KELÂM’DA EFDALİYYET MESELESİ ve İBN KEMAL’İN “EFDALİYYETU MUHAMMED” RİSALESİ
Salih Sabri YAVUZ 01 Ocak 1970
ÖZET
Tafdil konusu kelam literatüründe daha çok hilafet tartışmaları
bağlamında esas alınmıştır. Bununla beraber konu, peygamberlerin
fazileti, peygamberlerin meleklerle mukayesesi gibi teolojik tartışmalara
vardırılmıştır. Hz. Muhammed’in diğer peygamberlere üstünlüğü
de bu bağlamda tartışılmıştır. Osmanlı âlimi İbn Kemal, İsa’nın
Muhammed’den üstün olduğunu savunan Molla Kabız’a cevap
vermiştir. İbn Kemal düşüncelerini “Afdaliyya tü Muhammed”
isimli risalesinde açıklamıştır. Bu risaleyi, farklı nüshalarını araştırarak
neşrettik ve tafdil meselesi bağlamında kısaca değerlendirdik.
I. Giriş
Efdaliyyet meselesi İslam akaid sistemi içerisinde doğrudan
bulunması gerekli bir konu olmamakla birlikte bir taraftan nübüvvet
meselesiyle bağlantılı olarak ele alınmış ve gittikçe alanı genişletilmiştir.
Kelam eserlerinin tarih içinde uğramış olduğu muhteva değişikliği
dikkate alındığında bunun böyle olduğu görülmektedir. Aslında
konunun genişleyen çerçevesi İslami disiplinlerin birbirleri arasındaki
meşruiyet iddiasının bir yansıması olarak da görülebilir. Dolayısıyla
alan genişlemesi de bununla bağlantılı olmuştur. Bu bağlamda
peygamberlerle melekler arasındaki mukayese, peygamberlerin
kendi aralarındaki mukayeseyle devam etmiş, Şia düşüncesindeki
imamların ismeti (günahsız olmaları) doktrini, Peygamberlerin ismetine
alternatif görülmüş veya en azından böyle bir düşünceyi çağrıştırmış
ve neticede bu düşüncedeki imam ile peygamberler arasında
bir kıyaslama yapılmasına sebep teşkil etmiştir.
Diğer taraftan Hz. Peygamber’den sonra din konusunda yetkinin
kimde olması gerektiğine dair meşruiyet çabaları da konunun tartışılıp
değerlendirilmesine sebep olmuştur.. Bu çabanın içinde, özellikle
Şia’nın bunu aynı zamanda siyasal düzlemde ele alması ve söz konusu
etmesi, konunun derinleşmesine zemin teşkil etmiştir. İslami disiplinler
arasındaki metot farklılığı, bu farklılığın ortaya çıkardığı değişik
düşüncelerin ve bu düşüncelerin somutlaştığı şahsiyetlerin
meşruiyeti de bu türden değerlendirmelerin yapılmasına katkıda bulunmuştur.
Bu meyanda felsefi zeminde bilginin temsilcisi durumundaki
filozof ile peygamber, tasavvufi alanda da ilahi bilgiyi elde
etme imkânına sahip olmakla nitelendirilen veli ile peygamber mukayesesi
de efdaliyyet düşüncesinin yansıması olarak görülebilir. Özellikle
Peygamberliğin alameti olarak görülen mucize ile velayetin
göstergesi olarak sunulan keramet de bu düzlemde düşünülebilir.
Efdal kelimesi artmak, fazla olmak, üstün olmak anlamına gelen
“fzl” ( ??? ) kelimesinden türemiş bir sıfat kalıbı olup “en üstün olma,
bir kimsenin diğerinden üstün olması gibi anlamlarına gelir.1 Kelam
literatüründe ise efdaliyyetten maksat aslında “Allah katında sevabı
en çok olmak” anlamında değerlendirilmiş2 olmasına rağmen, daha
sonra bu bağlamdan çıkarılarak her türlü şahsi ve zati özelliklere
kadar vardırılmıştır. Mukayeseye konu olan melek-peygamber, peygamber-
imam gibi varlıkların mahiyeti ve fonksiyonları düşünüldüğünde,
böyle bir mukayesenin temelde bir dayanağı olmadığı açıkça
görülür. Çünkü bu varlıklar dikkate alındığında, her birinin görevi,
fonksiyonu ve kategorisi birbirinden farklı olduğu açıktır. Bu itibarla
en azından denk olmayanlar arasında böyle bir mukayeseye gidilme-
1 İbn Manzur, Lisanü’l-arab, “fdl” mad., Beyrut, X, 280.
2 es-Semerkandî es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 494.
si uygun değildir. Ancak yukarıda zikrettiğimiz sebeplerin buna etkisi
olmuştur. İlk bakışta nasların karakterlerinde böyle bir mukayese
fikri olduğu göze çarpmaktadır. Dolayısıyla bu nasların delaletleri
düşünüldüğünde, bunu da mukayese fikrinin ortaya çıkışında etken
olduğu düşünmek mümkündür. Kelam eserlerinde peygamberlerin
kendi aralarında, peygamberlerle melekler arasında ve bunlarla diğer
insanlar arasında, kısaca varlık mertebeleri arasındaki bu üstünlük
tartışmalarının yanı sıra hilafet tartışmalarının ana merkezi de bu
esastan hareketle yapılmıştır. Hilafete ya da imamete layık olmak
dinin bir unsuru olarak algılanmış ve dini açıdan fazilet sahibi olma
bu işe layık olmanın temeli olarak görülmüştür. Ancak biz burada bu
tartışmalara değinmeden melek-peygamber ve peygamberimizle diğer
peygamberler arasındaki tafdil konunsa temas etmekle yetineceğiz.
A. Peygamberler ve Melekler Arasındaki Üstünlük
Melekler ile peygamberler arasındaki mukayesenin hangi endişeden
yapıldığı sorusunu cevaplandırmak doğrusu kolay değildir ve
kaynaklarda bunun cevabı net olarak verilmiş de değildir. Dikkat
çeken tek cevap “bir kimse meleğin ne olduğunu ve hangi özellikleri
bulunduğunu bilirse, aklı bu konulara girmeye müsaade etmeyeceği,
fakat insanların pek çoğunun melekleri gökyüzünde uçan varlıklar olduğunu
zannetmesi” neticesinde böyle bir mukayeseye girişmiş oldukları
şeklindedir. Aslında beşerle melekler arasında varlık, ilim,
kudret ve kemal açısından hiçbir ilişki bulunmamaktadır.3 Melekler
ile peygamberler arsında yapılan mukayesede kimin daha üstün olduğu
hususu herhangi bir itikadi düşüncenin ayırıcı vasıflarından
olmaması sebebiyle mezhepler arasında kalın hatlarla çizilmiş sınır
yoktur. Her itikadi mezhebe mensup düşünürler kendi içinde farklı
kanaatlere sahiptir. Mutezili âlimlerin çoğunluğu meleklerin peygamberden
üstün oldukları kanaatindedirler. Şia’ya mensup bazı
gruplar da aynı görüşü paylaşırlar.4 İslam filozoflarının da bu konuda
Mutezile ile aynı kanaati paylaştığını söyleyen el-İcî (ö.756/1355),
burada tartışılan konunun süfli meleklerin peygamberlere olan üstünlüğü
değil, ulvî meleklerle peygamberler arasındaki mukayese
olduğuna dikkat çeker. Genelde ise peygamberlerin, süfli meleklerden
üstün oldukları ittifakla kabul edilen husustur.5 Eş’arî’nin (ö.
324/936) kaydettiğine göre Rafızî’ler imamların dahi meleklerden üstün
olduklarını iddia etmişlerdir.6 Bu bağlamda müslümanlardan
olan salih kimseler içerisinde Hz. İsa’dan daha faziletli olan kimseler
bulunduğunu iddia edenler de olmuştur. Bakıllânî’nin (ö. 403/1013)
ise bu ümmet içerisinde Hz. Peygamber’den daha üstün olma ihtima-
3 er-Râzî, Metâlibu’l-âliye mine’l-ilmi’l-ilahi, VII, 405, 421.
4 el-Eş’arî, Makalâtü’l-İslamiyyin, I, 296; el-Bağdadî, el-Fark beyne’l-fırak, s. 371.
5 el-İcî, el-Mevâkıf fi ilmi’l-kelâm, s. 367 es-Semerkandî, es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 436.
6 el-Eş’arî, a.g.e, II, 126
li olan kişilerin bulunabileceği nakledilmektedir. Önemli Mutezile kelamcılarından
Ebu Haşim el-Cübbaî’ye (ö. 311/933) göre ise
müslümanlar içerisinde birinin, salih amel noktasında uzun süre
yaşaması durumunda peygamberin ameline denk olabilecek bir noktaya
ulaşması mümkündür.7
Farklı düşünceler bir tarafa bırakılırsa Ehl-i sünnet genel olarak,
peygamberlerin elçi olan meleklerden, elçi olan meleklerin peygamber
olmayan insanlardan, peygamber olmayan insanların da diğer
meleklerin hepsinden üstün olduğu görüşündedir.8 Bu ayırıma
göre yaratıkların en üstünü Hz. Muhammed’dir. Sonra peygamberler,
elçi olan melekler, muttaki müminler, bunların dışında kalan insanlar
ve elçi olmayan melekler gelmektedir.9 İbn Hazm (ö. 456/1064)
ise bu sıralamayı melekler, resul olan peygamberler, nebi olan peygamberler
ve sahabe şeklinde yapar. Ona göre Hz. Peygamber’in sahabesi
olan cinler, diğer sahabelerden üstündür.10
Ehl-i Sünnet kaynaklarında aktarıldığına göre Mutezile, meleklerin
peygamberlerden üstün olduğu şeklindeki görüşünü destekleyen
nakli ve akli deliller ileri sürmüştür. Özellikle Kuran’da Meleklerin
üstünlüğüne işaret ettiğini düşündükleri ayetler şunlardır:
“De ki: “Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum.
Gaybı da bilmem. Size 'Ben meleğim' de demiyorum. Ben sadece bana
vahyedilene uyuyorum.”11
“Derken şeytan, onların, kendilerinden gizlenmiş olan çirkin yerlerini
kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbiniz, başka bir
sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek, ya da ebedî kalıcılardan
olursunuz diye sizi şu ağaçtan men‘etti” dedi.”12
“Onu, müthiş kuvvetleri olan biri (melek) öğretti”13
“Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar O'nundur. Katında olanlar
O'na kulluk etmekten ne çekinirler, ne de yorulurlar.”14
Mutezile âlimleri bu ayetlerde meleklerin üstünlüğünün vurgulandığını
ifade etmektedirler. Ayette Peygamber’e atfen ifade edilen,
“'ben meleğim de demiyorum” ifadesi bunu göstermektedir ve bu ayet
Mutezile’ye göre tevazu ifade etmektedir. Müşriklerin Hz. Peygam-
7 İbn Hazm, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehva ve’n-nihal, V, 125.Bu görüşleri aktaran İbn
Hazm bu tür yaklaşımların küfür olduğunu söyler. Ancak İbn Hazm’ın Bakıllanî’ye
nispet ettiği bu görüşü ulaşabildiğimiz kadarıyla onun eserlerinde rastlayamadık.
8 Taftazânî, Şerhu’l-akâid, trc. Süleyman Uludağ, s. 364.
9 Pezdevî, Ehl-i sünnet akaidi, trc. Şerafeddin Gölcük, s. 293.
10 İbn Hazm, el-Fasl, V, 126.
11 En’am 6/50.
12 A’raf 7/20.
13 Necm 53/5.
14 Enbiya 21/19.
ber’den talep ettikleri şeyler konusunda o, “gaybı bilmediğini ve Allah’ın
hazinelerinin yanında olmadığını” ifade etmesi ise meleklerin
bu özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bu tür özellikleri bulunanlar,
bunlara sahip olmayanlardan üstün olmayı gerekli kılar.
Aynı şekilde Allah’ın Hz. Âdem’i ve eşi Havva’yı ağaca yaklaşmaktan
yasaklamasının (Araf 7/20) sebebi onların melek ya da ebedi kalıcılardan
olmalarıyla ilişkilendirmesi de Allah katında meleklerin peygamberlerden
üstün olduğuna delalet eder. Mutezile bu nakli delillerin
onların üstünlüklerine delalet ettiklerini düşünürler.15 Aynı düşünceyi
paylaşan İbn Hazm da Âdem’in (a.s.) meleklerin üstün olduğunu
ilgili ayete atıfla delillendirir. Eğer Âdem (a.s.), meleklerin kendisinden
üstün olduğunu yakinen bilmemiş olsaydı ve melek olmayı
arzu etmeseydi, Allah’ın kendisine yasaklamış olduğu ağacın meyvesinden
yemeyi kabul etmezdi.16
İlgili ayette geçen “'Ben meleğim’ de demiyorum” ifadesi, İcî’ye göre
tevazu sadedinde değildir. Zira “ayetlerimizi yalanlayanlara gelince,
yapmakta oldukları fenalıklar yüzünden onlara azap dokunacaktır”
(En’am 6/49) ayeti, müşriklerin alaylı bir tarzda Hz. Peygamber’den
azabı hemen talep etmeleri üzerine nazil olmuştur. Yani Allah
katından azabı indirmek, peygamber için söz konusu değildir ve
azabın ne zaman ineceğini de bilmez. Melek de değildir ki, azabı indirmeye
gücü olsun. “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf
ikiniz de birer melek, ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu
ağaçtan men‘etti.” (Araf 7/20) ayetinde vurgulanmak istenen şey ise
şudur: Âdem ile Havva meleklerin çok güzel oldukları ve muazzam
bir yaratılışa sahip bulunduklarını gördüler ve benzer şekilde olmayı
arzu ettiler. Fazilet ve kemalin böyle olduğu hayaline kapıldılar. Yoksa
ayette onların melek olmaları kemalin ifadesi olarak sunulmamaktadır.
17
Meleklerin peygamberlerin öğretmenleri konumda oldukları iddiasını
da değerlendiren el-Îcî, onların muallim değil tebliğci (iltici)
olduklarını söylemektedir. “Onu, müthiş kuvvetleri olan biri (melek)
öğretti” ayetinde geçen “öğretti” ifadesi, tebliğ etme anlamına gelmektedir.
18
Mutezile ve İslam filozofları benzer akli delillerden hareket etmişlerdir.
Genelde hareket noktaları onların mahiyetleriyle ilgilidir.
Melekler nitelik açısından peygamberlerden farklı oldukları için üstünlükleri
söz konusudur. Onlar manevi cevherlerden meydana gelmektedir.
İnsan ise maddi bir surettedir. Manevi olanın maddi olana
15 Abdülkahir el-Bağdadî, Usulu’d-din, s. 295–296.
16 İbn Hazm, el-Fasl, V, 131.
17 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 369; Cürcânî, Şerhu’l-mevakıf, s. 577–578.
18 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 370.
üstünlüğü söz konusudur. Melekler soyut ruhani varlıklardır ve ulvi
suretlerle ilişkilidirler. Bu yapıda olan melekler insanın ilişkili olduğu
şehvet, gazap ve benzeri nefsanî duygulardan soyutlanmıştır. Ruhani
olan varlıklar depremler ve su çekilmeleri gibi zor olan meşakkatli
işleri yapabilme gücüne sahiptirler. Cismani varlıklar ise buna güç
yetiremezler. Ruhani varlıklar önceki asırlarda olanları, geçmişi, geleceği
ve her türlü gaybı bilir. Onların bilgileri fıtri, fiili ve külli bilgidir.
Cismani varlıklar ise bunlardan mahrumdurlar.19 Bu akli delillerden
hareket eden Mutezile, meleklerin peygamberlerden üstün olduklarını
savunmaktadır. Bu delillerin tümünün felsefi esaslara ve
prensiplere bağlı olduğunu kaydeden el-İcî, kendilerinin bu tür prensipleri
kabul etmediklerini söyleyerek bu akli delillerin temelsiz olduğunu
iddia eder.20
Aslında meleklerin peygamberlerden üstün olduğunu savunanlar
“Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler”
(Nisa 4/172) ayetinden hareketle bunu meleklerin peygamberden
üstün olduğuna delil getirmektedirler. Zira burada, meleğin İsa’ya
üstünlüğünden bahsedilmekte olduğunu ifade ederler. Ancak burada
anlatılmak istenen ne meleklerin peygamberlere üstünlüğü ne peygamberlerin
meleklere üstünlüğüdür. Bu ayetin geçtiği yerdeki ayetlerin
bağlamı dikkate alındığında aslında inanç noktasındaki aşırıya
gitme düşüncesinin eleştirisi vardır. İlgili bağlamda ayet okunduğunda
bu durum gözlenmektedir:
Ey ehli kitap, Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak
gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e
ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine
inanın, "üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak
bir tek Tanrı'dır, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar
da yerde olanlar da O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Mesih de, gözde
melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim O'na kulluktan
çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, hepsini huzuruna toplayacaktır.
21
Burada Hıristiyanların peygamberlerini aşırı yüceltmeleri sonunda
onda uluhiyet bulunduğu derecesine vardırmış olmaları düşüncesi
mevcuttur. Cürcanî (ö. 816/1413) ayeti, bu bağlamda yorumlarken
meseleyi gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hrıistiyanlar, Hz. İsa’yı aşırı bir şekilde yüceltmişlerdir. Bu durum
onların Hz. İsa’nın mucizelerini görmelerinden kaynaklanmaktadır.
Onun ölüleri dirilttiğini ve babasız dünyaya geldiğini bildikleri için
19 er-Râzî, Muhassalu efkari’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn, s. 322–324; el-İcî, el-
Mevâkıf, s. 368.
20 el-İcî, a.y.
21 Nisa 4/171–172.
bu onların aşırı yüceltmeci bir tavra sahip olmalarına sebep olmuştur.
Buradan hareketle onu Allah’ın kulu olmaktan çıkarıp, onda
ulûhiyetin bulunduğunu iddia etmişlerdir. Allah bu ayette meleklerin
de onun yaptığını yapabileceğini, hatta daha fazlasını yapabileceğini
ifade etmektedir. Melekler de ana ve baları olmayan varlılardır. Ancak
onların böyle bir yaradılışta olmaları, kul olmalarını engellememiş
ve onlar da kulluktan geri durmamışlardır. Ve asla ilahlık iddia
etmelerine yol açmamıştır.22 O halde Hz. Peygamber’in peygamberlik
özelliklerini de dikkate alarak onun kul peygamber olmasını önemsemek
ve zımnen dahi olsa aşırı bir şekilde yüceltme anlayışından
kaçınmak gerekir.
Konuyla ilgili detaylı açıklamalar yapan Fahreddin er-Râzî’nin
(ö. 606/1210) bu konuda eserlerinde iki farklı görüşe sahip olduğunu
görmekteyiz. Ancak hâkim olan kanaati meleklerin peygamberlerden
üstün olduğu şeklindedir. Zira ona göre Kur’an’da buna açıça
işaret edilmektedir. Allah Teala yaratıklarına azametini kabul ettirmeyi
murad ettiğinde bütün varlıklara şöyle seslenmiştir: “O, göklerin,
yerlerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. O, önünde kimsenin
konuşmayacağı Rahman olan Allah'tır.”23 Bu ayetin devamında da bu
vurguyu kuvvetlendirmek üzere şu beyan vardır: “Cebrail ve meleklerin
saf halinde durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan
kimse konuşamayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir.”
24 Eğer melekler derece bakımından yaratıkların en üstünde bulunan
varlık olmasaydı, ayette belirtilen sıralamanın doğru olmadığı
söz konusu olurdu ki, böyle bir şey düşünülemez. Yine bir başka
ayette bu tertibe vurgu yapılmaktadır.
Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri
arasından hiçbirini ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını
dileriz, dönüş Sanadır" dediler.25
Fahreddin er-Râzî’ye göre burada belirtilen sıralama, doğru olan
sıralamadır. Çünkü varlığın en şerefli olanı yaratıcı varlık olan Allah’tır.
Sonra onu derece itibariyle melekler takip eder. Melek kitabı
Allah’tan alır ve peygambere iletir. Bu durumda Kuran’da sıralama
Allah, melek, kitap ve resul şeklindedir. Bu da mutlak anlamda meleklerin
beşerden üstün olduğunu göstermektedir.26
Fahreddin er-Râzî bu nakli delillerin yanı sıra akli deliller de öne
sürmektedir ki, onun bu akli delilleri, Mutezile adına nakledilen ve
22 Cürcânî, Şerhu’l-mevakıf, s. 578.
23 Nebe 78/37.
24 Nebe 78/38.
25 Bakara 2/285.
26 er-Râzî, Mealimu usulu’d-din, s. 101.
felsefi esaslara bağlı olduğu gerekçesiyle eleştirilen delillerle paralellik
arz etmektedir. Meleklerin yapısından hareket eden bu akıl yürütme
biçimi, Meleklerin soyut ruhani varlıklar olduğu ve insanın
ilişkili olduğu şehvet, gazap ve benzeri nefsanî duygulardan soyutlanmış
olduğu esasına dayanmaktadır. Fahreddin er-Râzî “yiyecekleri
Allah’ı tesbih, içecekleri tehlil (la ilahe illallah), yoldaşları Allah’ı zikretmek
ve sevinçleri Allah’a ibadet etmek” olan meleklerin şehvet ve
gazap niteliğine sahip beşerle mukayesesinin mümkün olmadığına
hükmeder.27
Râzî, melekler ile beşer arasındaki mukayeseyi yaparken, burada
onların beşerden üstün olduklarını vurgulamaktadır. Yukarıda
temas etmiş olduğumuz delilinde sıralamayı melek, kitap, peygamber
ve insan şeklinde ortaya koymaktadır. Bu da ona göre meleklerin
peygamberlerden üstün olduğunu gösterir. Fakat eserlerinden anladığımız
kadarıyla onun farklı iki kanaat taşıdığını yukarıda belirtmiştik.
Mealimu usuli’d-din eserinde görüşleri bu şekilde olmakla birlikte,
Muhassal isimli eserinde peygamberlerin meleklerden üstün olduklarını
söylemektedir. Buna delil olarak da “Allah Âdem’i seçti”28
ayetini delil getirmektedir. Ona göre bu ayet ister umumi anlamda
ele alınsın isterse de “Ben sizi bütün âlemlere üstün kıldım”29 ayetinde
belirtildiği gibi Âdem (a.s) zamanındaki âlemler anlamında kullanılsın,
peygamberlerin meleklerden üstün olduklarına delalet eder.30
Râzî el-Metalibu’l-âliye eserinde ise Peygamberlerin meleklerden
üstün olduğunu iddia edenlerin akli ve nakli dayanaklarını aktarmak
suretiyle onları eleştirir. Bu aktarıma göre onlar şu nakli ve delillere
dayanmışlardır:
1. Âdem kısasında ifade edilen hususlar:
a. Meleklerin Âdem’e secde etmekle emredilmiş olması: Âdem
kıssasında onun yaradılışından bahsedilirken Cenab-ı Hakk’ın bütün
meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmiştir.31 Burada akla gelen
ilk şey, secde edenin secde edilenden daha aşağı derecede bulunmasıdır.
Bunun aksini düşünmek hikmete aykırıdır. Buradaki secdenin,
yöneliş (inha) secdesi olup tazim secdesi olmadığını söylemek de doğru
değildir. Zira İblis secde etmekten imtina ederken kendisinin ateşten,
Âdem’in (a.s) ise topraktan yaratıldığını iddia etmiştir. Bu da yapılan
secdenin tazim ve ikram secdesi olduğunu gösterir.
27 er-Râzî, Mealimu usulu’d-din, s. 102.
28 Al-i İmran 3/23.
29 Bakara 2/122.
30 er-Râzî, Muhassal, s. 322–323.
31 “ Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik” Bakara 2/34.
b. İkinci bir delil ise Allah’ın bütün isimleri Âdem’e öğretmekle
onun bilgili kılınması hususudur.32 Bilen bilmeyenden üstündür.
Çünkü bilen ile bilmeyenlerin bir olamayacakları Kur’an’ın bir esasıdır.
33
c. Allah’ın Âdem ve diğer peygamberleri seçip âlemlere tercih
etmesidir. “Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim oğullarını ve İmran oğullarını
bütün âlemlere seçip göndermiştir”34 buyrulmaktadır. Âlem, Allah’ın
dışındakileri her şeyi kapsadığına göre buna melekler de dâhildir ve
bu takdirde peygamberler her şeyden üstündür.35
d. Allah Âdem’i kendisine halife seçmiştir. Bu da onun üstünlüğünü
göstermektedir.36
2. İnsanın ibadetteki durumu:
a. Akli olarak da insanın şehvet ve gazap türü birtakım nefsi ve
beşeri engellerle donatılmış bir varlık olması hususudur. İnsan böyle
bir yapıda olmasına rağmen, bu engelleri aşarak ibadet ve kullukta
bulunması onu meleklerden daha faziletli kılmaktadır. Çünkü Nebi
(a.s) “amellerin en faziletlisi en meşakkatli olanıdır” buyurmuştur.37
b. Melek ve insan arasındaki kategorik ayırım: İnsan melek ile
hayvan arasında bir yapıdadır. Aklı olması sebebiyle meleklerden bir
payı var, tabiatı dolayısıyla hayvandan bir payı vardır. Buna göre tabiatı
aklına galebe eden kimse hayvanlardan daha kötü olur. Aklı,
tabiatına galebe eden kimse de meleklerden daha ileri bir seviyede
olur.38 Bu çıkarsamaya göre aklı, dünyaya ait tabiatına galebe eden
peygamberler, bütün meleklerden daha üstündür.
İlgili kaynaklarda peygamberlerin meleklerden daha üstün olduğunu
ispat etmeye yönelik ileri sürülen bu delilleri nakleden
Fahreddin er-Râzî, onları eleştirir ve meleklerin peygamberlerden üstün
olduklarını ortaya koymaya çalışır. Âdem kıssasında meleklerin
ona secde etmekle emredilmesi hususundan böyle genel bir hüküm
çıkarmak doğru değildir. Çünkü Kur’an’ın böyle genel hükümlerinin
yine Kur’an’la sınırlandırıldığı icma ile kabul edilen bir husustur.
Meleklerin sadece Allah’a secde ettikleri “Doğrusu Rabbinin katında
olanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmezler, O'nu tenzih ederler ve
32 “Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda
sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.” Bakara 2/31.
33 el-İcî, el-Mevâkıf, s. 367–368.
34 Al-i İmran 3/32.
35 es-Semerkandî, es-Sehâifu’l-ilahiyye, s. 437; er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407.
36 Fahreddin er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407.
37 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 406; el-İcî, el-Mevâkıf, s. 368.
38 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407; el-İcî, el-Mevâkıf, s. 368; es-Semerkandî, es-
Sehâifu’l-ilahiyye, s. 436.
yalnız O'na secde ederler”39 ayetiyle bildirilmektedir. “Yalnız O’na
secde ederler” hükmü bu sınırlamayı ifade eder.
Allah’ın Âdem’i halife seçmesi, onun yeryüzü halifesi olduğu anlamına
gelir. Dolayısıyla gökyüzünün yetkilendirilmiş varlıklarından
olan meleklerden üstün olduklarını ifade etmez. Çünkü gökler, yeryüzüne
göre yok hükmündedir. Âdem’in meleklerden bilgili olması
ise yeryüzü meleklerine nispetle üstünlüğü ifade eder. Allah’ın Âdem’i
âlemlere üstün kılarak seçmesinde vurgulanan âlemler ifadesi,
yeryüzünü ifade eder. Akli olarak öne sürülen delil olan insanların
şehvet ve gazap sahibi olması ve bu sebeple ibadetlerde zorluğun ortaya
çıkması ise Râzî’ye göre isabetli değildir. Çünkü bir konudaki
zorluk üstünlük vesilesi olamaz. Mesela, fırıncılık ve terzilik zor ve
sıkıntılı bir meslek olmasına rağmen, bunların sultanlardan veya yöneticilerden
üstün olmasını gerektirmez.40
Görüldüğü gibi burada ileri sürülen akli ve nakli delillerin birbirlerine
tercih edilebilecek yanları olmakla birlikte mutlak anlam bir
tarafın görüşünü açıkça ortaya koyacak nitelikte değildir. Aslında
Râzî’nin de ifade ettiği gibi, varlık alanı farklı, mahiyetleri birbirinin
aynı olmayan varlıkların böyle bir mukayeseye konu edilmesi yersizdir.
Her iki görüşün de ileri sürmüş olduğu ayetlerin bağlamı, meleklerin
ya da peygamberlerin üstünlüklerine dair yorum yapmaya yönelik
olmadığı açıktır.
B. Peygamberler Arasındaki Üstünlük ve Hz. Muhammed’in
Üstünlüğü
Peygamberler arasında bir mukayeseye yönelik olarak yapılan
üstünlük ve fazilet değerlendirmesi doğrudan inançla alakalı bir konu
olmamasının yanında, özü itibariyle de bu hususun Kur’an’da bir
problem olarak vurgulanmadığı ve söz konusu edilen açıdan işaret
edilmediği halde, tarihsel ve kültürel konteksin ortaya çıkardığı,
sosyo-kültürel bağlamın tetiklediği bir olgudur. Bu itibarla tarihi
şartlar içerisinde salt spekülatif bir yaklaşımdan hareketle irdelenmiş
bir konu değildir. Elbette konunun günümüz ortamında bazı
yönleriyle spekülafif kaldığı söylenebilirse de dinlerin ve özellikle de
bu dinlerin tebliğcisi durumundaki peygamberlerin özelliklerinden
hareketle dinler arasında yapılan tartışmalar, meselenin pratikten
mahrum olduğu söylenemez. Bu bağlamda “Hz. Muhammed, diğer
tüm peygamberlerden üstündür” önermesi, bir açıdan tarihi bağlamda
karşı düşüncelerin varlığına ve bu karşı düşüncelerin, yani önermede
ifade edilen hükmün tersi bir anlayışın müslümanlar arasında
yayılmaya çalışıldığı duruma işaret eder.
39 Araf 8/206.
40 er-Râzî, el-Metalibu’l-âliye, VII, 407–408.
Kur’an’ı Kerim’in peygamberler ve peygamberlik hakkındaki temel
ilkesi, aralarında bir ayırım yapmadan hepsine iman etme şeklindedir.
Zira Kur’an’da böyle bir yaklaşım açıkça küfür olarak nitelendirilmiştir:
Allah'ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerinin
arasını ayırmak isteyip bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız
diyenler yok mu? İşte kâfirler gerçekten bunlardır.41
Bu ayette vurgulanan husus, Yahudi ve Hıristiyanların Hz. Peygamber'in
peygamber olması gerçeğini reddetmeleri ve bunun sonunda
küfre düşmeleridir Allah'a ve kendilerine gönderilen peygamberlere
inanmak kurtuluşa ermeleri ve ahiret yurdunda cennet nimetlerine
kavuşmaları için yeterli değildir.42 Onlara yapılan bu ikazın
arkasında yatan düşüncenin müslümanlarca benimsenmesi mümkün
değildir.
İslam inancına göre bütün peygamberlerin hedefi, insanların
mutluluğunu sağlamak ve onları yanlış inanç biçimlerinden kurtararak
doğru yola iletmektir. Bu itibarla da birini reddetmek hepsini
reddetmektir. Allah’ın insanlara göndermiş olduğu bütün peygamberler
Müslümanların peygamberleridir. Bunlar arasında yapılan aşırı
mukayeseler “onların sıfatlarını değil zatlarını öne çıkarmaya” 43 çalışmaktır.
Kur’an’ın bu ayırım yapmama gerçeği yanında, sunmuş olduğu
başka bir gerçek daha vardır. O da Yüce Allah’ın bir kısım peygamberli
diğerlerinden daha üstün kılmasıdır. Dolayısıyla peygamberler
arasında fazilet açısından farklılığın bulunduğu hususu Kur’an’ın
altını çizmiş olduğu bir düşüncedir. Fakat aralarında böyle bir
farklılığın bulunması, kendisinden daha faziletli olunan
peygamberlerin birtakım faziletlerle ve özelliklerle donatılmış
olmalarına eksiklik getirmez. Birinin diğerinden daha faziletli olması,
diğerinin faziletinin eksikliğine bağlı değildir. Çünkü fazilet
derecesinin seviyesi, bir eksiklik işareti değildir. Konuya dayanak
olan İişlgteil i bauy ept eşyögyalemdbire:r lerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.
Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri
vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhül Kudüs'le destekledik.
Allah dileseydi, belgeler kendilerine geldikten sonra, peygamberlerin
ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler,
kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi,
lakin Allah istediğini yapar. 44
41. Nisa 4/150.
42 Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi'l-Kur'an, VI, 45–46; er-Râzî, Mefâtihü'l-gayb, III, 498.
43 Ahmet Akbulut, Nübüvvet Meselesi Üzerine, s. 115.
44 Bakara 2/253.
Hadislerde geçen “ey yaratıkların en hayırlısı” denildiğinde “o İbrahim
(a.s.)’dır” 45, “beni Musa’ya üstün tutmayınız”46, “peygamberler
arasında ayırım yapmayınız”, “hiç kimse Yunus b. Metta’dan hayırlıyım
demesin” şeklinde ikazlar nasıl anlaşılması gerekir? Bu konuda
şu değerlendirme yapılmaktadır:
a. Bu beyanlar Hz. Peygamber’e “kendisinin öncekilerin ve sonrakilerin
hayırlısı olduğu” bildirilmeden önce yapılmıştır veya Hz.
Peygamber bu ve benzeri ifadeleri “peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden
üstün kıldık” (Bakara 2/253) ayetinin vahyedilişinden önce
söylemiştir. Bir anlamda bunlarda geçen hükümler ortadan kaldırılmıştır.
b. Bunlar tevazu ve edep sadedinde söylenmiş hususlardır. Hz.
İbrahim’i kendine tercih etmesiyle ilgili olarak ifade edilen “insanların
en hayırlısı” ifadesi, onun dostluğuna saygı göstermek için söylenmiş
olabilir veya fazilet bakımından daha aşağı derecede bulunan kimseye
bir eksiklik ve saygısızlık yapılmamasına yönelik olabilir.
c. Peygamberler arasında yapılacak böyle bir mukayese düşmanlığa
ve fitneye sebep olabilirdi. Bunu engellemeye yönelik olabilir.
47 Hz. Peygamber’in şahsına ve özelliklerine yönelik olarak yapılması
muhtemel aşırılıkların önlenmesi ve peygamberler vesile kılınmak
suretiyle olası düşmanlıkların önüne geçmek için olduğu anlaşılma
şeklinde anlaşılmalıdır.48
Mutezile düşünürlerinden Kadı Abdülcebbar (ö. 415/1025) peygamberler
arsında fazilet açısından farklılığın bulunduğuna ilişkin
peygamberlerin günah işleme imkânından hareketle yaklaşır. Peygamberliklerin
günahtan korunmuş olmalarından hareketle peygamberler
arasında bir üstünlüğün söz konusu olacağını belirtir. Peygamberlikle
ilgili olarak onların ismeti meselesini irdelerken, onların
büyük günah işlemekten korunmuş olduklarını söyler. Peygamber
olan kimsenin, kendisinden uzaklaştırma ve nefreti gerektirmeyecek
küçük günahlardan (hatalar) korunmuş olmasının zorunlu olmadığını
belirtir. Çünkü bu onu peygamberlikten alıkoyan bir delil değildir.
Bu türden olan hususlar ancak sevabı azaltır. Ve bunlar nafileleri
çoğaltmayı terk etme ve fazilet konusunda daha aşağı bir dereceye
sebep olma konumunda olan şeylerdir. Kadı Abdülcebbar bu sebepten
dolayı peygamberler arasında fazilet açısından farklılığın olabileceğini
düşünür. Bu anlamda bazı peygamberler diğerlerden üstündür.
Eğer onların hiçbirinden ufak tefek hiç bir hata sadır olmaması
45 Darimi, Sünnet, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 178, 184.
46 Buhari, Husumat, 1; Müslim Fedail, 160.
47 Taftazânî, Şerhu’l-mekasıd, V, 47; es-Seffârinî, Levâmiü'l-envâri'l-behiyye ve
sevâdiü'l-esrâri'l-eseriyye, II, 298.
48 Reid Rıza, Muhammedi Vahiy, s. 202.
doğru olsaydı, fazilet konusunda dereceleri de aynı olması gerekirdi.
49
Hz. Peygamber’in diğer peygamberlere üstünlüğünü onun “kul
peygamber” olma özelliğine bağlayan İbn Teymiyye, Kur’an-ı Kerim’de
müminlerin derecelerini ifade eden “Sabikûn” ve “Ashab-ı yemin”
şeklindeki ayırımı peygamberlere de uygular. Cennete girecek mutlu
insanlar ve Allah’a verdikleri sözde sadık olan ashab-ı yemin ve Allah’ı
tama olarak sevip nafilelerle Allah’a yaklaşmaya çalışan kimseler
olan Sabikûn50 ahiretteki duruma işaret eder. Sabikûn, Ashab-ı
yeminden derece bakımından daha öndedir. Peygamberlerde de bu
şekilde bir derece farkı vardır. Melik peygamber, “Allah’ın kendisine
farz kıldıklarını yapan ve yasakladıklarını terk eden, velayet ve mal
konusunda tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmış peygamberlerdir.”
Kul peygamber ise “Mal ve mülkten ancak Allah’ın emriyle
verebilen, dilediğine verip dilemediğine yasaklama yetkisi olmayan ve
tüm yaptıkları ibadet olan peygamberlerdir.” Kul peygamber, melik
peygamberden daha üstündür. Buna göre Hz. Muhammed, Hz. İbrahim,
Hz. Musa ve Hz. İsa peygamberler Hz. Yusuf, Hz. Davud ve Hz.
Süleyman peygamberlerden üstündür.51
Yüce Allah Kur’an’da bütün peygamberli övgüye değer niteliklerle
dile getirmiştir. İmanın gereği onlar arasında iman noktasında bir
ayırıma gitmemektir. Peygamberlerden bir kısmının diğer kısmına
üstün tutulduğunu belirten ayet bu kapsamda değerlendirilmez
İman açısından durum bu olmakla beraber Hz. Peygamber’in diğer
tüm peygamberlerden üstün olduğu ayetlerin vurgulamış olduğu
bir gerçektir. Kura’nda buna işaret edilmektedir. “bunlar, Allah'ın hidayet
ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine uy.”52 Burada peygamberin
onların hidayetine uyması, aksi takdirde emre itaatsizlik
olacağı ve uyanın uyulandan daha faziletli olduğu sunucuna
götürmez. Çünkü Resul-i Ekrem onlarına yoluna uymakla her birinde
bulunan farklı özellikleri kendisinde toplamıştır. Bu onların yoluna
uyma demektir. O halde her birinde ayrı ayrı bulunan bu güzel
özelliklerin toplanmış bulunduğu Hz. Muhammed (a.s) onların en
faziletlisi olmaktadır.53
49 Kadı Abdülcebbar, el-Muğnî fi ebvabi’t-tevhid ve’l-adl, XV, 280.
50 Bk. Vakıa 56/1–14; Mutaffifin 83/7–28; Furkan 25/92–93.
51 İbn Teymiyye, el-Furkan beyne evliyai’r-Rahman ve evliyai’ş-şeytan, s. 92, 99, 101,
102. Bir hadiste ifade edildiğine göre, Allah Muhammed’e (a.s.) bir göndermiş ve
Allah’ın kendisini melik peygamber olmakla kul peygamber olma arasında serbest
bırakmış, Hz. Muhammed de Cebrail’in ikazı üzerine kul peygamber olmayı seçmiştir.
Bk. Ahmed b. Müsned, II, 231.
52 En’am 6/90.
53 er-Râzî, Mealimu usuli’d-din, s. 103.
“İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.
Onlardan Allah'ın kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri
vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, onu Ruhül Kudüs'le destekledik”
54 ayetinde dikkat çekilen peygamberlerden biri Allah’ın kendisiyle
konuştuğu Musa (a.s.)’dır. Devam eden kısımda “bazılarını derecelerle
yükselttik” ifadesinden Hz. Muhammed (a.s.) anlaşılmalıdır.
Çünkü ona verilen hiçbir özellik diğerlerine verilmemiştir. Bunların
da en önemlisi, bütün zamanlar boyunca devam edecek olan
Kur’an’dır. Hz. Peygamber’in adının burada açıkça söz konusu edilmemesi
ise ayetin bizzat Hz. Peygamber’e inişiyle irtibatlı olmasıdır.
Ayrıca onun faziletini ve değerini göstermesi bakımından muhataplarınca
karıştırılması söz konusu olmayan bir özellikte olmasıdır. Dolayısıyla
ismin zikredilmemesi, onun biliniyor oluşundan kaynaklanmaktadır.
Burada zikredilmeyen başka peygamberler de vardır.
Hz. Musa ve Hz. İsa’nın isimleriyle konu edilmesi, onlara diğerlerinden
ayrı bir özellik verilmesindendir. Hz. Muhammed (a.s.) ise başka
peygamberlere verilmeyen Kur’an mucizesine sahip olduğuna göre,
adı zikredilmeksizin derece bakımından hepsinden üstün olduğu ifade
edilmiştir.55
Ayetin üslubu ve bağlamı da burada ifade edilenin Hz. Muhammed
(a.s.) olduğunu göstermektedir. Bu, hem onun ümmetinin, hem
şahsının hem de dinin derecesini göstermektedir. Bu ayetin öncesinde,
özde bir olmakla birlikte önceki peygamberler dönemindeki ihtilaflara
ve savaşlarına atıf yapılmaktadır. Bunlar Hz. Peygamber’e bildirilmek
suretiyle dikkat çekilmektedir. Peygamberlerin derecelerini
gösteren bu ayette, Hz. İsa’nın adıyla anılması ve Hz. Musa’nın bir
özelliğine işaret etmek suretiyle anılması Kur’an’ın üslubunun bir
gereğidir. Hz. Peygamber’e yapılan hitapta diğerlerinin adıyla zikredilmesi
ise tabiidir. Yine ayette “Onlardan Allah'ın kendilerine hitap
ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya belgeler
verdik” (Bakara 2/253) derecelerle yükseltilen kısmın Hz. İsa ile Hz.
Musa arasında ifade edilmesi, Hz. Muhammed’in dininin ve ümmetinin
orta bir ümmet olduğuna işaret etmektedir.56 Peygamberlerin dereceleri
ve fazileti ile ilgili olarak Hz. Peygamber’e yapılan hitap, onun
geçmiş peygamberlerin durumunu anlaması ve bu bağlamda kendinin
bunlar arasındaki konumunu değerlendirerek peygamberlik vazifesini
yerine getirmesini ortaya koymaktadır.57
Konuyla ilgili diğer bir yaklaşım, Hz. Peygamber’in zatına yönelik
olarak yapılan değerlendirmelerden hareketle de onun diğer peygam-
54 Bakara 2/253.
55 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâiki’t-tenzîl ve uyunu’l-ekâvil fi vücuhi’t-te’vil, I,
382-383.
56 Reşid Rıza, el-Menar, III, 5.
57 Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 843.
berlerden üstün olduğu ispat edilmesidir. Matüridî kelam sisteminin
önemli şahsiyetlerinden biri olan Ebu’l-Mu’în en-Nesefî (ö. 508/115)
Hz. Muhammed’in özelliklerini sayarken onun şahsına yönelik üstünlüğünü,
peygamber olarak seçilmesinin gerekçesi olarak sunar. O
bunu şöyle bir örnekle açıklar:
Bir kimse bir yere elçi göndermek istediğinde, bu iş için arkadaşlarından
en uygun olanını seçmesi hikmetin gereğidir. Yüce Allah peygamberlik
gibi yüce bir görevi takdir ettiğinde, cahil ve kötü olanlardan
birini değil, kulları arasından akıl, anlayış, iyilik ve bütün durumlar
açısından faziletli olan bir cinsi seçmiştir. Çünkü bu kimse, vahyin
kaynağı ve meleklerin kendisine gidip geleceği bir konumda bulunacaktır.
Bundan dolayıdır ki, “Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi
daha iyi bilir”58 buyurmuştur. Bu özellik peygamberimizde, diğer peygamberlerden
bulunandan daha ileri bir derecede bulunmaktadır.59
Nesefî’nin bu yaklaşımında vurgulamış olduğu husus, esas itibariye
bütün peygamberler için geçerli olan bir durumdur. Buradan
hareketle bir üstünlük mukayesesine gitmek, Hz. Peygamber’i, onun
kendisine yönelik olarak yapmış olduğu uyarılara aykırı yorumlama
tezahürlerindendir. Aslında en fazla kelâmcıların hassasiyet göstermesi
gereken bu konuda-diğer disiplinlere nispetle daha mutedil
yaklaşımlar içinde olduğu söylenebilirse de- Hz. Peygamber’in zatını
ve mucizelerini öne çıkarmak suretiyle onun nübüvvetine bir şeyler
katmak mümkün değildir.
Hz. Peygamberin mucizeleri ve zatının diğer peygamberlerle mukayesesisin
yanında, Hz. Muhammed’in (a.s.) insanlığa sunmuş olduğu
mesaj ve bu mesajın insanlarda uyandırmış olduğu derinlikten
hareketle onun önemine dikkat çekilmiştir ve bunun önemine de
vurgu yapılmıştır. Fahreddin er-Râzî de Hz. Peygamber’in bu tür özelliğinden
hareketle konuyu açıklamıştır. O, öncellikle peygamberlerin
temel amacının insanların ruhlarını tedavi etmek olduğunu vurgulayarak
işe başlar. Peygamberler, Allah’tan almış oldukları mesajlarla
onları, Allah’tan başkalarıyla meşgul olmaktan Allah’a ibadet
etmeye ve onun meşgul olmaya sevk ederek bir anlamda onları psikolojik
açıdan tedavi etmişlerdir. İşte peygamberliğin temel anlamı
budur. Beşeri bu şekilde olgunluğa en iyi bir şekilde götüren kimse
ise en üstün olan kimsedir. Geçmiş peygamberlere bakıldığında Hz.
Musa’nın getirmiş olduğu esaslar, yani onun daveti İsrailoğullarıyla
sınırlı kaldığını görürüz. Hz. İsa’nın çağrısının insanlar, çok az etkisi
olmuştur. Nitekim Hıristiyanların üzerinde bulunduğu teslis inancı,
yani baba, oğul ve ruhu’l-kudüs, onun davet ettiği bir inanç biçimi
değildir. Çünkü böyle bir inanç tevhide aykırı düşer. Tevhide aykırı
58 En’am 6/124.
59 en-Nesefî Bahru’l-kelâm, s. 223; Tabsıratü’l edille, II, 104.
bir inancın peygamberler tarafından sunulması imkânsızdır. Çünkü
böyle bir inanç en cahil olanlara bile layık değildir. O halde İsa’nın
davetini bu anlamda etkisi olmamıştır.60
Tüm peygamberlerin çağrısı gibi Hz. Peygamber’in çağrısı tevhide
ve tenzihe yöneliktir. Fakat onun çağrısı kısa zamanda tüm gelişmiş
bölgelere ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in geldiği dönem ve bu dönemdeki
inanç biçimleri göz önüne alındığında kısa sürede bu şekilde
yaygınlık kazanmasının anlamı da ortaya çıkar. O dönemde insanlık
yanlış birtakım inanışlar içinde yüzmekteydi. Putlara tapanlar
taş ve odunlara ibadet etmekte idiler. Yahudiler aşırı bir teşbih düşüncesi
içerisindeydi. Mecusiler düalist bir Tanrı anlayışına sahipti
ve anne ve kız kardeşle evlenmeyi uygun gören çarpık bir uygulamayı
benimsemişlerdi. Hıristiyanlar teslise inanıyor, Sabiler yıldızlara tapıyorlardı.
Dünya inanç coğrafyası bu şekildeydi. Hz. Muhammed’in
peygamber olarak görevlendirilişinden sonra bunların yanlış inanışları
belirgin bir şekilde ortaya çıktı ve yanlış oldukları anlaşıldı. İnsanlık
tevhit inancının aydınlığıyla ışımamaya başladı. İşte onun
çağrısı hasta kalpleri tedavi etme, zulme düşmüş nefisleri iyileştirme
noktasında diğer peygamberlerle mukayese edildiğinde çok daha
mükemmeldir. O halde Hz. Muhammed (a.s.) tüm peygamberlerden
üstündür.61
Bugün tevhide aykırı inanışlara sahip olanların, hatta teslisi esas
alanların, bu inanışlarını tevhide uygun bir tarzda yorumlama
ihtiyacı içinde olmaları da Hz. Muhammed’in (a.s.) çağrısının bir sonucu
olarak anlaşılması gerekir. Zira tevhidin ortaya çıkması ve onun
temel ve makul bir inanış olduğu bu sayede olmuştur. İslam’ın
tevhit dini olmasının temel unsurlarından biri de, onun insanlar arasında
gerek o zamana kadar gerekse daha sonra ortaya çıkacak anlayışlara
cephe alması ve başka dinlerin tevhide aykırı düşen
ulûhiyet anlayışlarını tashih etmesidir.62
İslam düşünce tarihi içinde Hz. Peygamber’in diğer peygamberlerden
üstün olduğunu desteklemek için genelde başvurulan usul,
onun mucizeleri ile diğer peygamberlerin mucizelerin mukayesesi
şeklinde olmuştur. Her peygamberin mucizesine karşılık, Hz. Muhammed’in
(a.s) bir mucizesi örnek gösterilmiştir. Bununla ilgili olarak
Beyhakî, İmam Şafii’den nakledilen böyle bir kıyaslama dikkatlere
sunar.
Buna göre Hz. Peygamber’e verilen mucizeler hiçbir peygambere
verilmemiştir. İsa’ya ölüleri diriltme mucizesi verilmiş, buna karşılık
Hz. Muhammed’e hurma kütüğünün inlemesi mucizesi verilmiştir.
60 er-Râzî, el-Metâlibu’l-âliye, VIII, 121.
61 er-Râzî, el-Metâlibu’l-âliye, VIII, 122.
62 Bk. Bekir Topaloğlu, “Allah” mad., DİA, II, 477.
Hurma kütüğünün inlemesi ölüleri diriltmekten daha açık bir mucizedir.
Musa’ya denizin yarılması mucizesi verilmiş, Hz. Peygamber’e
ayın ikiye ayrılması mucizesi verilmiştir. Ayın ikiye yarılması bundan
çok daha harikulade bir olaydır. Çünkü bu semavî bir ayettir. Taşlardan
suyun fışkırtılmasına karşılık Hz. Peygamber parmaklarından
su akıtmıştır. Taşlardan suyun fışkırması olağan bir şeydir ve bilinen
bir husustur. Kan ve etin arasından suyun akıtılması ise dehşetengiz
bir şeydir. Rüzgârlar Hz. Süleyman’ın emrine verilmiştir. Buna karşılık
Hz. Peygamber’e miraç olayı bahşedilmiştir.63
Buna benzer karşılaştırma örneklerine rastlamak mümkündür
ve bu liste daha da genişletilmiştir.64 Bu tür mukayeselerin geçmiş
din mensuplarının İslam’a girmesiyle veya İslam’ın bu kültürlerle
karşılaşmasının bir sonucu ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Zira
Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlerde peygamberlerle kendisinin
karşılaştırılmaması gerektiği vurgusu dikkate alındığında, bunun
İslam’ın bünyesinden çıkmış bir değerlendirme olmadığını söylemek
pekâlâ mümkündür. Böyle bir anlayıştan hareketle ortaya konan
peygamber tasavvuru bizzat peygamberin hadislerinde vurgulanan
anlayışla bağdaştırılması zor gözükmektedir. “Ben Yunus b.
Metta’dan hayırlıyım demek kimseye yakışmaz” beyanı, aslında böyle
bir mukayese düşüncesini ortadan kaldırır. Yine “peygamberler arasında
ayırım yapmayın”65 ifadesi ile tarih içinde yapılan mukayese ve
yarıştırmaların uzlaştırılması kolay değildir.
Bu mukayese ve üstünlük yarışı daha ileri konumlara vardırılmış,
nebi-filozof, nebi-veli gibi karşılaştırmalar yapılmıştır. Kanaatime
göre bu tür mukayeselerin anlamı yoktur. Râzî’nin de ifade ettiği
gibi, varlık alanı, görevi, fonksiyonu farklı olanlar arasında böyle bir
mukayeseye gitmek doğru değildir. Ancak bir müslümanın Hz.
Peygamber’in peygamberlerin sonuncusu olduğu ve tüm insanlığın
en üstünü olduğuna inanması, inancının gereğidir. Bunun dışında,
aşırı yüceltmeci tavırlarla onu yanlış tasavvur etmeye yönelik
açıklamalar yanlış mecralara götürmektedir.
II. İbn Kemal ve “Efdaliyyetü Muhammed (A.S)” Adlı Risalesi
A. İbn Kemal’in Hayatına Kısa Bir Bakış
Osmanlı devri ilim şahsiyetlerinin önemli simalarından olan İbn
Kemal, diğer bir adıyla Kemalpaşa zade’nin asıl adı Şemseddin
Ahmed b. Süleymandır. Yavuz Sultan döneminde ilim ilim mahfille-
63 Beyhakî, Menakıbu’ş-Şafiî, s. 38. (Sa’d el-Marsıfî, Edvaun ala ehadisi’l-isra ve’lmirac,
s. 10’dan naklen.)
64 Bk. el-İsfehani, Delâîlu’n-nübüvve, II, 596; İzzüddin b. Abdüsselam, Bidayetu’sûl fi
tafdili’r-rasûl, thk. İyad Halid ed-Debbağ, Beyrut 1995.
65 Müslim, Fedâil, 159.
rinde temayüz etmeye başlamış ve Kanuni devrinde zirveye ulaşmıştır.
1469 yılında doğan İbn Kemal’in doğum yeri ihtilaflıdır. Kaynaklarda
Tokat ve Edirne şehirlerinde doğduğu belirtilmekle beraber66
kuvvetli olan kanaat Tokat’ta doğduğu şeklindedir.67 Erken yaşta
tahsil hayatına başlayan İbn Kemal, , dönemin usule uygun olarak
askeri sınıfa intisap etmiş ve daha sonra buradaki görevinden ayrılarak
Edirne’de Darülhadis medresesinde eğitimine devam etmiştir.
Burada Molla Lütfi’den (ö 900/1495) ders almaya başlamıştır. Diğer
hocaları arasında Muslihuddin Mustafa el-Kestelî (ö. 901/1491) ve
Hızır Bey’in oğlu Sinan Paşa (ö. 801/1486) bulunmaktadır.68 Öğretimini
tamamladıktan sonra Edirne’deki Taşlık medresesi müderrisliğine
atanmıştır.69 Daha sonra sırasıylaİshak Paşa Medresesi,
Halebiye Medresesi ve Edirne Sultan Beyazıt medresesi müderrisliği
görevlerinde bulunmuştur.70
Yavuz Sultan Selim döneminde 1516 yılında Edirne kadılığına,
ardından aynı yıl içerisinde Anadolu Kazaskerliği görevine getirilmiştir.
Anadolu Kazaskeri olduğu dönemde Yavuz Sultan Seli ile birlikte
Mısır seferine katılmıştır. 1526 yılında Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’nin
vefatı üzerine bu görve tayin edilmiş ve 1534’te vefatına kadar
bu görevine devam etmiştir. İbn Kemal’in mezarı Edirnekapı Mezarlığı
dışında bulunan Mehmet Çelebi zaviyesindedir. 71
B. İlmi Şahsiyeti ve Eserleri
İslami ilimlerdeki derin bilgisi dolayısıyla Müfti’s-sakaleyn (insanların
ve cinlerin müftüsü) ünvanını alan72 İbn Kemal, Osmanlı
döneminin önemli âlimleri arasında yer alan ve o dönemdeki ilmiye
sınıfı arasında oluşan mektepleşmede kendisinden önce Davud-i
Kayseri, Molla Fenari, Sinan Paşa gibilerinin takip etmiş olduğu
Fahreddin er-Râzî okuluna mensuptur.73 İslami ilimlerin duraklama
dönemi olan şerh ve haşiye döneminin başladığı bir dönemde yetişmiştir.
74 İslami ilimlerin hemen her branşında eserler vermiş ve aynı
zamanda tarihçiliğiyle de dikkat çekmiştir. İlgilenmiş olduğu ilim dalları
aynı zamanda ö dönemin sosyal ilimler niteliği taşıması dolayı-
66 Mecdi Efendî, eş-Şekaiku’n-numaniyye Tercemesi, s. 381; Bursalı Mehmet Tahir,
Osmanlı Müellifleri, I, 223.
67 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 561.
68 Mecdi Efendi, eş-Şekaik, s. 382.
69 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 562.
70 Taşköprüzade, eş-Şekaiku’n-numaniyye fi ulema-i Devleti’l-Osmaniyye, s. 378; İsmail
Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 669.
71 Sayın Dalkıran, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, s. 42–43.
72 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, 668.
73 İlyas Çelebi, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 242-243.
74 Said Yazıcıoğlu, “Kelamcı olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam İbn Kemal, s. 180.
sıyla, o dönemdeki sosyal bilimcilerin önemli bir şahsiyeti olarak da
kabul edilebilir.75
Onun her ilim dalında eser vermiş olmasıyla beraber daha çok
nakli ilimlerle uğraşmış, kendisinden öncekileri aşmıştır. İlmi kariyeriyle
ilgili olarak onun, kendisinden önceki âlimlerden Tafttazânî ve
Seyyid Şerif el-Cürcânî’ye benzetilmesi ve “onun çağında yaşamış
olsalardı odan ders okurlardı” şeklinde beyanların bulunması, ilmi
kişiliği ile ilgili yeterince bilgi vermektedir. Nitekim devrinin ileri gelen
ilim adamları da ondan ders okumuşlardır.76
Onunla ilgili olarak ifade edilen hususlardan biri de cifr ilmini
kullanmış olmasıdır. Bununla ilgili olarak Kura’an ayetlerin ayetlerinden
hareketle geleceğe ilişkin birtakım saptamalarda bulunmasıdır.
Enbiya suresinin 105. ayetini cifr ilminin kurallarına uygun olarak
tahlil ederek Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedeceğine dair tespitidir.
77
Çok üretken bir yazar olan İbn Kemal’in eselerinin sayısıyla ilgili
olarak kaynaklarda farklı sayılar verilmekle beraber, bunların ortalaması
alındığında üç yüz kadar eseri olduğunu söylemek mümkündür.
78 Esrline Türkçe, Farsça ve Arapça olarak yazmıştır. Kur’an,
Hadis, Kelam, Felsefe, Mantık, Tasavvuf, Tarih ve Dil konularında
eserler vermiştir. Eserlerinin pek azı neşredilmiştir.79 Ahmed Cevdet
Paşa kısa risalelerinden bazılarını neşretmiştir.80 Biz sadece kelam ve
akaide dair yazmış olduğu eserlerinden bir kaçını vermekle yetineceğiz.
1. Haşiye ale’t-Tehafüt: Hocazade ve Tusî’nin Tehafüt’lerine
yazmış olduğu şerhtir.
2. Risale fi beyani’l-akl.
3. Risale fi tarif-i ilm-i kelam.
4. Risale fi vüzudi’z-zihnî.
5. Haşiye ale’l-Mevâkıf.
6. Risaltü’l-eys ve’l-leys.
7. Risale fi isbati’l-vâcibi’l-kadîm.
8. Risale fi ebeveyni’n-Nebi.
9. Risale fi fazdileti’n-nebi ala sairi’l-enbiya.
75 Baheddin Yediyıldız, “Tarih Kaynağı Olarak İbn Kemal”, ”, Şeyhülislam İbn Kemal,
s. 67.
76 Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, s.13.
77 Hoca Sadettin, Tacu’t-tevarih, IV, 329.
78 Şamil Öçal, Kemalpaşazadenin Felsefi ve Kelâmi Görüşleri, s. 25–26.
79 Mustafa Fayda, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn Kemal, s. 60
80 İbn Kemâl, Resail, nşr.Ahmed Cevdet), İstanbul, 1316.
10. Risale fima yeteallku bi halki’l-Kur’an.
11. Takaddümü’l-illet ale’l-ma’lül.
12. Risale fitahkiki’l-iman.
13. Risale fi hakkı ebeveyin’n-Nebi.81
C. İbn Kemal’in “Edaliyyetü Muhammed (A.S)” Adlı Risalesi
Osmanlı ilim hayatında ve ilim mahfillerinde Şeyh
Bedreddin’den başlayarak semavi dinler arasında, bu dinlerin ortak
karakterlerini dikkate alarak uzlaştırma çabalarının bulunduğu bilinmektedir.
Bu faaliyette en önemli eğilim, İsevî hareketlerdir. Bunlar
kimi zaman iyi niyet taşıdığı söylenebilse de zaman zaman gizli
niyetlerine zemin arama çabası olarak da telakki edilebilir. İyi niyete
dayalı olarak böyle bir çabanın söz konusu edilmesi, biraz da kaynaklarda
bulunan bazı bilgiler ve nasların karakterlerinde mevcut
ipuçlarıdır. Osmanlı tarihi boyunca gizli İsevi eğilimlerin yanında sonu
mahkemeyle biten münferit hadiseler de mevcuttur.82 Molla Kabız
bu eğilimleri barındırandan biridir. Aslında Sünni Türk ulemadan
olan bu zat, halk arasında Hubmesihi (Mesih severler) olarak bilinen
tarikatın kurucusudur. Kanuni devrinde yaşamış olan bu kişi Hz.
İsa’nın Peygamberimizden üstün olduğunu savunmuş ve bu fikirlerini
halk arasında yaymaya çalışmıştır. Kanuni dönemi Sadrazamlarından
İbrahim Paşa’nın emriyle yakalanarak Rumeli Kazaskeri
Fenarizade Muhiddin Efendi ve Anadolu Kazaskeri Kadiri Efendi tarafından
sorgulanmıştır. Söz konusu bu iki âlim Molla Kabız’ın iddialarını
cevaplamaya çalışsa da o, kendisini ayet ve hadislerden deliller
getirerek savunmuş ve muhakeme sonunda serbest bırakılmıştır.
Kendisin de hazır bulunduğu bu mecliste tutuklanamayışını hazmedemeyen
Kanuni Sultan Süleyman, ikinci bir emirle tutuklanarak
müftü İbn Kemal ve İstanbul Kadısı Sadi Çelebi sorgulamayı yapmak
üzere görevlendirilmiştir. Bu celsede İbn Kemal onun iddialarını reddetmiş
ve zındık olduğu hükmünü vermiştir. Bütün ısrarlara rağmen
iddiasını terk etmediği için 1527 tarihinde idam edilmiştir.83 İbn Kemal
bu meyanda mezkür şahsı reddetmek üzere bu risaleyi kaleme
almıştır.
Eserin içindeki malumat dikkate alındığında İbn Kemal, Osmanlı
düşüncesini şekillendiren eserlerdeki bilgileri aktarmak ve onlardan
alıntılar yapmak suretiyle tezini desteklemeye çalıştığı görülmektedir.
Bu kaynaklarından olan özellikle Taftazânî’ye ait Şerhü’l-akâid
81 Brockelmann, GAL, II, 598–599; Suppl. II, 669. İbn Kemal’in eserlerinin detaylı
listesi için bkz. İlyas Çelebi, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 246; Sayın Dalkıran,
İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, s. 64–68; Şamil Öçal, Kemalpaşazadenin Felsefi ve
Kelâmi Görüşleri, Ankara 2000, 26–51.
82 Nuri İnce ve diğerleri, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, II, 153.
83 (Tertip Heyeti), Molla Kabız, İslam Ansiklopedisi, VI, 15–16.
ve Şerhü’l-mekasıd, Kadı Beyzavî’ye ait Envaru’t-tenzil ve esraru’t-tevil
eserlerinden istifade etmiş, zaman zaman da farklı kaynaklar kullanılmıştır.
O. bu kaynaklardan alıntılarda bulunmakla beraber, uygun
görmediği yönlerini eleştirmiştir.
İbn Kemal, kullanmış olduğu nakli delillerden hadislerle ilgili bir
sened tenkidi yapmamakla beraber, metin değerlendirmesinde bulunmakta,
onları yorumlayarak yeni birtakım yorumlara girişmektedir.
Risale polemik üslubuyla kaleme alınmış olmasına rağmen, değerlendirmesinde
ilmi üsluba uygun bir usul takip etmiştir. Ancak
yine de polemik üslubunun bir sonucu olabilecek beyanlarda bulunmaktan
tabii olarak kaçınamamıştır.
1. Eserin Nüshaları ve Tanıtımları
Yaptığımız araştırma sonunda bu eserin matbu olmadığı sonucuna
vardık. Bu itibarla eseri gün yüzüne çıkarıp irdelemek istedik.
Süleymaniye kütüphanesinde eserin çeşitli nüshaları bulunmaktadır.
Eserin esas metnini ortaya çıkarırken şu nüshaları esas aldık.
Bunlar Es’ad Efendi 3618, Es’ad Efendi 3551, Düğümlü Baba 351 ve
Laleli 2285’de kayıtlı nüshalardır.
Risalenin ismi bazı kaynaklarda farklı olarak gösterilmektedir.
Tahkike esas aldığımız nüshalarda eserin ismi “Afdaliyyetü Muhammed
ala sâiri’l-enbiya” şeklinde yer almaktadır. İsmet Parmaksızoğlu
Yahya Efendi nr. 439’da kayıtlı olarak gösterdiği bahse konu olan
risalenin adını “Afdaliyyetü’n-nebi aleyhisselam ala sâiri’l-enbiya”
şeklinde vermektedir.84 Brockelmann “Enne Resulellah ekmelü’lenbiya
ve efdalür’r-rüsül”85 ismiyle bahsettiği eser bu olsa gerektir.
Onun verdiği İbn Kemal’in eserler listesi içersisinde Hz. Peygamber’in
üstünlüğünden bahseden başka eser olmadığı dikkate alındığında bu
sonuca varmak mümkündür. Ayrıca “Risale fi fazileti’n-Nebi ala sairi’l-
enbiya” şeklinde de geçmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi
Kasidecizade Süleyman Sırrı nr. 677’de “Risale fi fazileti’n-nebi” olarak
geçer.86
a. Es’ad Efendi nüshası 1:
İbn Kemal’in diğer risaleleri ile birlikte bulunan ve Süleymaniye
Kütüphanesi Es’ad Efendi 3618 numarada kayıtlı olan bu yazma
nüsha 7 varaktan oluşmaktadır. Talik tazısıyla istinsah edilmiştir.
Risalenin adı ( ?????? ???? ??? ???? ???????? ) şeklindedir. Risale besmeleden
sonra hamdele ve salvele ile başlamakta ???? ???? ????? ?????? ?? ????? ???
???????? ????? ??? ???? ?????? şeklinde devam etmektedir. Her varak ortalama
19 satırdan oluşmaktadır. Son varakta ise
84 Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 564.
85 Brockelmann, GAL, II, 598; Suppl. II, 669.
86 Süleymaniye Kütüphanesi, nr. 667.
. ???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ????? ???????
??? ???? ???? ???? ?????? ?????
şeklinde bir ibare ile risalenin bittiğine işaret edilmektedir. Bunun
için kullandığımız rumuz ( ?)’dır.
b. Es’ad Efendi nüshası 2:
Esa’ad Efendi 3551 numarada kayıtlı olan bu nüsha dört varaktan
oluşmaktadır. Mecmuanın 127b-130a varakları arsında yer almaktadır.
Her varak 29 satırdan meydana gelmektedir. Talik tazısıyla
istinsah edilmiştir. Risale Es’ad Efendi nüshası 1 nüshası ile aynı
başlangıç ifadelerine yer vermektedir.
???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ?????
İfadesi ile bitmekte ve ( ??? ??? ??????? ) ifadesi yer almaktadır. Bu
risaleden sonra İbn Kemal’in zındıklar hakkındaki risale başlamaktadır.
Bu nüsha için kullandığımız rumuz ( ?)’dir.
c. Lâleli Nüshası:
Laleli 2285 numarada kayıtlıdır. 2a-4b varakları arasında yer
alan bu nüshanın her varakı 28 satırdan oluşmaktadır. Talik tazısıyla
istinsah edilmiştir. Risale besmeleden sonra hamdele ve salvele ile
başlamakta ( ???? ???? ????? ?????? ?? ????? ??? ???????? ????? ??? ???? ?????? ) şeklinde
devam etmektedir.
???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ??????? ?? ?????? ????? ?????? ??? ????? ????? ???????
??? ???? ???? ???? ??????? ??????
ifadesi ile sona ermektedir. Bu nüsha için ( ?) rumuzunu
kullandık.
d. Düğümlü Baba Nüshası:
Süleymaniye Kütüphanesi Düğümlü baba numara 351’de kayıtlı
olan bu nüsha risaleleri içeren mecmua içinde 41b-48a varakları arasında
yer almaktadır. Toplam sekiz varaktan oluşmaktadır. Her
varak 18 satır ihtiva etmektedir. Talik tazısıyla istinsah edilmiştir.
Diğer nüshalarla aynı başlangıç ifadelerine yer vermektedir. Risale
???? ????? ????? ?????? ?? ??? ??????? ?????? ?? ??????? ????? ??????
şeklinde sona ermektedir. Risalenin kenarında açıklama mahiyetinde
bazı notlar mevcuttur. Bu nüsha için ( ?) rumuzunu kullandık.
D. Risalenin Neşrinde Takip Edilen usul
Risalenin hacmi büyük olmadığı ve metnin tespitinde zorluk gözükmediği
için yukarıda tanıtımlarını yaptığımız nüshalardan hareket
ederek risalenin metnini ortaya koymaya çalıştık. Bu nüshalardan
herhangi birini esas almak yerine, tercih yolunu benimsedik.
Nüshalar arasında farklı olan kelime ya da ifadelerden tercih ettiği
mizi metin içerisine yerleştirerek bu nüsha farklılıklarını dipnotlarla
gösterdik. Yazarın kaynak olarak kullandığı eserlerden yapmış olduğu
iktibasları asıl kaynaklarından bularak bunları da dipnotta vermeye
çalıştık.
Eserde yapılan alıntılar, asıl kaynakla farklılıklar gösterdiğinde
asıl kaynakta bulunan şekli tercih ederek metne koyduk ve dipnotlarla
işaret ettik. Farklılıklar çok fazla olduğunda müellifin alıntısını
aynen metne yerleştirdik ve asıl kaynaktaki metni dipnotta verdik.
Metinde geçen ayet ve hasisler de tahric edilmiş, kaynağı bulunamayanlar
için dipnotta bilgi verilmiştir. Nüsha farklılıkları dipnotta gösterilirken,
nüshanın rumuzu ile birlikte (+) işareti kullanılmıştır. Sadece
bir nüshada farklı ise bu nüsha rumuzunun yanına (:) işareti
konulmuş ve farklı olan kelime yazılmıştır. Diğer nüshalarda bulunmayıp
sadece tek bir nüshada bulunan kelimeler, metne uygun
düştüğü takdirde, metnin içine yerleştirilmiş ve köşeli parantez []
içine alınmıştır. İbn Kemal’in risalede yaptığı alıntıların nerede
bittiğini göstermek üzere kullanmış olduğu ( ??? ??? ????? ) şeklindeki
ibare metinden çıkarılmış ve alıntı metni tırnak içerisinde
gösterilerek kaynağı dipnotta ifade edilmiştir.
III. Risalenin Muhtevası
İbn Kemal’in eserinde konu ettiği hususlardan hareketle, eserin
yazılmasına vesile olduğu Molla Kabız’ın düşünceleri hakkında bilgi
sahibi olmaktayız. Buna göre Molla Kabız, Hz. İsa’nın nüzulüne ilişkin
rivayetlerden ve literatürdeki bazı yorumlardan hareketle onun
üstünlüğüne istidlal ettiği gibi, başka rivayetlerde geçen ve Hz. Peygamber’in
diğer peygamberlerden üstün olmadığına dair ifadelerini
esas alarak hareket etmiş veya en azından bunları yanlış fikirlerine
gerekçe olarak sunmuştur. İbn Kemal bunları tek tek alarak inceler
ve her birinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durur. Eserin temas
ettiği temel yaklaşımları şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
1. İbn Kemal’e göre, Hz. Muhammed’in (a.s.) her bakımdan peygamberlerin
en faziletlisi olduğuna inanmak müslümanların icma
ettiği bir husustur. Bu inanç, onun tümünden üstün olduğunun ifade
edilmesiyle gerçekleşen bir durumdur. Ayrıntılarda bunu açıklamak
sadece bir zorunluluk halinde mümkündür. Çünkü Hz. Peygamber’in
diğer peygamberlerden üstünlüğünü tafsilatlı olarak ortaya
koymak, diğer peygamberlerde bir eksiklik olduğunu gösterme
düşüncesini barındırmaktadır. Bu itibarla bu konuda söz söylemekten
sakınmak gerekir ve Hz. Peygamber de bu tavsiyede bulunmuştur.
İbn Kemal kendisinin buna mecbur kaldığını söylemekte ve bu
sebeple konuyu ele aldığını da ifade etmektedir.
2. Hz. İsa’nın, ahir zamanda yeryüzüne ineceğinden hareketle
onun üstünlüğü sonucuna varılamaz. Çünkü burada onun gelişi,
davet açısından peygamber olmasına yönelik ifadedir. Yaradılış bakımından
peygamberlerin ilki Âdem (a.s), peygamberlikle görevlendirme
(bi’set) bakımından sonuncusu Muhammed (a.s.)’dır. Çünkü,
davet açısından peygamberlerin sonuncusu İsa (a.s.)’dır. Onun gelişi,
Buhari şarihi Kirmanî’nin düşündüğünün aksine Hıristiyanların dinini
iptal etmek şeklinde değildir. O haç ve domuz konusundaki ruhsatı
kaldıracaktır. Zaten bizim dinimizin gelmesiyle daha önce bu
dinler batıl olmuştur. İsa’nın inmesi dolayısıyla onun son peygamber
olduğu düşüncesini reddeden İbn Kemal, Taftazâni’nin Hz. İsa’nın,
ahir zamanda yeryüzüne inmesiyle son peygamber olacağı düşüncesini,
“dinin nesh edildiği ve dolayısıyla Hz. İsa’ya vahiy gelmeyeceği”
düşüncesine bağlamasını eleştirir. Zira İbn Kemal’e göre onun dininin
nesh edilmesi, ona vahyin gelmemesini gerektirmez. Çünkü vahiy
sahibinin mutlaka peygamber olması gerekmez.
3. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tüm diğer peygamberlerden
üstün oluşu, kesin delillerle ve ümmetin icmaı ile sabit olan bir husustur.
Taftazâni’nin ileri sürdüğü biçimiyle konuyu delillendiren İbn
Kemal, “siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” (Al-i İmran
3/19) ayetinde, Hz. Muhammed’in ümmetinin en hayırlı ümmet olmasını,
bu ümmetin peygamberinin de en hayırlı ve faziletli olmasını
gerektirdiğini söyler. Ümmetin en hayırlı olması ise, dini açıdan kemal
noktasında olmalarına bağlıdır. Hz. Peygamber’in hadislerinde
vurgulandığı gibi, “dikkat edin, sizin için iki sevap vardır”87 ifadesi,
Müslümanların diğer din mensuplarının aksine, geçmiş tüm peygamberleri
de kabul etmeleri esasına bağlar.
4. Taftazânî’ye göre Hz. İsa’nın, semada diri olarak bulunması
tarzındaki rivayette onun üstünlüğüne delil olabilecek bir delil yoktur.
Çünkü o yeryüzüne indiğinde Hz. Peygamber’in dinine tabi olacaktır.
Bir başka hadiste ifade edildiğine göre Hz. Peygamber “Musa
sağ olsaydı bana tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı”88
buyurmuştur. İbn Kemal bu görüşün Hz. Musa ile ilgili hadise dayandığını
ve bunun da sadece Musa (a.s.) ile sınırlı olmadığı, bilakis
illette ortak olmaları dolayısıyla tüm peygamberleri de içine aldığı
esasına dayandığını ifade eder. Bu illet, Hz. Peygamber’in tüm insanlığa
teyit edilmiş hükümlerle gönderilmiş olmasıdır ki, bunlar da özel
bir şekilde getirilen genel hükümlerdir. İbn Kemal, burada Kadı
Beydavî’den konu ile ilgili görüşünü nakleder ve eleştirir. Beydavî,
“Yanınızda bulunan (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim Kuran'a
inanın”89 ayetini tahlil ederken, burada Kur’an’ın önceki ilahi kitapları
tasdik edici olmasını şöyle açıklar:
87 Buhari, Enbiya, 50.
88 Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 338.
89 Bakara 2/41.
Kur’an ehl-i kitabın elinde bulunan kitapları tasdik edicidir. Çünkü
o kitaplarda haber verilen tarzda nazil olmuştur. Onlarda bulunan
kıssalara, tevhide, ibadete, günahlardan kaçınmaya çağırması konusunda
onlara uygundur. Teferruata ilişkin hükümlerde onlara aykırı
olması, asırların değişmesiyle ihtiyaçların değişmesi sebebiyledir. Zira
onlardan her biri, kendi çağına nispetle ve hitap ettiği toplumun ihtiyaçlarını
gözetmesi açısından haktır. Hatta önce nazil olanlar sonraki
dönemlerde inseydi, sonra indirilene uygun olarak gelirdi. Bu sebepten
dolayı Hz. Peygamber, Hz. Musa’nın peygamberimize tabi olmasının
imana aykırı olmadığını, aksine onu gerektirdiğine dikkat çekerek
“Musa sağ olsaydı bana tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı”
buyurmuştur.90
İbn Kemal onun bu yaklaşımının isabetli olmadığını savunur.
Çünkü eğer bu şekilde düşünülecek olursa, Hz. Peygamberin hadisinde
ifade edileni ters çevirerek “Muhammed Musa zamanında sağ
olsaydı, ona tabi olmaktan başka yapacak bir şeyi olmazdı” şeklinde
okumak mümkün olurdu. Hâlbuki sözün bağlamı buna uygun değildir.
Eğer Hz. Peygamberin tüm insanlığa gönderilmiş ve onların tabi
olacakları tüm hükümleri içeren bir dinle gönderilmiş olduğu esas
alınırsa, bu takdirde ifadenin ters çevrilerek okunması mümkün olmaz.
Musa’nın (a.s.) dini, peygamberimizin dininin aksine nesh edilme
konumundadır. İşte hadis bu şekilde anlaşılmalıdır. Bu anlamda
Hz. Peygamber’in tüm peygamberlerden daha faziletli olduğuna delil
teşkil eder.
5. Taftazânî’nin Hz. Peygamber’in Hz. Âdem’den değil, onun evlatlarından
üstün olduğunu göstereceği endişesiyle “Ben Âdem’in oğullarının
efendisiyim ve bunda övünç yoktur”91 hadisinin zayıf olduğunu
zikretmesini isabetli bulur.
6. Hz. Muhammed (a.s.), tüm insanlara ve cinlere gönderilmiş
olması, peygamberliği ve diğer peygamberleri sona erdirici bir peygamber
olması, dininin diğer tüm dinleri nesh etmesi, kıyamet gününde
tüm insanlığa şahitlik yapacak olması ve zahiri mucizesi olan
Kur’an’ın tüm zamanlar boyunca devam etmesi onun tüm peygamber
oluşunu gösteren özellikleridir. Bu meyanda “peygamberlerden bazılarını
diğer bir kısmına üstün kıldık” (Bakara 2/253) ayetinde vurgulanan,
Hz. Muhammed’in (a.s.) diğerlerine üstünlüğüdür.
Zemahşerî’nin bu ayeti tefsir ederken, “bazıları” ifadesinin içine diğer
peygamberleri ilave etmesini92 ve bu durumu şu hadisle desteklemesini
isabetli bulmaz. İbn Abbas şöyle anlatıyor: “Mescitte peygamberlerinden
faziletlerinden bahsediyorduk. Çok uzun ibadeti dolayısıyla
90 el-Beydavî, Envaru’t-tenzil ve esraru’t-te’vil, I, 57–58.
91 Müslim, Fedâil, 3; Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn Mace, Zühd, 37
92 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 382–383.
Nuh’u, Allah’a ile dostluğu sebebiyle İbrahim’i, Allah ile konuşması
sebebiyle Musa’yı ve semaya yükseltilmesi sebebiyle İsa’yı zikrettik
ve dedik ki: “Hz. Peygamber, tüm insanlara gönderilmesi, geçmiş ve
gelecek günahlarının bağışlanması ve son peygamber olması dolayısıyla
en üstün olandır.” Bu sırada Hz. Peygamber içeri girdi ve “ne ile
meşgulsününüz” dedi. Konuyu anlattık. O da şöyle dedi: “Hiç kimsenin
Yahya b. Zekeriya’dan daha hayırlı olması gerekmez. Çünkü o hiç
günah işlemedi ve bunu kalbinden bile geçirmedi.”93
İbn Kemal, Zemahşeri’nin burada isabetli davranmadığını, çünkü
Müslümanların icmaı ile üstünlüğe layık olanın, en üstün olmaya
layık olan kimse olduğu hususunun altını çizer. Ayrıca söz konusu
hadisle meselenin desteklenmesi ise reddedilmiştir.
7. Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesi ve orada yaşadığı hususu ise
bir üstünlük değildir. Hz. Peygamber’in semaya yükseltilmemesi ve
yeryüzünde hayatını tamamlayarak ölmesi çok daha önemlidir. O,
şahsını ve dinini kemale erdirdikten sonra ölmüştür. Nefsin bedenle
ilişkisi, varlığın kemale ermesine yöneliktir. Varlığı kemale erince de
nefis bedenle ilişkisini keser ve aslına döner. Bu Hz. Peygamber’in
şahsi kemalini ifade eder. Onun ölmüş olması ümmet için de bir
rahmet kaynağıdır. Hz. Peygamber’in “Allah bir kulları içinde bir topluluğa
rahmet dilediğinde, peygamberlerinin ruhunu kabzeder. Ve onu
onlardan önce kendileri için bir öncü yapar”94 hadisinde ifade edildiği
gibi bu ümmet için bir rahmet kaynağıdır. Hz. Peygamber’in insanlar
arasında yaşayıp ölmesinin bir başka faydası da onun bulunduğu
mekânın mukaddes bir mekân olması, duaların yükselme yeri ve itaat
üzere toplanma vatanı olmasıdır.
8. Taftazânî İsa’nın (a.s.) ölüleri diriltmesi, hastaları iyileştirmesi
gibi mucizeleri ve onun temiz bir kadından dünyaya gelmesi, peygamberlerin
gelmiş olduğu bir ortamda yetişmesi hususlarını hatırlatarak
bunların onun üstünlüğüne delil olmadığını, aksine Hz.
Muhammed’in üstünlüğüne delil olduklarını söyler. Hz. Muhammed
(a.s.) müşriklerden doğmuş olması ve onlar arasında yetişmesine
rağmen tevhide uygun olarak hayatını devam ettirmiştir. Müşriklerle
mücadele etmiş ve onları tevhide uygun bir hale getirmiştir. Hz. İsa’nın
mucizeleri ise Hz. Peygamber’in ve Kur’an’ın haber vermesiyle
şöhret kazanmıştır. Bu itibarla Hz. İsa’nın mucizeleri ile Hz. Muhammed’in
mucizelerini mukayese etmek mümkün değildir.95
İbn Kemal, burada Taftazânî Hz. Peygamber’in müşriklerden
doğmuş olması şeklindeki düşüncesini eleştirir. Çünkü böyle bir düşünce
efdaliyete engel teşkil eder. Zira babası müslüman olan bir
93 Buhari Enbiya, 24.
94 Müslim, Fedail, 24.
95 Bk. Taftazânî, Şerhu’l-mekâsıd, V; 47–48.
müslüman ile sadece kendisi müslüman olan bir kimsenin denk olmadığı
müslümanların icmaı ile sabit olan bir durumdur. Ecdadın
küfrü, nesep açısından şeref eksikliğidir. Hz. Peygamber’in ebeveyni
ise asla müşrik değildir. Zaten bu konu selef açısından tartışmalıdır.
İbn Kemal bu konuda bir kitap yazdığını söylemektedir. Orada Hz.
Peygamber’in ebeveyninin tevhid üzere olduklarını delilleriyle ortaya
koymaktadır.96 Bu itibarla Taftazânî’nin bu yaklaşımı ona göre büyük
hatadır ve yanlış değerlendirmelere yol açmaktadır.97 İbn Kemal
müslüman toplum içinde Hz. İsa’nın Hz. Peygamber’den üstün olduğu
şeklindeki hezeyanları köpeklerin havlamasına benzetir ve bunların
böyle düşünmelerinin O’nun faziletine gölge düşüremeyeceğini ve
zarar veremeyeceğini ifade eder.
96 Bk. İbn Kemal, Risale fi hakkı ebeveyi’n-nebi, Resail-i İbn Kemal içinde, nşr. Ahmet
Cevdet Paşa, İstanbul 1316, s. 87–91.
97 İbn Kemal ile ilgili bir çalışma yapan Sayın Dalkıran, İbn Kemal’in bahse konu
efadliyyet risalesini de incelemiş ve muhtevası hakkında bilgiler vermiştir. Fakat
onun muhteva ile verdiği bilgiler kısmen risalenin içindeki fikirleri yansıtmamaktadır.
Özellikle Taftazânî’nin bu görüşünü İbn Kemal’in katıldığı bir anlayış olarak
vermektedir. Hâlbuki metinde bunu İbn Kemal eleştirmektedir. Yine Kirmani ve
Zemahşerî’yi de zaman zaman eleştirmektedir. Yine Dalkıran, İbn Kemal’in, Hz.
Peygamber’in ebeveyni ile ilgili gerçeği ortaya koyacak bir risale yazdığı sözünden
hareketle, bunun, “Efdaliyyetü Muhammed” risalesi olduğunu söylemektedir. (bk.
Sayın Dalkıran, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997, s.105–110.) Bu da
yanlıştır. Çünkü bu risale Risale fi hakkı ebeveyi’n-nebi isimli risaledir. Zaten İbn
Kemal Hz. Peygamber’in ebeveyni ile ilgili olarak gerçeği öğrenmek isteyenlerin söz
konusu risaleyi okumalarını salık vermektedir.
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1981.
Ahmet Akbulut, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara 1992.
Ahmet Uğur, İbn-i Kemal, İzmir 1987.
el-Bağdadî, Abdülkahir b. Tahir b.Muhammed, el-Fark beyne’l-fırak,
tah. Muhammed Muhiddin Abdülhamid, Beyrut 1990.
------Usulu’d-din, Beyrut 1981.
el-Beydavî, Nasıruddin Ebu Said Abdurrahman b. Ömer, Envaru’ttenzil
ve esraru’t-te’vil, Beyrut 1988, I-II.
Brockelmann, GAL, II, 598; Suppl. II, 669.
Brockelmann, GAL, II, 598–599; Suppl. II, 669
el-Buhari, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmiu's-sahîh, IVIII,
İstanbul, 1981
Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, I-II.
el-Cürcânî, Seyyid Şerif, Şerhu’l-mevakıf, İstanbul 1366.
Çelebi, İlyas, “Kemalpaşazade” mad., DİA, XXV, 242-243, 246.
Dalkıran, Sayın, İbn Kemal ve Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997.
ed-Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fazl, Sünen,
Dımaşk ts.
Marsıfî, Sa’d, Edva ala ehadisi’l-isra ve’l-mirac, Beyrut 1994.
el-Eş’arî, Ebu’l-Hasan, Makalâtü’l-İslamiyyin, I-II.
Fayda, Mustafa, “İbn Kemal’in Hayatı ve Eserleri”, Şeyhülislam İbn
Kemal, Ankara 1986, s. 60
Hoca Sadettin, Tacu’t-tevarih, Neşr. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara
1992, I-V.
İbn Hazm, Ebu MuhammedAli b. Ahmed, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehva
ve’n-nihal, tah. Muhammed İbrahim Nasr-Abdurrahman
Umeyre, Beyrut ts., I-V.
İbn Kemal, , Resail, nşr. Ahmet Cevdet Paşa, İstanbul 1316.
İbn Mace, Sünen, İstanbul, 1981.
İbn Manzur, Lisanü’l-arab, “fdl” mad., Beyrut 1995.
İbn Teymiyye, Takiyyuddin Ahed, el-Furkan beyne evliyai’r-Rahman
ve evliyai’ş-şeytan, thk. Abdurrahman b. Abdülkerim el-
Yahya, Beyrut 1999.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 1
el-İcî, Adudduddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevâkıf fi ilmi’l-kelâm,
Beyrut ts.
İhsanoğlu Ekmeleddin (ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul
1998, I-II.
İsfehani, Ebû Nuaym, Delâîlu’n-nübüvve, thk. Muhammed Revvas
Kal’acı-Abdulber Abbas, Beyrut 1991, I-II.
İslam Ansiklopedisi (TH), “Molla Kabız” mad., VI, 15–16.
İzz b. Abdüsselam, Bidayetu’sûl fi tafdili’r-rasûl, thk. İyad Halid ed-
Debbağ, Beyrut 1995.
Kadı Abdülcebbar, b. Ahmed el-Hemedânî el- Esedabâdî, el-Muğnî fi
ebvabi’t-tevhid ve’l-adl, tah. Mahmud el-Hudayri-Mahmud
Muhammed Kasım, Kahire 1965, I-XX.
el-Kurtubî, Ebu Abdulluh Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Câmi li
ahkâmi'l-Kur'an, Dârü'l-Katibi'l-Arabî, 1967, I-XX.
Mecdi Efendî, eş-Şekaiku’n-numaniyye Tercemesi, İstanbul 1989.
Müslim, b. el-Haccac, el-Câmiu's-sahîh, I-III, İstanbul, 1981.
en-Nesefî, Ebu’l-Mu’in Meymun b. Muhammed, Bahru’l-kelâm,
Dımaşk 1997.
------ Tabsıratü’l edille, tah. Hüseyin Atay-Şaban Ali Düzgün, Ankara
2003, I-II
Öçal, Şamil, Kemalpaşazadenin Felsefi ve Kelâmi Görüşleri, Ankara
2000.
Parmaksızoğlu, “Kemal Paşazade” mad., İA, VI, 564.
Pezdevî, Ebu Yusr Muhammed, Ehl-i sünnet akaidi, trc. Şerafeddin
Gölcük, İstanbul 1980.
er-Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer, Metâlibu’l-âliye mine’l-ilmi’lilahi,
tah. Ahmed Hicazî es-Sekka, Beyrut 1987, I-V.
------ Mealimu usulu’d-din, Kahire ts.
------ Mefâtihü'l-gayb, İstanbul 1308, I-VIII.
------Muhassalu efkari’l-mütekaddimîn ve’l-müteahhirîn, Beyrut 1984.
Reşid Rıza, el-Menar, Beyrut ts., I-XII.
------Muhammedi Vahiy, trc. Salih Özer, Ankara 1991.
es-Seffârinî, Ebü'l-Avn Muhammed b. Ahmed, Levâmiü'l-envâri'lbehiyye
ve sevâdiü'l-esrâri'l-eseriyye, Beyrut 1985,I-II.
es-Semerkandî, Şemseddin es-Sehâifu’l-ilahiyye, tah. Ahmed
Abdurrahman eş-Şerîf, Kuveyt 1985.
Salih Sabri YAVUZ
Taftazânî, Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-akâid, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul
1982.
------ Şerhu’l-mekasıd, thk. Abdurrahman Umeyre, Beyrut 1989, I-V
Taşköprüzade, Ebü'l- Hayr İsamüddin Ahmed Efendi, eş-Şekaiku’nnumaniyye
fi ulema-i Devleti’l-Osmaniyye, thk. Ahmet Suphi
Fırat, İstanbul 1985.
et-Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, thk. Ahmed Muhammed
Şakir, Daru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut ts., I-V.
Topaloğlu, Bekir, “Allah” mad., DİA, II, 477.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, I-II.
Yazıcıoğlu, Said, “Kelamcı olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam İbn Kemal,
Ankara 1986, s. 180.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ts.,
I-IX.
Yediyıldız, Baheddin, “Tarih Kaynağı Olarak İbn Kemal”, Şeyhülislam
İbn Kemal, Ankara 1986, s. 67.
ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf ‘an hakâiki’ttenzîl
ve uyunu’l-ekâvil fi vücuhi’t-te’vil, Daru’l-fikr ts., I-IV.