ARVASİ HOCAMIN AZİZ HATIRASINA
EFENDİ BARUTÇU 01 Ocak 1970
Şair Orhan Seyfi ŞİRİN Türkiye’nin 1970 ile 1980 arasındaki buhranlı yıllarını anlatırken
“Tepelerden kanlı aylar doğardı,
Dev ömürler bir namluya sığardı,
Saçlarımız bir gecede ağardı
Siz o günleri bilmezsiniz.
Gökler yağlı duman gibi pusardı
Dağlar hançerlenmiş gibi susardı
Yedi yönde yedi boran eserdi
Sizler o günleri bilemezsiniz”
(Devler ve Böcekler)
Demektedir.
Bursa Eğitim Enstitüsünde 1974-1975 öğretim yılında kısa süre de olsa öğrencisi olmak şerefine eriştiğim merhum hocam Seyyid Ahmet ARVASİ ufkumuza bir güneş gibi doğan, gönüllerimizi aydınlatan, yolumuza ışık tutan, yol gösteren semamızdaki yıldızlardan biriydi.
Seyyid Ahmet Arvasi bir öğretmen, başöğretmenden öte bir hoca idi. Asrımızın ender yetiştirdiği ilim ve fikir deryalarındandı.
Bir iman ve ahlak adamı, bir gönül adamı,bir dava adamı idi.
ARVASİ, samimi bir müslüman, şuurlu bir Türk milliyetçisidir; toplumun vicdanıdır. Yabancılaşmadan çağdaşlaşmanın peşindedir. Milletin cevherine uygun, yeni bir medeniyetin inşası davasındadır. İnancımızın ve kültürümüzün yalçın kayalıklarındandır.
Özü sözü doğru, fikrinin ahlakını yaşayan bir insandı. Ağır başlı ama kibirli değildi. Vekar sahibiydi. Şahsi övünmeyi asla sevmezdi. “Ben” dediğine hiç rastlamadım. Hep “biz” derdi. Daima Türklüğü ve Müslümanlığı ile övünürdü. Kapısı ve gönlü herkese açıktı. Gittiği her toplulukta kendini saydırır, etrafında kısa zamanda bir sevgi ve saygı halesi oluşurdu. Açık ve doğru sözlüydü. Hak bildiğini söylemekten asla çekinmezdi. Hiç kimseye hakaret etmez, muarızlarını dahi küçümsemezdi. İnandıklarını büyük bir cesaret ve belagatle medenice söyler, bu sebeple düşmanlarının bile saygısını kazanırdı.
Gerçek bir seyyid ailesinden olmasına rağmen bu yönünü bir kez dahi hatırlattığına veya ima ettiğine şahit olmadım.
Bursa Eğitim Entitüsü’nde, “Eğitim Sosyolojisi” dersleri bir fikir şölenine dönüşürdü. Okulun en azgın komünistleri ve siyasî islamcıları bile kendi derslerini bırakır, Hoca’nın dersini dinlemeye gelirlerdi. Mütevazı bir hayatı vardı. Son derece sade ve temiz giyinirdi. Öğretmenliği esnasında traşsız ve kravatsız bir gününü hatırlamıyorum. Özellikle gençlere değer verir, onları sabırla dinlerdi. Daima iyiye doğruya güzele teşvik ederdi. Hoşsohbetti, ama hiçbir laubaliliğine rastlamadım. Bazen saatlerce konuşur, ama bir söylediğini bir daha tekrar etmezdi. Bu uzun sohbetlerinde asla boş söz söylemezdi. Adeta ilahi bir kaynaktan beslenen çağlayanlar gibi gürül gürül akardı.
Aşağıda rahmetli hocamın bazı görüşlerine ana başlıklarla kısaca yer vermek istiyorum:
Türk Milliyetçiliği:
Arvasi’nin Türk milliyetçiliği anlayışına göre, insanlık alemi bir “sürü” ve “yığın” olarak mütalaa edilemez. “İnsanlık”, milletlerden ibarettir. Milletlere ve milliyetlere saygı duymak, insanlığa saygı duymak demektir. İnsanlık ideali, milletleri ve milliyetleri öldürmek için değil, aksine onları yaşatmak ve güçlendirmek suretiyle gerçekleştirilebilir.
Türk milliyetçiliği sadece bir aydın ve zümre hareketi değildir. Bütün nesil ve tabakaları ile Türk milletini kucaklayan bir fikir hareketidir.
Onun programı, çağdaş Türk-İslam ülküsünü sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bütün yönleriyle gerçekleştirmektedir; büyük ve güçlü Türk devletini gerçekleştirme iradesini daima ayakta tutmaktır.
“Evet, Türk milliyetçiliği İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.
Bu bir iddia değil, milletimizin vicdanında yatan bir gerçeğin teşhis ve tespitidir. Türk’ü tanıyanlar bunu da bilirler. Bu noktada belirtilmelidir ki, Türk milletinin dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin davası, Allah ve resulünün davasıdır. Ve bunu adı İslamiyet’tir.
Aksini iddia edenler, Türk milliyetçilerini ya tanımamakta ya da bühtan etmektedirler.”
İslam’da milliyetçilik yoktur iddiası milletleri çökertmenin bir başka yolu ve oyunlarından biridir.
“Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.
Türk’e düşmanlık, İslamiyet’e düşmanlık ile eşdeğerdir. Anadolu Türk’ü güçsüz olursa, bütün İslam ve Türk dünyası esaret altında olur. Bu iki dünyanın kurtuluşunun, Türkiye’nin maddi ve manevi güçlenmesiyle mümkün olacağına inanıyorum.
İslamiyet hiçbir dinle kıyaslanamayacak kadar ileri ilmin verilerine açık, dinamik, birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir.
O kapitalizm, sosyalizm, komünizm, faşizm ve nazizim gibi yabancı ideolojilerin saçtığı zehiri bertaraf eden bir panzehir ve hayat kaynağıdır.
Bu noktada belirtelim ki, Türk milletinin ve Türk milliyetçiliğinin alem şumul davası ve ideolojisi Allah’ın ve Resulü’nün davasıdır ve bunun adı da İslamiyet’tir”.
Bizim gerçekten muhteşem bir medeniyetimiz vardı. Bütün tahribata rağmen henüz mühim bir kısmı şöyle böyle ayakta duran, bir kısmı müzelere sığınan yahut ninelerimizin sandıklarına gizlenen, bir kısmı gözlerden ve gönüllerden kaçırılan kitaplıkların depolarına sığınan bu “ecdat mirası” tamamıyla yok olmamıştır.
Hatta muhtaç olduğu iklimi bulduğu zaman filizlenebileceğini de hissettirmektedir.
Bakalım şimdi kozmopolit ve yabancı bir terkibe zorlanan nesiller yeniden bizim kültür ve medeniyetimizin “ana caddesi”ni bulabilecekler mi? Yollarının üstüne yığılmış “molozları” kaldırabilecekler mi?
Sapık yolları ve kolları terkederek buldozerlerle yeniden Türk-İslam kültür ve medeniyetinin “ana caddesi”ni açabilecekler mi? Bu konuda onlara kimler, hangi müesseseler yardım edecek?
Ben, Türk-İslam ülkücülerinde bu iradeyi, bu azmi ve bu imanı buluyorum, görüyorum.
“Allahın izni ile bütün engellemelere, bütün “iç” ve “dış” düşmanlıklara rağmen onlar mutlaka başarılı olacaklardır. Ancak, bu konuda başarıya ulaşmanın en kestirme yolu onların kabiliyet ve ihtisas sahalarını isabetle tayin ederek sağlam bir iş bölümü yapmaları, binlerce yıllık tarihi mirasımızı öğrenmek için kahredici bir çalışma temposuna girmeleri. Bilhassa Selçuklu ve Osmanlı kültür ve medeniyet mirasını bütün incelikleriyle kavramak üzere gerekli biçimlenmeye ulaşmaları ve eserlerini bu tecrübenin ışığında ve “muasır” gelişmeleri de tanıyarak vermeleridir. Yani biz, haysiyetli ve şahsiyetli bir terkip içinde verilmiş yeni eserler ve üstadlar beklemekteyiz. Bu Türk İslam kültür ve medeniyetinin “yeniden diriliş hamlesi”ne girmesi demektir”.
Mimaride, musikide, resimde kısaca bütün “güzel sanat” dallarında özgün ve farklı olduğunu ecdadı gibi ispat etmelidir.
Türk-İslam ülkücüsü gerek tefekkürde, gerek güzel sanatlarda, ülkemizi saran “yozlaşmanın” , “yabancılaşmanın” kesin olarak bertaraf edilmesi için Türk-İslam medeniyetinin yeniden keşfedeceği temelleri üzerinde “asrı hayran bırakacak” eserleri vermeli ve bunu sergilemelidir.
İçtimai Irk:
İslamiyet, “biyolojik ırk” gerçeğine parmak basar. “Irk üstünlüğü” iddialarını, “posa ırkçılığını” reddeder. İnsanların, Allah yanında en şerefli olanının takvada (Allah ve resulüne iman ve hizmet ölçüsünde) ileri olmak ile tayin eder.
Türk milliyetçiliği politikasını “biyolojik ırkçılık” üzerine kurmayı reddetmekle beraber,“içtimai ırk” gerçeğini inkâr ve ihmal etmemelidir.
“Adından anlaşılacağı üzere, “içtimai ırk” biyolojinin konusu değildir. Sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların “soy birliği” şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusundan yani sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bütünleşmelerden sosyolojik bir zaruret olarak zamanla bir “içtimai ırk” doğar.
Türk tipini korumak ve geliştirmek için çok uzak coğrafi alanlara dağılmış Türk çocuklarını birbirleriyle evlenmeye teşvik etmelidir.
Zaten biyolojik verasetin yanında ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhi hem de fizik bakımından birbirine yaklaştırır. Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar arasında evlenmeler kolaylaşacağından, tarih içinde bir oluş ve yoğruluş halinde yeryüzüne dağılmış vatan çocuklarını evlilik bağları ile bağlamalı, Türk içtimai ırkı “kan ve soy birliği” şuuruyla güçlendirilmelidir. Bu birliğin değeri asla küçümsenmemelidir.
Öte yandan yabancı milletlerin kız ve oğullarıyla evlenmenin teşviki önlenmeli bu konuda kamuoyu uyanık tutulmalıdır”.
“Başka milletlere ve ırklara düşmanlık duyguları hiç şüphesiz sapıklıktır. Ama kendi ırkından ve milli özelliklerinden utanıp yabancılardan damızlık arayan kimselerin ‘eksiklik duygularını’ hiç de normal karşılamıyoruz. Her içtimai ırk, kendi özellikleri içinde güzeldir.
İçtimai ırk ve özellikleri, beşeriyete renk getiren, kültür ve medeniyetlere kendine has bir atmosfer kazandıran özgün değerlerdir. Kur’an-ı Kerim’e göre, renklerimizin birbirine uymaması Allah’ın ayetlerindendir.
Türk milliyetçisi, Türk içtimai ırkını benimser, sever ve sevdirirken ailesini de bu espri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitiklikten hoşlanmaz, bununla beraber başka ‘içtimai ırkları’ da Allah’ın birer ‘ayeti’ olarak değerlendirir.
Bölücülüğe Karşı Duruşu:
Doğu Anadolu’nun bu yalınkılıç büyük insanı, inancı uğruna herşeyi göze alışı, hayatını dahi pervasızca ortaya koyuşu ile örnek bir Türk-İslam ülkücüsü idi. Türk milliyetçiliği mücadelesinde ‘Türk-İslam Ülküsü’ ibaresini kazandırmış olması bile yalnız başına onu daima rahmet ve minnetle anmamıza yeter.
O büyük insan şöyle diyordu:
“İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihler boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi görevimizi yerine getirmeyelim?
Asla unutmamak gerekir ki, yabancı ideolojiler yabancı ve istilacı devletlerin fikir paravanlarıdır.
Milletleri içten vuran, sinsi tuzaklardır. Bunu bildiğim, buna inandığım içindir ki, Türk milletini parçalama oyunlarına ve tertiplerine karşı durmayı büyük bir namus ve vicdan borcu bilmekteyim. Hele bir doğu anadolu çocuğu olarak doğduğum ve büyüdüğüm bölge etrafında döndürülmek istenen hain, niyetlere kahpe tertiplere karşı elbette kayıtsız kalamazdım.
Beni yakından tanıyanlar, bütün hayatımı ve çalışmalarımı Türk-İslam Ülküsü’ne vakfettiğimi elbette bilirler. Beni bu mukaddes yoldan döndürmek için ne oyunlara, ne tertiplere ve ne kahpeliklere maruz bırakıldığımı bir Allah bilir, bir ben.
Şüphesiz bu oyunlar bitmemiştir ve kolaycada biteceğe benzemez”.
“Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam dünyası da güçlüdür. Aksi bir durum varsa bütün Türk dünyasıyla birlikte İslam dünyası da sömürülmektedir.
Galiba bu durumu en iyi idrak edenler de düşmanlarımız. Onun için bütün İslam dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur. Tarihten ibret almasını bilenler bunu ayan beyan göreceklerdir. Durum günümüzde de aynıdır. Onun için diyorum ki, Türk devletini yıkmak ve Türk milletini parçalamak isteyen bölücüler, yalnız Türklüğe değil, İslam’a da ihanet etmektedirler”.
Ülkücü Geçliğe Dair Ümitleri:
Arvasi Hoca, en bunalımlı zamanlarda bile istikbale ümitle bakmayı telkin ediyor, yeni ve büyük bir zuhuru müjdeliyordu:
“İşte bu karanlık tablo içinde yalnız Türkiye içinde bir ümit ve iman ışığı belirmiş bulunmaktadır. İslam, iman ve ahlakından güç alan yeni bir ülkücü nesil tarihimizin bağrından fışkırmış ve her gün biraz daha güçlenerek gelmektedir. Bunlar ‘müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşan ve kınayanların kınamasına aldırmayan yiğitlerdir. Bu nesil, Allah’ın Türk milletine ve İslam dünyasına ihsanıdır”.
Aziz Okuyucu;
“Yeryüzünde hiçbir büyük iş, yüreği yanmayan, çile çekmeyen insanlarca başarılmış değildir. Her ülkü, her büyük hareket, ancak ve yalnız büyük gönüllü insanların, gönülleri mukaddes ülkü ateşiyle yangın yerine dönmüşlerin, inandığı dava uğruna her çeşit tehlikelere, alçaklıklara, tuzaklara karşı inanılmaz bir cesaretle karşı koymuşların, ömrü boyunca asla zaaf alameti göstermemiş, çilekeş ve kudretini hakikaten, Hakk’a inanmışlardan alan ‘büyük adamların’ liderliği, önderliğiyle başlatılmış ve başarılmıştır”.
İşte Seyit Ahmet Arvasi bu büyük mücadelenin kahramanlarından biridir ruhu şad mekanı cennet olsun.