« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2011

KELÂM’DA EFDALİYYET MESELESİ ve İBN KEMAL’İN “EFDALİYYETU MUHAMMED” RİSALESİ

Salih Sabri YAVUZ 01 Ocak 1970

ÖZET

Tafdil konusu kelam literatüründe daha çok hilafet tartışmaları

bağlamında esas alınmıştır. Bununla beraber konu, peygamberlerin

fazileti, peygamberlerin meleklerle mukayesesi gibi teolojik tartışmalara

vardırılmıştır. Hz. Muhammed’in diğer peygamberlere üstünlüğü

de bu bağlamda tartışılmıştır. Osmanlı âlimi İbn Kemal, İsa’nın

Muhammed’den üstün olduğunu savunan Molla Kabız’a cevap

vermiştir. İbn Kemal düşüncelerini “Afdaliyya tü Muhammed”

isimli risalesinde açıklamıştır. Bu risaleyi, farklı nüshalarını araştırarak

neşrettik ve tafdil meselesi bağlamında kısaca değerlendirdik.



I. Giriş

Efdaliyyet meselesi İslam akaid sistemi içerisinde doğrudan

bulunması gerekli bir konu olmamakla birlikte bir taraftan nübüvvet

meselesiyle bağlantılı olarak ele alınmış ve gittikçe alanı genişletilmiştir.

Kelam eserlerinin tarih içinde uğramış olduğu muhteva değişikliği

dikkate alındığında bunun böyle olduğu görülmektedir. Aslında

konunun genişleyen çerçevesi İslami disiplinlerin birbirleri arasındaki

meşruiyet iddiasının bir yansıması olarak da görülebilir. Dolayısıyla

alan genişlemesi de bununla bağlantılı olmuştur. Bu bağlamda

peygamberlerle melekler arasındaki mukayese, peygamberlerin

kendi aralarındaki mukayeseyle devam etmiş, Şia düşüncesindeki

imamların ismeti (günahsız olmaları) doktrini, Peygamberlerin ismetine

alternatif görülmüş veya en azından böyle bir düşünceyi çağrıştırmış

ve neticede bu düşüncedeki imam ile peygamberler arasında

bir kıyaslama yapılmasına sebep teşkil etmiştir.

Diğer taraftan Hz. Peygamber’den sonra din konusunda yetkinin

kimde olması gerektiğine dair meşruiyet çabaları da konunun tartışılıp

değerlendirilmesine sebep olmuştur.. Bu çabanın içinde, özellikle

Şia’nın bunu aynı zamanda siyasal düzlemde ele alması ve söz konusu

etmesi, konunun derinleşmesine zemin teşkil etmiştir. İslami disiplinler

arasındaki metot farklılığı, bu farklılığın ortaya çıkardığı değişik

düşüncelerin ve bu düşüncelerin somutlaştığı şahsiyetlerin

meşruiyeti de bu türden değerlendirmelerin yapılmasına katkıda bulunmuştur.

Bu meyanda felsefi zeminde bilginin temsilcisi durumundaki

filozof ile peygamber, tasavvufi alanda da ilahi bilgiyi elde

etme imkânına sahip olmakla nitelendirilen veli ile peygamber mukayesesi

de efdaliyyet düşüncesinin yansıması olarak görülebilir. Özellikle

Peygamberliğin alameti olarak görülen mucize ile velayetin

göstergesi olarak sunulan keramet de bu düzlemde düşünülebilir.

Efdal kelimesi artmak, fazla olmak, üstün olmak anlamına gelen

“fzl” ( ??? ) kelimesinden türemiş bir sıfat kalıbı olup “en üstün olma,

bir kimsenin diğerinden üstün olması gibi anlamlarına gelir.1 Kelam

literatüründe ise efdaliyyetten maksat aslında “Allah katında sevabı

en çok olmak” anlamında değerlendirilmiş2 olmasına rağmen, daha

sonra bu bağlamdan çıkarılarak her türlü şahsi ve zati özelliklere

kadar vardırılmıştır. Mukayeseye konu olan melek-peygamber, peygamber-

imam gibi varlıkların mahiyeti ve fonksiyonları düşünüldüğünde,

böyle bir mukayesenin temelde bir dayanağı olmadığı açıkça

görülür. Çünkü bu varlıklar dikkate alındığında, her birinin görevi,

fonksiyonu ve kategorisi birbirinden farklı olduğu açıktır. Bu itibarla

en azından denk olmayanlar arasında böyle bir mukayeseye gidilme-

1 İbn Manzur, Lisanü’l-arab, “fdl” mad., Beyrut, X, 280.

2 es-Semerkandî es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 494.



si uygun değildir. Ancak yukarıda zikrettiğimiz sebeplerin buna etkisi

olmuştur. İlk bakışta nasların karakterlerinde böyle bir mukayese

fikri olduğu göze çarpmaktadır. Dolayısıyla bu nasların delaletleri

düşünüldüğünde, bunu da mukayese fikrinin ortaya çıkışında etken

olduğu düşünmek mümkündür. Kelam eserlerinde peygamberlerin

kendi aralarında, peygamberlerle melekler arasında ve bunlarla diğer

insanlar arasında, kısaca varlık mertebeleri arasındaki bu üstünlük

tartışmalarının yanı sıra hilafet tartışmalarının ana merkezi de bu

esastan hareketle yapılmıştır. Hilafete ya da imamete layık olmak

dinin bir unsuru olarak algılanmış ve dini açıdan fazilet sahibi olma

bu işe layık olmanın temeli olarak görülmüştür. Ancak biz burada bu

tartışmalara değinmeden melek-peygamber ve peygamberimizle diğer

peygamberler arasındaki tafdil konunsa temas etmekle yetineceğiz.



A. Peygamberler ve Melekler Arasındaki Üstünlük

Melekler ile peygamberler arasındaki mukayesenin hangi endişeden

yapıldığı sorusunu cevaplandırmak doğrusu kolay değildir ve

kaynaklarda bunun cevabı net olarak verilmiş de değildir. Dikkat

çeken tek cevap “bir kimse meleğin ne olduğunu ve hangi özellikleri

bulunduğunu bilirse, aklı bu konulara girmeye müsaade etmeyeceği,

fakat insanların pek çoğunun melekleri gökyüzünde uçan varlıklar olduğunu

zannetmesi” neticesinde böyle bir mukayeseye girişmiş oldukları

şeklindedir. Aslında beşerle melekler arasında varlık, ilim,

kudret ve kemal açısından hiçbir ilişki bulunmamaktadır.3 Melekler

ile peygamberler arsında yapılan mukayesede kimin daha üstün olduğu

hususu herhangi bir itikadi düşüncenin ayırıcı vasıflarından

olmaması sebebiyle mezhepler arasında kalın hatlarla çizilmiş sınır

yoktur. Her itikadi mezhebe mensup düşünürler kendi içinde farklı

kanaatlere sahiptir. Mutezili âlimlerin çoğunluğu meleklerin peygamberden

üstün oldukları kanaatindedirler. Şia’ya mensup bazı

gruplar da aynı görüşü paylaşırlar.4 İslam filozoflarının da bu konuda

Mutezile ile aynı kanaati paylaştığını söyleyen el-İcî (ö.756/1355),

burada tartışılan konunun süfli meleklerin peygamberlere olan üstünlüğü

değil, ulvî meleklerle peygamberler arasındaki mukayese

olduğuna dikkat çeker. Genelde ise peygamberlerin, süfli meleklerden

üstün oldukları ittifakla kabul edilen husustur.5 Eş’arî’nin (ö.

324/936) kaydettiğine göre Rafızî’ler imamların dahi meleklerden üstün

olduklarını iddia etmişlerdir.6 Bu bağlamda müslümanlardan

olan salih kimseler içerisinde Hz. İsa’dan daha faziletli olan kimseler

bulunduğunu iddia edenler de olmuştur. Bakıllânî’nin (ö. 403/1013)

ise bu ümmet içerisinde Hz. Peygamber’den daha üstün olma ihtima-

3 er-Râzî, Metâlibu’l-âliye mine’l-ilmi’l-ilahi, VII, 405, 421.

4 el-Eş’arî, Makalâtü’l-İslamiyyin, I, 296; el-Bağdadî, el-Fark beyne’l-fırak, s. 371.

5 el-İcî, el-Mevâkıf fi ilmi’l-kelâm, s. 367 es-Semerkandî, es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 436.

6 el-Eş’arî, a.g.e, II, 126



li olan kişilerin bulunabileceği nakledilmektedir. Önemli Mutezile kelamcılarından

Ebu Haşim el-Cübbaî’ye (ö. 311/933) göre ise

müslümanlar içerisinde birinin, salih amel noktasında uzun süre

yaşaması durumunda peygamberin ameline denk olabilecek bir noktaya

ulaşması mümkündür.7

Farklı düşünceler bir tarafa bırakılırsa Ehl-i sünnet genel olarak,

peygamberlerin elçi olan meleklerden, elçi olan meleklerin peygamber

olmayan insanlardan, peygamber olmayan insanların da diğer

meleklerin hepsinden üstün olduğu görüşündedir.8 Bu ayırıma

göre yaratıkların en üstünü Hz. Muhammed’dir. Sonra peygamberler,

elçi olan melekler, muttaki müminler, bunların dışında kalan insanlar

ve elçi olmayan melekler gelmektedir.9 İbn Hazm (ö. 456/1064)

ise bu sıralamayı melekler, resul olan peygamberler, nebi olan peygamberler

ve sahabe şeklinde yapar. Ona göre Hz. Peygamber’in sahabesi

olan cinler, diğer sahabelerden üstündür.10

Ehl-i Sünnet kaynaklarında aktarıldığına göre Mutezile, meleklerin

peygamberlerden üstün olduğu şeklindeki görüşünü destekleyen

nakli ve akli deliller ileri sürmüştür. Özellikle Kuran’da Meleklerin

üstünlüğüne işaret ettiğini düşündükleri ayetler şunlardır:

“De ki: “Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum.

Gaybı da bilmem. Size 'Ben meleğim' de demiyorum. Ben sadece bana

vahyedilene uyuyorum.”11

“Derken şeytan, onların, kendilerinden gizlenmiş olan çirkin yerlerini

kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbiniz, başka bir

sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek, ya da ebedî kalıcılardan

olursunuz diye sizi şu ağaçtan men‘etti” dedi.”12

“Onu, müthiş kuvvetleri olan biri (melek) öğretti”13

“Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar O'nundur. Katında olanlar

O'na kulluk etmekten ne çekinirler, ne de yorulurlar.”14

Mutezile âlimleri bu ayetlerde meleklerin üstünlüğünün vurgulandığını

ifade etmektedirler. Ayette Peygamber’e atfen ifade edilen,

“'ben meleğim de demiyorum” ifadesi bunu göstermektedir ve bu ayet

Mutezile’ye göre tevazu ifade etmektedir. Müşriklerin Hz. Peygam-

7 İbn Hazm, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehva ve’n-nihal, V, 125.Bu görüşleri aktaran İbn

Hazm bu tür yaklaşımların küfür olduğunu söyler. Ancak İbn Hazm’ın Bakıllanî’ye

nispet ettiği bu görüşü ulaşabildiğimiz kadarıyla onun eserlerinde rastlayamadık.

8 Taftazânî, Şerhu’l-akâid, trc. Süleyman Uludağ, s. 364.

9 Pezdevî, Ehl-i sünnet akaidi, trc. Şerafeddin Gölcük, s. 293.

10 İbn Hazm, el-Fasl, V, 126.

11 En’am 6/50.

12 A’raf 7/20.

13 Necm 53/5.

14 Enbiya 21/19.



ber’den talep ettikleri şeyler konusunda o, “gaybı bilmediğini ve Allah’ın

hazinelerinin yanında olmadığını” ifade etmesi ise meleklerin

bu özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bu tür özellikleri bulunanlar,

bunlara sahip olmayanlardan üstün olmayı gerekli kılar.

Aynı şekilde Allah’ın Hz. Âdem’i ve eşi Havva’yı ağaca yaklaşmaktan

yasaklamasının (Araf 7/20) sebebi onların melek ya da ebedi kalıcılardan

olmalarıyla ilişkilendirmesi de Allah katında meleklerin peygamberlerden

üstün olduğuna delalet eder. Mutezile bu nakli delillerin

onların üstünlüklerine delalet ettiklerini düşünürler.15 Aynı düşünceyi

paylaşan İbn Hazm da Âdem’in (a.s.) meleklerin üstün olduğunu

ilgili ayete atıfla delillendirir. Eğer Âdem (a.s.), meleklerin kendisinden

üstün olduğunu yakinen bilmemiş olsaydı ve melek olmayı

arzu etmeseydi, Allah’ın kendisine yasaklamış olduğu ağacın meyvesinden

yemeyi kabul etmezdi.16

İlgili ayette geçen “'Ben meleğim’ de demiyorum” ifadesi, İcî’ye göre

tevazu sadedinde değildir. Zira “ayetlerimizi yalanlayanlara gelince,

yapmakta oldukları fenalıklar yüzünden onlara azap dokunacaktır”

(En’am 6/49) ayeti, müşriklerin alaylı bir tarzda Hz. Peygamber’den

azabı hemen talep etmeleri üzerine nazil olmuştur. Yani Allah

katından azabı indirmek, peygamber için söz konusu değildir ve

azabın ne zaman ineceğini de bilmez. Melek de değildir ki, azabı indirmeye

gücü olsun. “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf

ikiniz de birer melek, ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu

ağaçtan men‘etti.” (Araf 7/20) ayetinde vurgulanmak istenen şey ise

şudur: Âdem ile Havva meleklerin çok güzel oldukları ve muazzam

bir yaratılışa sahip bulunduklarını gördüler ve benzer şekilde olmayı

arzu ettiler. Fazilet ve kemalin böyle olduğu hayaline kapıldılar. Yoksa

ayette onların melek olmaları kemalin ifadesi olarak sunulmamaktadır.

17

Meleklerin peygamberlerin öğretmenleri konumda oldukları iddiasını

da değerlendiren el-Îcî, onların muallim değil tebliğci (iltici)

olduklarını söylemektedir. “Onu, müthiş kuvvetleri olan biri (melek)

öğretti” ayetinde geçen “öğretti” ifadesi, tebliğ etme anlamına gelmektedir.

18

Mutezile ve İslam filozofları benzer akli delillerden hareket etmişlerdir.

Genelde hareket noktaları onların mahiyetleriyle ilgilidir.

Melekler nitelik açısından peygamberlerden farklı oldukları için üstünlükleri

söz konusudur. Onlar manevi cevherlerden meydana gelmektedir.

İnsan ise maddi bir surettedir. Manevi olanın maddi olana

15 Abdülkahir el-Bağdadî, Usulu’d-din, s. 295–296.

16 İbn Hazm, el-Fasl, V, 131.

17 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 369; Cürcânî, Şerhu’l-mevakıf, s. 577–578.

18 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 370.



üstünlüğü söz konusudur. Melekler soyut ruhani varlıklardır ve ulvi

suretlerle ilişkilidirler. Bu yapıda olan melekler insanın ilişkili olduğu

şehvet, gazap ve benzeri nefsanî duygulardan soyutlanmıştır. Ruhani

olan varlıklar depremler ve su çekilmeleri gibi zor olan meşakkatli

işleri yapabilme gücüne sahiptirler. Cismani varlıklar ise buna güç

yetiremezler. Ruhani varlıklar önceki asırlarda olanları, geçmişi, geleceği

ve her türlü gaybı bilir. Onların bilgileri fıtri, fiili ve külli bilgidir.

Cismani varlıklar ise bunlardan mahrumdurlar.19 Bu akli delillerden

hareket eden Mutezile, meleklerin peygamberlerden üstün olduklarını

savunmaktadır. Bu delillerin tümünün felsefi esaslara ve

prensiplere bağlı olduğunu kaydeden el-İcî, kendilerinin bu tür prensipleri

kabul etmediklerini söyleyerek bu akli delillerin temelsiz olduğunu

iddia eder.20

Aslında meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu savunanlar

“Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler”

(Nisa 4/172) ayetinden hareketle bunu meleklerin peygamberden

üstün olduğuna delil getirmektedirler. Zira burada, meleğin İsa’ya

üstünlüğünden bahsedilmekte olduğunu ifade ederler. Ancak burada

anlatılmak istenen ne meleklerin peygamberlere üstünlüğü ne peygamberlerin

meleklere üstünlüğüdür. Bu ayetin geçtiği yerdeki ayetlerin

bağlamı dikkate alındığında aslında inanç noktasındaki aşırıya

gitme düşüncesinin eleştirisi vardır. İlgili bağlamda ayet okunduğunda

bu durum gözlenmektedir:

Ey ehli kitap, Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak

gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e

ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine

inanın, "üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak

bir tek Tanrı'dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar

da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Mesih de, gözde

melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O'na kulluktan

çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, hepsini huzuruna toplayacaktır.

21

Burada Hıristiyanların peygamberlerini aşırı yüceltmeleri sonunda

onda uluhiyet bulunduğu derecesine vardırmış olmaları düşüncesi

mevcuttur. Cürcanî (ö. 816/1413) ayeti, bu bağlamda yorumlarken

meseleyi gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Hrıistiyanlar, Hz. İsa’yı aşırı bir şekilde yüceltmişlerdir. Bu durum

onların Hz. İsa’nın mucizelerini görmelerinden kaynaklanmaktadır.

Onun ölüleri dirilttiğini ve babasız dünyaya geldiğini bildikleri için

19 er-Râzî, Muhassalu efkari’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn, s. 322–324; el-İcî, el-

Mevâkıf, s. 368.

20 el-İcî, a.y.

21 Nisa 4/171–172.



bu onların aşırı yüceltmeci bir tavra sahip olmalarına sebep olmuştur.

Buradan hareketle onu Allah’ın kulu olmaktan çıkarıp, onda

ulûhiyetin bulunduğunu iddia etmişlerdir. Allah bu ayette meleklerin

de onun yaptığını yapabileceğini, hatta daha fazlasını yapabileceğini

ifade etmektedir. Melekler de ana ve baları olmayan varlılardır. Ancak

onların böyle bir yaradılışta olmaları, kul olmalarını engellememiş

ve onlar da kulluktan geri durmamışlardır. Ve asla ilahlık iddia

etmelerine yol açmamıştır.22 O halde Hz. Peygamber’in peygamberlik

özelliklerini de dikkate alarak onun kul peygamber olmasını önemsemek

ve zımnen dahi olsa aşırı bir şekilde yüceltme anlayışından

kaçınmak gerekir.

Konuyla ilgili detaylı açıklamalar yapan Fahreddin er-Râzî’nin

(ö. 606/1210) bu konuda eserlerinde iki farklı görüşe sahip olduğunu

görmekteyiz. Ancak hâkim olan kanaati meleklerin peygamberlerden

üstün olduğu şeklindedir. Zira ona göre Kur’an’da buna açıça

işaret edilmektedir. Allah Teala yaratıklarına azametini kabul ettirmeyi

murad ettiğinde bütün varlıklara şöyle seslenmiştir: “O, göklerin,

yerlerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin

konuşmayacağı Rahman olan Allah'tır.”23 Bu ayetin devamında da bu

vurguyu kuvvetlendirmek üzere şu beyan vardır: “Cebrail ve meleklerin

saf halinde durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan

kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.”

24 Eğer melekler derece bakımından yaratıkların en üstünde bulunan

varlık olmasaydı, ayette belirtilen sıralamanın doğru olmadığı

söz konusu olurdu ki, böyle bir şey düşünülemez. Yine bir başka

ayette bu tertibe vurgu yapılmaktadır.

Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri

arasından hiçbirini ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını

dileriz, dönüş Sanadır" dediler.25

Fahreddin er-Râzî’ye göre burada belirtilen sıralama, doğru olan

sıralamadır. Çünkü varlığın en şerefli olanı yaratıcı varlık olan Allah’tır.

Sonra onu derece itibariyle melekler takip eder. Melek kitabı

Allah’tan alır ve peygambere iletir. Bu durumda Kuran’da sıralama

Allah, melek, kitap ve resul şeklindedir. Bu da mutlak anlamda meleklerin

beşerden üstün olduğunu göstermektedir.26

Fahreddin er-Râzî bu nakli delillerin yanı sıra akli deliller de öne

sürmektedir ki, onun bu akli delilleri, Mutezile adına nakledilen ve

22 Cürcânî, Şerhu’l-mevakıf, s. 578.

23 Nebe 78/37.

24 Nebe 78/38.

25 Bakara 2/285.

26 er-Râzî, Mealimu usulu’d-din, s. 101.



felsefi esaslara bağlı olduğu gerekçesiyle eleştirilen delillerle paralellik

arz etmektedir. Meleklerin yapısından hareket eden bu akıl yürütme

biçimi, Meleklerin soyut ruhani varlıklar olduğu ve insanın

ilişkili olduğu şehvet, gazap ve benzeri nefsanî duygulardan soyutlanmış

olduğu esasına dayanmaktadır. Fahreddin er-Râzî “yiyecekleri

Allah’ı tesbih, içecekleri tehlil (la ilahe illallah), yoldaşları Allah’ı zikretmek

ve sevinçleri Allah’a ibadet etmek” olan meleklerin şehvet ve

gazap niteliğine sahip beşerle mukayesesinin mümkün olmadığına

hükmeder.27

Râzî, melekler ile beşer arasındaki mukayeseyi yaparken, burada

onların beşerden üstün olduklarını vurgulamaktadır. Yukarıda

temas etmiş olduğumuz delilinde sıralamayı melek, kitap, peygamber

ve insan şeklinde ortaya koymaktadır. Bu da ona göre meleklerin

peygamberlerden üstün olduğunu gösterir. Fakat eserlerinden anladığımız

kadarıyla onun farklı iki kanaat taşıdığını yukarıda belirtmiştik.

Mealimu usuli’d-din eserinde görüşleri bu şekilde olmakla birlikte,

Muhassal isimli eserinde peygamberlerin meleklerden üstün olduklarını

söylemektedir. Buna delil olarak da “Allah Âdem’i seçti”28

ayetini delil getirmektedir. Ona göre bu ayet ister umumi anlamda

ele alınsın isterse de “Ben sizi bütün âlemlere üstün kıldım”29 ayetinde

belirtildiği gibi Âdem (a.s) zamanındaki âlemler anlamında kullanılsın,

peygamberlerin meleklerden üstün olduklarına delalet eder.30

Râzî el-Metalibu’l-âliye eserinde ise Peygamberlerin meleklerden

üstün olduğunu iddia edenlerin akli ve nakli dayanaklarını aktarmak

suretiyle onları eleştirir. Bu aktarıma göre onlar şu nakli ve delillere

dayanmışlardır:

1. Âdem kısasında ifade edilen hususlar:

a. Meleklerin Âdem’e secde etmekle emredilmiş olması: Âdem

kıssasında onun yaradılışından bahsedilirken Cenab-ı Hakk’ın bütün

meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmiştir.31 Burada akla gelen

ilk şey, secde edenin secde edilenden daha aşağı derecede bulunmasıdır.

Bunun aksini düşünmek hikmete aykırıdır. Buradaki secdenin,

yöneliş (inha) secdesi olup tazim secdesi olmadığını söylemek de doğru

değildir. Zira İblis secde etmekten imtina ederken kendisinin ateşten,

Âdem’in (a.s) ise topraktan yaratıldığını iddia etmiştir. Bu da yapılan

secdenin tazim ve ikram secdesi olduğunu gösterir.

27 er-Râzî, Mealimu usulu’d-din, s. 102.

28 Al-i İmran 3/23.

29 Bakara 2/122.

30 er-Râzî, Muhassal, s. 322–323.

31 “ Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik” Bakara 2/34.



b. İkinci bir delil ise Allah’ın bütün isimleri Âdem’e öğretmekle

onun bilgili kılınması hususudur.32 Bilen bilmeyenden üstündür.

Çünkü bilen ile bilmeyenlerin bir olamayacakları Kur’an’ın bir esasıdır.

33

c. Allah’ın Âdem ve diğer peygamberleri seçip âlemlere tercih

etmesidir. “Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim oğullarını ve İmran oğullarını

bütün âlemlere seçip göndermiştir”34 buyrulmaktadır. Âlem, Allah’ın

dışındakileri her şeyi kapsadığına göre buna melekler de dâhildir ve

bu takdirde peygamberler her şeyden üstündür.35

d. Allah Âdem’i kendisine halife seçmiştir. Bu da onun üstünlüğünü

göstermektedir.36

2. İnsanın ibadetteki durumu:

a. Akli olarak da insanın şehvet ve gazap türü birtakım nefsi ve

beşeri engellerle donatılmış bir varlık olması hususudur. İnsan böyle

bir yapıda olmasına rağmen, bu engelleri aşarak ibadet ve kullukta

bulunması onu meleklerden daha faziletli kılmaktadır. Çünkü Nebi

(a.s) “amellerin en faziletlisi en meşakkatli olanıdır” buyurmuştur.37

b. Melek ve insan arasındaki kategorik ayırım: İnsan melek ile

hayvan arasında bir yapıdadır. Aklı olması sebebiyle meleklerden bir

payı var, tabiatı dolayısıyla hayvandan bir payı vardır. Buna göre tabiatı

aklına galebe eden kimse hayvanlardan daha kötü olur. Aklı,

tabiatına galebe eden kimse de meleklerden daha ileri bir seviyede

olur.38 Bu çıkarsamaya göre aklı, dünyaya ait tabiatına galebe eden

peygamberler, bütün meleklerden daha üstündür.

İlgili kaynaklarda peygamberlerin meleklerden daha üstün olduğunu

ispat etmeye yönelik ileri sürülen bu delilleri nakleden

Fahreddin er-Râzî, onları eleştirir ve meleklerin peygamberlerden üstün

olduklarını ortaya koymaya çalışır. Âdem kıssasında meleklerin

ona secde etmekle emredilmesi hususundan böyle genel bir hüküm

çıkarmak doğru değildir. Çünkü Kur’an’ın böyle genel hükümlerinin

yine Kur’an’la sınırlandırıldığı icma ile kabul edilen bir husustur.

Meleklerin sadece Allah’a secde ettikleri “Doğrusu Rabbinin katında

olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu tenzih ederler ve

32 “Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda

sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.” Bakara 2/31.

33 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 367–368.

34 Al-i İmran 3/32.

35 es-Semerkandî, es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 437; er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407.

36 Fahreddin er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407.

37 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 406; el-İcî, el-Mevâkıf, s. 368.

38 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407; el-İcî, el-Mevâkıf, s. 368; es-Semerkandî, es-

Sehâifu’l-ilahiyye, s. 436.



yalnız O'na secde ederler”39 ayetiyle bildirilmektedir. “Yalnız O’na

secde ederler” hükmü bu sınırlamayı ifade eder.

Allah’ın Âdem’i halife seçmesi, onun yeryüzü halifesi olduğu anlamına

gelir. Dolayısıyla gökyüzünün yetkilendirilmiş varlıklarından

olan meleklerden üstün olduklarını ifade etmez. Çünkü gökler, yeryüzüne

göre yok hükmündedir. Âdem’in meleklerden bilgili olması

ise yeryüzü meleklerine nispetle üstünlüğü ifade eder. Allah’ın Âdem’i

âlemlere üstün kılarak seçmesinde vurgulanan âlemler ifadesi,

yeryüzünü ifade eder. Akli olarak öne sürülen delil olan insanların

şehvet ve gazap sahibi olması ve bu sebeple ibadetlerde zorluğun ortaya

çıkması ise Râzî’ye göre isabetli değildir. Çünkü bir konudaki

zorluk üstünlük vesilesi olamaz. Mesela, fırıncılık ve terzilik zor ve

sıkıntılı bir meslek olmasına rağmen, bunların sultanlardan veya yöneticilerden

üstün olmasını gerektirmez.40

Görüldüğü gibi burada ileri sürülen akli ve nakli delillerin birbirlerine

tercih edilebilecek yanları olmakla birlikte mutlak anlam bir

tarafın görüşünü açıkça ortaya koyacak nitelikte değildir. Aslında

Râzî’nin de ifade ettiği gibi, varlık alanı farklı, mahiyetleri birbirinin

aynı olmayan varlıkların böyle bir mukayeseye konu edilmesi yersizdir.

Her iki görüşün de ileri sürmüş olduğu ayetlerin bağlamı, meleklerin

ya da peygamberlerin üstünlüklerine dair yorum yapmaya yönelik

olmadığı açıktır.



B. Peygamberler Arasındaki Üstünlük ve Hz. Muhammed’in

Üstünlüğü

Peygamberler arasında bir mukayeseye yönelik olarak yapılan

üstünlük ve fazilet değerlendirmesi doğrudan inançla alakalı bir konu

olmamasının yanında, özü itibariyle de bu hususun Kur’an’da bir

problem olarak vurgulanmadığı ve söz konusu edilen açıdan işaret

edilmediği halde, tarihsel ve kültürel konteksin ortaya çıkardığı,

sosyo-kültürel bağlamın tetiklediği bir olgudur. Bu itibarla tarihi

şartlar içerisinde salt spekülatif bir yaklaşımdan hareketle irdelenmiş

bir konu değildir. Elbette konunun günümüz ortamında bazı

yönleriyle spekülafif kaldığı söylenebilirse de dinlerin ve özellikle de

bu dinlerin tebliğcisi durumundaki peygamberlerin özelliklerinden

hareketle dinler arasında yapılan tartışmalar, meselenin pratikten

mahrum olduğu söylenemez. Bu bağlamda “Hz. Muhammed, diğer

tüm peygamberlerden üstündür” önermesi, bir açıdan tarihi bağlamda

karşı düşüncelerin varlığına ve bu karşı düşüncelerin, yani önermede

ifade edilen hükmün tersi bir anlayışın müslümanlar arasında

yayılmaya çalışıldığı duruma işaret eder.

39 Araf 8/206.

40 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407–408.



Kur’an’ı Kerim’in peygamberler ve peygamberlik hakkındaki temel

ilkesi, aralarında bir ayırım yapmadan hepsine iman etme şeklindedir.

Zira Kur’an’da böyle bir yaklaşım açıkça küfür olarak nitelendirilmiştir:

Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerinin

arasını ayırmak isteyip bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız

diyenler yok mu? İşte kâfirler gerçekten bunlardır.41

Bu ayette vurgulanan husus, Yahudi ve Hıristiyanların Hz. Peygamber'in

peygamber olması gerçeğini reddetmeleri ve bunun sonunda

küfre düşmeleridir Allah'a ve kendilerine gönderilen peygamberlere

inanmak kurtuluşa ermeleri ve ahiret yurdunda cennet nimetlerine

kavuşmaları için yeterli değildir.42 Onlara yapılan bu ikazın

arkasında yatan düşüncenin müslümanlarca benimsenmesi mümkün

değildir.

İslam inancına göre bütün peygamberlerin hedefi, insanların

mutluluğunu sağlamak ve onları yanlış inanç biçimlerinden kurtararak

doğru yola iletmektir. Bu itibarla da birini reddetmek hepsini

reddetmektir. Allah’ın insanlara göndermiş olduğu bütün peygamberler

Müslümanların peygamberleridir. Bunlar arasında yapılan aşırı

mukayeseler “onların sıfatlarını değil zatlarını öne çıkarmaya” 43 çalışmaktır.

Kur’an’ın bu ayırım yapmama gerçeği yanında, sunmuş olduğu

başka bir gerçek daha vardır. O da Yüce Allah’ın bir kısım peygamberli

diğerlerinden daha üstün kılmasıdır. Dolayısıyla peygamberler

arasında fazilet açısından farklılığın bulunduğu hususu Kur’an’ın

altını çizmiş olduğu bir düşüncedir. Fakat aralarında böyle bir

farklılığın bulunması, kendisinden daha faziletli olunan

peygamberlerin birtakım faziletlerle ve özelliklerle donatılmış

olmalarına eksiklik getirmez. Birinin diğerinden daha faziletli olması,

diğerinin faziletinin eksikliğine bağlı değildir. Çünkü fazilet

derecesinin seviyesi, bir eksiklik işareti değildir. Konuya dayanak

olan İişlgteil i bauy ept eşyögyalemdbire:r lerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.

Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri

vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhül Kudüs'le destekledik.

Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin

ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler,

kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi,

lakin Allah istediğini yapar. 44

41. Nisa 4/150.

42 Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi'l-Kur'an, VI, 45–46; er-Râzî, Mefâtihü'l-gayb, III, 498.

43 Ahmet Akbulut, Nübüvvet Meselesi Üzerine, s. 115.

44 Bakara 2/253.



Hadislerde geçen “ey yaratıkların en hayırlısı” denildiğinde “o İbrahim

(a.s.)’dır” 45, “beni Musa’ya üstün tutmayınız”46, “peygamberler

arasında ayırım yapmayınız”, “hiç kimse Yunus b. Metta’dan hayırlıyım

demesin” şeklinde ikazlar nasıl anlaşılması gerekir? Bu konuda

şu değerlendirme yapılmaktadır:

a. Bu beyanlar Hz. Peygamber’e “kendisinin öncekilerin ve sonrakilerin

hayırlısı olduğu” bildirilmeden önce yapılmıştır veya Hz.

Peygamber bu ve benzeri ifadeleri “peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden

üstün kıldık” (Bakara 2/253) ayetinin vahyedilişinden önce

söylemiştir. Bir anlamda bunlarda geçen hükümler ortadan kaldırılmıştır.

b. Bunlar tevazu ve edep sadedinde söylenmiş hususlardır. Hz.

İbrahim’i kendine tercih etmesiyle ilgili olarak ifade edilen “insanların

en hayırlısı” ifadesi, onun dostluğuna saygı göstermek için söylenmiş

olabilir veya fazilet bakımından daha aşağı derecede bulunan kimseye

bir eksiklik ve saygısızlık yapılmamasına yönelik olabilir.

c. Peygamberler arasında yapılacak böyle bir mukayese düşmanlığa

ve fitneye sebep olabilirdi. Bunu engellemeye yönelik olabilir.

47 Hz. Peygamber’in şahsına ve özelliklerine yönelik olarak yapılması

muhtemel aşırılıkların önlenmesi ve peygamberler vesile kılınmak

suretiyle olası düşmanlıkların önüne geçmek için olduğu anlaşılma

şeklinde anlaşılmalıdır.48

Mutezile düşünürlerinden Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025) peygamberler

arsında fazilet açısından farklılığın bulunduğuna ilişkin

peygamberlerin günah işleme imkânından hareketle yaklaşır. Peygamberliklerin

günahtan korunmuş olmalarından hareketle peygamberler

arasında bir üstünlüğün söz konusu olacağını belirtir. Peygamberlikle

ilgili olarak onların ismeti meselesini irdelerken, onların

büyük günah işlemekten korunmuş olduklarını söyler. Peygamber

olan kimsenin, kendisinden uzaklaştırma ve nefreti gerektirmeyecek

küçük günahlardan (hatalar) korunmuş olmasının zorunlu olmadığını

belirtir. Çünkü bu onu peygamberlikten alıkoyan bir delil değildir.

Bu türden olan hususlar ancak sevabı azaltır. Ve bunlar nafileleri

çoğaltmayı terk etme ve fazilet konusunda daha aşağı bir dereceye

sebep olma konumunda olan şeylerdir. Kadı Abdülcebbar bu sebepten

dolayı peygamberler arasında fazilet açısından farklılığın olabileceğini

düşünür. Bu anlamda bazı peygamberler diğerlerden üstündür.

Eğer onların hiçbirinden ufak tefek hiç bir hata sadır olmaması

45 Darimi, Sünnet, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 178, 184.

46 Buhari, Husumat, 1; Müslim Fedail, 160.

47 Taftazânî, Şerhu’l-mekasıd, V, 47; es-Seffârinî, Levâmiü'l-envâri'l-behiyye ve

sevâdiü'l-esrâri'l-eseriyye, II, 298.

48 Reid Rıza, Muhammedi Vahiy, s. 202.



doğru olsaydı, fazilet konusunda dereceleri de aynı olması gerekirdi.

49

Hz. Peygamber’in diğer peygamberlere üstünlüğünü onun “kul

peygamber” olma özelliğine bağlayan İbn Teymiyye, Kur’an-ı Kerim’de

müminlerin derecelerini ifade eden “Sabikûn” ve “Ashab-ı yemin”

şeklindeki ayırımı peygamberlere de uygular. Cennete girecek mutlu

insanlar ve Allah’a verdikleri sözde sadık olan ashab-ı yemin ve Allah’ı

tama olarak sevip nafilelerle Allah’a yaklaşmaya çalışan kimseler

olan Sabikûn50 ahiretteki duruma işaret eder. Sabikûn, Ashab-ı

yeminden derece bakımından daha öndedir. Peygamberlerde de bu

şekilde bir derece farkı vardır. Melik peygamber, “Allah’ın kendisine

farz kıldıklarını yapan ve yasakladıklarını terk eden, velayet ve mal

konusunda tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmış peygamberlerdir.”

Kul peygamber ise “Mal ve mülkten ancak Allah’ın emriyle

verebilen, dilediğine verip dilemediğine yasaklama yetkisi olmayan ve

tüm yaptıkları ibadet olan peygamberlerdir.” Kul peygamber, melik

peygamberden daha üstündür. Buna göre Hz. Muhammed, Hz. İbrahim,

Hz. Musa ve Hz. İsa peygamberler Hz. Yusuf, Hz. Davud ve Hz.

Süleyman peygamberlerden üstündür.51

Yüce Allah Kur’an’da bütün peygamberli övgüye değer niteliklerle

dile getirmiştir. İmanın gereği onlar arasında iman noktasında bir

ayırıma gitmemektir. Peygamberlerden bir kısmının diğer kısmına

üstün tutulduğunu belirten ayet bu kapsamda değerlendirilmez

İman açısından durum bu olmakla beraber Hz. Peygamber’in diğer

tüm peygamberlerden üstün olduğu ayetlerin vurgulamış olduğu

bir gerçektir. Kura’nda buna işaret edilmektedir. “bunlar, Allah'ın hidayet

ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine uy.”52 Burada peygamberin

onların hidayetine uyması, aksi takdirde emre itaatsizlik

olacağı ve uyanın uyulandan daha faziletli olduğu sunucuna

götürmez. Çünkü Resul-i Ekrem onlarına yoluna uymakla her birinde

bulunan farklı özellikleri kendisinde toplamıştır. Bu onların yoluna

uyma demektir. O halde her birinde ayrı ayrı bulunan bu güzel

özelliklerin toplanmış bulunduğu Hz. Muhammed (a.s) onların en

faziletlisi olmaktadır.53

49 Kadı Abdülcebbar, el-Muğnî fi ebvabi’t-tevhid ve’l-adl, XV, 280.

50 Bk. Vakıa 56/1–14; Mutaffifin 83/7–28; Furkan 25/92–93.

51 İbn Teymiyye, el-Furkan beyne evliyai’r-Rahman ve evliyai’ş-şeytan, s. 92, 99, 101,

102. Bir hadiste ifade edildiğine göre, Allah Muhammed’e (a.s.) bir göndermiş ve

Allah’ın kendisini melik peygamber olmakla kul peygamber olma arasında serbest

bırakmış, Hz. Muhammed de Cebrail’in ikazı üzerine kul peygamber olmayı seçmiştir.

Bk. Ahmed b. Müsned, II, 231.

52 En’am 6/90.

53 er-Râzî, Mealimu usuli’d-din, s. 103.



“İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.

Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri

vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhül Kudüs'le destekledik”

54 ayetinde dikkat çekilen peygamberlerden biri Allah’ın kendisiyle

konuştuğu Musa (a.s.)’dır. Devam eden kısımda “bazılarını derecelerle

yükselttik” ifadesinden Hz. Muhammed (a.s.) anlaşılmalıdır.

Çünkü ona verilen hiçbir özellik diğerlerine verilmemiştir. Bunların

da en önemlisi, bütün zamanlar boyunca devam edecek olan

Kur’an’dır. Hz. Peygamber’in adının burada açıkça söz konusu edilmemesi

ise ayetin bizzat Hz. Peygamber’e inişiyle irtibatlı olmasıdır.

Ayrıca onun faziletini ve değerini göstermesi bakımından muhataplarınca

karıştırılması söz konusu olmayan bir özellikte olmasıdır. Dolayısıyla

ismin zikredilmemesi, onun biliniyor oluşundan kaynaklanmaktadır.

Burada zikredilmeyen başka peygamberler de vardır.

Hz. Musa ve Hz. İsa’nın isimleriyle konu edilmesi, onlara diğerlerinden

ayrı bir özellik verilmesindendir. Hz. Muhammed (a.s.) ise başka

peygamberlere verilmeyen Kur’an mucizesine sahip olduğuna göre,

adı zikredilmeksizin derece bakımından hepsinden üstün olduğu ifade

edilmiştir.55

Ayetin üslubu ve bağlamı da burada ifade edilenin Hz. Muhammed

(a.s.) olduğunu göstermektedir. Bu, hem onun ümmetinin, hem

şahsının hem de dinin derecesini göstermektedir. Bu ayetin öncesinde,

özde bir olmakla birlikte önceki peygamberler dönemindeki ihtilaflara

ve savaşlarına atıf yapılmaktadır. Bunlar Hz. Peygamber’e bildirilmek

suretiyle dikkat çekilmektedir. Peygamberlerin derecelerini

gösteren bu ayette, Hz. İsa’nın adıyla anılması ve Hz. Musa’nın bir

özelliğine işaret etmek suretiyle anılması Kur’an’ın üslubunun bir

gereğidir. Hz. Peygamber’e yapılan hitapta diğerlerinin adıyla zikredilmesi

ise tabiidir. Yine ayette “Onlardan Allah'ın kendilerine hitap

ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler

verdik” (Bakara 2/253) derecelerle yükseltilen kısmın Hz. İsa ile Hz.

Musa arasında ifade edilmesi, Hz. Muhammed’in dininin ve ümmetinin

orta bir ümmet olduğuna işaret etmektedir.56 Peygamberlerin dereceleri

ve fazileti ile ilgili olarak Hz. Peygamber’e yapılan hitap, onun

geçmiş peygamberlerin durumunu anlaması ve bu bağlamda kendinin

bunlar arasındaki konumunu değerlendirerek peygamberlik vazifesini

yerine getirmesini ortaya koymaktadır.57

Konuyla ilgili diğer bir yaklaşım, Hz. Peygamber’in zatına yönelik

olarak yapılan değerlendirmelerden hareketle de onun diğer peygam-

54 Bakara 2/253.

55 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâiki’t-tenzîl ve uyunu’l-ekâvil fi vücuhi’t-te’vil, I,

382-383.

56 Reşid Rıza, el-Menar, III, 5.

57 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 843.



berlerden üstün olduğu ispat edilmesidir. Matüridî kelam sisteminin

önemli şahsiyetlerinden biri olan Ebu’l-Mu’în en-Nesefî (ö. 508/115)

Hz. Muhammed’in özelliklerini sayarken onun şahsına yönelik üstünlüğünü,

peygamber olarak seçilmesinin gerekçesi olarak sunar. O

bunu şöyle bir örnekle açıklar:

Bir kimse bir yere elçi göndermek istediğinde, bu iş için arkadaşlarından

en uygun olanını seçmesi hikmetin gereğidir. Yüce Allah peygamberlik

gibi yüce bir görevi takdir ettiğinde, cahil ve kötü olanlardan

birini değil, kulları arasından akıl, anlayış, iyilik ve bütün durumlar

açısından faziletli olan bir cinsi seçmiştir. Çünkü bu kimse, vahyin

kaynağı ve meleklerin kendisine gidip geleceği bir konumda bulunacaktır.

Bundan dolayıdır ki, “Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi

daha iyi bilir”58 buyurmuştur. Bu özellik peygamberimizde, diğer peygamberlerden

bulunandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır.59

Nesefî’nin bu yaklaşımında vurgulamış olduğu husus, esas itibariye

bütün peygamberler için geçerli olan bir durumdur. Buradan

hareketle bir üstünlük mukayesesine gitmek, Hz. Peygamber’i, onun

kendisine yönelik olarak yapmış olduğu uyarılara aykırı yorumlama

tezahürlerindendir. Aslında en fazla kelâmcıların hassasiyet göstermesi

gereken bu konuda-diğer disiplinlere nispetle daha mutedil

yaklaşımlar içinde olduğu söylenebilirse de- Hz. Peygamber’in zatını

ve mucizelerini öne çıkarmak suretiyle onun nübüvvetine bir şeyler

katmak mümkün değildir.

Hz. Peygamberin mucizeleri ve zatının diğer peygamberlerle mukayesesisin

yanında, Hz. Muhammed’in (a.s.) insanlığa sunmuş olduğu

mesaj ve bu mesajın insanlarda uyandırmış olduğu derinlikten

hareketle onun önemine dikkat çekilmiştir ve bunun önemine de

vurgu yapılmıştır. Fahreddin er-Râzî de Hz. Peygamber’in bu tür özelliğinden

hareketle konuyu açıklamıştır. O, öncellikle peygamberlerin

temel amacının insanların ruhlarını tedavi etmek olduğunu vurgulayarak

işe başlar. Peygamberler, Allah’tan almış oldukları mesajlarla

onları, Allah’tan başkalarıyla meşgul olmaktan Allah’a ibadet

etmeye ve onun meşgul olmaya sevk ederek bir anlamda onları psikolojik

açıdan tedavi etmişlerdir. İşte peygamberliğin temel anlamı

budur. Beşeri bu şekilde olgunluğa en iyi bir şekilde götüren kimse

ise en üstün olan kimsedir. Geçmiş peygamberlere bakıldığında Hz.

Musa’nın getirmiş olduğu esaslar, yani onun daveti İsrailoğullarıyla

sınırlı kaldığını görürüz. Hz. İsa’nın çağrısının insanlar, çok az etkisi

olmuştur. Nitekim Hıristiyanların üzerinde bulunduğu teslis inancı,

yani baba, oğul ve ruhu’l-kudüs, onun davet ettiği bir inanç biçimi

değildir. Çünkü böyle bir inanç tevhide aykırı düşer. Tevhide aykırı

58 En’am 6/124.

59 en-Nesefî Bahru’l-kelâm, s. 223; Tabsıratü’l edille, II, 104.



bir inancın peygamberler tarafından sunulması imkânsızdır. Çünkü

böyle bir inanç en cahil olanlara bile layık değildir. O halde İsa’nın

davetini bu anlamda etkisi olmamıştır.60

Tüm peygamberlerin çağrısı gibi Hz. Peygamber’in çağrısı tevhide

ve tenzihe yöneliktir. Fakat onun çağrısı kısa zamanda tüm gelişmiş

bölgelere ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in geldiği dönem ve bu dönemdeki

inanç biçimleri göz önüne alındığında kısa sürede bu şekilde

yaygınlık kazanmasının anlamı da ortaya çıkar. O dönemde insanlık

yanlış birtakım inanışlar içinde yüzmekteydi. Putlara tapanlar

taş ve odunlara ibadet etmekte idiler. Yahudiler aşırı bir teşbih düşüncesi

içerisindeydi. Mecusiler düalist bir Tanrı anlayışına sahipti

ve anne ve kız kardeşle evlenmeyi uygun gören çarpık bir uygulamayı

benimsemişlerdi. Hıristiyanlar teslise inanıyor, Sabiler yıldızlara tapıyorlardı.

Dünya inanç coğrafyası bu şekildeydi. Hz. Muhammed’in

peygamber olarak görevlendirilişinden sonra bunların yanlış inanışları

belirgin bir şekilde ortaya çıktı ve yanlış oldukları anlaşıldı. İnsanlık

tevhit inancının aydınlığıyla ışımamaya başladı. İşte onun

çağrısı hasta kalpleri tedavi etme, zulme düşmüş nefisleri iyileştirme

noktasında diğer peygamberlerle mukayese edildiğinde çok daha

mükemmeldir. O halde Hz. Muhammed (a.s.) tüm peygamberlerden

üstündür.61

Bugün tevhide aykırı inanışlara sahip olanların, hatta teslisi esas

alanların, bu inanışlarını tevhide uygun bir tarzda yorumlama

ihtiyacı içinde olmaları da Hz. Muhammed’in (a.s.) çağrısının bir sonucu

olarak anlaşılması gerekir. Zira tevhidin ortaya çıkması ve onun

temel ve makul bir inanış olduğu bu sayede olmuştur. İslam’ın

tevhit dini olmasının temel unsurlarından biri de, onun insanlar arasında

gerek o zamana kadar gerekse daha sonra ortaya çıkacak anlayışlara

cephe alması ve başka dinlerin tevhide aykırı düşen

ulûhiyet anlayışlarını tashih etmesidir.62

İslam düşünce tarihi içinde Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden

üstün olduğunu desteklemek için genelde başvurulan usul,

onun mucizeleri ile diğer peygamberlerin mucizelerin mukayesesi

şeklinde olmuştur. Her peygamberin mucizesine karşılık, Hz. Muhammed’in

(a.s) bir mucizesi örnek gösterilmiştir. Bununla ilgili olarak

Beyhakî, İmam Şafii’den nakledilen böyle bir kıyaslama dikkatlere

sunar.

Buna göre Hz. Peygamber’e verilen mucizeler hiçbir peygambere

verilmemiştir. İsa’ya ölüleri diriltme mucizesi verilmiş, buna karşılık

Hz. Muhammed’e hurma kütüğünün inlemesi mucizesi verilmiştir.

60 er-Râzî, el-Metâlibu’l-âliye, VIII, 121.

61 er-Râzî, el-Metâlibu’l-âliye, VIII, 122.

62 Bk. Bekir Topaloğlu, “Allah” mad., DİA, II, 477.



Hurma kütüğünün inlemesi ölüleri diriltmekten daha açık bir mucizedir.

Musa’ya denizin yarılması mucizesi verilmiş, Hz. Peygamber’e

ayın ikiye ayrılması mucizesi verilmiştir. Ayın ikiye yarılması bundan

çok daha harikulade bir olaydır. Çünkü bu semavî bir ayettir. Taşlardan

suyun fışkırtılmasına karşılık Hz. Peygamber parmaklarından

su akıtmıştır. Taşlardan suyun fışkırması olağan bir şeydir ve bilinen

bir husustur. Kan ve etin arasından suyun akıtılması ise dehşetengiz

bir şeydir. Rüzgârlar Hz. Süleyman’ın emrine verilmiştir. Buna karşılık

Hz. Peygamber’e miraç olayı bahşedilmiştir.63

Buna benzer karşılaştırma örneklerine rastlamak mümkündür

ve bu liste daha da genişletilmiştir.64 Bu tür mukayeselerin geçmiş

din mensuplarının İslam’a girmesiyle veya İslam’ın bu kültürlerle

karşılaşmasının bir sonucu ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Zira

Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlerde peygamberlerle kendisinin

karşılaştırılmaması gerektiği vurgusu dikkate alındığında, bunun

İslam’ın bünyesinden çıkmış bir değerlendirme olmadığını söylemek

pekâlâ mümkündür. Böyle bir anlayıştan hareketle ortaya konan

peygamber tasavvuru bizzat peygamberin hadislerinde vurgulanan

anlayışla bağdaştırılması zor gözükmektedir. “Ben Yunus b.

Metta’dan hayırlıyım demek kimseye yakışmaz” beyanı, aslında böyle

bir mukayese düşüncesini ortadan kaldırır. Yine “peygamberler arasında

ayırım yapmayın”65 ifadesi ile tarih içinde yapılan mukayese ve

yarıştırmaların uzlaştırılması kolay değildir.

Bu mukayese ve üstünlük yarışı daha ileri konumlara vardırılmış,

nebi-filozof, nebi-veli gibi karşılaştırmalar yapılmıştır. Kanaatime

göre bu tür mukayeselerin anlamı yoktur. Râzî’nin de ifade ettiği

gibi, varlık alanı, görevi, fonksiyonu farklı olanlar arasında böyle bir

mukayeseye gitmek doğru değildir. Ancak bir müslümanın Hz.

Peygamber’in peygamberlerin sonuncusu olduğu ve tüm insanlığın

en üstünü olduğuna inanması, inancının gereğidir. Bunun dışında,

aşırı yüceltmeci tavırlarla onu yanlış tasavvur etmeye yönelik

açıklamalar yanlış mecralara götürmektedir.



II. İbn Kemal ve “Efdaliyyetü Muhammed (A.S)” Adlı Risalesi



A. İbn Kemal’in Hayatına Kısa Bir Bakış

Osmanlı devri ilim şahsiyetlerinin önemli simalarından olan İbn

Kemal, diğer bir adıyla Kemalpaşa zade’nin asıl adı Şemseddin

Ahmed b. Süleymandır. Yavuz Sultan döneminde ilim ilim mahfille-

63 Beyhakî, Menakıbu’ş-Şafiî, s. 38. (Sa’d el-Marsıfî, Edvaun ala ehadisi’l-isra ve’lmirac,

s. 10’dan naklen.)

64 Bk. el-İsfehani, Delâîlu’n-nübüvve, II, 596; İzzüddin b. Abdüsselam, Bidayetu’sûl fi

tafdili’r-rasûl, thk. İyad Halid ed-Debbağ, Beyrut 1995.

65 Müslim, Fedâil, 159.



rinde temayüz etmeye başlamış ve Kanuni devrinde zirveye ulaşmıştır.

1469 yılında doğan İbn Kemal’in doğum yeri ihtilaflıdır. Kaynaklarda

Tokat ve Edirne şehirlerinde doğduğu belirtilmekle beraber66

kuvvetli olan kanaat Tokat’ta doğduğu şeklindedir.67 Erken yaşta

tahsil hayatına başlayan İbn Kemal, , dönemin usule uygun olarak

askeri sınıfa intisap etmiş ve daha sonra buradaki görevinden ayrılarak

Edirne’de Darülhadis medresesinde eğitimine devam etmiştir.

Burada Molla Lütfi’den (ö 900/1495) ders almaya başlamıştır. Diğer

hocaları arasında Muslihuddin Mustafa el-Kestelî (ö. 901/1491) ve

Hızır Bey’in oğlu Sinan Paşa (ö. 801/1486) bulunmaktadır.68 Öğretimini

tamamladıktan sonra Edirne’deki Taşlık medresesi müderrisliğine

atanmıştır.69 Daha sonra sırasıylaİshak Paşa Medresesi,

Halebiye Medresesi ve Edirne Sultan Beyazıt medresesi müderrisliği

görevlerinde bulunmuştur.70

Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Edirne kadılığına,

ardından aynı yıl içerisinde Anadolu Kazaskerliği görevine getirilmiştir.

Anadolu Kazaskeri olduğu dönemde Yavuz Sultan Seli ile birlikte

Mısır seferine katılmıştır. 1526 yılında Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’nin

vefatı üzerine bu görve tayin edilmiş ve 1534’te vefatına kadar

bu görevine devam etmiştir. İbn Kemal’in mezarı Edirnekapı Mezarlığı

dışında bulunan Mehmet Çelebi zaviyesindedir. 71



B. İlmi Şahsiyeti ve Eserleri

İslami ilimlerdeki derin bilgisi dolayısıyla Müfti’s-sakaleyn (insanların

ve cinlerin müftüsü) ünvanını alan72 İbn Kemal, Osmanlı

döneminin önemli âlimleri arasında yer alan ve o dönemdeki ilmiye

sınıfı arasında oluşan mektepleşmede kendisinden önce Davud-i

Kayseri, Molla Fenari, Sinan Paşa gibilerinin takip etmiş olduğu

Fahreddin er-Râzî okuluna mensuptur.73 İslami ilimlerin duraklama

dönemi olan şerh ve haşiye döneminin başladığı bir dönemde yetişmiştir.

74 İslami ilimlerin hemen her branşında eserler vermiş ve aynı

zamanda tarihçiliğiyle de dikkat çekmiştir. İlgilenmiş olduğu ilim dalları

aynı zamanda ö dönemin sosyal ilimler niteliği taşıması dolayı-

66 Mecdi Efendî, eş-Şekaiku’n-numaniyye Tercemesi, s. 381; Bursalı Mehmet Tahir,

Osmanlı Müellifleri, I, 223.

67 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 561.

68 Mecdi Efendi, eş-Şekaik, s. 382.

69 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 562.

70 Taşköprüzade, eş-Şekaiku’n-numaniyye fi ulema-i Devleti’l-Osmaniyye, s. 378; İsmail

Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 669.

71 Sayın Dalkıran, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, s. 42–43.

72 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 668.

73 İlyas Çelebi, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 242-243.

74 Said Yazıcıoğlu, “Kelamcı olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam İbn Kemal, s. 180.



sıyla, o dönemdeki sosyal bilimcilerin önemli bir şahsiyeti olarak da

kabul edilebilir.75

Onun her ilim dalında eser vermiş olmasıyla beraber daha çok

nakli ilimlerle uğraşmış, kendisinden öncekileri aşmıştır. İlmi kariyeriyle

ilgili olarak onun, kendisinden önceki âlimlerden Tafttazânî ve

Seyyid Şerif el-Cürcânî’ye benzetilmesi ve “onun çağında yaşamış

olsalardı odan ders okurlardı” şeklinde beyanların bulunması, ilmi

kişiliği ile ilgili yeterince bilgi vermektedir. Nitekim devrinin ileri gelen

ilim adamları da ondan ders okumuşlardır.76

Onunla ilgili olarak ifade edilen hususlardan biri de cifr ilmini

kullanmış olmasıdır. Bununla ilgili olarak Kura’an ayetlerin ayetlerinden

hareketle geleceğe ilişkin birtakım saptamalarda bulunmasıdır.

Enbiya suresinin 105. ayetini cifr ilminin kurallarına uygun olarak

tahlil ederek Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedeceğine dair tespitidir.

77

Çok üretken bir yazar olan İbn Kemal’in eselerinin sayısıyla ilgili

olarak kaynaklarda farklı sayılar verilmekle beraber, bunların ortalaması

alındığında üç yüz kadar eseri olduğunu söylemek mümkündür.

78 Esrline Türkçe, Farsça ve Arapça olarak yazmıştır. Kur’an,

Hadis, Kelam, Felsefe, Mantık, Tasavvuf, Tarih ve Dil konularında

eserler vermiştir. Eserlerinin pek azı neşredilmiştir.79 Ahmed Cevdet

Paşa kısa risalelerinden bazılarını neşretmiştir.80 Biz sadece kelam ve

akaide dair yazmış olduğu eserlerinden bir kaçını vermekle yetineceğiz.

1. Haşiye ale’t-Tehafüt: Hocazade ve Tusî’nin Tehafüt’lerine

yazmış olduğu şerhtir.

2. Risale fi beyani’l-akl.

3. Risale fi tarif-i ilm-i kelam.

4. Risale fi vüzudi’z-zihnî.

5. Haşiye ale’l-Mevâkıf.

6. Risaltü’l-eys ve’l-leys.

7. Risale fi isbati’l-vâcibi’l-kadîm.

8. Risale fi ebeveyni’n-Nebi.

9. Risale fi fazdileti’n-nebi ala sairi’l-enbiya.

75 Baheddin Yediyıldız, “Tarih Kaynağı Olarak İbn Kemal”, ”, Şeyhülislam İbn Kemal,

s. 67.

76 Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, s.13.

77 Hoca Sadettin, Tacu’t-tevarih, IV, 329.

78 Şamil Öçal, Kemalpaşazadenin Felsefi ve Kelâmi Görüşleri, s. 25–26.

79 Mustafa Fayda, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn Kemal, s. 60

80 İbn Kemâl, Resail, nşr.Ahmed Cevdet), İstanbul, 1316.



10. Risale fima yeteallku bi halki’l-Kur’an.

11. Takaddümü’l-illet ale’l-ma’lül.

12. Risale fitahkiki’l-iman.

13. Risale fi hakkı ebeveyin’n-Nebi.81



C. İbn Kemal’in “Edaliyyetü Muhammed (A.S)” Adlı Risalesi

Osmanlı ilim hayatında ve ilim mahfillerinde Şeyh

Bedreddin’den başlayarak semavi dinler arasında, bu dinlerin ortak

karakterlerini dikkate alarak uzlaştırma çabalarının bulunduğu bilinmektedir.

Bu faaliyette en önemli eğilim, İsevî hareketlerdir. Bunlar

kimi zaman iyi niyet taşıdığı söylenebilse de zaman zaman gizli

niyetlerine zemin arama çabası olarak da telakki edilebilir. İyi niyete

dayalı olarak böyle bir çabanın söz konusu edilmesi, biraz da kaynaklarda

bulunan bazı bilgiler ve nasların karakterlerinde mevcut

ipuçlarıdır. Osmanlı tarihi boyunca gizli İsevi eğilimlerin yanında sonu

mahkemeyle biten münferit hadiseler de mevcuttur.82 Molla Kabız

bu eğilimleri barındırandan biridir. Aslında Sünni Türk ulemadan

olan bu zat, halk arasında Hubmesihi (Mesih severler) olarak bilinen

tarikatın kurucusudur. Kanuni devrinde yaşamış olan bu kişi Hz.

İsa’nın Peygamberimizden üstün olduğunu savunmuş ve bu fikirlerini

halk arasında yaymaya çalışmıştır. Kanuni dönemi Sadrazamlarından

İbrahim Paşa’nın emriyle yakalanarak Rumeli Kazaskeri

Fenarizade Muhiddin Efendi ve Anadolu Kazaskeri Kadiri Efendi tarafından

sorgulanmıştır. Söz konusu bu iki âlim Molla Kabız’ın iddialarını

cevaplamaya çalışsa da o, kendisini ayet ve hadislerden deliller

getirerek savunmuş ve muhakeme sonunda serbest bırakılmıştır.

Kendisin de hazır bulunduğu bu mecliste tutuklanamayışını hazmedemeyen

Kanuni Sultan Süleyman, ikinci bir emirle tutuklanarak

müftü İbn Kemal ve İstanbul Kadısı Sadi Çelebi sorgulamayı yapmak

üzere görevlendirilmiştir. Bu celsede İbn Kemal onun iddialarını reddetmiş

ve zındık olduğu hükmünü vermiştir. Bütün ısrarlara rağmen

iddiasını terk etmediği için 1527 tarihinde idam edilmiştir.83 İbn Kemal

bu meyanda mezkür şahsı reddetmek üzere bu risaleyi kaleme

almıştır.

Eserin içindeki malumat dikkate alındığında İbn Kemal, Osmanlı

düşüncesini şekillendiren eserlerdeki bilgileri aktarmak ve onlardan

alıntılar yapmak suretiyle tezini desteklemeye çalıştığı görülmektedir.

Bu kaynaklarından olan özellikle Taftazânî’ye ait Şerhü’l-akâid

81 Brockelmann, GAL, II, 598–599; Suppl. II, 669. İbn Kemal’in eserlerinin detaylı

listesi için bkz. İlyas Çelebi, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 246; Sayın Dalkıran,

İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, s. 64–68; Şamil Öçal, Kemalpaşazadenin Felsefi ve

Kelâmi Görüşleri, Ankara 2000, 26–51.

82 Nuri İnce ve diğerleri, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, II, 153.

83 (Tertip Heyeti), Molla Kabız, İslam Ansiklopedisi, VI, 15–16.



ve Şerhü’l-mekasıd, Kadı Beyzavî’ye ait Envaru’t-tenzil ve esraru’t-tevil

eserlerinden istifade etmiş, zaman zaman da farklı kaynaklar kullanılmıştır.

O. bu kaynaklardan alıntılarda bulunmakla beraber, uygun

görmediği yönlerini eleştirmiştir.

İbn Kemal, kullanmış olduğu nakli delillerden hadislerle ilgili bir

sened tenkidi yapmamakla beraber, metin değerlendirmesinde bulunmakta,

onları yorumlayarak yeni birtakım yorumlara girişmektedir.

Risale polemik üslubuyla kaleme alınmış olmasına rağmen, değerlendirmesinde

ilmi üsluba uygun bir usul takip etmiştir. Ancak

yine de polemik üslubunun bir sonucu olabilecek beyanlarda bulunmaktan

tabii olarak kaçınamamıştır.



1. Eserin Nüshaları ve Tanıtımları

Yaptığımız araştırma sonunda bu eserin matbu olmadığı sonucuna

vardık. Bu itibarla eseri gün yüzüne çıkarıp irdelemek istedik.

Süleymaniye kütüphanesinde eserin çeşitli nüshaları bulunmaktadır.

Eserin esas metnini ortaya çıkarırken şu nüshaları esas aldık.

Bunlar Es’ad Efendi 3618, Es’ad Efendi 3551, Düğümlü Baba 351 ve

Laleli 2285’de kayıtlı nüshalardır.

Risalenin ismi bazı kaynaklarda farklı olarak gösterilmektedir.

Tahkike esas aldığımız nüshalarda eserin ismi “Afdaliyyetü Muhammed

ala sâiri’l-enbiya” şeklinde yer almaktadır. İsmet Parmaksızoğlu

Yahya Efendi nr. 439’da kayıtlı olarak gösterdiği bahse konu olan

risalenin adını “Afdaliyyetü’n-nebi aleyhisselam ala sâiri’l-enbiya”

şeklinde vermektedir.84 Brockelmann “Enne Resulellah ekmelü’lenbiya

ve efdalür’r-rüsül”85 ismiyle bahsettiği eser bu olsa gerektir.

Onun verdiği İbn Kemal’in eserler listesi içersisinde Hz. Peygamber’in

üstünlüğünden bahseden başka eser olmadığı dikkate alındığında bu

sonuca varmak mümkündür. Ayrıca “Risale fi fazileti’n-Nebi ala sairi’l-

enbiya” şeklinde de geçmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi

Kasidecizade Süleyman Sırrı nr. 677’de “Risale fi fazileti’n-nebi” olarak

geçer.86



a. Es’ad Efendi nüshası 1:

İbn Kemal’in diğer risaleleri ile birlikte bulunan ve Süleymaniye

Kütüphanesi Es’ad Efendi 3618 numarada kayıtlı olan bu yazma

nüsha 7 varaktan oluşmaktadır. Talik tazısıyla istinsah edilmiştir.

Risalenin adı ( ?????? ???? ??? ???? ???????? ) şeklindedir. Risale besmeleden

sonra hamdele ve salvele ile başlamakta ???? ???? ????? ?????? ?? ????? ???

???????? ????? ??? ???? ?????? şeklinde devam etmektedir. Her varak ortalama

19 satırdan oluşmaktadır. Son varakta ise

84 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 564.

85 Brockelmann, GAL, II, 598; Suppl. II, 669.

86 Süleymaniye Kütüphanesi, nr. 667.



. ???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ????? ???????

??? ???? ???? ???? ?????? ?????

şeklinde bir ibare ile risalenin bittiğine işaret edilmektedir. Bunun

için kullandığımız rumuz ( ?)’dır.



b. Es’ad Efendi nüshası 2:

Esa’ad Efendi 3551 numarada kayıtlı olan bu nüsha dört varaktan

oluşmaktadır. Mecmuanın 127b-130a varakları arsında yer almaktadır.

Her varak 29 satırdan meydana gelmektedir. Talik tazısıyla

istinsah edilmiştir. Risale Es’ad Efendi nüshası 1 nüshası ile aynı

başlangıç ifadelerine yer vermektedir.

???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ?????

İfadesi ile bitmekte ve ( ??? ??? ??????? ) ifadesi yer almaktadır. Bu

risaleden sonra İbn Kemal’in zındıklar hakkındaki risale başlamaktadır.

Bu nüsha için kullandığımız rumuz ( ?)’dir.



c. Lâleli Nüshası:

Laleli 2285 numarada kayıtlıdır. 2a-4b varakları arasında yer

alan bu nüshanın her varakı 28 satırdan oluşmaktadır. Talik tazısıyla

istinsah edilmiştir. Risale besmeleden sonra hamdele ve salvele ile

başlamakta ( ???? ???? ????? ?????? ?? ????? ??? ???????? ????? ??? ???? ?????? ) şeklinde

devam etmektedir.

???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ??????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ????? ????? ???????

??? ???? ???? ???? ??????? ??????

ifadesi ile sona ermektedir. Bu nüsha için ( ?) rumuzunu

kullandık.



d. Düğümlü Baba Nüshası:

Süleymaniye Kütüphanesi Düğümlü baba numara 351’de kayıtlı

olan bu nüsha risaleleri içeren mecmua içinde 41b-48a varakları arasında

yer almaktadır. Toplam sekiz varaktan oluşmaktadır. Her

varak 18 satır ihtiva etmektedir. Talik tazısıyla istinsah edilmiştir.

Diğer nüshalarla aynı başlangıç ifadelerine yer vermektedir. Risale

???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ??????? ????? ??????

şeklinde sona ermektedir. Risalenin kenarında açıklama mahiyetinde

bazı notlar mevcuttur. Bu nüsha için ( ?) rumuzunu kullandık.



D. Risalenin Neşrinde Takip Edilen usul

Risalenin hacmi büyük olmadığı ve metnin tespitinde zorluk gözükmediği

için yukarıda tanıtımlarını yaptığımız nüshalardan hareket

ederek risalenin metnini ortaya koymaya çalıştık. Bu nüshalardan

herhangi birini esas almak yerine, tercih yolunu benimsedik.

Nüshalar arasında farklı olan kelime ya da ifadelerden tercih ettiği

mizi metin içerisine yerleştirerek bu nüsha farklılıklarını dipnotlarla

gösterdik. Yazarın kaynak olarak kullandığı eserlerden yapmış olduğu

iktibasları asıl kaynaklarından bularak bunları da dipnotta vermeye

çalıştık.

Eserde yapılan alıntılar, asıl kaynakla farklılıklar gösterdiğinde

asıl kaynakta bulunan şekli tercih ederek metne koyduk ve dipnotlarla

işaret ettik. Farklılıklar çok fazla olduğunda müellifin alıntısını

aynen metne yerleştirdik ve asıl kaynaktaki metni dipnotta verdik.

Metinde geçen ayet ve hasisler de tahric edilmiş, kaynağı bulunamayanlar

için dipnotta bilgi verilmiştir. Nüsha farklılıkları dipnotta gösterilirken,

nüshanın rumuzu ile birlikte (+) işareti kullanılmıştır. Sadece

bir nüshada farklı ise bu nüsha rumuzunun yanına (:) işareti

konulmuş ve farklı olan kelime yazılmıştır. Diğer nüshalarda bulunmayıp

sadece tek bir nüshada bulunan kelimeler, metne uygun

düştüğü takdirde, metnin içine yerleştirilmiş ve köşeli parantez []

içine alınmıştır. İbn Kemal’in risalede yaptığı alıntıların nerede

bittiğini göstermek üzere kullanmış olduğu ( ??? ??? ????? ) şeklindeki

ibare metinden çıkarılmış ve alıntı metni tırnak içerisinde

gösterilerek kaynağı dipnotta ifade edilmiştir.



III. Risalenin Muhtevası

İbn Kemal’in eserinde konu ettiği hususlardan hareketle, eserin

yazılmasına vesile olduğu Molla Kabız’ın düşünceleri hakkında bilgi

sahibi olmaktayız. Buna göre Molla Kabız, Hz. İsa’nın nüzulüne ilişkin

rivayetlerden ve literatürdeki bazı yorumlardan hareketle onun

üstünlüğüne istidlal ettiği gibi, başka rivayetlerde geçen ve Hz. Peygamber’in

diğer peygamberlerden üstün olmadığına dair ifadelerini

esas alarak hareket etmiş veya en azından bunları yanlış fikirlerine

gerekçe olarak sunmuştur. İbn Kemal bunları tek tek alarak inceler

ve her birinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durur. Eserin temas

ettiği temel yaklaşımları şu şekilde ortaya koymak mümkündür:

1. İbn Kemal’e göre, Hz. Muhammed’in (a.s.) her bakımdan peygamberlerin

en faziletlisi olduğuna inanmak müslümanların icma

ettiği bir husustur. Bu inanç, onun tümünden üstün olduğunun ifade

edilmesiyle gerçekleşen bir durumdur. Ayrıntılarda bunu açıklamak

sadece bir zorunluluk halinde mümkündür. Çünkü Hz. Peygamber’in

diğer peygamberlerden üstünlüğünü tafsilatlı olarak ortaya

koymak, diğer peygamberlerde bir eksiklik olduğunu gösterme

düşüncesini barındırmaktadır. Bu itibarla bu konuda söz söylemekten

sakınmak gerekir ve Hz. Peygamber de bu tavsiyede bulunmuştur.

İbn Kemal kendisinin buna mecbur kaldığını söylemekte ve bu

sebeple konuyu ele aldığını da ifade etmektedir.

2. Hz. İsa’nın, ahir zamanda yeryüzüne ineceğinden hareketle

onun üstünlüğü sonucuna varılamaz. Çünkü burada onun gelişi,



davet açısından peygamber olmasına yönelik ifadedir. Yaradılış bakımından

peygamberlerin ilki Âdem (a.s), peygamberlikle görevlendirme

(bi’set) bakımından sonuncusu Muhammed (a.s.)’dır. Çünkü,

davet açısından peygamberlerin sonuncusu İsa (a.s.)’dır. Onun gelişi,

Buhari şarihi Kirmanî’nin düşündüğünün aksine Hıristiyanların dinini

iptal etmek şeklinde değildir. O haç ve domuz konusundaki ruhsatı

kaldıracaktır. Zaten bizim dinimizin gelmesiyle daha önce bu

dinler batıl olmuştur. İsa’nın inmesi dolayısıyla onun son peygamber

olduğu düşüncesini reddeden İbn Kemal, Taftazâni’nin Hz. İsa’nın,

ahir zamanda yeryüzüne inmesiyle son peygamber olacağı düşüncesini,

“dinin nesh edildiği ve dolayısıyla Hz. İsa’ya vahiy gelmeyeceği”

düşüncesine bağlamasını eleştirir. Zira İbn Kemal’e göre onun dininin

nesh edilmesi, ona vahyin gelmemesini gerektirmez. Çünkü vahiy

sahibinin mutlaka peygamber olması gerekmez.

3. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tüm diğer peygamberlerden

üstün oluşu, kesin delillerle ve ümmetin icmaı ile sabit olan bir husustur.

Taftazâni’nin ileri sürdüğü biçimiyle konuyu delillendiren İbn

Kemal, “siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” (Al-i İmran

3/19) ayetinde, Hz. Muhammed’in ümmetinin en hayırlı ümmet olmasını,

bu ümmetin peygamberinin de en hayırlı ve faziletli olmasını

gerektirdiğini söyler. Ümmetin en hayırlı olması ise, dini açıdan kemal

noktasında olmalarına bağlıdır. Hz. Peygamber’in hadislerinde

vurgulandığı gibi, “dikkat edin, sizin için iki sevap vardır”87 ifadesi,

Müslümanların diğer din mensuplarının aksine, geçmiş tüm peygamberleri

de kabul etmeleri esasına bağlar.

4. Taftazânî’ye göre Hz. İsa’nın, semada diri olarak bulunması

tarzındaki rivayette onun üstünlüğüne delil olabilecek bir delil yoktur.

Çünkü o yeryüzüne indiğinde Hz. Peygamber’in dinine tabi olacaktır.

Bir başka hadiste ifade edildiğine göre Hz. Peygamber “Musa

sağ olsaydı bana tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı”88

buyurmuştur. İbn Kemal bu görüşün Hz. Musa ile ilgili hadise dayandığını

ve bunun da sadece Musa (a.s.) ile sınırlı olmadığı, bilakis

illette ortak olmaları dolayısıyla tüm peygamberleri de içine aldığı

esasına dayandığını ifade eder. Bu illet, Hz. Peygamber’in tüm insanlığa

teyit edilmiş hükümlerle gönderilmiş olmasıdır ki, bunlar da özel

bir şekilde getirilen genel hükümlerdir. İbn Kemal, burada Kadı

Beydavî’den konu ile ilgili görüşünü nakleder ve eleştirir. Beydavî,

“Yanınızda bulunan (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim Kuran'a

inanın”89 ayetini tahlil ederken, burada Kur’an’ın önceki ilahi kitapları

tasdik edici olmasını şöyle açıklar:

87 Buhari, Enbiya, 50.

88 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 338.

89 Bakara 2/41.



Kur’an ehl-i kitabın elinde bulunan kitapları tasdik edicidir. Çünkü

o kitaplarda haber verilen tarzda nazil olmuştur. Onlarda bulunan

kıssalara, tevhide, ibadete, günahlardan kaçınmaya çağırması konusunda

onlara uygundur. Teferruata ilişkin hükümlerde onlara aykırı

olması, asırların değişmesiyle ihtiyaçların değişmesi sebebiyledir. Zira

onlardan her biri, kendi çağına nispetle ve hitap ettiği toplumun ihtiyaçlarını

gözetmesi açısından haktır. Hatta önce nazil olanlar sonraki

dönemlerde inseydi, sonra indirilene uygun olarak gelirdi. Bu sebepten

dolayı Hz. Peygamber, Hz. Musa’nın peygamberimize tabi olmasının

imana aykırı olmadığını, aksine onu gerektirdiğine dikkat çekerek

“Musa sağ olsaydı bana tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı”

buyurmuştur.90

İbn Kemal onun bu yaklaşımının isabetli olmadığını savunur.

Çünkü eğer bu şekilde düşünülecek olursa, Hz. Peygamberin hadisinde

ifade edileni ters çevirerek “Muhammed Musa zamanında sağ

olsaydı, ona tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı” şeklinde

okumak mümkün olurdu. Hâlbuki sözün bağlamı buna uygun değildir.

Eğer Hz. Peygamberin tüm insanlığa gönderilmiş ve onların tabi

olacakları tüm hükümleri içeren bir dinle gönderilmiş olduğu esas

alınırsa, bu takdirde ifadenin ters çevrilerek okunması mümkün olmaz.

Musa’nın (a.s.) dini, peygamberimizin dininin aksine nesh edilme

konumundadır. İşte hadis bu şekilde anlaşılmalıdır. Bu anlamda

Hz. Peygamber’in tüm peygamberlerden daha faziletli olduğuna delil

teşkil eder.

5. Taftazânî’nin Hz. Peygamber’in Hz. Âdem’den değil, onun evlatlarından

üstün olduğunu göstereceği endişesiyle “Ben Âdem’in oğullarının

efendisiyim ve bunda övünç yoktur”91 hadisinin zayıf olduğunu

zikretmesini isabetli bulur.

6. Hz. Muhammed (a.s.), tüm insanlara ve cinlere gönderilmiş

olması, peygamberliği ve diğer peygamberleri sona erdirici bir peygamber

olması, dininin diğer tüm dinleri nesh etmesi, kıyamet gününde

tüm insanlığa şahitlik yapacak olması ve zahiri mucizesi olan

Kur’an’ın tüm zamanlar boyunca devam etmesi onun tüm peygamber

oluşunu gösteren özellikleridir. Bu meyanda “peygamberlerden bazılarını

diğer bir kısmına üstün kıldık” (Bakara 2/253) ayetinde vurgulanan,

Hz. Muhammed’in (a.s.) diğerlerine üstünlüğüdür.

Zemahşerî’nin bu ayeti tefsir ederken, “bazıları” ifadesinin içine diğer

peygamberleri ilave etmesini92 ve bu durumu şu hadisle desteklemesini

isabetli bulmaz. İbn Abbas şöyle anlatıyor: “Mescitte peygamberlerinden

faziletlerinden bahsediyorduk. Çok uzun ibadeti dolayısıyla

90 el-Beydavî, Envaru’t-tenzil ve esraru’t-te’vil, I, 57–58.

91 Müslim, Fedâil, 3; Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn Mace, Zühd, 37

92 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 382–383.



Nuh’u, Allah’a ile dostluğu sebebiyle İbrahim’i, Allah ile konuşması

sebebiyle Musa’yı ve semaya yükseltilmesi sebebiyle İsa’yı zikrettik

ve dedik ki: “Hz. Peygamber, tüm insanlara gönderilmesi, geçmiş ve

gelecek günahlarının bağışlanması ve son peygamber olması dolayısıyla

en üstün olandır.” Bu sırada Hz. Peygamber içeri girdi ve “ne ile

meşgulsününüz” dedi. Konuyu anlattık. O da şöyle dedi: “Hiç kimsenin

Yahya b. Zekeriya’dan daha hayırlı olması gerekmez. Çünkü o hiç

günah işlemedi ve bunu kalbinden bile geçirmedi.”93

İbn Kemal, Zemahşeri’nin burada isabetli davranmadığını, çünkü

Müslümanların icmaı ile üstünlüğe layık olanın, en üstün olmaya

layık olan kimse olduğu hususunun altını çizer. Ayrıca söz konusu

hadisle meselenin desteklenmesi ise reddedilmiştir.

7. Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesi ve orada yaşadığı hususu ise

bir üstünlük değildir. Hz. Peygamber’in semaya yükseltilmemesi ve

yeryüzünde hayatını tamamlayarak ölmesi çok daha önemlidir. O,

şahsını ve dinini kemale erdirdikten sonra ölmüştür. Nefsin bedenle

ilişkisi, varlığın kemale ermesine yöneliktir. Varlığı kemale erince de

nefis bedenle ilişkisini keser ve aslına döner. Bu Hz. Peygamber’in

şahsi kemalini ifade eder. Onun ölmüş olması ümmet için de bir

rahmet kaynağıdır. Hz. Peygamber’in “Allah bir kulları içinde bir topluluğa

rahmet dilediğinde, peygamberlerinin ruhunu kabzeder. Ve onu

onlardan önce kendileri için bir öncü yapar”94 hadisinde ifade edildiği

gibi bu ümmet için bir rahmet kaynağıdır. Hz. Peygamber’in insanlar

arasında yaşayıp ölmesinin bir başka faydası da onun bulunduğu

mekânın mukaddes bir mekân olması, duaların yükselme yeri ve itaat

üzere toplanma vatanı olmasıdır.

8. Taftazânî İsa’nın (a.s.) ölüleri diriltmesi, hastaları iyileştirmesi

gibi mucizeleri ve onun temiz bir kadından dünyaya gelmesi, peygamberlerin

gelmiş olduğu bir ortamda yetişmesi hususlarını hatırlatarak

bunların onun üstünlüğüne delil olmadığını, aksine Hz.

Muhammed’in üstünlüğüne delil olduklarını söyler. Hz. Muhammed

(a.s.) müşriklerden doğmuş olması ve onlar arasında yetişmesine

rağmen tevhide uygun olarak hayatını devam ettirmiştir. Müşriklerle

mücadele etmiş ve onları tevhide uygun bir hale getirmiştir. Hz. İsa’nın

mucizeleri ise Hz. Peygamber’in ve Kur’an’ın haber vermesiyle

şöhret kazanmıştır. Bu itibarla Hz. İsa’nın mucizeleri ile Hz. Muhammed’in

mucizelerini mukayese etmek mümkün değildir.95

İbn Kemal, burada Taftazânî Hz. Peygamber’in müşriklerden

doğmuş olması şeklindeki düşüncesini eleştirir. Çünkü böyle bir düşünce

efdaliyete engel teşkil eder. Zira babası müslüman olan bir

93 Buhari Enbiya, 24.

94 Müslim, Fedail, 24.

95 Bk. Taftazânî, Şerhu’l-mekâsıd, V; 47–48.

müslüman ile sadece kendisi müslüman olan bir kimsenin denk olmadığı

müslümanların icmaı ile sabit olan bir durumdur. Ecdadın

küfrü, nesep açısından şeref eksikliğidir. Hz. Peygamber’in ebeveyni

ise asla müşrik değildir. Zaten bu konu selef açısından tartışmalıdır.

İbn Kemal bu konuda bir kitap yazdığını söylemektedir. Orada Hz.

Peygamber’in ebeveyninin tevhid üzere olduklarını delilleriyle ortaya

koymaktadır.96 Bu itibarla Taftazânî’nin bu yaklaşımı ona göre büyük

hatadır ve yanlış değerlendirmelere yol açmaktadır.97 İbn Kemal

müslüman toplum içinde Hz. İsa’nın Hz. Peygamber’den üstün olduğu

şeklindeki hezeyanları köpeklerin havlamasına benzetir ve bunların

böyle düşünmelerinin O’nun faziletine gölge düşüremeyeceğini ve

zarar veremeyeceğini ifade eder.

96 Bk. İbn Kemal, Risale fi hakkı ebeveyi’n-nebi, Resail-i İbn Kemal içinde, nşr. Ahmet

Cevdet Paşa, İstanbul 1316, s. 87–91.

97 İbn Kemal ile ilgili bir çalışma yapan Sayın Dalkıran, İbn Kemal’in bahse konu

efadliyyet risalesini de incelemiş ve muhtevası hakkında bilgiler vermiştir. Fakat

onun muhteva ile verdiği bilgiler kısmen risalenin içindeki fikirleri yansıtmamaktadır.

Özellikle Taftazânî’nin bu görüşünü İbn Kemal’in katıldığı bir anlayış olarak

vermektedir. Hâlbuki metinde bunu İbn Kemal eleştirmektedir. Yine Kirmani ve

Zemahşerî’yi de zaman zaman eleştirmektedir. Yine Dalkıran, İbn Kemal’in, Hz.

Peygamber’in ebeveyni ile ilgili gerçeği ortaya koyacak bir risale yazdığı sözünden

hareketle, bunun, “Efdaliyyetü Muhammed” risalesi olduğunu söylemektedir. (bk.

Sayın Dalkıran, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997, s.105–110.) Bu da

yanlıştır. Çünkü bu risale Risale fi hakkı ebeveyi’n-nebi isimli risaledir. Zaten İbn

Kemal Hz. Peygamber’in ebeveyni ile ilgili olarak gerçeği öğrenmek isteyenlerin söz

konusu risaleyi okumalarını salık vermektedir.



BİBLİYOGRAFYA

Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1981.

Ahmet Akbulut, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara 1992.

Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, İzmir 1987.

el-Bağdadî, Abdülkahir b. Tahir b.Muhammed, el-Fark beyne’l-fırak,

tah. Muhammed Muhiddin Abdülhamid, Beyrut 1990.

------Usulu’d-din, Beyrut 1981.

el-Beydavî, Nasıruddin Ebu Said Abdurrahman b. Ömer, Envaru’ttenzil

ve esraru’t-te’vil, Beyrut 1988, I-II.

Brockelmann, GAL, II, 598; Suppl. II, 669.

Brockelmann, GAL, II, 598–599; Suppl. II, 669

el-Buhari, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmiu's-sahîh, IVIII,

İstanbul, 1981

Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, I-II.

el-Cürcânî, Seyyid Şerif, Şerhu’l-mevakıf, İstanbul 1366.

Çelebi, İlyas, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 242-243, 246.

Dalkıran, Sayın, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997.

ed-Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fazl, Sünen,

Dımaşk ts.

Marsıfî, Sa’d, Edva ala ehadisi’l-isra ve’l-mirac, Beyrut 1994.

el-Eş’arî, Ebu’l-Hasan, Makalâtü’l-İslamiyyin, I-II.

Fayda, Mustafa, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn

Kemal, Ankara 1986, s. 60

Hoca Sadettin, Tacu’t-tevarih, Neşr. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara

1992, I-V.

İbn Hazm, Ebu MuhammedAli b. Ahmed, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehva

ve’n-nihal, tah. Muhammed İbrahim Nasr-Abdurrahman

Umeyre, Beyrut ts., I-V.

İbn Kemal, , Resail, nşr. Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul 1316.

İbn Mace, Sünen, İstanbul, 1981.

İbn Manzur, Lisanü’l-arab, “fdl” mad., Beyrut 1995.

İbn Teymiyye, Takiyyuddin Ahed, el-Furkan beyne evliyai’r-Rahman

ve evliyai’ş-şeytan, thk. Abdurrahman b. Abdülkerim el-

Yahya, Beyrut 1999.

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 1

el-İcî, Adudduddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevâkıf fi ilmi’l-kelâm,

Beyrut ts.

İhsanoğlu Ekmeleddin (ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul

1998, I-II.

İsfehani, Ebû Nuaym, Delâîlu’n-nübüvve, thk. Muhammed Revvas

Kal’acı-Abdulber Abbas, Beyrut 1991, I-II.

İslam Ansiklopedisi (TH), “Molla Kabız” mad., VI, 15–16.

İzz b. Abdüsselam, Bidayetu’sûl fi tafdili’r-rasûl, thk. İyad Halid ed-

Debbağ, Beyrut 1995.

Kadı Abdülcebbar, b. Ahmed el-Hemedânî el- Esedabâdî, el-Muğnî fi

ebvabi’t-tevhid ve’l-adl, tah. Mahmud el-Hudayri-Mahmud

Muhammed Kasım, Kahire 1965, I-XX.

el-Kurtubî, Ebu Abdulluh Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Câmi li

ahkâmi'l-Kur'an, Dârü'l-Katibi'l-Arabî, 1967, I-XX.

Mecdi Efendî, eş-Şekaiku’n-numaniyye Tercemesi, İstanbul 1989.

Müslim, b. el-Haccac, el-Câmiu's-sahîh, I-III, İstanbul, 1981.

en-Nesefî, Ebu’l-Mu’in Meymun b. Muhammed, Bahru’l-kelâm,

Dımaşk 1997.

------ Tabsıratü’l edille, tah. Hüseyin Atay-Şaban Ali Düzgün, Ankara

2003, I-II

Öçal, Şamil, Kemalpaşazadenin Felsefi ve Kelâmi Görüşleri, Ankara

2000.

Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 564.

Pezdevî, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i sünnet akaidi, trc. Şerafeddin

Gölcük, İstanbul 1980.

er-Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer, Metâlibu’l-âliye mine’l-ilmi’lilahi,

tah. Ahmed Hicazî es-Sekka, Beyrut 1987, I-V.

------ Mealimu usulu’d-din, Kahire ts.

------ Mefâtihü'l-gayb, İstanbul 1308, I-VIII.

------Muhassalu efkari’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn, Beyrut 1984.

Reşid Rıza, el-Menar, Beyrut ts., I-XII.

------Muhammedi Vahiy, trc. Salih Özer, Ankara 1991.

es-Seffârinî, Ebü'l-Avn Muhammed b. Ahmed, Levâmiü'l-envâri'lbehiyye

ve sevâdiü'l-esrâri'l-eseriyye, Beyrut 1985,I-II.

es-Semerkandî, Şemseddin es-Sehâifu’l-ilahiyye, tah. Ahmed

Abdurrahman eş-Şerîf, Kuveyt 1985.

Salih Sabri YAVUZ

Taftazânî, Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-akâid, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul

1982.

------ Şerhu’l-mekasıd, thk. Abdurrahman Umeyre, Beyrut 1989, I-V

Taşköprüzade, Ebü'l- Hayr İsamüddin Ahmed Efendi, eş-Şekaiku’nnumaniyye

fi ulema-i Devleti’l-Osmaniyye, thk. Ahmet Suphi

Fırat, İstanbul 1985.

et-Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, thk. Ahmed Muhammed

Şakir, Daru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut ts., I-V.

Topaloğlu, Bekir, “Allah” mad., DİA, II, 477.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, I-II.

Yazıcıoğlu, Said, “Kelamcı olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam İbn Kemal,

Ankara 1986, s. 180.

Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ts.,

I-IX.

Yediyıldız, Baheddin, “Tarih Kaynağı Olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam

İbn Kemal, Ankara 1986, s. 67.

ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf ‘an hakâiki’ttenzîl

ve uyunu’l-ekâvil fi vücuhi’t-te’vil, Daru’l-fikr ts., I-IV.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 31295

ulkucudunya@ulkucudunya.com