KEMALPAŞAZÂDE İBN KEMAL
01 Ocak 1970
(ö. 940/1534) Osmanlı şeyhülislâmı ve tarihçisi.
Asıl adı Şemseddin Ahmed"dir. Şehza¬de Bayezid'e (II. Bayezid) lalalık yapan bü¬yükbabası Kemal Paşa'ya nisbetle Ke-malpaşazâde, Kemalpaşaoğlu veya İbn Kemal diye anılır. 3 Zilkade 873'te (15 Mayıs 1469) dünyaya geldi. Bazı kaynak¬larda Tokat'ta, bazılarında Edirne'de doğ¬duğu kaydedilmekte, Amasyalı olduğu da ileri sürülmektedir.[298] İstanbul'un fethinde bulunan ba¬bası Süleyman Çelebi'nin 879'da (1474) Amasya muhafızlığına tayin edildiği ve Şehzade Bayezid'in maiyetinde bulundu¬ğu anlaşılmaktadır. 883'te (1478) Tokat sancak beyliğine nakledilen Süleyman Çe¬lebi İstanbul'da vefat etmiş ve babası Ke¬mal Paşa'nın Eski Odalar civarındaki tür¬besine defnediImiştir. Kemalpaşazâde'-nin annesi, İran'dan gelip Tokat'a yerle¬şen Fâtih Sultan Mehmed dönemi kazas¬kerlerinden Küpelioğlu Muhyiddin Meh-med'in kızıdır.[299]
Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledikten sonra Amasya ulemâsından Arap dili ve ede¬biyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmed önce askerî sınıfa gir¬di ve altı bölük sipahisi olarak II. Baye¬zid'in seferlerine katıldı. Kendisinden naklen Taşköprizâde, onun. Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa'nın bir meclisinde 30 akçe ile Filibe müderrisi olan Molla Lutfî ünlü akıncı kumandanı Evrenosoğ-lu Ahmed'in üst tarafına oturunca ule¬mânın ümerâdan daha çok itibar gördü¬ğüne kani olduğunu ve ilmiye sınıfına geçmeye karar verdiğini belirtir.[300] Önce Edirne'de Molla Lut-fî'nin derslerine devam eden Şemseddin Ahmed ardından Kestelî Muslihuddin Mustafa, Hatibzâde Muhyiddin Efendi, Muarrifzâde Sinâneddin Yûsuf, Müey-yedzâde Abdurrahman Efendi gibi âlimlerden ders alarak tahsilini tamamladı.
İlk olarak Anadolu Kazaskeri Müeyyed-zade Abdurrahman'ın desteğiyle 30 akçe yevmiyeli Edirne'deki Ali Bey Med¬resesi müderrisliğine tayin edildi. Bu arada kendisine 33.000 akçe ihsan edilip Türkçe bir Osmanlı tarihi yazmakla gö¬revlendirildi. Ardından 40 akçe ile Üs-küp'teki İshak Paşa Medresesi'ne gönde¬rildiyse de (91 1/1505) bir yıl sonra Edir¬ne'ye dönüp Halebiye ve Üç Şerefeli med¬reselerinde çalıştı. Bir ara İstanbul'da Sahn-ı Semân'da ders veren Kemalpaşa-zâde tekrar Edirne'ye döndü ve buradaki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine tayin edildi (917/1511).
Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı kamuoyunu Safevîler'e karşı hazırlamak amacıyla yazdığı risalede Şah İsmail'i ve akidesini eleştirerek Şiîler'le yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtmesiyle şöhreti artan Kemalpaşazâde 921'de (1515) Edirne kadılığına, 14 Şaban 922'de (12 Eylül 1516) Anadolu kazaskerliğine getirildi. Bu görevde iken katıldığı Mısır seferinde padişahtan büyük itibar gördü ve beylerbeyi olarak tayin edilen Hayır Bey'e yardımcı sıfatıyla Mısır'ın tahririn¬de görev aldı. Bu sefer dönüşünde atının ayağından sıçrayan çamurun padişahın kaftanını kirletmesi üzerine Yavuz Sultan Selim'in, "ulemâ ayağından sıçrayan ça¬murların medâr-ı zînet ve bâis-i mefha¬ret" olacağını söyleyerek kaftanının ölü¬münden sonra sandukası üzerine örtül¬mesi vasiyetinde bulunduğu rivayet edilir. Bu arada 21 Rebîülewel923'te (13 Nisan 1517) azledildiyse de S Rebîülâhir 923"te (28 Nisan 1517) tekrar vazifesine iade edil¬di (Feridun Bey, 1, 454, 489). 924'te (1518) Karaman'ın tahririyle görevlendirilen Şem¬seddin Ahmed [301] ertesi yıl ka¬zaskerlikten alındı ve 926 (1520) yılı baş¬larında 100 akçe yevmiye ile Önce Edirne Dârülhadisi'ne, 928'de de (1522) burada¬ki Sultan Bayezid Medresesi'ne müderris tayin edildi. 930'da (1524) İstanbul'a ge¬lerek Fâtih Medresesİ'nde görevini sür¬dürdü. Nihayet Zenbilli Ali Efendi'nin ye¬rine Şaban 932'de (Mayıs 1526) şeyhülis¬lâmlığa getirildi. Bu makamda iken 2 Şev¬val 940 (16 Nisan 1534) tarihinde vefat et¬ti ve Edirnekapı dışındaki Mahmud Çelebi Zaviyesi hazîresine defnedildi. 1971'de Haliç çevre yollarının yapımı sırasında parseller tamamen ortadan kaldırılırken Kemalpaşazâde'nin türbesi başka yere nakledilmiştir. Ölümü için tarih olarak düsürülen, "İrtehale'l-ulûmu bi'l-Kemâl [302] ibaresi onun ilmî kişiliğinin bir ifadesidir. Kemal¬paşazâde'nin Edirne'de çiftliği ve değir¬meni, dedesinin türbesi yanındaki mes¬cide vakıfları vardır.[303]
Dönemlerinde yaşadığı üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazâ¬de hadis, tefsir, fıkıh gibi dinî ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında eser vermiş çok yönlü bir âlimdir. Birçok ilme olan vukufu ve bu alanlarda verdiği eserlerle XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilim ve kültürünün en büyük temsilcilerinden biri olarak gö¬rülmektedir. Muhyiddin Mehmed b. Pîr Mehmed, Sa'dîSâdullah Efendi, Musli¬huddin Mustafa. Celâlzâde Salih Çelebi ve Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi onun yetiş¬tirdiği âlimlerden bazılarıdır. Taşköprizâ¬de, Kemalpaşazâde'nin kendisinden ön¬ceki âlimleri unutturduğunu ve ilmin ka¬idesini çöktükten sonra yeniden ihya et¬tiğini söyler.[304] Kemalpa¬şazâde, daha genç yaşında Sa'deddin et-Teftâzânî ve Seyyid Şerif el-Cürcânî gibi âlimlerle mukayese edilmiş, Osmanlı ule¬mâsı arasında İlmî kudretinden dolayı "el-muallimü'l-evvel" unvanıyla anılmıştır. Talebesi Ebüssuûd Efendi de "el-mualli-mü's-sânî" kabul edilmiştir. Takıyyüddin et-Temîmî onu, telifatının çokluğu ve çe¬şitli ilimlere olan vukufunun genişliği ba¬kımından Celâleddin es-Süyûtfye benzet¬mekle birlikte meseleleri kavrayışı, mu¬hakeme ve cedeldeki mahareti açısından Süyûtî'den üstün görür.[305] Kemalpaşazâde ilmiye mesleğine intisap ettikten sonra müder¬rislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislâm¬lık makamlarını elde etmiş, çok kısa sü¬ren bir mâzuliyet dönemi dışında devlet kademelerinde devamlı bir yükseliş gös¬termiştir. İlmî ihatası, muhakeme ve münazara kudreti, şer'î meseleleri çözme ve fetva verme konusundaki kabiliye¬tinden dolayı da "müfti's-sakaleyn" (in¬sanların ve cinlerin müftüsü) lakabıyla anıl¬mıştır.
Eser verdiği hemen her ilim dalında karmaşık konulan cesaretle tartışan Ke-malpaşazâde en muktedir âlimleri ehli¬yetle tenkit ederdi. Mısır'ın alınmasından sonra şöhretini duyan Mısır ulemâsı ken¬disini denemek istemişse de sonunda onun ilmî kudretini kabul etmek zorun¬da kalmıştır. Bizzat kendisi de bu kabili¬yetinin farkında olarak Farsça hakkında yazdığı risalesinde kendini, Arapça'ya dair kitabını Harem-i şerifte eline alıp Arap-lar'a, "Gelin, atanızın dilini benden öğre¬nin" diyen Zemahşerî'ye benzetir.
Kemalpaşazâde, verdiği fetva ile İran'a yapılan seferin dinî ve hukukî gerekçele¬rini hazırlayarak bu savaşa rızâ göster-meyip çekimser kalan devlet adamlarına karşı padişahı güçlendirmiştir. Kanunî Sultan Süleyman zamanında da hüküm¬darı Safevîler'e karşı mücadeleye teşvik etmiş, padişahın Şah Tahmasb'a gönder¬diği mektupları bizzat kaleme almıştır. Felsefeciler yanında keiâmcıların da gö¬rüşlerini yakından bilen ve felsefî düşün¬ce alanında Fahreddin er-Râzî ekolünü ta¬kip eden Kemalpaşazâde. tasavvufa kar¬şı olmamakla birlikte şeriatın belirlediği çerçevenin dışına çıkan fikir ve uygulamalara karşı mücadele etmiş, bazı sûfîlerin yaptığı raks, semâ ve devranın haram ol¬duğunu ileri sürmüştür. Muhyiddin İbnü'1-Arabî hakkında verdiği olumlu fetva Yavuz Sultan Selim üzerinde etkili olmuş, padişah, Mısır dönüşünde dört ay kadar kaldığı Dımaşk'ta Muhyiddin İbnü'1-Ara-bî'nin kabri üzerinde bir türbe ve yanın¬da bir cami ile imaret yaptırmıştır. Ke¬malpaşazâde, birçok İslâm âlimi gibi ta¬savvufun asıl istikametinden sapmasını hoş karşılamamış, toplumun düzenini ve devletin bekasını tehdit edecek hareket ve davranışların ortaya çıkmasını engelle¬meye çalışmıştır. Vasiyetnamesinde ce¬nazesinin dervişane bir şekilde kaldırıl¬masını ve kabri üzerine türbe yapılma¬yıp sadece bir taş dikilmesini istemesi de onun sade bir dinî yaşayışı tercih ettiğini göstermektedir.
Tarihçiliği. Kemalpaşazâde'nin tarih alanındaki başlıca eseri II. Bayezid'in ar¬zusuyla kaleme aldığı Tevârîh-i Âî-i Os¬man 'dır. 11. Bayezid, İdrîs-i Bitlisî'ye Fars¬ça bir Osmanlı tarihi yazma görevini verir¬ken Kemalpaşazâde'den de herkesin an¬layabileceği Türkçe bir tarih yazmasını is¬temiş ve kendisine 30.000 akçe ihsan et¬miştir. 30 akçe yevmiyeli genç bir müder¬rise böyle bir görevin verilmesinde yine Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman'ın rolü olmuştur.
Her padişah dönemi için ayrı bir cilt (defter) yazan Kemalpaşazâde, 916(1510) yılı olaylarına kadar getirdiği sekiz ciltlik tarihini II. Bayezid'e sunmuştur. Daha sonra Kanunî Sultan Süleyman'ın isteğiy¬le eserini kaldığı yerden devam ettirerek Mohaç seferi sonuna, yani 933 (1527) yı¬lına kadar getirmiştir. Böylece Tevârîh-i Âl-i Osman, Osmanlı Devleti'nin kurulu¬şundan 1527 yılına kadar gelen on ciltlik büyük bir eser niteliği kazanmıştır. An¬cak IX ve X. defterlerin mevcut nüshaları bu devre olaylarının toptan kaleme alın¬madığını göstermektedir. Yavuz Sultan Selim dönemine ait defter de onun salta¬natının bütün olaylarını ihtiva etmeyip Çaldıran seferinden Amasya'ya dönüşü ile sona ermektedir. Kanunî devrine ayrı¬lan defterde de eksik konular vardır. Ke¬malpaşazâde eserinin son bölümü olan Mohaç seferine öze! bir önem verdiğin¬den bu bölümün istinsahları Mohaçnâ-me diye tanınmıştır. Aynı şekilde Fâtih dönemine ait VII. defterin İstanbul'un fethi bölümünün istinsahları da onun Târîhi Feth-i Kostantiniyye adlı ayrı bir eseri olduğu zannını uyandırmıştır.[306]
Tevârîh-i Âl-i Osman'ın VII. defteri dışında doğrudan müellifinin kaleminden çıkan nüshalarından hiçbiri günümüze ulaşmamıştır. Mevcut nüshalar genellik¬le XVII. yüzyıldan bu yana yapılmış istin¬sahlardır. Eserin Çelebi Mehmed devrini ihtiva eden V. defteriyle II. Murad döne¬mine ayrılan VI. defterinin 847 (1443) yı¬lına kadar olan kısmı ve Yavuz Sultan Se¬lim zamanına ait IX. defterin Mısır seferi bölümü mevcut değildir. Tevârîh-i Âl-i Osman'ın İstanbul kütüphaneleri dışın¬da Avrupa ve Mısır'daki nüshalarının en önemlisi Paris Bibliotheque Nationale'de kayıtlı olanıdır. II. Murad, Fâtih, II. Baye¬zid ve Yavuz dönemlerine ait çeşitli bö¬lümlerden oluşan bu karma nüsha, tahtı oğlu Mehmed'e bırakıp Manisa'ya çekil¬mesinden (1444] ölümüne kadar II. Mu¬rad dönemi olaylarını da ihtiva etmekte¬dir ki VI. defterin bilinen tek kısmı budur.
Benzeri Osmanlı tarihleri gibi Tevârîh-i Âl-i Osman da siyasî olayların ağırlıklı ol¬duğu bir eserdir. Kitapta teşkilât ve kül¬tür tarihine ait birçok kayıt varsa da bun¬lar satır aralarına serpiştirilmiştir. Olaylar kronolojik sırayla anlatılmıştır. Kemalpa¬şazâde eserini yazarken kullandığı kay¬naklarından sadece üçünün adını verir. Ancak Neşrî, Ruhî, Şükrullah, Nişancı Mehmed Paşa, Tursun Bey gibi kendin¬den önceki tarihçilerin eserlerini ve ano¬nim Tevârîh-i Âl-i Osman'lar ile Târihî Takvimler'i de kullandığı anlaşılmakta¬dır. Onun önemli şifahî râvileri arasında ise Çandarlı İbrahim Paşa, Kırım Hanı Mengli Giray, Uzguroğlu îsâ ve Otranto seferine katılan bir sipahi bulunmakta¬dır. Kemalpaşazâde, kaynaklarını aynen aktarma yoluna gitmeyip edindiği bilgi¬leri karşılaştırarak bir senteze varmak istemiştir. Kaynakların birbirini tutmadı¬ğını görünce de doğru olduğuna kanaat getirdiği rivayetlere yer vermiş, diğer ka¬yıtlara sadece işaret etmekle yetinmiştir. Bir hanedan tarihi yazmakla görevlendi¬rilmiş olduğu halde yer yer olayları eleş¬tirmekten çekinmemiştir. Ancak bu tür eleştirilerin Fâtih dönemine ilişkin olması ve Şehzade Cem etrafında yoğunlaşması dikkati çekmektedir. Bunun da Bayezid-Cem mücadelesinin tabii bir yansıması olduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan Kemalpaşazâde, Osmanlı Devleti'nin hızla gelişmesinin sebepleri üzerinde de durmuştur. Ona göre Osman¬lılar Sâmânîler, Gazneliler, Selçuklular ve Hârizmliler gibi metbûlarma karşı isyan etmemiştir ve Osmanlı Devleti'nde herkes kanun ve nizamlara uymuştur. Dev¬letin sürekliliğini sağlayan unsurlar para ve asker olmuş, fakat Osmanlı zenginliği zulümle toplanan paralara dayanmayıp Anadolu'nun zenginliğinden Kaynaklan¬mıştır. Daima Batı'ya Bizans'a doğru ge¬nişlemeye çalışma ve "gazilerin ayağının bağı" olmadıkları sürece Anadolu'daki Türk beyliklerine karşı savaşa girmeme gibi akıllıca bir siyaset güdülmüştür. Pa¬dişahlar başşehirlerinden uzun süre ayrı kalmamaya özen göstermişler, sefere çık¬tıklarında da yerlerine güvenilir bir vekil bırakmışlardır. Aristokrat zümreye yer verilmeyen Osmanlı düzeninde yöneticiler genellikle devşirme (gılman) sınıfından yetiştirilmiş, böylece hiç kimse "meydân-ı saltanatta cevelân etmeye mecal" bula¬mamıştır.
Kemalpaşazâde'nİn tarihçiliğinde belir¬tilmesi gereken bir başka nokta Türk ve Türklük anlayışıdır. Müellif bu kavramları aşağılamamakta, "kaba Türk, Etrâk-i bî-idrak" gibi nitelemelere yer vermemek¬tedir. Ordudan söz ederken de genellikle "Türk. Türk askeri" demektedir. Ayrıca Türk ile Türkmen'i birbirinden ayırmak¬ta, Osmanlılar'ı Türk, Akkoyunlular'i Türk¬men saymakta, Moğollar'] ise "hilâf-ı cins" kabul etmektedir. Ertuğrul Gazi'nin Ana¬dolu içlerine doğru ilerlerken rastladığı savaşta Selçuklular'a yardım etmesi kar¬şılığında Karacadağ yöresine yerleştiril¬diği rivayetini naklederken gösterdiği ge¬rekçe de bunu kanıtlamaktadır. Bayatlı Hasan bunu din gayretine. Neşri mertli¬ğe bağlarken Kemalpaşazâde kavmiyet gayretine dayandırmaktadır.
Eserini II. Bayezid'İn emri gereği Türk¬çe yazan, hatta buna uymak için özellikle Türkçe kelimelere geniş yer veren Ke¬malpaşazâde Arapça ve Farsça'nın etki¬sinden de kurtulamamıştır. Ayrıca seciye dikkat ettiği için Tevârîh-i Âl-i Osman edebî bir nitelik kazanmıştır. Bu önemli yanlarına rağmen Tevârîh-i Âl-i Osman XIX. yüzyıla kadar ismen bilinen, fakat kaynak olarak kullanılmayan bir eser ola¬rak kalmıştır. Bunda Âyîne-i Zurefâ mü¬ellifi Cemâleddin Mehmed'in belirttiği gi¬bi [307] onun Çağatayca muhtasar bir kitap sanılması başlıca etken olmuştur. Eserden geniş ölçüde ilk yararlanan kişi Hayrullah Efendi'dir. Şimdiye kadar Mo-haçnâme adıyla anılan bölümü 1859'da Fransızca tercümesiyle birlikte Pavet de Courteille tarafından yayımlanmış, bunu eserin Osman ve Orhan Bey ile Fâtih Sul¬tan Mehmed dönemlerine ait I, II ve VII. defterleri takip etmiştir.[308] Eserin VIII. defterinin Kanûnî'nin emriyle yazılan kıs¬mı ile IX. defterini Ahmet Uğur hazırla¬mıştır (Berlin 1985). Ayrıca VIII. defterin tamamı yine Ahmet Uğur tarafından ya¬yımlanmıştır (Ankara 1997) X. defterin tamamını Şefaettin Severcan (Ankara 199ö), IV. defteri de Koji Imazavva (Ankara 2000) neşretmiştir. Kemalpaşazâde'nİn Mısır'da iken İbn Tağrîberdî'nin en-Nü-cûmü'z-zâhire adlı tarihini Türkçe'ye çe¬virdiği belirtilirse de [309] bunun herhangi bir nüshasına rast¬lanmamıştır.
Bibliyografya :
Külliyyât-İDîüân-İKabulî(nşr. İsmail Hikmet Ertaylan), İstanbul 1948, s. 206;Sehî, Tezkire, s. 43; Taşköprizâde. eş-Şekâ'İk, s. 377-379; Lati¬fi, Tezkire, s. 79; Feridun Bey, Münşeat, I, 454, 489; Mecdî, Şekâik Tercümesi, S- 215, 381-385; Âlî Mustafa, Künhü'l-ahbâr, Nuruosmani-ye Ktp., nr. 3407, vr. 265"-266fl; Hoca Sâdeddîn, Tâcü't-teuârîh, İstanbul 1280, II, 615; Temîmî, et-Tabakâtü's-seniyye, I, 357; Peçuylu İbrahim, Târih, 1,50, 124 vd.; Keşfü'z-zunün, II, 1933; a.mlf., Süllemü 'l-uüşûl ilâ tabakâti'l-fuhül, Sü-leymaniye Ktp., Şehid Mi Paşa, nr. 1887, vr. 20"; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi. Süleymannâ-me, Bulak 1248, s. 204 vd.; Ayvansarâyî, Hadî-katü'l-ceuâmi', I, 180; Cemâleddin, Ayîne-İZu-refâ, İstanbul 1314, s. 19-20; Deuhatü't-meşâ-yih, s. 16 vd.; Hammer-Purgstal. "Über ein Chronogramm zur Bewillkommung Kemal Efen-di's", Sitzungsberichte der philosophisch-historischen Classe der Akademle der Wissen-schaften, Wien 1851, VI, 326-328; Leknevî. et-Fevz'idü'l-behiyye, s. 21 -22;İlmiyyeSalname¬si, s. 346 vd.; Amasya Târihi, III, 224, 227,230; Cemil el-Azm. 'Uküdü'l-cevher/î terâcimi men lehüm hamsûne taşntfen fe-mi'e feekşer, Bey¬rut 1326, I, 217vd.; Blochet, Catalogue-SuppL, I, 157; Barkan, Kanunlar, s. 39; Brockelmann, GAL, W, 449-453; Uzunçarşılı. Osman/ı Tarl-hİ, II, 668-671; TCYK, s. 120-125; Gökbil-gin, Edirne ue Paşa Uuâst, s. 19, 22-23, 272, 332-333, 479, 524; Levend. Gazauatnâmeler, s. 4, 17-18,43-45, 170, 173; Karatay, Türkçe Yaz¬malar, I, 593; II, 26, 248, 326, 347-348, 353; R. Brunschvig, "Kemâl Pâshâzâde et le Persan", Melanges d 'orientalisme offerts a Henri Masse, Teheran 1963, s. 48-64; Babinger (Üçok), s. 54, 68-71; a.mlf., "Kemâl Paşha Zade", EV,IV, 851-852; R. C. Repp, The Müftl of istanbul, Oxford 1986, s. 224-239; Ahmet Uğur. İbn-i Kemal, İz¬mir 1987; a.mlf., "Dresden'de Kemal Paşazâ-de'ye Atfedilen Yazma Eserler", AÜ İlahiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, sy. 3, Ankara 1977, s. 315-343; a.mlf., "Kemal Pa-şazâde'nin VIII. Defteri", Eü İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 3, Kayseri 1986, s. 89-110; a.mlf.. "Kemal Paşazadenin VIII. Defteri", Eü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 3, Kayseri 1989, s. 197-208; Şerafettin Turan, "İbn Kemâl'in Ta¬rihçiliği ve Tarih Metodolojisi", Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayrı Bolay v.dğr.), Ankara 1989, s. 120-126; a.mlf.. "İbn Kemâl'in Kanunî Süleyman'a Bir Mektubu", TV, 11/17 (1958), s. 221-224; M. A. Yekta Saraç, Şeyhülis¬lam Kemal Paşazade: Hayatı, Şahsiyeti, Eser¬leri oe Bazı Şiirleri, İstanbul 1995; Mehmed Arif, "Sultan Selim Han-ı Evvel ile İbn Ke¬mâl'in Bir Musahabesi", TOEM, İV/22 (1913!, s. 1411 vd.; V. L. Menage. "An Autûgraph of Kemalpashazade's Tevarikh-İ Âl-i Othman, Book VII", BSOAS, XXIII (1960). s. 250-264; a.mlf.. "Kemâl Paşha-zâde", El2 (İng.|. IV, 879-881; Atsız, "Kemaipaşa-oğlu'nun Eserleri", ŞM, VI (1966). s. 71-112; VII (J972), s. 83-135;Reşat Öngören, "Şeriatın Kestiği Parmak: Kanunî Sultan Süleyman Devrinde İdam Edilen Tari¬kat Şeyhleri", İLAM Araştırma Dergisi, 1/1, İs¬tanbul 1996, s. 123-131; İsmet Parmaksızoğlu, "Kemâl Paşa-zâde", İA, VI, 561-566. Şerafettin TAjran
Fıkhî Görüşleri.
Kemalpaşazâde birçok medresede görev alıp İslâm hukuku ala¬nında ders vermesi yanında kadı, kazas¬ker ve şeyhülislâm olarak uzun süre yasa¬ma ve yargı alanlarında faaliyet göster¬miş, İslâm hukukunun usul ve fürûuna dair çeşitli eserler kaleme almıştır. Türk âlimlerinden başka Zeynüddin İbn Nü-ceym. Alâeddin el-Haskefî, İbn Âbidîn gibi Arap ulemâsı da eserlerinde Kemalpaşa¬zâde'nİn görüşlerineyer vermiş ve za¬man zaman onu eleştirmiştir.
Kemalpaşazâde'nİn İslâm hukuk litera¬türüne en önemli katkılarından biri şüp¬hesiz fakihlerin sınıflandırılmasına yöne¬lik çalışmasıdır. Klasik literatürde genel¬likle fakihlerin ietihad ehliyetine göre sı¬nıflandırılmasında "müstakil-gayri müs¬takil", "mutlak-müntesib", "mutlak-mu-kayyed" veya "şeriatta müetehid mez¬hepte müetehid" şeklindeki ikili tasnif be¬nimsenmişken Kemalpaşazâde Risale lî duhûli veledi'1-bint fi'1-mevküfi caîâ evlâdi'l-evlâd adlı risalesinde çocukların çocuklarına yapılan vakıflara kızın çocuk¬larının da dahil edilmesi meselesini tar¬tıştıktan sonra bu problemin Hanefî mez¬hebi içinde ileri sürülen görüşlerin tartış¬mada taraf olan âlimleri derecelendirmek suretiyle aşılabileceği kanaatine varır ve fakihleri dinî konulardaki yetkinliklerine göre şu yedi sınıfa ayırır: Şeriatta müete¬hid, mezhepte müetehid, mesâilde müe¬tehid, ashâbü't-tahrîc, ashâbü"t-tercih, ashâbü't-temyîz ve mukallid. Adı geçen risalenin eki mahiyetinde olan bu kısım asıl metinden ayrılıp müstakil bir risale gibi çoğaltıldığından kütüphane katalog¬larında ve pek çok kaynakta müellifin ayrı bir eseri gibi gösterilmiştir. Bu tasnif çalışması daha sonraki Hanefî literatürü üzerinde etkili olmuş ve birçok eserde aynen veya özet olarak iktibas edilmiştir.[310] Temîmî gibi pek çok âlim tarafın¬dan takdirle karşılanan tasnifi Kazanlı âlim Şehâbeddin el-Mercânî şiddetle eleş¬tirmiştir. Bu sınıflamanın daha önce hiç kimse tarafından yapılmadığını söyleyen Mercânî, büyük fakihlerin ve ulemânın ileri gelenlerinin tamamlanmış bir halka gibi oldukları için uçları tesbit edilemeye¬ceğinden onlara nisbetle böyle bir genel Kural koymanın neredeyse imkânsız oldu¬ğunu vurgular. Ayrıca Kemalpaşazâde'-nin her sınıfı tanımlayan ifadelerini yine onun kendisinin verdiği örneklerden ha¬reketle eleştirir, ashâbü't-tercîh ile ashâ-bü't-temyîz arasındaki farkı ortaya ko¬yamadığını ileri sürer ve geçmiş ulemâyı çok iyi tanımadığı halde onları sınıflandı¬rıp derecelendirmeye kalkıştığını söyler.[311]
Bir mezhebe mensup olmayı müslü-man için esas kabul eden Kemalpaşazâ-de, Hanefî mezhebinin diğerlerinden üs¬tün olduğunu, bu mezhep dışındaki mez¬hepleri bâtıl sayan kişiye bir şey yapılma¬yacağını belirtmekle birlikte kendisi di¬ğer mezheplere olumlu yaklaşmakta, Ha¬nefî mezhebinde caiz olmayan bir husus¬ta bir başka mezhebin taklit edilebilece¬ğini kabul etmektedir. Meselâ kocası kay¬bolduğu için nafakasını temin edemeyen bir kadının Şafiî mezhebine geçerek Şafiî kadısı tarafından boşanmasına hükme¬dilip bir başkasıyla evlenmesi halinde da¬ha sonra çıkıp gelen eski kocası tarafın¬dan nikâhlanamayacağına dair fetva ver¬miş, ancak Ebüssuûd Efendi, Diyârırûm'-da Şafiî mezhebine geçmenin sultan tara¬fından yasaklandığını belirterek Kemal-paşazâde'ye karşı çıkmıştır.[312] Kemalpaşazâde, namazda bir baş¬ka mezhepten imama uymayı ise ima¬mın Hanefî mezhebine göre namazı bo¬zan bir şey yapmaması şartına bağlar.[313]
Kemalpaşazâde, Osmanlı kanunnâme¬lerinin hazırlanmasında etkin olmuş isim¬lerdendir. Anadolu kazaskerliği görevinde iken 924 (1518) yılında Karaman eyaleti¬nin defter emini olarak vazife yaptığı gibi Mısır alındıktan sonra Hayır Bey ile birlik¬te Mısır arazisinin tahririyle de görevlen¬dirilmiş, Mısır kanunnâmesinin hazırlan¬masında önemli rol oynamıştır. Osmanlı kanunnâmelerinin şerl hukuka uygunlu¬ğunu sağlamada büyük gayretleri oldu¬ğu da anlaşılmaktadır. Nevîzâde Atâî, onu kanunnâmeleri şer'î hukuka tatbik gayre¬tinden dolayı muallim-i evvef, Ebüssuûd Efendi'yi ise muallim-İ sânî olarak zikre¬der.[314] Kâtib Çelebi de her iki şeyhülislâmın kanunların çoğunu şer'î hukuka uygulayıp makam ve mevki¬lerdeki aksaklıkları ıslah ederek devlet iş¬lerine gereği gibi nizam verdiklerini be¬lirtir [315] Gerçekten de kanunnâmelerdeki maddelerle Kemalpaşazâde'nin bazı fet¬vaları karşılaştırıldığında görülen yakın¬lık, bilhassa Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid kanunnâmelerinde mevcut olma¬yan bazı kanunların Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman kanunnâme¬lerinde yer alması. Nev'îzâdeAtâîve Kâ¬tib Çelebi'nin ifadeleri de göz önüne alı¬nınca kesin olmasa bile kanunların bu fetvalara uygun olarak çıkarıldığı şeklin¬de yorumlanabilir.[316] Birçok fetvasında Örfî hu¬kuka karşı şer'î hukuku savunan Kemal¬paşazâde, ehl-i örfün şer'î hukuka aykırı tasarruflarının geçersiz olduğuna ve şer'î hukuka aykırı olan örfî hukuka göre idam cezasına çarptırılanların asılması için ehl-i örfe hüccet veren kadının günahkâr ola¬cağına dair fetva vermiştir.[317] Buna karşılık bir fetvasında kâfir esir alıp satmanın caiz olmakla birlikte padişah ta¬rafından yasaklandığını belirtmesi [318] şeri¬atın izin verdiği konularda padişahın ya¬saklama getirebileceğini kabul ettiğini göstermektedir.
Yazdığı müstakil risaleler ve verdiği fetvalarla Kemalpaşazâde Osmanlı toplu¬munda birçok uygulamanın yerleşmesine öncülük etmiştir. XVI. yüzyılda Osmanlı ulemâsı arasında yoğun bir şekilde tartı¬şılan para vakıflarının meşruiyetine dair tesbit edilebilen ilk müstakil çalışmayı or¬taya koyan Kemalpaşazâde [319] bu eserinde Hanefî âlimlerinin konuyla ilgili leh ve aleyhteki görüşlerini değerlendirip sonuçta para vakıflarının caiz olduğu ka¬naatini benimseyerek bu husustaki res¬mî görüşü belirlemiş, uygulamanın nasıl yapılması gerektiği konusunda genel çer¬çeveyi tayin etmiş ve kendisinden sonra konuyu ele alıp inceleyen Sofyalı Bâlî Efendi, Ebüssuûd Efendi gibi meşruiyet taraftarlarına öncülük etmiştir. Ayrıca muâmele-i şer'iyyenin cevazına karşı çıkarak bu tür muamelenin hile olduğunu ve bundan hâsıl olan kârın haramlığını savunan kimselerin kâfir olup imanlarını yenilemeleri gerekeceğini, bu inançtan dönmedikleri takdirde idam edilme¬leri lâzım geleceğini ileri sürmüştür.[320] Daha önceki birçok fakihin aynı gerekçe¬lerle bu muameleye karşı çıktığı bilindi¬ğine göre Kemalpaşazâde'nin bu kadar sert bir fetva vermesinin sebebi toplum¬sal düzeni koruma amacına yönelik olmalıdır.
Kemalpaşazâde'nin fetvaları o günkü Osmanlı toplumunun dinî, ahlâkî ve hu¬kukî yapısı yanında siyasî ve içtimaî ha¬yatı yansıtması bakımından da oldukça önemli belgelerdir. Şah İsmail ile Şiîler'e karşı açılacak savaşlarda diğer din düş¬manlarıyla yapılacak savaşlar gibi cihad hükümlerinin geçerli olacağı, onların kes¬tiklerinin yenmez ve nikâhlarının bâtıl ol¬duğu şeklindeki fetvası İran'a yapılan se¬ferin dinî zeminini ve gerekçelerini hazır¬lamış, Hersekzâde Ahmed Paşa ve Pîrî Mehmed Paşa gibi vezirlerin muhalefe¬tine rağmen Mısır seferine çıkılması yö¬nünde görüş bildirmiştir. İstanbul'a ge¬lerek Hz. îsâ'nın Hz. Muhammed'den üs¬tün olduğunu savunan Molla Kâbız ile ön¬ce ilmî tartışma yapmış, kendisini ilzam ettikten sonra da onun görüşlerinde ıs¬rar etmesi üzerine katline fetva vermiş¬tir. Yine manen belli bir seviyeye yükse¬lenlerden serî yükümlülüklerin kalktığı ve haramla helâl arasında fark kalmadığı gibi bazı düşüncelere sahip olan Bayra-mî-Melâmî şeyhlerinden İsmail Ma'şûki ile bir kısım müridlerinin idam fetvalarını Kemalpaşazâde'nin verdiği de bazı mü-elliflerce belirtilmektedir.[321] Kemalpaşazâde fetvalarında bid'atlarla da mücadele etmiş, meselâ hastaların Karacaahmet Zâviyesi'nde veya patrikha¬nede şifa aramalarını dinen çok sakıncalı bulmuştur.[322]
Onun fetvaları arasında tasavvuf ve mutasavvıflarla ilgili olanları oldukça önemli bir yekûn tutmaktadır. Kendisi tasavvuf yolunun sahih olduğunu [323] evliyanın hallerine inanılması gerektiğini ve on¬ların ruhaniyetinden medet ummanın önemli olduğunu belirterek dualarını al¬mayı tavsiye etmiştir.[324] Ancak tasavvufun sahih bir yol olmasını meşru sınırlan aşmama¬sı şartına bağlayarak âlimlerin fetvaları¬nı ve sözlerini dinlemeyip, "Şeyhim böyle söyledi" demenin tasavvuf sayılamaya¬cağım belirtmiş, zikir esnasında yapılan devran, raks, semâ âyiniyle ilgili fetvala¬rında bunlara karşı tepkisini sert şekilde ortaya koymuş, hatta bu konuda olduk¬ça ileri giderek raks ve devranı helâl sa¬yanların kâfir olacağını ileri sürmüşse de [325] devranın cevazına dair bir fetvası da bu¬lunmaktadır.[326] Zikir esnasında edepli şekilde dönmenin semâ diye adlandırılacağını belirtirken [327] aslın¬da devranın ibadet niyetiyle yapılanına karşı çıktığını vurgulamaktadır.
Kemalpaşazâde. Muhyiddin İbnü'l-Ara-bî hakkında kaleme aldığı, Fîrûzâbâdî'nin fetvasıyla birlikte İbnü'l-ArabFnin türbe¬sine yazılan Arapça fetvada ona karşı çok saygılı ifadeler kullanarak zahir ehlinin anlayamayacağı meseleler içerdiğini söy¬lediği Fuşûşü'l-hikem ile savunmakta [328] Türkçe bir fetvasında ise Fuşûşü'I-hi-kem'in müslümanlan dinden çıkarmak için yahudilerce yazıldığını ve bu kitaba inananın kâfir olacağını söyleyen kişinin tövbe etmesi gerektiğini belirtmekle bir¬likte [329] İbnü'l-Arabî'nin sa¬vunduğu bilinen vahdet-i vücûd anlayışı ve Firavun'un âhirete imanla gittiği iddia¬sı gibi bazı tasavvuff görüşlere karşı sert fetvaları da bulunmaktadır.[330] Yi¬ne aleyhte karar çıkarmak isteyen Sad¬razam İbrahim Paşa'nın arzı ve Kanunî Sultan Süleyman'ın emriyle İbrahim Gül-şenî'nin Ma'nevî adlı eserini inceleyen Kemalpaşazâde zahir ehlinin bunun mâ¬nasına vâkıf olamayacağını, eserin bir¬çok ilâhî sırrı içerdiğini, bu kitabın ço¬ğunlukla Kur'an'i tefsir edip hadisleri açıkladığını belirtir.[331]
Kemalpaşazâde zaman zaman klasik Hanefi doktrinine aykırı fetvalar da ver¬miştir. Meselâ bir erkek karısını hayız du¬rumunda veya hamile iken yahut kendi¬siyle zifafa girmeden üç talâkla boşadı-ğında bununla bir talâk gerçekleşeceği görüşü İbn Âbidîn tarafından bâtıl bir olarak nitelendirilmiştir.[332] Öte yandan Kemalpaşazâde'den birbiriyle çelişen fetvalar da nakledilmek¬tedir. Nitekim esrarla ilgili olarak verdiği üç ayrı fetvadan anlaşıldığına göre kişi¬nin hal ve tavırlarını değiştirip ona heze¬yan söyletecek mertebeye vardırmayan esrar haram olmaz. Ona göre müteahhir Hanefî âlimlerinin esrarın azının ve ço¬ğunun haramlığına fetva verdikleri ve helâlliğine fetva verenin bid'atçı ve zın¬dık olduğu yolundaki rivayet âlimlere ya¬kışan bir söz değildir.[333] Ancak bir başka fetvasında az veya çok olsun es¬rarın keyif için yenmesinin haram olaca¬ğını açıkça belirtmektedir.[334] Bu son görüşe katılan ve helâl sayıp esrar yiyenlerin mürted olacağını savunan Ebüssuûd Efendi de konuya açıklık getirerek Ke-malpaşazâde'nin fetvasında, "keyif için yemek helâldir" diyenin tövbe etmesi gerektiğini ve bu sözle dinden çıkılma¬yacağını söylemesinin halkın çoğunlu¬ğu tarafından helâl şeklinde anlaşıldığı¬nı kaydeder.[335] Bu farklı fetvalar onun kanaat değiştirdiği şeklin¬de yorumlanabileceği gibi çeşitli sebep¬lerden kaynaklanan yanlışlıklar da söz ko¬nusu olabilir. Nitekim bir rivayete göre aynı hafta içinde verdiği beş fetvada hata ettiğini daha sonra anlayınca fetva ver¬diği kimseleri bulup hatasını bildirmek istemişse de bu mümkün olmamış, bu¬nun üzerine fetva verdiği konulardaki ha¬tasını itiraf ederek doğru görüşü yayma¬ya çalışmıştır.[336]
Eser telif etmekle de meşgul olan Ke-malpaşazâde'nin günde 1000 kadar soru için fetva verdiği nakledilirse de bu riva¬yet onun çok fetva verdiği şeklinde anlaşıl¬malıdır. Sade bir Türkçe ile yazılan fetva¬lar son derece kısa olup devrin şairlerin¬den Arifi Hüseyin Çelebi'nin bunu dile ge¬tiren, "İmâm-ı dîn ü millet a'nî müftî / Ki yoktur ana benzer ehl~i âdem Şu denlü ihtisar eyler cevâbı 'Olur', "olmaz' yazar vallâhu a'lem" kıtası Kemalpaşazâde'nin de hoşuna gitmiştir.[337]
Bibliyografya :
Kemalpaşazâde, Fetâuâ, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 270, tür.yer.; İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ'ik, Vll, 40, 86, 87, 99, 214; Latîfî, Tezkire, s. 236-237, 277; Temîmî, et-Tabakâ-tü's-seniyye, I, 32-34, 355-357; LâlîAhmed Efendi Sarûhânî, Mecmau'l-mesâili'ş-şer'iyye fi'l-utûmi'd-dîniyye (İsmail Erünsal kolek¬siyonu), tür.yer.; Muhyî-i Gülşenî, Menâktb, s. 394-396, 420-422, 434; Atâî. Zeyl-i Şe-kâik, s. 50-51, 88-89, 134, 171, 185, 314, 350; Gazzî. el-Keuâkibü's-sâ'ire, II, 107-108, 217; Kâtib Çelebi, Mîzânü'l-hak: İslâm'da Ten-kid ue Tartışma Usûlü (s.nşr. Süleyman Uludağ-Mustafa Kara), İstanbul 1990, s. 133; İbnÂbİ-dîn, Reddü'l-muhtâr, I, 77; ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf.. Minhatü'l-hâlik 'ale't-Bahri'r-râ'ik (İbn Nüceym, el-Bahrü'r-râ'ik içinde). II, 155, 370; VII, 8, 13,86,89,147, 164, 173; Şehâbeddinel-Mercânî, en-Nâzûratü'l-hak fi farzıyyeti'l-Hşâ ve in lem yeğlbl'ş-şafak. Kazan 1281/1864, s. 57-65; F. Selle, Prozessrecht des 16. Jahrhun-derts im osmanischen Reich, Wİesbaden 1962, tür.yer.; E. Eberhard, Osmanische Polemik ge-gen die Safaıviden İm 16. Jahrhundert nach arabischen Handschriften, Freiburg 1970, s. 255 (İndeksi; Hüseyin Atay, "İlmî Bir Tenkit Ör¬neği Olarak İbn Kemal Paşanın Muhyiddin b. Arabi Hakkındaki Fetvası", Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri I3olay v.dğr.). Ankara 1986, s. 263-277; M. Esad Kılıçer, "Fikıhcı Olarak İbn Kemal", a.e., s. 189-200; a.mlf., "Kemalpaşazâde'nin Âİle Hukuku ile İl¬gili Bazı Fetvaları", AÜ/FD, XIX (1973), s. 83-95; Salim Özer, İbn Kemal'in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri (yüksek lisans tezi, 1991), Eü Sosyal Bilimler Enstitüsü; İsmail Safa Üstün, Heresy and Legiümacy in the Ottoman Empire in the Sixleenth Century (doktora tezi, 1991), Manchester Ünİversity, tür.yer.; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâ¬meleri ue Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1991-92, 111,5,7,203,305-308,310; IV, 83-84, 271; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efen-di'nin Fetualarına Göre Kanunî Deurinde Os¬manlı Hayatı, İstanbul 1994, s. 67,85, 229-230, 276, 302; Ertuğrul Ökten, Ottoman Society and State in the Lİght of the Fatıuas of İbn Kemal (yüksek lisans tezi, 1996), Bilkent üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; M. C. Şehabeddin Te-kindağ, "Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Al¬tında Yavuz Sultan Selim'İn İran Seferi", TD, XVIl/22 (1968), s. 53, 55, 77-78; Tahsin Özcan. "İbn Kemâl'in Para Vakıflarına Dair Risale¬si", İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 4, İstanbul 2000, s. 31-41. Şükrü Özen
Kelâma Dair Görüşleri.
Kemalpaşazâ¬de, İslâm düşüncesinin çeşitli alanlarında eleştiriye ve analize dayanan eserler yaz¬mış olup bunlarda sonuç olarak kelâm, felsefe ve tasavvufun sentezini yapmayı ve Ehl-i sünnet doktrinini aklî bakımdan temellendirmeyi hedeflemiştir. Çalışma¬larıyla Anadolu'da yayılma eğilimi göste¬ren Bâtınî ve Safevî-Şiî propagandaları¬nın önüne geçmeyi düşünmüştür. Bu çer¬çevede Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'den üstün olduğunu iddia eden Molla Kâbız, hulul inancını savunan Bünyâmin Ayâşî, Pîr Ali Aksarâyî, İsmail Ma'şûki, Muhyid¬din Karamânî gibi Melâmî şeyhleriyle Şîa aleyhinde fetvalar vermiştir.
Kemalpaşazâde kendisinden önce Dâ-vûd-i Kayserî, Kutbuddin İznikî. Molla Fenârî, Hızır Bey, Sinan Paşa ve Molla Lutfî gibi Osmanlı düşünce geleneğini temsil eden ilim adamlarının devam ettirdiği Fahreddin er-Râzî ekolüne bağlı bir düşü¬nürdür. Felsefî-kelâmı meseleleri mantı-kî-gramatik formda ele alan Kemalpaşazâde bunları, her birinin belli neticesi bu¬lunan çift önermeli kıyas formuna (dilem¬ma) sokarak şıklara ayırmakta, her bir şık¬kı ayrı ayrı incelemekte ve kaynaklara inip meseleleri çözmeye çalışmaktadır. Ke-malpaşazâde, görüşlerini döneminin yay¬gın telif yöntemi olan şerh ve haşiyeler yerine müstakil risaleler yazarak ifade et¬miş, çalışmalarında Hakîm es-Semerkan-dî. Bâkıllânî. Abdülkâhirel-Bağdâdî, Gaz-zâlî, Şehristânî, Fahreddin er-Râzî, Sey-feddin el-Âmidî, Şemseddin el-İsfahânî, Adudüddin el-îcî, Teftâzânî ve Seyyid Şe¬rif el-Cürcânî gibi kelâmcılann eserlerine sık sık atıflarda bulunmuştur. Kullandığı kaynakların sağlamlığı, ilkelden oluşu, üslûp ve ifadesinin akıcılığı, Arap dilinin inceliklerine vukufu ve çok yönlülüğüyle dikkat çeken Kemalpaşazâde'nin İslâm düşüncesinin temel konularına ilişkin gö¬rüşleri şöylece özetlenebilir:
Bilgi ve Varlık Anlayışı. Kemalpaşazâde kelâm literatüründe söz konusu edilen bilgi vasıtalarını kabul eder. Aklın araz de¬ğil cevher ve Allah'tan sudur eden ilk şey olduğunu söyleyerek filozofların akıl teo¬risine yaklaşır.[338] Bilgi edinmede aklın Öneminin duyu or¬ganlarından daha fazla olduğunu belirtir ve akıl sahiplerini üstün bir sezgi gücüne mâlik olanlar ve tâlime muhtaç bulunan¬lar diye ikiye ayırır. Aklın matematikteki kullanımı ile metafizikteki kullanımı ara¬sında fark olduğunu belirten Kemalpaşa¬zâde fizik dünya gibi metafizik âlemin de bilgiye konu olabileceğini söyler ve beş duyu aracılığıyla fizik dünyadan, iç duyu¬lar vasıtasıyla da metafizikten haberdar olunabileceğini belirtir.[339] Bu yaklaşımı ile kelâmî epistemo¬lojiden uzaklaşarak tasavvufa yaklaşır.
Kemalpaşazâde varlıkları haricî ve zihnî olmak üzere ikiye ayırır ve daha çok zihnî olanlar üzerinde durur; felsefecilerin gö¬rüşüne katılarak dış dünyada karşılığı bu¬lunmayan zihnî varlıkların mevcudiyetini savunur. Onun önem verdiği hususlardan biri de imkân meselesidir. Bu konuda dört ayrı risale kaleme alarak imkân kavramının varlığı, mahiyeti, varlığa ve yok¬luğa delâleti, varlık-mahiyet ilişkisi gibi yönleri üzerinde durmuş, imkânı mümkin varlığın mahiyetinin ayrılmaz niteliği olarak düşünmüştür.[340] Tine varlığın mahiyet üzerine zait olduğunu söylemiş [341] illet-ma'lûl ilişkisini belirlemiş, zaman bakımından il¬let ile ma'lûl arasında beraberliğin söz ko¬nusu olduğunu savunan filozofları eleşti¬rip kelâmcılar gibi hem zat hem zaman bakımından illetin ma'lûlden önce bulun¬duğunu vurgulamış, dolayısıyla kıdem-i âlemin bahis konusu edilemeyeceğini be¬lirtmiştir.[342] Âlemin Tann'nın icadı ve hakikat olan nurunun zuhuru durumunda bulunup ezelî ve ebe¬dî olmadığını, varlığının da fenasının da Allah'ın iradesine bağlı bulunduğunu sa¬vunmuş ve Allah'ın tab'an değil irade ile fiil gerçekleştirdiğini söylemiştir.[343] Ke¬lâm, felsefe ve tasavvufun varlık anlayış¬larını mukayese eden Kemalpaşazâde, bu konuda filozoflarla mutasavvıfların birbi¬rine daha yakın olduğunu belirtir. Zorun¬luluğun, biri güneşin aydınlatması ve ate¬şin yakması, diğeri fiilleri yapıp yapma¬mada muhtar olmakla beraber hikmet gereği yapma şeklinde olmak üzere ikiye ayrıldığını bildirir; ikinci görüşü benim¬seyen İslâm filozoflarının bu görüşleri se¬bebiyle tekfir edilemeyeceğini kaydeder ve fiillerin Allah'tan zorunlu olarak değil kendi isteğiyle sâdır olduğunu belirtir.[344] A'râf sûresinde geçen (7/54) "halk" ve "emr" kelimelerinden ha¬reketle mümkin varlıkları emir ve halk âlemi olmak üzere ikiye ayırır. Halk ale¬mindeki oluşların vasıtalı, emir aleminde¬ki oluşların ise doğrudan Allah'ın "ol" hita-bıyla vücut bulduğunu ve ruh. akıl. ka-lem-i ilâhî, levh-i mahfuz, arş, kürsî, cen¬net, cehennem gibi gaybî varlıkların bu âlemin çerçevesine girdiğini kaydeder; yaratılmış statüsünde bulunan bu varlık¬ların fâni değil ebedî olduğunu söyler. Ona göre emir âleminde ilk olarak zuhur eden varlık Hz. Muhammed'in nurudur. 0, varlık alanına çıkmış ve çıkacak olan her şeyin özüdür. Onunla varlık arasında¬ki ilişki bütünle parça arasındaki ilişkiye benzer. Diğer peygamber ve velîlerde bu¬lunan kemâlât onun nurunun yansımasından başka bir şey değildir. Âdem'e üf¬lenen ruh da onun ruhudur, Âdem insan¬ların bedeninin, Hz. Muhammed ise ruhu¬nun babasıdır. Kemalpaşazâde, bu yakla¬şımıyla Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin "hazarât-ı hams" diye adlandırdığı varlık mer¬tebelerinin ikincisini teşkil eden "taay-yün-i evvel" görüşünü benimsemiş olur.
Ulûhiyyet. Varlıkları zorunlu ve müm¬kin olmak üzere ikiye ayıran Kemalpaşa¬zâde zorunlu varlığın (Allah) ispatını hu-dûs. imkân, gaye ve nizam gibi klasik de¬lillerle yapar. Allah'ı tanımak için varlığını ve birliğini bilmek kadar isim ve sıfatlarını bilmenin de gerekli olduğunu söyler. Al¬lah Teâlâ'ya Arapça olmayan isimler veri¬lip verilemeyeceği konusunda lafızdan de¬ğil anlamdan hareket etmek gerektiğini belirten Kemalpaşazâde "hudâ" ve "ça-lap" kelimelerini örnek verir ve Türkçe'¬de Hudâverdi, Çelebi gibi isimlerin kulla¬nıldığına dikkat çeker.[345] Allah'ın kelâm sıfa¬tının ezelî olmasının kelâmı oluşturan la¬fızların değil bunların delâlet ettiği mâna¬nın ezelî olmasını gerektirdiğini kaydeder. Kemalpaşazâde, Mu'tezile'ye karşı bu sa¬vunmayı yaparken Kur'an'ın lafzının da gayri mahlûk olduğunu söyleyen Haşviyye ve Hanbelîler'in görüşlerine de katılma¬dığını ilân eder.[346] Allah'ın bilgisinin hem kendine hem kendi dışın¬daki varlıklara taalluk ettiğini, bu taallu¬kun filozofların iddia ettiği gibi sadece de¬ğişken olmayanları değil küllî-cüzTbütün varlıkları kapsadığını söyler.
Kader. Kemalpaşazâde, kader mesele¬sinde en önemli faktör olarak göze çar¬pan zaman konusuna önem verir. Ona gö¬re Allah'ın ezelî ilminin nesne ve olaylara nisbeti zaman dışı olup Allah her şeyi geç¬miş ve gelecek söz konusu edilmeden "şimdi" olarak bilir, dolayısıyla O'nun için zaman kavramı geçerli değildir. Allah'ın zaman dışı oluşu mekân dışı oluşuna ben¬zer, O'nun için uzak ile yakın gibi geçmiş ile gelecek de birdir. Müellif ilâhî ilmin ezelîliği ve zamanla mukayyet olmayışı üzerinde hassasiyetle durur; takdirin il¬me, ilmin ise malûma tâbi olduğunu, do¬layısıyla kaderin zorlayıcı bir yönünün bu¬lunmadığını ve cüz'î iradeyi ortadan kal¬dırmadığını belirtir. Mutlak cebrin İbâhî-lik ve zındıklığa, mutlak hürriyetin ise Me¬cusîlik ve Senevîliğe yol açacağını söyleyen Kemalpaşazâde ikisi arasında bir yer¬de durur ve nasların çizdiği çerçevenin disına çıkmamak şartıyla kader konusun¬da konuşmanın müstehap, hatta yetkili kişiler için vacip olduğunu söyler. Kader çerçevesinde gayb meselesine de temas eder ve mutlak gayb olarak adlandırdığı "beş gayb"ın [347] Allah'a mah¬sus olduğunu, bunların dışında kalan gaybların izafî statüsüne girdiğini kayde¬der. Peygamberin gayba dair bilgisinin Allah'ın iznine tâbi olup her çeşit gaybı kapsamadığını da açıklamalarına ekler.[348] Ecel konusunda ise ecel-İ kaza ve ecel-i müsemmâ ayırımına gider, birincisinin muvakkat ve muallak, ikincisinin kesin ol¬duğunu belirtir. Allah'ın insana süresi ta¬yin edilmiş bir ecel tesbit ettiğini kabul eder, sadaka ve sila-i rahim gibi amelle¬rin ömrü uzattığına dair rivayetleri Al¬lah'ın bilgisinde bir değişmeye meydan vermeyecek şekilde yorumlar.[349]
Nübüvvet. Kemal paşazade, Hz. îsâ'nın son peygamberden üstün olduğunu id¬dia eden Molla Kâbız'a cevap vermek üze¬re tafdîl meselesini, zındıkları ve mehdî-lik iddiasında bulunan sahte sûfîleri red¬detmek üzere de mucize konusunu ele alır. Tafdîl meselesinde Hz. Muham-med'in bütün peygamberlerden, onların da meleklerden üstün olduğunu söyler.[350] Mucizenin, nübüvveti inkâr edenleri acze düşürme ve mucizeye konu olan şeyleri yapmaktan alıkoyma şeklinde iki rüknü¬nün bulunduğunu belirtir. Bir kısım mu¬cizelerin peygamberden sâdır olduğunu, bazılarının ise onda zahir olduğunu ve Kur'ân-ı Kerîm'in ikinci tür mucize grubu¬na girdiğini kabul eder. Kur'an'ın, benze¬rini meydana getirmekten insan kudreti¬nin özel olarak alıkonduğu (sarfe) türden bir mucize teşkil ettiği görüşüne olumlu bakar .[351]
Âhîret. Kemalpaşazâde âhirette sadece mükellef olanların diriltileceğim söyler, aksini beyan eden âhâd haberlerin bu ko¬nuda delil olamayacağını savunur, cisma-nî haşrin aklen değil naklen vacip olduğu¬nu bildirir. Dirilişin cismanî olacağına iliş¬kin pek çok âyetin bulunduğunu hatırla¬tarak hak ehlinin cismanî haşrin vukuun¬da ittifak ettiğini, bunun, dağılan bede¬nin parçalarını bir araya getirmek sure¬tiyle mi yoksa yeniden yaratma şeklinde mi olacağında ise ihtilâfa düştüğünü bil¬dirir; bedenlerin aynıyla değil benzerleriy¬le diriltilebileceğini kabul eder [352] ayrıca mîza-nın "adalet" anlamına yorumlanamayaca¬ğını savunur.[353]
Tasavvuf. Kemalpaşazâde bazı risale ve fetvalarında raks, semâ, devran gibi tasavvufî ritüellere karşı çıkıp heterodoks sûfî grupları aleyhinde fetvalar verirken Muhyiddin İbnü'l-Arabî hakkındaki fet¬vası ve ruhla ilgili risalelerinde tasavvufa olumlu bakar. Tasavvufun genel çizgile¬riyle İslâm'ın sınırları içinde olduğunu kaydeder ve bu yola giren kişinin meşru olmayan işleri yapmaktan kaçınması ge¬rektiğini belirtir. Raks, semâ, devran gibi ritüellere başvuran ve dinin haram kıldığı işleri öven safîlerin şiddetle cezalandırıl¬masını ister. Bu kişilerin imametinin sa¬hih olmadığını, onlara selâm verilemeye¬ceğini, tecdîd-i imanda bulunmaları ge¬rektiğini bildirir.[354] Öte yandan Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye dair fetvasında ondan kâmil bir müctehid, erdemli bir mürşid ve kendisinden olağan üstü haller zuhur eden bir sûfî olarak söz eder. Ona karşı çıkanın ha¬ta etmiş, bu tutumunda ısrar edenin ise sapıtmış olacağını söyler ve yönetimin böylesini bu inancından döndürmesini is¬ter. İbnü'l-Arabî'nin eserlerindeki ifadele¬rin bir kısmını herkesin, bir kısmını ise an¬cak keşif ehlinin anlayabileceğini, anlaya¬mayanların susması gerektiğini ileri sürer.[355]
Bibliyografya :
Kemalpaşazâde, Risale fi hakikati'l-mecâd, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5340, vr. 42b-43"; a.mlf.. Risale fi tafzili'l-enbiyâ' "ale'l-melâ'ike {Resâ'ilü İbn Kemâl |nşr Ahmed Cevdet] içinde), İstanbul 1316,1, 117-124;a.mlf.. Risale fi kıde-mi'l-Kur'ânia.e. içinde],!, 131-136;a.m!f., Ri-sâle fi hakikaü'l-mu'cize oe delâletihâ calâ şıd¬kı men İdde'a'n-nübüove [a.e. içinde], I, 137-148; a.mlf.,Risale fı'l-cebrue'l-kader{a.e. için¬de], 1, 158-185; a.mlf.. Risale fi İsÜşnâ'i'tlâhi te'âlâ mimmen fı's-semâuâti ve'l-arz ve tahki-kih{a.e. içinde), I, 186-200;a.mlf., Risâletü'i-ferâ'iz (a.e. içinde), II, 272-274; a.mlf.. Risale f'ı hakikati'l-mizân (a.e. içinde), II, 38İ-383; a.mlf., Efdaliyyetü Muhammed 'aleyhi's-selâm 'ala sâ'iri'i-enblya', Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 36-43;a.mlf., Risalefitah¬kiki lüzûmi'l-imkân U-mâhiyyetİ'l-mümkin, İÜ Ktp., AY, nr. 1589, vr. 356a-373a; a.mlf.. Risale fi tahkiki lafzı Çelebi, Süleymaniye Ktp., Bağ¬datlı Vehbi, nr. 2041, vr. 259b; a.mlf.. Risale fı-mâ yele'allaku bi-halki'l-Kur'ân, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 25P-25211; a.mlf.. Tacnfü 'l-cakl, Süleymaniye Ktp., Tırnova-lı,nr. 1864, vr. 99"- 101b; a.mlf.. Risale fî enne'l-'akle mâ hüue, Süleymaniye Ktp., Tirnovalı, nr.
1864, vr. 92a-98b; a.m\f.. Risale fî tahkiki mu-râdi'l-kâ'Hin bi-enne't-uâcib teeâ/â mücibun bi'z-zât, Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 1028, vr. 127M35"; a.mlf., Risalefi tahkiki üü-cûbİ'l-uâcîb, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3618, vr. 55-68; a.mlf., Risale fi tahkiki enne-mâ yaşdüru bi'l-kudreti oe'l-ihtiyârIâ bi'l-kerh ue'l-ıztırâr, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 2041, vr. 257-258; a.mlf.. Risalefi tekaddü-mi'l-'illeti't-tâmme tale'l-matlîıl, Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, nr. 1049, vr. 36 °-48a; a.mlf., Rİsâte fiziyâdeü'l-uücûd "ate'l-mâhiyye, Süley¬maniye Ktp., Ayasofya, nr. 4794, vr. 49"; a.mlf., Risale fî fetua'r-rakş, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr.696, vr. 36-39; a.mlf., Feloâfî hakkı İbn *Arabî, Süleymaniye Ktp., Aşır Efendi, nr. 430, vr. 108a; Esad Efendi, nr. 1694, vr. 1 l-b; Ahmet Arslan, Kemalpaşazâde Tehâfüt Haşi-yesi'nin Tahlili, İstanbul 1987, s. 207-208, 522; a.mlf., "Kemal Paşazade'nİn Felsefî Görüşleri", Şeyhülislâm İbn Kemal Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr), Ankara 1989,s. 75-105; M. Sait Yazıcıoğiu, "Kelama Olarak İbn Kemal", a.e., s. 149-155; Sayın Dalkıran, İbn-İ Kemal ue Düşünce Tarihimiz, İstanbul 1997; Ahmet Ya¬şar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Müthidter (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 348; Şamil Öçal, Kemal Paşazade'nin Felsefi ue Kelâmı Görüşleri, Ankara 2000, s. 53-61; a.mlf., "Kemal Paşazâde'nin Eserlerinde Akıl ve Aklın Önemi", Bilİg: Türk Dünyası Sosyal Bi¬limler Dergisi, sy. 9, Ankara 1999, s. 133-143; Kemal Sözen, ibn Kemal'de Metafizik, İsparta 2001, s. 92-95; Mahmut Kaya. "İbn Kemalin Düşünce Tarihimizdeki Yeri ve Varlık Anlayışı", Sosyoloji Dergisi, IH/1, İstanbul 1989, s. 223-229. Iıtas Çelebi
Edebî Şahsiyeti.
Değişik konularda pek çok eser vermiş olan Kemalpaşazâde ne¬sir yanında nazmı da başarıyla kullanmış, divanının dışındaki hemen her eserinin gerekli gördüğü kısımlarında Arapça, Farsça ve Türkçe manzumelere yer ver¬miştir. Tezkireler onun edebî yönünden ziyade ilmî yönü üzerinde durur ve nesri¬nin nazmından üstün olduğu görüşünde birleşir. Bunun başlıca sebebi, onun her an telif ve tedrîs ile meşgul olan bir âlim ve halkın dinî meseleleri için fetva veren bir müftü olması dolayısıyla devlet ada¬mı ve âlim kişiliğinin sanatçı ve şair kişi¬liğini arka plana itmesidir. Bundan dolayı ilmî seviyesinin yüksekliğine göre edebî yönü daha zayıftır. Buna bağlı olarak şiir¬lerinde derin hayallere, bol çağrışımlı ede¬bî sanatlara pek rastlanmaz. Şiiri hikmet¬li söz olarak görür ve bir fayda sağlama¬sını ister. Aşka ve hikemî konulara daha çok önem verir, tasavvufî yorumdan uzak beyitler üzerinde yoğunlaşır/Duygu ve hayal yerine akla, mücerredden ziyade müşahhasa meyli bu yüzdendir. Bu özel¬lik Kemalpaşazâde'nin günlük hayata ve devrine ışık tutan beyitlerinde de görülür. Dili sade, ifade yapısı sağlamdır. Ge¬rek atasözlerini ve deyimleri sıkça kullan¬ması, gerekse cinas sanatını başarılı bir şekilde uygulaması Bursalı Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Kabûlî gibi şairlerin eserle¬rinden etkilenmesine bağlanabilir. Özel¬likle kasidelerinde yaşadığı dönemi can¬landıran imajlara önem vermiş, yer yer orijinal anlatımlar yakalamıştır. Herhalde Arap edebiyatına olan yakınlığı dolayısıyla diğer divan şairlerinin aksine hiçbir şiirin¬de mahlas kullanmamıştır. Yine aynı te¬sir vezin ve kafiye anlayışına da hâkimdir. Manzum şiir tercümelerinde de şekil yö¬nünden divan şiiri için yerli, orijinal ve farklı tecrübeleri olmuştur. Nesri hakkın¬da, Türk yazı dilinin halk dilinden uzaklaş¬masında etkili olduğu yahut ağır ve tum¬turaklı bir üslûp kullandığı şeklindeki hü¬kümler gerçeği yansıtmaz. Sadelik ve akıcılık özelliklerini muhafaza eden sa-natkârane nesri kendi döneminden iti¬baren takdir edilmiştir.
Kemalpaşazâde, başta Tevânh-i Âl-i Osmân'\ olmak üzere eserlerini kaleme alırken edebiyatçı ve şair kimliğinin biri¬kiminden yararlanmış, yazdıklarında Özel¬likle secie çok önem vermiş, zaman za¬man inşa örneği sayılacak edebî tasvir¬lerde bulunmuş, üç dilde edebî kudreti olduğunu gösterecek şekilde olaylar ara¬sına Türkçe, Arapça ve Farsça hikemî tarzda şiirler serpiştirmiştir. Divanının, yazmalarından başka [356] yayımlanmış matbu bir nüs¬hası da vardır (İstanbul 1313). İçinde ken¬disine ait olmayan bazı şiirlerin de yer al¬dığı bu eksik neşir onun divanıyla ilgili ye¬tersiz değerlendirmelere sebep olmuş, bu hususta yanlış sonuçlara varılmıştır. M. A. Yekta Saraç tarafından yeniden neşre hazırlanan ve henüz basılmamış olan divanı münâcât, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn için söylenmiş na'tlar. padişah için yazılmış iki kaside, ahlâkî konulu mesnevi tarzında manzumeler, 400'den fazla gazel ve çok sayıda mukat-ta' ve müfredden meydana gelmekte olup tam bir divan münderecatına sahip¬tir. Kemalpaşazâde'nİn Yûsuf ile Zelîha mesnevisi kendisinden önce aynı konuyu işleyen diğer mesnevilere göre daha sa-natkârane bulunmuştur.[357] Dil ve edebiyata dair eserleri içinde Kâfiye Risalesi, mesnevi tarzında olup darbımeselleri ihtiva eden Usulnâme, Bûsîrfnin Kaşîdetü'l-bürde'sinln man¬zum tercümesi, Muînüddin et-Tantarâ-nî'nin Nizâmülmülk için yazmış olduğu otuz beş beyitlik el-Kaşîdetü't-Tantarâniyye'sinin manzum tercümesi, bazı Farsça eş anlamlı kelimeler arasındaki an¬lam nüanslarına dair Dekâiku'l-hakaik, Farsça bir gramer ve sözlük olan, ayrıca edebî terimleri de ele alan Câmfu 'I-Fürs, Gülistân'a nazîre olarak Farsça yazılan Nigâristân, Arapça'dan Farsça'ya bir sözlük olan Muhîtü '1-luğa İle Mısır sefe¬ri esnasında Yavuz Sultan Selim'İn isteği üzerine tercüme ettiği söylenen İbn Tağ-rîberdî'nin en-Nücûmü'z-zâhire adlı eseri [358]anılabilir.
Bazı kaynaklarda Kemalpaşazâde'nİn, Tîfâşrnin (ö. 651/1253) Rücû'u'ş-şeyh ilâ şıbâh fi'1-kuvveti "aîe'l-bâh adlı bahna¬mesini padişahın isteği üzerine Türkçe'ye çevirdiği belirtilmekle birlikte [359] eldeki nüshalarda bu ter¬cüme Kemalpaşazâde'ye ait görünmedi¬ğinden, esere meşruiyet kazandırılmak amacıyla ona atfedilmiş olması muhtemeldir.
Bu zeki, muttaki, kinsiz ve garezsiz, meseleleri ferasetle değerlendiren, mü¬nazara ve münakaşadan hoşlanan, hoş¬sohbet ve nüktedan âlim, tıpkı vasiyetna¬mesinde cenazesinin dervişane kaldırıl¬masını ve türbe yapılmayıp başına sadece bir taş dikilmesini isteyen yalın şahsiyeti gibi edebiyatta da tasannudan uzak dur¬muş ve halkın daha iyi anlayabileceği bir üslûpla eser vermeyi tercih etmiştir. Tef¬sir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi pek çok alanda eser vererek yalnızca devrinin değil bütün bîr Osmanlı medeniyetinin en seçkin âlimleri arasın¬da yer almış, bu eserlerde dil yönünden de başarılı olmuştur. Kemalpaşazâde yan¬lış gördüğü bazı icraatları da cesaretle tenkit etmesini bilmiş, hocası Molla Lut-fî'nin ilhâd ve zındıklıkla itham edilerek öldürülmesi hadisesinde devlet ileri ge¬lenlerini karşısına alacak şekilde bir şiir yazarak bunu ehl-i hasedin işi olarak değerlendirmiştir.
Bibliyografya :
Sehî, Tezkire (Kut), s. 154; Âşık Çelebi, Meşâi-rü'ş-şuarâ, vr. 39°, 87», 254"; Latîfî. Tezkire, s. 79;Mecdî, Şekâik Tercümesİ.s. 197; Ahdî, Gül-şerw.Suarâ,!ÜKtp.,TY,nr.2604,vr. 19a; Beyânî, Tezkire, İÜ Ktp., TY, nr. 1560, vr. 10"; Âlî Musta¬fa. Künhü'l-ahbâr, Süleymanİye Ktp., Fâtih, nr. 4225, vr. 29"; Kınalızâde. Tezkire, I, 126; Riyâzî, Rİyazü'ş-şuarâ, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 19b; Keşfü'z-zunûn, I, 835; II, 1233; Cemâ-leddin, Âyîne-İ Zurefâ, İÜ Ktp., TY, nr. 261, vr. 15"; Ahmed Badi Efendi. Riyâz-ı Belde-i Edirne, Beyazıt Devlet Ktp., nr. 10392, vr. 129a; Ha-mîd Vehbi, Meşâhir-i İslâm, İstanbul 1301, s. 1552; FâikReşâd, Eslâf, İstanbul 1311, I, 6; a.mlf., Târîh-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, İstanbul,
ts., s. 256-258; Köprülüzâde Mehmed Fuad -Şehâbeddin Süleyman. Yeni Osmanlı Târîh-i Edebiyyâtı, İstanbul 1332, s. 258; Osmanlı Mü¬ellifleri, !, 223; Mustafa Demirel, Kemal-Paşa-zade'nin Yusuf u Zeliha'sı ue Dil Hususiyetleri (doktora tezi, 1979). İÜ Ed. Fak.; Mustafa Çiçek¬ler, Kemal Paşazade ue Nigâristân 'ı (doktora tezi, 1994), İÜ Ed. Fak.; M. A. Yekta Saraç. Şey-hülislam Kemal Paşazade: Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri ue Bazı Şiirleri, İstanbul 1995. M. A. Yekta Saraç
Eserleri.
Velûd bir müellif olan Kemal¬paşazâde birçok alanda Türkçe, Arapça ve Farsça eserler yazmıştır. Çalışmaları¬nın sayısı konusunda kesin bir rakam ver¬mek güçtür. Cemîl el-Azm kendisine214, Brockelmann 179, Nihal Atsız 209, Şamil Öçal 226 eser nisbet etmektedir. Bunların bir kısmı müstakil teliflerden, bir kısmı diğer eserlerinin bölümlerinden, aynı ese¬rin değişik isimle kaydedilmiş şeklinden, şerh ve haşiyelerden oluşmaktadır. Baş¬lıca eserleri şunlardır:
A) Tarih, Dil ve Edebiyat.
1. Tevârîh-i Âl-i Osman. On ciltten (defter) meydana gelen bir eser olup Çelebi Mehmed dev¬rini İçeren V. defterle II. Murad devrine ayrılan VI. defterin 847 (1443) yılına ka¬dar olan kısmı ve Yavuz Sultan Selim dev¬rine ait IX. defterin Mısır seferi bölümü mevcut değildir. Mohaç seferine dair kıs¬mın müstakil istinsahları Mohaçnâme, Fâtih Sultan Mehmed dönemine ait VII. defterin İstanbul'un fethiyle ilgili kısmı¬nın müstakil istinsahları ise Târîh-i Feth-i Kostantiniyye adıyla anılır. Osman Bey. Orhan Bey ve Fâtih devirlerine ait I. II ve VII. defterler Şerafettin Turan. VIII ve IX. defterler Ahmet Uğur, IV. defter Koji Ima-zawa, X. defter Şerafettin Severcan tara¬fından yayımlanmıştır. [360]
2. Divan. Münâcât, na'tlar, iki kaside, mesnevi tar¬zında manzumeler, 400'den fazla gazel ve çok sayıda mukatta' ile müfredden meydana gelen eserin İstanbul'da yapı¬lan eksik baskısından (1313) sonra ten¬kitli neşrini Mustafa Demirel gerçekleş¬tirmiş (İstanbul 1996), son olarak da M. A. Yekta Saraç tarafından neşre hazırlan¬mıştır.
3. Yûsuf ile Züleyhâ. 7777 beyit¬ten oluşan bu mesnevi üzerine Mustafa Demirel İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde doktora tezi yapmıştır (1979).
4. Kasîde-i Bürde Tercümesi. Bûsîrî'nin eserinin çevirisi olup M. A. Yek¬ta Saraç tarafından neşredilmiş.[361] Yusuf Turan Günaydın üzerinde yüksek lisans tezi hazırlamıştır. [362]
5. el-Felâh şerhu'l-Merâh (İstanbul 1289, 1304).
6. Resâ'ilü İbnKemâlbâşâ el-lu-ğaviyye. [363]
7. Risâletü meziyyeti'1-lisâ-ni'l-FârisValâ safiri'1-eİsine mâ hala'l-cArabiyye. [364]
8. Risale iî tahkiki tcfribi'l-kelimâti'l-A'cemiyye.[365]
9. et-Tenbîhcalâ ğa-lati'î-câhiî ve'n-nebîh.[366]
10. Risâle-i Kâfiye. [367]
11. DekSiku'I-hakâik. Fars-ça'daki bazı eş anlamlı ve eş sesli kelime¬ler arasında bulunan farklara dair Türk¬çe bir eserdir.
12. Nigâristân. Sa'dî-i Şîrâ-zî'nin Gülislân'ma nazire olup ahlâkî ve tasavvufı bir muhteva taşır. Şeyhülislâm Yahya Eferıdi'nin Türkçe'ye çevirdiği ve Mehmed Vesim'in Türkçe şerhettiği eser üzerine Mustafa Çiçekler İstanbul Üniver¬sitesi Edebiyat Fakültesi'nde bir doktora tezi hazırlamıştır (1994).
B) Akaid ve Kelâm.
1. Risâletü'1-münî-re (Münlretü'l-İslâm).[368]
2. Âkâ'id-i İslâm.[369] İslâm dini¬nin iman, ibadet ve ahlâk esaslarının ele alındığı eserde bu esaslar içindeki tasav¬vuf onaylanır; İslâm'da raks. devran, ceh-rî zikir gibi uygulamalara ve sathiye tü¬rü sözlere yer olmadığı kaydedilir. Kitap 1890'da Matbaa-yi Cemil'de basılmıştır.
3. Risale fi'1-îmâni'ş-şer'î. [370]
4. Risale fî tah-kiki'1-îmân.[371] Müellif bu risalelerinde imanın tasdikten ibaret olduğunu söyler ve ikrarı imanın gerçekleşmesinin şart¬larından saymaz. Ameli imandan cüz ka¬bul eden Haricîler'!, Mu'tezile'yi ve ehl-i hadîsi eleştirir.
5. Risale iî vücûdi'l-vâ-cib. [372]
6. Risale fî kıdemi'l-Kurân . [373]
7. Risale iî eliâ-zi'î-küfr.[374] Üç bölüm¬den oluşan risalenin birinci bölümünde küfrü gerektiren söz. işaret ve davranış¬lar, ikinci bölümde küfrü gerektirip gerektirmediği ihtilaflı olan sözler, üçüncü bölümde de küfür olmasından korkulan sözler ele alınır.
8. Risale îi's-seb.[375] Bu risa¬le de üç bölümden meydana gelmekte, birinci bölümde Allah'a ve peygamberlere söven veya onlarla alay eden müslümanların, ikinci bölümde zimmîlerin du¬rumu ele alınmakta, üçüncü bölümde Hz. Peygamber'e seb anlamına gelen kelime¬ler ve bunları kullanmanın hükmü açık¬lanmaktadır.
9. Risale fîmâ yete'allaku bi-lafzi'z-zmdîk. [376]
10. Fîdaliyyetü Muhammed 'aleyhî's-selâm (nebiyyinâ) alû sû'iri'l-enbjyâ.[377] Hz. İsa'nın Hz. Muham-med'den üstün olduğunu iddia eden Molla Kâbız'a cevap vermek üzere ya¬zılmıştır.
11. Risale iî tafzîli'l-enbiyâ 'ale'l-melâ'ike [378]
12. Risale fî hakkı ebeveyi'n-ne-bî. [379]
13. Risale iî tahkiki''1-muccize~ve delâletihâ alâ şıdkı men idde^a'n-nübüvve. [380]
14. Risale fi'1-cebr ve'1-kader. [381]
15. Risale iî beyâni'l-hikme liade-mi nisbeli'ş-şer ila'İlâhi tecâîâ. [382]
16. Hakikati!'r-rûh ve'n-nefs.[383] Bu risale Süleymaniye Kütüphanesi'nin Dâ-rülmesnevî [384] ve Fâtih [385] bölümlerinde Risale fîrr-rûh; Esad Efendi [386] ve Hasan Hüsnü Paşa'da [387] Risale iî beyâ-ni'r-rûh; Köprülü Kütüphanesinde [388] Risale fîkeyfiy-yeti'l-cismi'l-insânî ve heykeîihî ve nefsihî; Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'n-de [389] Risale fî beyâ¬nı mâhiyyeti'n-nefs; ayrıca Süleymani¬ye [390] ve Nuru-osmaniye [391] kütüphanelerinde Risale iî beyâni'n-nefs ve'r-rûh; Süley¬maniye Kütüphanesi'nde [392] Risale iî beyâni'n-nefs ve'r-rûh ve'l-beden adlarıyla kayıtlıdır. Emrullah Yüksel, At-sız'ın makalesinde Risale fî tahkiki'r-rûh, Heykelü'l-insânî, Şahşü'l-insânî, Ruh, Tevriye, en-Nefs ve'r-rûh, Risale fî tahkiki'l-heykeli'l-mahşûşi'l-insânî adlarıyla kaydedilen risalelerin bu eser¬den ibaret olduğunu belirtmektedir.[393] Risalede insanın biyolojikyönünü oluştu¬ran beden, melekî yönünü oluşturan ruh ve insanî yönünü oluşturan nefis olmak üzere üç yapıdan meydana geldiği anla¬tılmakta, bu arada ruh göçünün bâtıl ol¬duğu bildirilmektedir.
17. İhtilâf ü '1-Mâ-türîdiyye ve'1-Eş'ariyye. Zeynüddin İbn Nüceym'in dört risâlesiyle birlikte Hams resâil adıyla basılmıştır (İstanbul 1304). Kemalpaşazâde'nin akaid ve kelâma dair diğer risaleleri de şunlardır: Risale iî tah¬kiki enne esmâ'e'İlâhi tevkifiyye [394] Risa¬le fî tahkiki lafzı Çelebî [395] Ri¬sale fîmâ yete'allaku bi-halki'1-Kur'ân [396] Risale iî tahkiki'I-kavli'l-kâ'ilîn bi'l-hâl [397] Risale fî tahkiki ennemâ yaşdü-ru bi'1-kudreti ve'1-ihtiyâr lâ bi'1-kerhi ve'l-ıztırâr [398] Risale iî tekfîri'r-Revâfız [399] Risale fî be¬yânı küfri Fir'avn [400] Risale iî hakikati'l-mecâd [401] Risale fî hakikati'1-mî-zân [402] Ha¬şiye calâ evveli'l-iîâhiyyâtmin Şerhi'l-Mevd/a [403] Ha¬şiye calâ liâşiyeti'î-Celâl 'ale't-Tecrid.[404]
C) Felsefe.
1. Haşiye calâ Tehâfüti'l-felâsiie li-Hocazâde.[405] Ah¬met Arslan'ın Türkçe'ye çevirdiği eser Te-hâfüt Haşiyesi (Haşiye atâ Tehafüt al-Falâsifa) adıyla yayımlanmıştır (Ankara 1987).
2. Risale fî beyâni'l-vücûd.[406]
3. Risale iî tahkiki lüzûmi'l-imkân li-mâhiyyeti'l-mümkin.[407]
4. TaVf-fü'l-cakl. [408]
5. Risale fî beyâni'l-'akl.[409]
6. Nesâ-yih [410] On beş bölümden meydana gelen eserde âyet, hadis, kelâmıkibar, şiir ve meşhur kişilerin sözlerine yer verilerek akıl, ilim, konuşma âdabı, dünya malı tut¬kusu, dostluk, çocukların eğitimi, insan¬ları yönetme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma gibi konular ele alınmakta¬dır.
7. Fî Tahkiki murâdi'l-ka'ilm bi-en-ne'l-vâcib te'âlâ mûcib bi'z-zdf. [411]
8. fii-sâle fî hakikati'1-cism.[412] Müellif burada cis¬min kelâmcılara göre atomlardan, Naz-zâm'a göre bölünebilen sonsuz parçalar¬dan, Şehristânî'ye göre potansiyel parçalardan ve filozoflara göre sonsuz sayıda bölünebilir parçalardan oluştuğunu kay¬deder ve bu görüşler hakkında değerlen¬dirmelerde bulunur. Risale Nazzâm'in tafra teorisine genişçe yer verildiği için Risale fî tahkiki hakikati't-tafra diye de adlandırılmıştır.
9. Risale ti mcfne'l-cacl ve mec'ûliyyeti'l-mâhiyye.[413] Yarat¬mayı, yaratmanın çeşitlerini ve mahi¬yetini konu edinir.
10. Risale fî tahkiki mtfne'l-eys ve'J-ieys.[414] Varlık-yokluk meselesi ve varlık-mahiyet ilişkisine da¬irdir.
11. Risale fî beyânı enne'l-vücûd 'aynü möhiyyetih ev ğayruhâ. [415]
12. Risa¬le fî vücûdi'z-zihnî. [416]
13. Risale fi'l-fakr.[417] "Fakirlik benim övün-cümdür" hadisiyle, "Fakirlik her iki âlem¬de de yüz karasıdır" hadisinin mukayese-siyle başlayan eserde fakr kelimesine im¬kân anlamı yüklenir ve mümkin varlığın çeşitli yönlerinden söz edilir.
14. Risale fîziyâdeti'l-vücûd'ale'l-mâhiyye. [418]
15. Risale fi enne'l-mümkin lâ yekûnu ahade't-torafeyn.[419]
16. Risale fî ihtiyâci'l-mümkin.[420]
17. Risale fî cuiûmi'î-hakoiik ve hik-meti't-deka3ik. [421]
18. Risale fî heî yecûz en yestenide'1-ka-dîm ile'l-müeşsir.
19. Risale fî te-kaddümi'lilleti't-tâmme 'ale'l-mcflûl. [422]
20. Risale fî şübûti'l-mâhiyye.[423]
D) Fıkıh ve Fıkıh Usulü.
1. Tağyîrü't-Tenkih (İstanbul 1309). Müellif, Sadrüş-şerîa'nın Tenkihu'1-uşûl adlı eserini ye¬niden oluşturarak metni şerhetmiş ve Sadrüşşerîa'dan ayrıldığı hususları sayfa kenarlarında zikretmiştir. Kâtib Çelebi bu çalışmaya iltifat edilmediğini ve asıl eserin revaçta kalmayı sürdürdüğünü belirtir. [424]
2. Haşiye 'ale't-Telvîh. Teftâzânî'nin eseri üzerine yaptığı bu haşiyede kendisinden önce ay¬nı esere haşiye yazan Molla Hüsrev ile Ha¬san Çelebi'yi birçok konuda isim verme¬den eleştirmiş, eleştirdiği diğer kişileri sayfa kenarlarında belirtmiştir.
3. Işiâ-hu'1-Vikâye. Kemalpaşazâde, Tâcüşşe-rîa'nın Vikâyetü'r-rivâye adlı eserinin yanlışlarını düzeltmek üzere önce bu eseri kaleme almış, ardından bunu el-Izâh (İzâhu'l-lslâh) adıyla şerhetmiştir. İstan¬bul kütüphanelerinde bulunan yazma nüshalarının çokluğu [425] ve Hacıhasanzâde Mehmed Şah, Hürremzâde Şah Mehmed, Celâlzâde Sa¬lih [426] Molla Uzun Bâlî, Gazâlîzâde Abdurrah-man ve Birgivî [427] gibi âlimlerin ta'lîkatyazmış ol¬maları [428] dikkate alı¬nırsa Osmanlı döneminde bu esere ol¬dukça önem verildiği söylenebilir. Niğdeli Molla Kasım b. Süleyman el-Vikaye'ye yazdığı et-Tatbîk adlı şerhte ve Hüseyin adlı bir âlim Sadrüşşerîa'nm şerhine yaz¬dığı haşiyede Kemalpaşazâde'nin eleşti¬rilerine Sadrüşşeria tarafını tutarak ce¬vap vermiştir. Tâceddin İbrahim b. Ab¬dullah el-Hamîdî de müellifin şerhine yaz¬dığı haşiyede Kemalpaşazâde'nin görüş¬lerini çürütmeye çalışmış, bu davranışı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından tep¬kiyle karşılanmıştır.[429] Birgivî ise haşiyesinde Bahâeddinzâde Molla Muhyiddin Meh-med"in Kemalpaşazâde'ye yönelttiği eleş¬tirileri dikkate alarak her ikisi arasında hakemlik yapmıştır. Şeyhülislâm Kadızâ-de Ahmed Şemseddin de Muhâkemât beyne Sadrişşerfa ve İbn-i Kemalpa¬şa ti Şerhi'l-Vikaye adıyla bir eseri ka¬leme almıştır. [430]
4. Haşiye 'ale'l-Hidâye. Merginânî'ye ait eserin taharet, zekât, oruç, hac, nikâh ve büyü' bölümlerinin hâşiyesidir.[431]
5. Fefâvd. Ke¬malpaşazâde'nin Türkçe fetvalarını içe¬ren bu eser müstakil mecmualarda yer aldığı gibi [432] bir kısım fetvaları Lâlî Ah¬med Efendi b. Mustafa es-Saruhânî, İs¬kilipli Veli Yegân ve İbnü'l-Edhemî diye bilinen Manisalı Sa'dî b. Hüsâmeddin ta¬rafından derlenen, devrin ünlü şeyhülis¬lâmlarının fetvalarından seçmelerin yer aldığı mecmualarda da bulunmaktadır.
6. Mühimmâtü'l-müftî. Arapça olan bu eser hakkında Birgivî, "Ortada dolaşan boş şeyler cümlesindendir" ifadesini kul¬lanmışsa da [433] fıkıh kitapları tertibinde düzenlenen, mesele¬lerin sonlarında kaynaklarına yer verilen eser müftülerin kullanımı için pratik bir değer taşımaktadır. [434]
7. Eşkâlü'1-ferâ'iz.[435] Müellif bu eserde önce Secâven-dî'nin ferâiz metnini tashih etmiş, ardın¬dan bunu Şerhu'l-Ferâ'izi's-Sirâciyye
adıyla şerhetmiştir.[436] Kemal¬paşazâde'nin fıkha dair risalelerinin bir kısmı Resâ'ilü İbn Kemâl adlı mecmu¬ada yayımlanmış (İstanbul 1316), burada yer almayan fıkhî risaleleri de Salim Özer tarafından İbn Kemâl'in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri adlı yüksek lisans tezinde tahkik edilmiş¬tir.[437]
E) Tasavvuf.
Risale fî fetva'r-rakş [438] Fetva fî hakkı İbn cArabî.[439] Birinci risa¬lede semâ, raks ve devran gibi ritüel-lerin İslâm'da yasak olduğu belirtilmek¬te, ikinci risalede Muhyiddin İbnü'1-Ara-bî'nin kâmil bir müctehid, fâzıl bir mür-şid ve kendisinden olağan üstü haller zu¬hur eden bir kişi olduğu, ona karşı çıkan¬ların hata etmiş, tutumunda ısrar eden¬lerin ise sapıtmış olacakları, sultanın bun¬ları görüşlerinden döndürmesi gerektiği bildirilmektedir.[440]
F) Tefsir.
Risale fî tefsiri Fâtihati'1-ki-tâb [441] Risale fî tefsiri sûreti'1-Fecr [442] Ri¬sale fî istisna1!'İlâhi te^âlâmimmen fi's-semâvâü ve'l-arz ve tahkikin [443] Risale fî tefsiri sûreti'J-Mülk [444] Risale fî sûreti'n-Nebe [445] Kışşatü Hârût ve Mâ-rût min Tefsiri Ebi's-Su'ûd.[446]
Bibliyografya :
Kemalpaşazâde, Resâ'İlüİbn Kemâl[nşr. Ah¬med Cevdet). İstanbul 1316,1-ll, tür.yer.; Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 50-5İ; Gazzî, el-Keuâkibü's-sâ'ire,U, 108; 111, 109; Keşfü'z-zunûn, \, 105, 109, 499; 11, 1219-1220, 1247-1248, 1916, 2021-2023;Cemîl el-Azm. 'üküdü'l-ceuherfîte-râcimi men lehüm hamsûne taşnîfen fe-mi'e fe-ekşer, Beyrut 1326,1, 217 vd.; Brockeimann, GAL, II, 597-602; Suppl.M 668-673; III, 1306; Emrullah Yüksel. "Risale fi Tahkîki'r-rûh li Mev-lânâ Kemal Paşazade", Şeyhülislâm İbn Kemâl Sempozyumu (haz. S. Hayri Bolay v.dğr.), Anka¬ra 1989, s. 214; Salim Özer, İbn Kemal'in İslâm Hukuku Alanındaki Arapça Yazma Risaleleri (yüksek lisans tezi, 1991), Eü Sosyal Bilimler Enstitüsü; Şamil Öçal, Kemal Paşazâde'nin Fel¬sefî ve Kelâmı Görüşleri, Ankara 2000, s. 24-51; Atsız. "Kemalpaşa-oğlu'nunEserleri", ŞM, VI (1966), s. 71-112; Vll (1972), s. 83-135 (ihti¬yatla kullanılmalıdır); Ferhat Koca. "el-Ferâizü's-sirâciyye", DİA, XII, 368. İlyas Çelebi