Size Dargın Değilim
01 Ocak 1970
“… Bugün ayın kaçı?”
Adnan Menderes Yüksek Adalet Divanı Başsavcısı tarafından kendisine tebliğ edilen Millî Birlik Komitesi’nin idam kararının tasdikini dinledikten sonra, sükûnet içinde sormuştu.
Birkaç kişi birden “17 Eylül Pazar” dedi.
“Benimle birlikte daha kimlerin hükmü tasdik edildi?”
Egesel, bir an söylemekte tereddüt etti: “Öğrenip de ne olacak Adnan Bey?” diye sordu.
Menderes, acı bir tebessümle bakarak “Öğrenirsem ne olur?” diye cevap verdi.
Bir an yine yutkundu Egesel, “On ikisini Millî Birlik Komitesi müebbet hapse mahkûm etti. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ise infaz olundular…
Menderes daldı.
Biraz sonra adaya ürkek iki din adamı sokuldu. Ethem Akalın ve Abdurrahman Hürdoğan. İkisi de son derece heyecanlıydı. Dini telkinde bulunmak için konuşmak istiyorlar, ama ağızlarından kelimeler çıkmıyordu. Her ikisinin de gözleri yaşlıydı. Adnan Menderes küskün bir halde onlara baktı ve sonra, “Hoca efendiler” dedi, “Sizin yapmak istediğiniz vazifeyi kendi kendime bizzat ifade ettim, müsterih olunuz. Allah’a şükredeceğim. Kadere inanan insanlar daima huzur içinde olurlar…” Menderes’in son bir arzusu var mıydı, görevliler onu sordular, “Aileme birkaç satır yazmak isterim” dedi. İsteği yerine getirildi.
“BANA BİR SİGARA VERİR MİSİNİZ?”
Sanki ölüme gidecek olan o değildi. Odadakilerin hemen hepsi heyecandan titriyor, çoğu gözyaşlarını tutamıyor, ağlıyordu. Menderes Yenice sigarası içerdi. Bunu önceden hazırlamış olacaklar ki, hemen bulundu ve verildi. Menderes kendisine çevrilmiş film ve fotoğraf objektiflerine acı bir tebessümle baktı. Sabrı tükenmişti, birden ayağa kalktı. Bu sanki sessizce verilmiş bir emirdi.
Menderes irkilmeden kapıya doğru yürüdü. Kaderden fazlası olmuyordu. Onun kader zinciri ise burada son halkasını bağlamak üzereydi.
Sehpaya giden yol üzerinde Menderes gözlerini ileriye dikmiş, bir şeyler kuruyor, bir şeye hazırlanıyor gibiydi. Bu yol, Arnavut kaldırımındandı. Arada bir başgardiyan ve ötekinin ayakları takılıyor, Menderes ise sendelemeden ilerliyordu. Yolun dönemecinde birdenbire sehpayla karşılaştılar. Bir an duraladı ve baktı. Ellerinde thomson bulunan jandarma erleri üçer adım aralıklarla yolun iki yanında yer almışlardı. Çoğu gözünü bir devre adını vermiş başbakana çevirmiş, nemli bakışlarla onu hafızalarının derinliklerine yerleştirmek için bakıyordu. Sehpanın altına gelince Menderes etrafa bir göz gezdirdi. Egesel ve görevli siviller ordaydılar. Yassıada’dan tanıdığı bazı subaylara son bir defa baktı. Sehpanın altında son bir şey söylemek gerektiğini biliyordu.
Bir kez daha son sözünü söylemesi istenince, önce hafif fakat sonra dikleşen bir sesle şunları söyledi:
-“Size dargın değilim. Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyoruz. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki:
Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını on yedi sene evvel alamadığınız için müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi silâhların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz?…” Etrafından gelen nahoş seslere aldırmadı bile. Sehpanın altındaki masaya çıktı, oradan da ufak sandalyeye. Cellât Kemal Ayson, yağlı ilmiği Menderes’in boynuna geçirdi, yine bir an, Menderes etrafına acı acı baktı. Bu son bakışı oldu.
(Mithat Perin, Yassıada’da İnfazların İç yüzü, İstanbul 1970)
17 Eylül öğle sıraları idi. Subaylar sağ, sola koşuşturuyorlardı. Olağanüstü bir şeyler vardı. Hırslı bir subay koğuşun kapısını açarak:
-“Herkes yatağına girsin ve pencereden dışarı kimse bakmasın” diye gürleyerek uzaklaştı.
Menderes’in İmralı’ya getirilmiş olduğunu sezgilerimizle anladık. Bir ölüm sükûnu çöktü. Şüphesiz asacaklardı. Zorlu’yu ve Polatkan’ı asanların onu sağ bırakmaları beklenemezdi. Hepimiz bu müthiş saniyelerin kahredici heyecanını yaşıyorduk. Bir ara önümüzdeki binaların arkasından yüksek bir sesle yazılı bir şeyin okunduğu duyuluyordu. Ama söylenenler anlaşılamıyordu. İdam formalitesi olarak hüküm hülâsasının Menderes’in yüzüne karşı okunmakta olduğu tahminine vardım. Yüreklerimiz göğsümüzden fırlayacak gibi atıyordu. Sanki zaman durmuş, güneş sönmüştü.
“Allah, Allah…” diye bir ses duydum. Arkasından gökyüzünde dolaşan bir tek bulut sanki birden eridi, yağmur oldu, boşandı, tabiat ağlıyordu. Felekler gözyaşı döküyordu. Dışardan motor sesleri gelmeye başladı. Yavaşça başımı kaldırarak pencereden baktım, Kızılay flâmalı bir jeep ve arkasından askeri arabalar geçtiler. Demek Menderes’in aziz na’şı tepedeki kabrine götürülüyordu.
Bu arada koğuşun kapısı açıldı ve içeriye Ada’da edepsizliği ile ün yapmış bir deniz yüzbaşısı, sonradan Menderes’i getiren hücumbotun komodoru olduğunu öğrendiğimiz bir başka yüzbaşı ile içeri girdiler, Menderes’in asıldığını resmen haber verdiler. Yüzlerinde renk yoktu. Sanki bir irin kaplamıştı yüzlerini.
Arkadaşımız Kirazoğlu yanık ve davudi sesiyle Kur’an’dan bir sûre okumaya başladı. Gelen subaylar mâni olmak istediler, fakat artık onları dinlemiyorduk. Kirazoğlu okumasına devam etti.
Biz de İslâmiyetin ilk günlerinde Mekke müşriklerinin korkusundan mağaralara sığınarak ibadet yapan ilk Müslümanlar’ın huşuu içinde, o lâhuti sesin ihtizazları içinde eriyorduk sanki…
Artık bu dünyada Menderes yoktu. Artık bu milletin mazlum ve masum evlâtları öksüzdü. Hepimiz öksüzdük.
1961 senesinde idik. Ve biz hâlâ sadrazamların başını alıyorduk. Ne hazin tablo idi Yarabbi.
Dilerim bu milletin çilesi orada bitmiş olsun.
SON MEKTUP
16.9.1961 Yüksel oğlum,
Mektuplarınızı muntazam almamamın hüznü içindeyim. Annenizin etrafında toplandınız. Çok memnun oldum. Bana teselli kaynağı oluyor. Sana, hepinize itimadım tamdır. Hakkımda müsbet düşünün. Rabbim sabır ihsan etsin. Beşerî zaaflar insanlarda mevcuttur. Söylenenlere, etrafa inanma. Herkese yardım et. Bankalardan asla tavassut etme. Bulunacağın mevkilerde inat etme, kararlı ol. Bütün bu olanlardan sonra, benim mefkûrem olan millete, vatanına varlığınla hizmet et. Ruhumla daima sizinleyim. Sizi şefkatle anıyorum. Hakkınızı bir kere daha helâl edin. Benden helâldir. Hepinize hüzün ve heyecanla hitap ediyorum. Yanınızdayım. Sonsuz, dayanılmaz, hissedilmemiş bir özleyişle ve gözyaşlarıyla hepinizi öperim.
Adnan Menderes