin olunuz, tahriklere kapılmayınız, devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden gelecektir. Gerekli önlemler alınmıştır” yanıtıyla karşılaşıyordu.
Oysa katliamın olduğu gece, göstericilerin saldırı ve taşkınlıkları, ertesi günün nasıl olacağının işaretiydi. Bunca uyarılara ve saldırılara karşın önlem alınmaması düşündürücüdür. En azından yakın illerden güvenlik kuvveti istenilerek, şehrin giriş ve çıkışlarını denetleyebilirlerdi. Şehir merkezinde güvenlik güçlerinin sayısını artırabilirlerdi. Ama hiçbiri olmadı...
Bindirilmiş Kıtalar Görev Başında
18 Nisan 1978 Salı. Sabahın erken saatlerinden itibaren kente, komşu il ve ilçelerden, köylerden akın akın insan gelmeye başlamıştı. Gelenlerin bir bölümü belediyenin önünde, diğer bir bölümü de Samanpazarı’nda toplandı. Toplananların sayısı kısa sürede on bini aştı. Çoğu 15-20 yaşlarında gençlerdi. Gençlerin ellerinde özel hazırlanmış sopalar, zincirler, nacak gibi saldırı aletleri bulunuyordu. Yüzleri maskeli olan çok sayıda kişi de, toplanan grupların önüne geçtiler. Bir kol, Cezmi Kartay Caddesine yöneldi. Burada bulunan işyerlerinin çoğunluğu Alevilere aitti. Bir kol, Fuzuli Caddesine, bir kol Akpınar, Yoğurtpazarı, Mısırlı Çarşısı ve eski Halep Caddesine; bir kol da Turan Emeksiz Caddesine doğru “Kahrolsun Komünizm, katil Ecevit, Müslüman Türkiye, Dan Dan Hamido’ya intikam” sloganlarıyla yürüyüşe ve saldırıya geçtiler.
Göstericilerin önünde bulunan maskeliler, solcu ve Alevilere ait önceden işaretlenmiş işyerlerini göstererek tahrip ettiriyor, arkasından gaz dökerek yakıyorlardı. Yanan yağların, mobilyaların, halıların, deterjanların kokusu ve dumanı tüm Malatya’yı sardı.
Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin (CHP, TÖB-DER, TÜM-DER, Tütüncüler Derneği) merkez binalarıyla, Gayret, Görüş, Ekspres, Baydağı, Güneş Gazetelerinin matbaa ve idarehaneleri, Tekel bayileri, gazete bayileri yerle bir edildi. Rakı, şarap ve benzeri içkilerin satıldığı lokantaların, Tekel bayilerinin ve marketlerin önü kırılmış şişelerle, masalarla birbirine karışmıştı. Ateşe verilen bu yerlerden çıkan kokular insanları sersemletiyordu. Malatya’nın üstüne pis kokulu kara bir duman çökmüştü. Alçaktan uçan jetlerin sesleri karmaşa havasını artırıyordu.
Yeni katılanlarla göstericilerin sayısı 20 bine yaklaşıyordu. Denetim elden çıkmıştı. Artık kimin ne yaptığı bilinmez olmuştu. İşaretlenmiş işyerleri ve konutlar tahrip ve yağma edilerek ateşe veriliyordu.
Ortaklıkta başlarında maskeliler olduğu halde, ellerinde benzin bidonuyla dolaşan on binlerce saldırgandan başka kimse yoktu. Güvenlik güçleri de yoktu. Belki o gün izinlilerdi! Yalnızca jet uçakları alçaktan uçarak ve sesleriyle saldırganları caydırmaya çalışıyorlardı. Ancak bu bir işe yaramamıştı. Sokaklara dökülen eşyalar alev alev yanıyordu. Cadde ve sokaklar atılmış buzdolapları, mobilyalar, televizyon ve radyolar, içki şişeleri, yağ kutuları, kumaşlar, ayakkabılar, sebze ve meyveler, cam parçaları, kapı ve pencere kırıkları, gaz tüpleri, devrilmiş otolardan geçilmiyordu. İçin için yanan eşyalardan yükselen ağır ve değişik kokular ve kara duman göz açtırmıyordu. Ateşi söndürmeye gelen itfaiye araçları, hortumları kesilmiş olarak sokaklarda bekletiliyordu.
Şehir merkezinde sağlam yer kalmamış ve saldırganların da işi bitmişti. Bu kez mahallelere yöneldiler. Rastladıkları genç kızlara sarkıntılık etmeye, yaşlı kadınları dövmeye başladılar. Bu ortamda nereden geldiği bilinmeyen bir kurşun, saldırganlar arasında bulunan İnönü Üniversitesi öğrencisi Tahir Kökçü’yü kafasından ağır yaralamıştı. Hastaneye kaldırılan yaralı kurtarılamış ve yaşamını yitirmişti.
Olayları yatıştırmak amacıyla bir konuşma yapan Malatya Cumhuriyet savcılarından Necati Sezener ile Adıyaman‘dan gelen Jandarma Komando Birliği komutanı Yüzbaşı Arif Doğan saldırıya uğradı ve her ikisi de bıçak ve kurşunla yaralandı.
Malatya’nın etkin ailelerinden birine mensup olan Devlet Hastanesi Başhekimi Yüksel Fenercioğlu, olayları yatıştırmak, yakma ve yıkmayı önlemek amacıyla bir konuşma yapmak istedi, ancak gözlerini kin bürümüş maskeli saldırganlar yine saldırdı. Dr. Yüksel Fenercioğlu ve yanındakiler ateşli silahla yaralandı. Yaralılar Devlet Hastanesinde tedavi altına alındı.
Kalabalık bir grup, Alevilerin yoğun olduğu Ata (Haçova), Cemal Gürsel ve Başharık Mahallelerine doğru yürüyüşe geçti. Turan Emeksiz Caddesinin üzerinde bulunan yüzlerce işyeri ve evin camlarını kırarak eşyalarını sokaklara atıyor, gaz dökerek yakıyorlardı. Bu sırada bir apartmandan saldırganların üstüne ateş açılır. İki kişi yaralanır. Saldırganlar da apartmanı ateşe verirler.
Saldırganların geliş haberini alan üç mahallenin sakinleri sokak ve yollarda barikat kurarak güvenliklerini sağlamaya çalışırlar. Aralarında silahlı kimseler de bulunmaktadır. Yaşlılar, silahlı bir çatışma olasılığını ortadan kaldırmaya çalışıyor, “Komşular, gençler sizden ricamız, aman kimseye silahla karşılık vermeyesiniz, öldürmeye çalışmayasınız. Varsın evlerimizi, işyerlerimizi yağmalasınlar, yaksınlar. Evler yapılır, işyerleri yeniden açılır. Ama ölüm unutulmaz; kin ve kan davasına dönüşür. Malatya’da hepimiz (Alevi-Sünni, Türk-Kürt) komşuyuz. Her gün yüz yüze bakıyoruz. Şu kötü niyetlilere uymayınız, oyuna gelmeyiniz” diye gerginliği yatıştırmaya çalışıyorlardı.
Saldırganlar, Turan Emeksiz Caddesinde “Komünistlere ölüm, katil Ecevit, dan dan Hamido’ya intikam, Müslüman Türkiye” diye slogan atarak, önlerine gelen işyerlerini, konutları tahrip ediyor ve yakıyorlardı. Tam bu sırada askeri birlikler cemselerle olay yerine yetişerek, olası kanlı bir çatışmayı önlediler.
Saldırganların bir kolu, Malatya’nın büyük semtlerinden biri olan Sıtmapınarı’na yönelmişti. Burası, işçilerin yoğun olduğu bir semtti. Saldırganlar, yıka yaka Sıtmapınarı’na ulaştı ve Alevi ve solculara ait işyerlerinin tümünü tahrip etti.
Üç öğrencinin hunharca öldürülüşü
Çilesiz Mahallesi, Malatya’nın güneybatısında, bahçeli bir semttir. Kentin eski mahallelerinden biri sayılır. Yüzyıldan beri Alevilerle Sünniler iç içe yaşamaktadır. Mezhep sorunları yaşamadan ortak iş yapmışlar, az da olsa birbirlerine kız alıp-vermişlerdir. Karanlık eller durmaz ki; Hamit Fendoğlu’nun hunharca öldürülmesini fırsat bilenler saldırılarını bu semte de yönelttiler.
Çilesiz Mahallesi’nin halkı, Malatya Merkezi’ndeki saldırı olayını üzüntü ve kuşkuyla izlerken; mahallenin çocukları da bahçede top oynamaktadırlar. Saat 12.00’ye doğru bir araba, top oynayan çocuklara yaklaşır. Arabadan biri iner, “Naci, Sait, Özcan” diye ismen çağırdığı üç çocuğu arabaya alır ve uzaklaşırlar. Arkadaşları da, herhalde öğretmenleridir, bir yeri göstermek için götürdüler, düşüncesiyle başta ailelerine haber vermezler. Ama sonra kuşkulanırlar ve ailelerine bildirirler.
Götürülen çocuklar (Özcan Türksever, Sait Hazar, Naci Erguvanlı) 14-15 yaşlarında olup, Gazi Lisesinin öğrencileridir. Üçü de Alevi ailenin çocuklarıdır. Birkaç saat sonra acı haber gelir. Çocuklar önce işkence görmüş, sonra kafalarına sıkılan kurşunlarla öldürülmüştür. Katiller bununla da yetinmemişler, cesetleri, Malatya’ya 8 kilometre uzaklıktaki Beylerderesi’nde demiryolu tüneli önünde rayların üstüne bırakmışlardır. Üzerlerinden tren geçen cesetler paramparça olarak bulunmuştur. Çocukların aileleri, katillerin bulunması için kuşkulandıkları bazı isimleri ilgili makamlara vermişler, ancak sanki yer yarılmış katiller içine girmiş gibi, cinayetler yapanların yanına kar kalır.
Saat 16.30 sıralarında komşu illerden gelen askeri birlikler saldırganları ve saldırıyı denetim altına alırlar.
Celal Bayar ve Süleyman Demirel Malatya’da
Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının cenazeleri, Bulgur Köyü’ne götürüldü. Cenaze törenine katılmak üzere eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Esenboğa Havalimanına giderler. Ancak, olaylar nedeniyle Malatya Havaalanı hava trafiğine kapatıldığı için, Bayar ve parti başkanları, uzunca bir süre Havaalanının açılmasını bekler. Sonunda uçakla Malatya’ya, oradan da karayoluyla doğruca Bulgurlu Köyü’ne giderler.
Celal Bayar, bir gazetecinin sorusu vesilesiyle değerlendirmesini yapar: “Bu münasebetle tekrar edeyim ki, bugünkü tutumla anarşi dediğimiz milletlerarası ihtilalci komünizmin önüne geçilemez. Ancak bu mesele, komünizm tehlikesine inanmış olan kimselerin, alacakları çok ciddi ve şumullü tedbir ve icraatları ile hal ve tasfiye olunur.” 17 Celal Bayar, bir zamanlar “Kışla birlikte komünizm gelecek” demişti.
Cihad ve din
Hamit Fendoğlu’nun ölümünden iki gün önce Bilim ve Kültür Derneği adlı bir kuruluş, Malatya’da “Milletim Uyan” başlıklı bir bildiri dağıtır. Bildiride şu ifadeler yer almaktadır:
“Milletini seven subay, öğretmen, memur, talebe, işçi, köylü, kendini devletin, milletin temiz ideallerine adayan değerli kardeşlerimiz, komünistler tarafından kahpece şehit edilmişlerdir. Müslümanlar, bizi yok etmeye yönelen İslam ve millet düşmanlarının karşısında, müdafaa kavgasında birleşelim. İçinde bulunduğumuz zor günler, bütün Müslümanları bir araya getirmelidir. Vedatlar, İbrahimler; sizlerin bıraktığınız yerden davamız daha da yükselecek, komünist katillerden intikamınız mutlaka alınacaktır.” (18)
18 Nisan günü, Malatya’da saldırı başladığı saatlerde Belediye hoparlöründen Kuran okumaya başlanır. Kuran’ın okunmasından sonra sağcı bir grubun hoparlörden yaptığı “Din elden gidiyor. Camilere de bomba konuluyor” anonsları aralıksız akşama kadar sürmüştür. Böylece halkın dini duyguları kışkırtılarak katılımın çoğaltılmasına, saldırıların yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. “Güçlü devlet”in Malatya’daki temsilcileri ise bu tahriklere seyirci kalmıştır.
Olay gecesi
18 Nisan’ı 19 Nisan’a bağlayan gece, sağcı ve solcular, olası bir saldırının korkusunu yaşıyorlardı. Kimi mahallelerde azınlıkta olan Aleviler, Alevilerin yoğunlukta olduğu ‘Cemal Gürsel, Ata, Samanlı, Özalper, Çavuşoğlu, Başharık Mahallelerine sığınarak kendilerini güvenceye almaya çalışıyorlardı. Tüm mahalle ve sokaklarda nöbet tutuluyordu. Aleviler ve solcular, olası bir saldırıda haberleşmek üzere birbirlerinin telefonlarını alıyorlardı. Sokaklardaki nöbetlerin yanı sıra, evlerde de nöbet tutuluyordu. Silahlı olmayanlar mutfak bıçaklarını, tahra, balta gibi kesici aletlerini yanlarında bulunduruyorlardı. Evlerin ışıkları söndürülmüştü ve insanlar yangına karşı kendilerince önlemler almışlardı. Az da olsa bazı kişiler, gecenin karanlığında evlerinin yol cephesini yeşile boyamışlardı. Kimi evlerin pencerelerinde ise, “Bu evde Hamido’nun yası var” yazılı kağıtların asılı olduğu görülüyordu. Telefonla mahalleler arası haberleşme aksamadan sürdürülüyordu.
Gece yarısı olmuştu ki, bazı mahallelerden silah sesleri duyulması heyecan ve korkuyu doruğa çıkardı. Telefonlaşmalar, çeşitli yollarla haberleşmeler ve bilgi alma çabaları yoğunlaşmıştı. Gözü yaşlı anneler, bebelerini katliamdan nasıl kurtaracaklarının umutsuz çareleri üzerine kafa yoruyordu. Kimi kadınlar ise, erkeklerin yanında çatışmaya hazırlanıyorlardı.
Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin yangını devam ediyordu. Karanlığı artıran ağır ve kokulu bir dumanla kaplı gökyüzü, korkuyu artırıyor, tehdidi insanların yanan genizlerine ulaştırıyordu. İlk gece, önemli bir olay yaşanmadan ama herkesin tetikte olduğu bir şekilde geçti.
Ertesi günün gazetelerinde saldırıya ilişkin manşetler şöyleydi:
* Bine yakın işyeri yakılıp tahrip edildi. Polis ve Jandarma müdahale etmeyince Jetler uçuruldu. (Son Havadis, 19. 04. 1978)
* Fendoğlu’nun mensubu olduğu Bulgurlu Aşiretlerinden onbinlerce kişinin şehre girmesiyle büyüyen olaylar sırasında bin kadar işyeri ve ev kundaklanarak, 3 kişi öldürülmüş, 30 kişi yaralanmıştır. (Tercüman, 19. 04. 1978)
* Dün sabah erken saatlerde çoğunluğu köylerden gelen ellerinde uzun sopa ve zincir bulunan binlerce kişi şehir içinde gösteri yaptılar. Polisin kendilerine karşı koymaması sonucu, birçok işyeri tahrip edilerek yakıldı. (Hürriyet, 19. 04. 1978)
* Malatya, saldırgan gruplar tarafından savaş alanına çevrildi. (Cumhuriyet, 19.04. 1978)
* Malatya’da en az 700 işyeri tahrip edildi. Belediye hoparlörlerinden “Din elden gidiyor, camilere bomba konuluyor” anonsları yapıldı. (Milliyet, 19. 04. 1978) (19)
Saldırganlar Mahallelerde
Beydağı tepelerinde kente ulaşan güneşin ışıkları, yangının karabulutunu delerek tahrip edilmiş ve yakılmış yerleri aydınlatmaya çalışıyordu. Yeni bir günün sabahında, geceyi ayakta nöbet tutarak geçirmiş olanlar, görevlerini yenilere bırakıyordu. Mahallelerden ya da sokaklardan birer temsilcisi, yakılan ve tahrip edilen yerleri görmek, ayrıntılı bilgiler getirmek üzere, şehir merkezine gönderildi. Kimi işyerlerinin sahipleri de enkazı temizlemeye, arta kalan eşyalarını toplamaya gelmişti. Caddeler, sokaklar dükkan ve işyerlerinden çıkarılmış kırık dökük ve yanık eşya kalıntılarıyla doluydu. Yangın için için devam ediyordu. Kokudan ve enkazdan geçilmiyordu. Askeri birlikler ve güvenlik güçleri tam teçhizatla ikişer ikişer dolaşıyorlardı. Motorize birlikler de caddelerde ve mahalle aralarında devriye geziyorlardı.
Şehir merkezinde tahrip edilen ve yakılan işyerlerinin önü ile, cadde ve sokaklar insanla dolmuştu. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyordu. En ufak bir tartışma kanlı olaylara dönüşebilirdi. Böyle bir ortamın yaratılmasının sorumluluğunu kimse üstlenmek istemediğinden olacak ki, kimse kimseyle konuşmak istemiyordu.
Saldırganların, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere yöneldiği haberi fısıltıyla yaygınlaşınca; şehir merkezi yavaş yavaş boşalmaya başladı.
Beydağı Mahallesi, Beydağı’nın batı cephesinin dik yamaçlarına yerleşiktir. Buraya yerleşenlerin çoğunluğu Elazığ, Tunceli, Sivas, Adıyaman’ın köylerinden gelenlerdir. Varoş olarak (gecekondu) tanınan bu mahallenin kanalizasyonu, suyu, yolu yoktur. Cemal Gürsel Mahallesi de aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Bu mahalleler, gecekonduların tüm tipik sorunlarını yaşayan, işsizliğin kol gezdiği, yoksulluğun bel büktüğü yerlerdir. Böyle bir ortamda tarikatların, milliyetçilerin, solcuların egemenlik yarışına girmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Silahlı çatışmanın patladığı haberi ilk bu semtten geldi. Beydağı Tepesinden bir grubun otomatik silahlarla ateş açması üzerine, mahalleden, adeta “Geleceğiniz varsa, göreceğiniz de var” dercesine, silahını eline alan rasgele ateş eder. Binlerce mermi sıkılır. Bu sırada 10-15 kişi de yaralanır. Haberi alan askeri birlikler olay yerine yetişirler. Tepeden ateş edenler, Beydağı’nın yükseklerine doğru kaçışırlar. Mahalle içindekiler de kaçışarak görünmemeye çalışırlar. Beydağına kaçmak isteyenler, havadan izleyen helikopterin yardımıyla silahlarıyla birlikte yakalanırlar. Yakalananların sağ gruptan olduğu söylenir. Bu arada, güvenlik güçleri tarafından mahallede de arama yapılır, çok sayıda kişi gözaltına alınır. Aramada bol miktarda silah ve mermi ele geçirilir.
Beydağı, Başharık ve Cemal Gürsel Mahallelerinde silahlı çatışma çıktığı sırada, Başharık’ın Yakıncı Sokağında oturan biri dışarı fırlayarak, “Ey Müslümanlar ve duruyorsunuz, Aleviler ve komünistler yukarıda yüzlerce Müslümanı öldürdüler. Dernek kanalı cesetlerle dolu...” diye bağırır. Bunun üzerine, bağıranın karşı komşusu ve mahallede “Babaanne” olarak tanınan, namazlı, aptesli yaşlı bir kadın dışarı çıkar ve “Ulan sahtekâr, yalancı, sen evindeydin. Silah sesleri ta uzaklardan geliyor. Kapı komşularını birbirlerine mi düşürmek istiyorsun?” diyerek eline aldığı taşla adamın arkasına düşer. Eğer o yaşlı anne olmasaydı, belki bu sokakta da çatışma çıkmıştı.
Bu kez kötü haber Çavuşoğlu Mahallesinden geldi. Habere göre, bu mahallede silahlı çatışma çıkmıştı. Çavuşoğlu Mahallesinde oturanların yüzde 80’i Alevi kökenlidir. Sağcı bir grup mahalleyi silahla basar, belirli yerlere ateş ederler. Mahalleden de karşılık verilir. Az sonra olay yerine yetişen polisin, saldırganların peşine düşeceğine, mahallenin içine dalarak evleri aramaya başlamasından yararlanan sağcı grup kayıplara karışır. Mahalle sakinleri, polisin yanlı tutumunu protesto ederek “Bizim evlerimiz burada, önce burayı basıp ateş edenleri, evlerimizi yakanları yakalayın” diye sert tepki gösterirler. Silahlı saldırı sırasında mahalleli gençlerden 16 yaşlarındaki Aziz Yüce bacağından yaralanmış, birkaç ev de ateşe verilmiştir. Polis yanlı tutumunda kararlıdır, evleri aramaktan vazgeçmez. Bazı evlerde silah ve mermi ele geçirilir. Ayrıca mahallede kırk kişi de gözaltına alınır.
Özalper (Samanharkı) Mahallesi de sağcı bir grubun silahlı baskınına uğrar. Saldırganlar, bazı işyerlerinin ve evlerin camlarını kırar. Konutlardan da silahla karşılık verilmiş, ardından saldırganlarla mahalleli, sokakta taş ve sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Çok sayıda kişi yaralanır; Polis, silahlı ve sopalı sağcı grupları görmezlikten gelerek; işyerleri ve evleri saldırıya uğrayanları toplamaya yönelir. Bu kez polise karşı tepki yoğunlaşır. Bu sırada olay yerine askeri birlik yetişir, mahalleyi kontrol altına alır. Yapılan aramalarda silah ve mermi ele geçirilir, bunları taşıyan ya da bulunduranlar da gözaltına alınır.
Özalper Mahallesinde, saygınlığıyla tanınan Yusuf Güzel tepkisini dile getiriyordu: “Hamido’nun ve yakınlarının ölümü hepimizi çok üzmüştür. Ama mahallede oturan Alevilerin suçu nedir? İki gündür evlerimizi, işyerlerimizi tahrip ettiler, yaktılar. Kanlı bir olay çıkmasın diye gençlerimizi evlerde tutarak dışarı bırakmadık. Onların canı varsa, bizim de var. Bir yanda faşistler saldırıyor, bir yanda polis bizi eziyor. Böyle devlet, adalet olmaz. Bizi canımızdan bezdirdiler.”
Kalender Ağdaş isimli yaşlı bir vatandaş da, bir polis yetkilisiyle tartışıyordu. “Memur bey, iki-üç gündür var mıyız, yok muyuz. Gözümüze uyku girmedi. Şu karşıdaki evlerin, şu yukarıdaki evlerin, şu sokaktaki evlerin tümü Sünni. 30-40 yıldan beri komşuyuz. Aramızda değil mezhep, çocuk kavgası bile olmadı. İki günden beri Alevilere, solculara ait ev ve işyerlerimizi yaktılar. Kanlı olay olmasın diye çocuklarımızı, gençlerimizi sokağa bırakmıyoruz. Faşistler silahla kollarını sallayarak geliyorlar, dükkanları, evleri yakıyorlar, tahrip ediyorlar. Polisler de geliyor, onları değil, suçlu diye bizi alıp götürüyorlar. Devlet, Alevilere, şehirde işiniz yok, işyeri açamazsınız, işçi olarak çalışamazsınız, çocuklarınızı okutamazsınız, yeniden köylerinize gidin, davar-sığır güdün desin. Bu nedir? Faşistler uzaklardan gelip bize saldırıyor, ateş ediyor. Polis geliyor bize saldırıyor, bizi toplayarak götürüyor...”
Mahallelerde silahlı çatışmaların yoğunlaştığı haberleri yaygınlaşıyordu. Olayın birinci günü Çilesiz Mahallesinde bahçede top oynayan üç lise öğrencisi kaçırılmış ve işkenceyle öldürülmüşlerdi. Öldürülen bu gençlerin cenaze törenine on bin kadar kişi katılmıştı. Cenaze törenine katılan kadınlar gözyaşlarıyla ağıt söyleyerek, yaşlılar suskun, gençler slogan atarak yürüyorlardı. Güvenlik güçleri, kortejin yolunu değiştirmek için engellemeye çalışmıştı. Kortejdekiler de direniyor ve belirlenen güzergâha gitmek istiyorlardı. Güvenlik güçleriyle kortejdekiler arasında sert tartışmalar, itişmeler de olmuştu. Güvenlik güçleri, bazı gençleri gözaltına almaya kalkışınca, tartışmalar daha da sertleşiyordu. Askeri birliklerin devreye girmesiyle olay tatlıya bağlandı. Cenazeler, Kuyuönü Mezarlığında toprağa verildi. Tam bu sırada Cemal Gürsel Mahallesine silahlı saldırı düzenleyen sağcı bir grupla solcular arasında çatışma başlamıştı. Binlerce merminin sıkıldığı çatışmada 10 kadar kişi yaralandı. Askeri birliklerin yetişmesi üzerine çatışan gruplar kaçışmaya başladılar. Çok sayıda kişi gözaltına alındı. Aramalarda bol miktarda silah ve mermi yakalandı.
Çatışmaların çıktığı mahallelerin tümü Alevilerin yoğun olduğu yerlerdi. Başka yerlerden gelen sağcı gruplar silahla saldırıyor, güvenlik güçleri gelince kaçışıyorlardı. Güvenlik güçleriyse kendini savunan mahalle halkını gözaltına alıyordu. Tüm bunların, Alevileri gözaltına almak için hazırlanmış bir oyun olduğunu düşünenler de olmuştu. Çünkü silahla saldıran sağcılar nedense yakalanmıyordu. Yakalanan az sayıda sağcıyı da askeri birlikler ele geçirmişti.
19 Nisan akşamı, güvenlik güçleri ve askeri birliklerin ortaklaşa çabalarının sonucu olaylar denetim altına alınmıştı. Ama korku ve kuşkular günlerce sürdü. Mahalle, sokak ve ev nöbetleri devam etti.
İçme suyuna zehir konulması
İki günden beri devam eden saldırının, işyerlerinin ve konutların yakılıp yıkılmasının yarattığı sinir gerginliği, korku ve heyecan sürüyordu. Bu gece ve yarın neler olabileceği olasılıkları üzerine tahminler, yorumlar yapılıyordu. Tam bu sırada, şehrin içme suyuna zehir konulduğu haberi kısa süre içinde tüm kentte yayıldı. Bilinmeyen biri tarafından, emniyete, bazı kurumlara ve basına telefon edilerek içme suyunun bulunduğu ana depoya çok miktarda zehir atıldığı bildirilir. Bunun üzerine Valilik, her olasılığı düşünerek tahlil sonuçları gelinceye kadar kent suyunun içilmemesini anons eder.
İki-üç günden beri uykusuzluğun ve olumsuz ortamın gerginliğinden rahatsız olan bazıları zehirlendikleri şüphesiyle hastanelere başvurur; hastanelere kasıtlı olarak başvuranlar da olmuştur. Haber üzerine 8. Kolordu Komutanı, Sağlık Müdürünü de yanına alarak, tüm hastaneleri bizzat dolaşmış, hastalarla görüşmüş; hastane yetkililerinden bilgi almıştır. Kolordu komutanı ayrıca kentteki resmi, özel ve askeri hastanelerden suyun tahlilini istemiştir. Kısa süre sonra tahlil sonuçları rapor halinde gönderilir. Gelen raporların tümünde içme suyunda zehirli maddelerin bulunmadığı belirtilmiştir. Ancak Türkeş’i Malatya’ya geldiğinde evinde konuk etmiş olan Muhittin Turgut’un sahibi olduğu “Doğu Özel Hastanesi”ne zehirlenme şikayetiyle 200’e yakın başvuru olduğu, Muhittin Turgut’un gelenleri geri göndermediği, zehirlenme belirtilerini teyid ettiği, fakat böyle bir şeyin şimdilik olanaksız olduğu bildirilmiştir. (20)
Silah kaçakçıları devrede
Malatya’da silah kaçakçılığı yapan bir şebekenin Sünni elemanlarının, Sünni mahallelerinde tanıdıklarının aracılığıyla “Alevilere dışarıdan çok silah geldi. Saldırıya hazırlanıyorlar” diye söylenti çıkardığı, bu duruma karşı önerilerde de bulunduğu bildiriliyordu. Bu kişilerin şöyle konuştuğu anlatılır: “Bir Müslüman olarak, zorumuza gitti. Böyle bir gün ve ortamda Müslümanlara yardımcı olmazsak, Müslümanlığımızdan şüpheleniriz. Sağdan-soldan silah temin ettik. Size istediğiniz kadar silah vereceğiz. Para önemli değil, elinize geçtiğinde ödersiniz.”
Aynı şebekenin Alevi ortaklarının da, Alevilerin yoğun olduğu mahallelere giderek aynı biçimdeki söylemlerle güya yardımcı olmaya çalıştığı belirtilir. Kaçakçılar, böylece silahlarını, o günün fiyatlarının 3-4 kat üstünde pazarlama imkanı bulmuşlardır.
Hamit Fendoğlu’nun eşi hükümetin telgraflarını kabul etmiyor
Hamit Fendoğlu’nun eşi Mukaddes Hanım, saygın bir ev hanımıdır. Konukseverdir. Her akşam evinde en azından üç-dört konuğu bulunmaktadır. Tatlı dil, güleryüzle konuklarını, komşularını, arkadaşlarını memnun etmeye çalışır. İnsanlar arasında ayırım gözetmeden, fakir-zengin demeden herkesi aynı gözle görür, sever ve yardım elini uzatır. Çevrede sevilen bir hanımefendidir.
Mukaddes Hanım, eşinin, gelininin ve torunlarının acısını yaşarken Malatya’da işyerlerinin tahrip edildiğini, yakıldığını, üç öğrencinin öldürüldüğünü duyduğunda, “Bunlar olmamalıydı. Acımıza yeni acılar eklenmemeliydi. Biz ve Malatyalılar böyle acıyı hak etmemiştik” diye üzüntülerini belirtmiştir.
Hamit Fendoğlu’nun ve yakınlarının katledilmesinden dört gün sonra Başbakan Bülent Ecevit ile İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Fendoğlu’nun eşine birer başsağlığı telgrafı göndermişlerdir. Mukaddes Hanım, gelen her iki telgrafı da almaz ve gerekçesini şöyle belirtir:
“Bu suikast bir Kotil’e (İstanbul Belediye Başkanı), bir Dinçer’e (Ankara Belediye Başkanı) yapılmış olsaydı, Ecevit’in temsilcisi veya kendisi o cenaze töreninde bulunmaz mıydı? Bu acılı gönlümle Ecevit’e soruyorum: Eşimin cenaze törenine hükümeti temsilen kim gönderilmiştir?
“Hükümetin İl’deki temsilcisi Vali bile başsağlığı ziyaretine dört gün sonra gelmiştir. Ecevit iktidar olurken; ‘Analar ağlamayacak, göz yaşlarımız dinecek’ demişti. Şimdi anneler değil, babalar, babaanneler, kayınvalideler de ağlıyor..” (21)
Bir Bilanço
17 Nisan 1978 akşamı başlayan saldırı, tahrip ve silahlı çatışma; 20 Nisan akşamına kadar sürdü. Ancak üç gün içinde denetim altına alınabildi. Bu süre içinde 8 kişi ölmüş, 20’si ağır olmak üzere 100 kişi yaralanmış, 100 işyeri ve konut tamamen olmak üzere, toplam 960 işyeri ve konut tahrip edilmiştir. Olaylar sırasında onlarca oto da zarar görmüştür.
Bazı işyerlerinde yangının halen devam ettiği 20 Nisan günü şehir merkezindeki enkazı kaldırma çalışmaları başlatıldı. Cadde ve sokaklar ancak iki günde temizlenebildi. Bir yandan enkaz kaldırılıyor, bir yandan da mahkeme kanalıyla hasar tespiti yapılıyordu. Hasarın o dönemin değeriyle 100 Milyon TL olduğu belirlenmiştir. Ancak devlet 60 Milyon TL ödemiştir.
Doğu illerine gönderilen bombalar
Hamit Fendoğlu’na gönderilen bomba dışında, birbirinin benzeri ve ağırlıkları 1 kilo 350’şer gram, ambalajları da aynı olan üç paket daha 7 Nisan’da Ankara’dan postaya verildi. Bombalı paketler, Kahramanmaraş’ın Pazarcık İlçesi CHP İlçe Başkanı Memiş Özdal’a (Alevi), Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Aksu’ya ve Ahmet Akalın adında Adanalı bir işadamına gönderilmiştir.
Pazarcık’taki alıcı Memiş Özdal kuşkulanır ve paketi almaz. Postaneye getirilen paketi burada iki memur açar. Açılır açılmaz meydana gelen patlama sonucu, bir memur parçalanarak yaşamını yitirirken, diğeri de ağır yaralanır.
Adıyaman ve Adana’ya gönderilen paketlere, alıcılarına ulaşmadan İçişleri Bakanlığınca el konulur. Uzmanlar tarafından röntgen ışınlarıyla incelenen paketlerde bomba olduğu belirlenir ve paketler imha edilir.
Yapılan inceleme sonucu, bu paketlerdeki patlayıcıların, daha önce İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine atılan bomba ve ADMMA yakınlarında atılarak 5 kişinin yaralanmasına neden olan bombalarda kullanılanla aynı olduğu belirlenmiştir. Bombaların dinamit üzerine demir çubuklar ve şarapnel parçaları konduktan sonra telle sarılarak yapıldığı, ateşleme piminin kutunun kapağına bağlandığı saptanmıştır.
Uzmanlar, herhangi bir yerde yapılmasının mümkün olmadığını belirttikleri bu türden patlayıcıların ancak Atom Enerjisi Araştırma Merkezinde yapılabileceğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Ankara Nükleer Araştırma Merkezinde arama yapılmıştır. Bu merkezde çalışanların büyük çoğunluğu Ülkü Ocaklıdır. Ülkü Ocaklarının eski Genel Başkanı Muharrem Şemsek de burada çalışmaktadır. Muharrem Şemsek ve birkaç arkadaşı gözaltına alınır ve Nükleer Araştırma Merkezi de bir süre için kapatılır. Muharrem Şemsek ve arkadaşları daha sonra mahkemece serbest bırakılır. (22)
Bombalı paketler neden Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gönderilmiştir? Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da feodal yapı (aşiret, şıhlık, tarikat, ağalık) ağırlıktadır. Mezhep, Kürt-Türk çelişkisi bulunmaktadır, Bu yapının her an kavgaya hazır olduğu beklentisiyle bu bölgeler seçilmiştir. Amaç, bölgede karışıklık çıkarmak, kavga ve çatışma ortamının fitilini ateşlemektir. Böylesine profesyonel planlar, PTT organizasyonun kullanılması, sıradan örgütlerin işi değildir. Bunlar ancak, deneyimli, çok ilişkili kurum ve örgütlerin yapabileceği eylemlerdir, hazırlıklardır. Hamit Fendoğlu’nun ölümüne neden olan bombanın sırrı hâlen çözülmüş değildir.
“Hamido ile iki torununun ve gelininin katliyle ilgili suikastın, solcuların ve onlarla işbirliği halindeki bölücülerin eseri olduğuna dair bir bant gazetemizce ele geçirilmiştir.” (23)
Ortadoğu Gazetesi böyle yazıyordu. Ama aradan tam 20 yıl geçmiştir. Ortadoğu Gazetesinin ele geçirdiği söylenen bant nerededir? Niçin bu bant alınıp çözülmemiş, olay ortaya çıkarılmamıştır? Gazetenin ele geçirdiği ileri sürülen bant gerçekse, açıklanmasında bir sakınca mı vardır? Bombanın ve katliamların arkasında güçlü örgütler mi var? Bombalar Ankara Nükleer Enerji Araştırma Merkezi’nde mi imal edildi, eğer öyleyse bombalar kimler tarafından imal edildi, kimlere verildi? Birbirini izleyen sorular...kuşkular.. susan iktidarlar... tartışılan Kontr-Gerilla örgütü ve CIA...
Politikacıların söz düellosu
Başbakan Bülent Ecevit: “Malatya olayının rastlantı olmadığı, ülkede kutuplaşmayı körüklemek isteyen güçlerin, örgütlerin payının olduğu söylenmektedir. Muhalefet partileri Malatya’daki olaylara tam olarak temas etmemişlerdir, çünkü taraf tutmaktadırlar... Barışa razı olmayanlar vardır...” (24)
Tekin Erer (Son Havadis Gazetesi): “Komünist ve anarşist elbette bomba atacak, elbette yurtta huzursuzluk çıkaracaktır. Onun görevi esasen budur. Böyle olmazsa zaten biz onlara anarşist ve komünist damgasını vurmayız. Komünist ve anarşistlerin yurdu karıştırmak, milleti bölmek sabotajlar yapmak, cinayetler işlemek görevidir. Onların işi bu” (25)
Yaşar Okuyan (MHP Genel Başkan Yardımcısı): “Komünist alçaklar tarafından hunharca öldürülen Malatya Belediye Başkanı, değerli dava insanı merhum Fendoğlu’nun gerçek katillerini CHP iktidarı himayesine almaktadır. Ve milliyetçilere iftira savurmaktadır...” (26)
Süleyman Demirel (AP Genel Başkanı): “Hadiselerin altında komünizm, yıkıcılığın ve bölücülüğün bulunduğunu henüz hükümet hiç dillerine almıyor. Türkiye’yi rahatsız eden gerçek sebep budur... Bu olayların gerçek sebebini anlamaktan aciz bulunan hükümetin gaflet uykusundan uyanması için daha kaç vatandaşımız can verecektir? Bu hükümet gaflet uykusundadır...” (27)
Alpaslan Türkeş (MHP Genel Başkanı): “Ecevit ve İçişleri Bakanını, bizim hakkımızda ima yolu ile de olsa öne sürdükleri iddialarını ispata davet ediyorum. Bu iddialarını ispat edemedikleri takdirde dünyanın en alçak ve en şerefsiz insanları olacaklardır...” (28)
Görüldüğü gibi, siyasi partilerin lider ve yöneticileri, bu katliamların, olayların neden ve niçinlerini araştırmadan, önleyici çözüm önerileri üretmeden; demagojilerle birbirini suçlamaktadırlar.