« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 Ağu

2011

HATİB BAĞDÂDÎ'YE göre HADİS ÖĞRENCİSİ

Doç.Dr. İsmail L.Çakan 01 Ocak 1970

Hadis eğitim ve öğretiminin meselelerini ve usullerini el-Câmi adlı müstakil eserinde enine-boyuna tetkik eden el-Hatib el-Bağdâdî (v.463/1071), öncelikle hadis öğrencisi ("sami")’nin ne olması lâzım geldiği ve bunu hangi âdâb'a riâyetle gerçekleştirebileceği üzerinde durmaktadır. Bu makalede onun, konuya ait tesbitlerinin bir bölümünün kompozisyonunu bulacaksınız.

Her bilim dalının onu seçenlerce yerine getirilmesi gerekli bir usûlü bir yolu-yöntemi, elde edilip kullanılması zarûrî bir takım aletleri bulunur. Buna rağmen, kısa bir süre meşgul oldu diye yine her bilim dalının uzmanı ve hatta otoritesi olduğunu iddia eden, öyle görünmekten zevk alan bir hevesliler grubu da daima buluna gelmiştir. Üç gün hadis öğrenen sonra da hadisçi olduğunu söyleyenler görülmüştür. Kendini bir şey sananların ortak tavırları boş bir gurur ve kibirdir. Hocaya saygısızlık, usullere riayetsizlik, öğrencilere alabildiğine, güçlük çıkarmak, hâsılı olmaları ve yapmaları gerekenlerin tam tersini istemek onların tanıtıcı davranışlarıdır. Oysa hadis öğrencilerinin, edeb yönünden insanların en üstünü, tevazuu en yüksek, temizlik ve dindarlık açısından en olgun, kin ve gazabı en hafif olmaları gerekir. Zira onlar, Rasûlullah'ın ahlâki güzelliklerini ve yüce edebini, ehl-i beyt ve ashabından oluşan selefin yaşayışlarını, hadisçilerin usullerini, eskilerin hayat hikayelerini ihtiva eden haberleri sürekli okumaktadırlar. Böyle olunca, bu bahis konusu meziyetlerin en güzel ve üstünlerini almaları, düşük ve yakışıksızlarından uzak kalmaları gerekir. Zira Ebu Asım en-Nebil'in dediği gibi "Hadis öğrenmek isteyen, dünyanın en üstün işine tâlib olmuştur. Kendisinin de insanların en olgunu olması gerekir." Yine Süfyân b. Uyeyne (198/813)’nin isabetle belirttiği gibi, "en büyük ölçü Rasûlullahtır. Her şey ona ve onun ahlak ve yaşayışına arzolunur. Onlara uyum gösterenler hak, muhâlif kalan ise batıldır". Bu sebeple İbn Şîrîn'in dediği gibi, "eskiler ilmi öğrendikleri gibi, ilim ehlinin usûl ve yaşayışlarını da öğrenirlerdi."

Bütün bunlar, "biz çok hadis öğrenmekten daha fazla edeble olgunlaşmaya muhtacız" diyen Mahled b. el-Hüseyn'in haklılığını göstermektedir. Zira "edebsiz ilim odunsuz âteş; ilimsiz edeb de cesetsiz ruh gibidir". Süfyân b. Uyeyne, şu sözüyle Zekeriyya el-Anberînin yukarıdaki tesbitini desteklemektedir: "Ateş dışında ilme çok benzeyen bir şey bulamadım; ne içine girebiliriz ne de uzak kalabiliriz."

UYULACAK EDEPLER, UYGULANACAK USULLER

1. Hadis Öğreniminde Niyet

Hadis öğrencisinin ilk işi, hadis öğrenmekteki niyetini, "Allah rızası" temeline dayandırmasıdır. Çünkü "amellerin değeri niyetlere göredir, her kişinin eline geçecek olan ise niyet ettiğidir". Hadis ilmini Allah için öğrenmek isteyen yücelir, dünya ve âhirette mes'ud olur. Başka niyetlerle bu ilmi isteyen dünya ve âhirette me'yus ve perişan olur.

Hadis öğrencisi hadisi dünyalıklara kavuşmak ve servet kazanmaya vesile edinmekten kaçınmalıdır. Zira ilmiyle böyle şeylerin peşine düşenlere ağır tehdidler vardır. Nitekim Hz. Peygamber, "Kim, kendisiyle Allah'ın rızası taleb edilecek bir ilmi, dünyalıklara kavuşmak niyetiyle tahsil ederse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz"(ı) buyurmuştur.

Hammad b. Seleme "Hadis ilmini Allah rızasından başka bir amaçla öğrenen kendi kendisini aldatır"(2) demiştir.

Hadis öğrencisi, övünme ve gösterişten sakınmalı, hadis öğrenmekten maksadı aslâ riyasete geçmek, bir takım tâbiler edinmek, meclisler akdetmek olmamalıdır. Zira âlimlerin uğradığı dahilî âfetler, hep bu bozuk düşüncelerden kaynaklanır. Nitekim Hz. Peygamber, "ulemâ ile yarışmak ya da cahillere gösteriş yapmak için ilim öğrenmeye kalkışanları belki insanlar istikbal eder, alkışlarlar fakat onların yeri cehennemdir"(3) buyurmuştur.

Hadis öğrencisi, hadisi rivâyet için değil, riâyet (yaşamak) için bellemeli. Çünkü ilimleri rivâyet için öğrenenler çoktur. Fakat gereğine riâyet edenler pek azdır. Çoğu var olanlar yok gibi, çoğu âlim câhil gibidir. Nice hadis râvileri vardır ki, o hadisten üzerinde hiç bir iz yoktur. Hadisin hükmiyle amel etmeyen, onu bilmeyenden farklı değildir. Zira mürsel bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; "Ulemânın himmeti riâyet, sefihlerin gayreti rivayet içindir"(4)

Hadis öğrencisi, Allah’ın kendisine, ilmiyle neyin peşinde olduğunu soracağını ve ilmiyle amel edip etmemesine göre muamele edeceğini aklından çıkarmamalıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet günü hiç kimse beş şeyin hesabını vermeden bir yere kıpırdayamaz. Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nerelerde geçirdiği, malını nereden kazanıp nerelere harcadığı, ilmiyle ne tür ameller işlediği..."(5)

Bir adam gelip Hz. Peygambere "cehâletin aleyhime delil olmasını ne giderir?" diye sordu. Hz. Peygamber "ilim" buyurdu. "Peki, ilmin aleyhime delil olmasını ne önler?" diye sordu. Bu kez Hz. Peygamber, "amel" buyurdu.(6)

Ali b. Ebî Talib de ulemaya şöyle hitap etmiştir:
"-Ey ilim erbâbı, öğrendiklerinizle amel ediniz. Zira gerçek âlim, bildiğiyle amel eden ve ameli ilmine uyan kişidir..."

Süfyân da şöyle der: "Eğer bildiğimle amel edersem, insanların en âlimi benim demektir. Eğer bildiğimle amel etmezsem, dünyada benden daha cahil kimse yok demektir."
Ebu'd-Derdâ ise konuya bir oran getirir ve şöyle der:
"Kim öğrendiklerinin onda biriyle amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğrenme imkanı verir."

2. Üstün Ahlak

Hz. Peygamber "Allah teâla ahlakın üstünlüklerini sever, düşüklerinden hoşlanmaz" buyurmuş, kendisinin de "ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildiğini" duyurmuştur. Süfyan es-Sevri, "Hadisi kendinizle süsleyiniz, kendinizi hadisle süslemeyin" demiştir. Hz. Ali ise şöyle der;

"-Ey ilim talibi, ilim bir takım faziletlere sahiptir. Bunların başı tevazu; gözü hasedden uzaklık; kulağı anlayış; dili doğruluk; hıfzı araştırma; kalbi iyi niyet; aklı eşyâyı ve vacip olan işleri bilmek; eli rahmet; ayağı ulemayı ziyâret; himmeti ayıplardan selâmet; hikmeti vera'; durağı necât; rehberi âfiyet; bineği vefâ; silahı yumuşak söz; kılıcı rıza; yayı idare (mudârâ); ordusu ulemâya komşuluk; malı edeb; zahiresi günahlardan uzak kalmak; azığı ma'ruf; suyu müvâdea; delili doğru yol; arkadaşı hayırlılarla sohbettir."

3. Meslek Sahibi Olmak

Hadis öğrencisinin çoluk-çocuğu varsa ve kendisinden başka onların geçimini temin edecek bir başkası da yoksa, onların geçimini ihmal etmesi ve hadis öğreneceğim diye onlar için bir meslek edinmekten geri durması asla hoş değildir. Bu konuda asıl olan Rasûllulah'ın "Geçimini üstlendiklerini ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter"(7) hadisidir. Süfyan es-Sevri de "sana gönül erlerinin işi gerekir; helâlinden kazanmak, evlad ü iyâle harcamak" der. Yine Hz. Peygamber, "beğendiği kişilerin bir mesleğinin olup olmadığını sorardı. Eğer "mesleği yok" derlerse, "gözümden düştü" buyururdu. Bunun sebebi sorulunca da "Mü'min bir meslek sahibi olmadı mı geçimini diniyle temin eder" buyururdu. Ubeyd b. Cennâd da hadisçilere hitâben şöyle derdi: "Kişiye önce nerede yiyeceği-içeceği ve barınacağını bilmesi, sonra ilim öğrenmesi yakışır." Hadis ilmine dalmış kişi, fakirliğin çorabı sayılıyor, binaenaleyh ey hadisçiler, sizler gücünüz yettiği kadar hadis öğreniniz, ihtiyaçtan kurtulmak için bir meslek sahibi olmaya bakın."

Zubeyr b. Ebî Bekr diyor ki yeğenim benden söz ederek, "dayım çoluk-çocuğuna pek yararlı biridir, ne ikinci kez evlendi, ne de câriye edindi" dedi. (Bizim) hanım, "vallahi şu kitaplar var ya bana üç kumadan daha ağır geliyor" diye içini döküverdi.

4. Bekarlığı Tercih

Eşinin hukukuna riâyet ve geçimini temin gayretleri onu hadis öğrenmekten alıkoymaması için eğer mümkünse, hadis öğrencisinin bekar kalması müstehaptır (daha doğrudur).
İbrahim b. Edhem "kadın bacaklarını seven ilim tâlihleri iflah olmaz" der.
A'rabînin birine niçin evlenmiyorsun? dediler.

-İffeti korumayı, kadınların isteklerini karşılamak için çâre aramaktan daha kolay buldum da ondan, cevabını verdi.

Hadis öğrencisi bekarsa ve ilmi, meslek öğrenmeye tercih etmişse, bilmelidir ki ona ummadığı yerden rızık gönderir ve karşılığını verir.

İbrahim en-Nehaî, Allah'ın rızasını dileyerek ilim peşine düşene Allah Teâla o ilimden ona yetecek bir gelir verir, der.

Eğer hadis öğrencisi vaktinin az bir kısmını yazıcılık (sekreterlik, kitapçılık, daktiloculuk) gibi bir kazanç yoluna ayırabilirse, bu pek iyi olur.

İlmi her şeye tercih etmeyen ve ilmi ondan başka her şeye bedel görmeyen, karşılaşacağı zorlukları göğüsleyemez. Seriyyu's-Sakatî, "Ne istediğini bilen bu uğurda harcadığına önem vermez" der.

Hadis öğrencisine, işe Kur’ân’ı ezberlemekle başlamak yaraşır. Çünkü ilimlerin en yücesi, öncelik ve sıra itibariyle en önde geleni Kur'ân ilmidir. Hıfza muvaffak olduktan sonra da, onu unutturacak ölçüde ne hadis ne de bir başka ilimle meşgul olmamalıdır. Zira Hz. Peygamber, "öğrendiği Kur'ân’ı unutan herkes eli boş olarak Kıyamet günü Allah'ın huzuruna çıkar" buyurmuştur.

Harun b. Ma'ruf el-Mervezî şöyle der;
"Rüyamda, hadisi Kur'ân’a tercih edenlere azab edildiğini gördüm. Ben de hadisi Kur'ân’a tercih ettim, gözlerimi kaybettim."

Kur'ân’ı Rasulullah'ın hadis ve sünnetleri takip eder. Şeriatın esası olduğu için hadis ve sünnetin öğrenilmesi şarttır. Zira Allah Teâlâ, "Rasul size ne vermişse alın, neden de nehyetmişse kaçının" "o, hevâ ve hevesine uyarak konuşmaz" buyurmuştur. Hz. Peygamber de "Ben size iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız, onlarda olan ahkâmı yaşadığınız sürece aslâ sapıtmazsınız. Allah'ın kitabı ve Rasûlünün sünneti.." buyurmuştur.

Bu zamanda sünenleri sadece dinlemek ve yalnızca hadis öğrenmekle yetiniliyor. Oysa Hz. Peygamber; "din garib başladı, garip hale dönecek. Benden sonra insanların bozduğu sünnetimi ihya edecek gariplere ne mutlu!" buyurmuştur. İmam Buhârî de "insanların en faziletlisi öldürülmüş bir peygamber sünnetini diriltenlerdir. Ey sünen ashabı, sabrediniz, zira siz insanlar içinde gerçekten pek küçük bir grupsunuz." demiştir.

Hadis hafızlarını ve senedleri bilenleri, sahih'ini, sakim'ini birbirinden ayırabilenleri kasdederek Buhârî’nin "ashabu's-sünen çok küçük bir gruptur" demesi doğrudur. Zira araştıracak olsan, hiç bir İslam beldesini, ahâlisinin kendisine müracât ve fetvalarına itibar ettiği bir fakîh veya mütefakkihten yoksun bulmazsın. Fakat sen, hadis bilen ve bu sahada çalışan âlimden yoksun çok belde bulursun. Bu, başka değil, sadece hadis bilmenin güçlüğü ve izzetinden, hadis öğrenmenin ve yazmanın gelirinin azlığındandır. Şu da bir gerçektir ki, Buhârî'nin zamanında hadis ilmi turfanda bir meyve gibiydi, onunla meşgul gözükmek de toplumda sevilen ve istenen, itibar gören bir meslekti. Onu teşvik eden vesileler çok, rağbet büyüktü. Bütün bunlara rağmen Buhârî "ashabu's-sünen pek küçük bir gruptur" demiştir. İsteğin ve isteyenlerin pek az olduğu bu zamanda biz ne diyeceğiz? Zamanımızdaki mütehassıs azlığını şâir şöyle dile getirmiştir:
"Az bilirdik biz onları,
Meğer daha azmış sayıları!"

Şuayb b. Harb, "biz dört bin hadis öğrencisiydik, ancak içimizden dört kişi yetişti" demiştir. Allah, bir kişinin kalbinde hadis öğrenme niyetini güçlendirirse, ilk iş olarak Allah'tan muvaffakiyet ve yardımını dilemesi gerekir. Sonra da hadis öğrenmeye hemen başlamalıdır. Zira "teennî her işte hayırlıdır. Ancak âhiret işlerinde acele etmek gerekir"(8)

Hadis öğrencisi, memleketinin en yetişkin âliminden ders almaya dikkat etmeli, âlî isnad'ı daima gözetmelidir. Her ne kadar âlimlerin bazıları değişik gerekçeler ileri sürerek, nâzil isnâdı öğrenme açısından daha uygun buluyorlarsa da, böyle bir anlayışın tabiî neticesi hadis öğrenmek için yapılan rihle'yi terketmektir. Halbuki rihle, bir ilmi faaliyet olarak, en uzak bölgelere kadar uzanan bir faaliyettir. Temeli de daha kısa yoldan kaynağa ulaşmak, birinci elden ilim almaktır. Nitekim Muhammed b. Eslem et-Tusî, "senedin kısalığı Allah'a yakınlıktır" derken, Ahmed b. Hanbel de "âli isnâd aramak sünnettendir" der. Ancak güvenilir kişilerden teşekkül eden nazil (uzun) bir sened'i, güvenilir olmayan kişilerin meydana getirdiği âli (kısa) sened'e tercih etmek gerekir. Zira uzun senedli sahih hadis, kısa senedli zayıf hadisten daha hayırlıdır.

Hadis hocaları (ravi) ilimde müsavi değildirler. Senedi daha kısa (âlî) olanı tercih edilecektir. Fakat bu açıdan eşit olan ulemadan itkân ile meşhur olanını tercih etmek gerekir. Zira Şu'be, "meşhuru, meşhurdan alıp yazınız" der.

Bilgi ve itkânda eşit âlimlerden, eşraftan olanı, daha soylu olanı tercih etmek lazımdır. Yine Şu'be, "şerefli kişilerden ilim alınız. Zira onlar yalan söylemezler" der. Tabiî bu tercih, doğruluk, adalet ve bid'attan uzak oluş gibi meziyetlerin varlığından sonra söz konusudur. Yoksa bu sıfatlara sahip olmayan soylu kişiden hadis alınmayacak, ondan uzak durulacaktır. Zira "hadis ilmi dindir, dininizi kimden öğrendiğinize dikkat ediniz" buyurulmuştur.
Fıskı sabit olmuş kişilerden hadis almanın, ilim öğrenmenin câiz olmadığında ehl-i ilim ittifak etmiştir. Fısk ise sadece söz ile değil birçok şeyle sabit olur. Hadise ait tarafı meselâ, Rasulullah adına hadis metinleri uydurmak, ya da sened imal etmektir. Böyle bir şey yaptığı tesbit edilen fâsık'tan ilim alınmaz. Râvilerin halini araştırma faaliyetlerinin temel sebebi de budur.

Yine, kendisiyle karşılaşmadığı bir hocadan ilim öğrendiğini iddia etmek de fısk sebebidir. Bunun önüne geçmek için âlimler, râvilerin doğum ve ölüm tarihlerini kaydetme yoluna gitmişlerdir. Bazılarının ulaşamadıkları hocalardan rivâyetlerinin varlığı bu yolla tesbit edilmiştir.

Yine aynı sebebe mebnî ehli hadîs, âlimlerin evsâfını, ahvâlini ve hâl tercümelerini tesbit etmişler, ricâl edebiyâtını oluşturmuşlardır. Birçokları bu yolla yakayı ele vermiştir.
Sema' tarihi veya hocasının evsafı veya ders aldığı yer sorulmak suretiyle râviler imtihana tâbi tutulmuşlardır.

Ravi, hadis uydurmaktan, kavuşmadığı kimseden ilim aldığı iddiasından ve adâlet vasfını ortadan kaldıran fiillerden uzak kalsa, ancak öğrendiklerini yazmamış olsa ve ezberinden rivayet edecek olsa, böylesinin rivayetiyle ancak ilim erbâbının ve kendisini tanıyanların hüsn-i şehâdeti olursa, ihticâc olunabilir. İtkân ve zabtı, hadisleri birbirine karıştırmak suretiyle kontrol edilir.

Râvi, hakka muhalif görüş sahiplerinden heva ve hevesine mağlub (ehl-i bid'attan) kişilerden ise, ilim ve hıfz ile ma'ruf olsa bile kendisinden hadis alınmaz. "İlmi esağır (ehl-i bidat)’den almak kıyamet alâmetlerindendir". Zira bu kişilerin "beğendikleri bir şeyi hemen hadis haline getirdiklerine” dair itirafları bulunmaktadır.

İyi hâl ve ibâdetle meşhur olsa bile, rivâyet ilmi mütehassısı olmayanlardan da hadis alınmaz. Yahya b. Said el-Kattân "hayr ve zühde nisbet edilen kişiler kadar hadis konusunda yalanı fazla olan kimseye rastlamadım" der. İmam Mâlik de "Medine'de fazilet, salâh ve ibâdetle meşhur öyle şeyhlere rastladım ki, hiç birinden bir hadis bile almadım" dedi. Niçin? diye sordular. "Çünkü onlar bu işin ehli değillerdi" cevabını vermiştir.

Râvi, iyi bir öğrenci (semâı sahih) olmasına rağmen, öğretimde (rivayette) mütesâhil ve gâfil ise, ondan ilim almak câizdir ama hoş değildir (yani mekruhtur). Veki' b. el-Cerrah, "ehl-i hadisin zayıf saydığı hadisçinin vay haline!" der.(9)

DİPNOTLAR
* Tanıtımı için bk. İ. L. Çakan, "el-Cami'li ahlâki'r-râvî ve âdabi's-sami'". M. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. IV. s. 433437, İstanbul. 1986
1. Ebû Davud, İlim 12; İbn Mace, Mukaddime 23: Ahmed b. Hanbel, II. 338
2. bk. ibn Abdilberr. Camiu beyânil-ilm I. 191.
3. İbn Mace, Mukaddime 23
4. Münâvi, Feyzu'l-kadir, VI. 356: İbn Abdilberr, Cami'. II, 6
5. Tirmizî, Sıfatu'l-kıyâme 1 (hds.no: 2416)
6. İbn Abdilberr, Cami', II, 11
7. Ebu Davud, zekat 45; Ahmet b. Hanbel, II. 160.193-195
8. Ebû Davud, Edeb 10
9. Bu yazı. el-Câmi' li ahlâkir-râvi, I. 75-141'dan özetlenmiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,24 M - Bugn : 124362

ulkucudunya@ulkucudunya.com