« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Oca

2012

MURAD III

01 Ocak 1970

(ö. 1003/1595) Osmanlı padişahı (1574-1595).

S Cemâziyelevvel 953'te (4 Temmuz 1546] babası 11. Selim'in Saruhan sancak beyliğiyle Manisa'da bulunduğu sırada Boz-dağ yaylağında doğdu. Asıl adı Cecilia Baf-fo olan Venedik asıllı Nurbânû Sultan'ın oğ¬ludur. İlk eğitimini Manisa sarayında aldı ve Cemâziyelâhir 964'te ( Nisan 1557) sün¬net düğünü burada yapıldı. Küçük yaşta iken Aydın-ili sancak beyliğine tayin edil¬di. Babasının 966'da (1558) Karaman eya¬letine nakli üzerine onunla birlikte gitti ve kendisine Akşehir sancak beyliği verildi. Burada iken babası ile amcası Bayezid ara¬sında taht çekişmesi yüzünden Konya ova¬sında meydana gelen savaş sırasında Kon¬ya Kalesi muhafazasında bulundu. Büyük babası Kanunî Sultan Süleyman'ın kendi¬sini görmek istemesi üzerine bir ara İstan¬bul'a gitti. Onun merkeze çağrılması, muh¬temelen oğulları arasındaki taht veraseti mücadelesinin sonucunu bekleyen Kanu¬nînin tahtın tek vârisi olarak kalan Selim'e yönelik bir manevrası idi. Nitekim ortalık yatışınca Selim'in Kütahya valisi olmasının ardından Murad da Receb 969'da (Mart 1562) Saruhan sancak beyliğine gönderil¬di, padişah oluncaya kadar burada idare¬cilik yaptı. On iki yıl süren bu vazifesi sı¬rasında kendisine lala olarak önce Ferruh Bey, ardından Cafer Bey tayin edildi. Uzun süre bağlı kalacağı hasekisi olan Arnavut asıllı Safiye Sultan ile burada iken tanıştı¬rıldı ve ondan olan oğlu Mehmed (III) 973'-te (1566) dünyaya geldi. Ayrıca diğer oğlu Mahmud ve kızları Ayşe ile Fatma da bu¬rada doğdu. Manisa'daki şehzadeliği dö¬neminde özellikle hocası Hoca Sâdeddin Efendi, defterdarı Kara Üveys Çelebi ve haremi idare eden Râziye Kalfa'nın etkisi altında kaldı. Bilhassa bu sonuncusu da¬ha sonra padişahlığı sırasında da nüfuzu¬nu sürdürdü. Şehzadelik yıllarında idarî işlere pek karışmadı, tahtın tek vârisi ola¬rak rahat bir hayat sürdü, vaktini Manisa yaylalarında geçirdi. Bu arada şehirde Mu¬radiye Camiİ'nin inşasını başlattı. Jacopo Ragozzoni'nin 1571 tarihli raporuna göre Murad yetenekli, iyi eğitim görmüş, dini¬ne son derece bağlı, babası ve diğer ileri gelenler tarafından çok sevilen bir şehza¬deydi.

Babasının vefatı haberini Veziriazam So-kullu Mehmed Paşa ve annesi Nurbânû Sultan'ın gönderdiği adamlardan alan ve büyük oğul sıfatıyla tahta davet edilen Murad alelacele yola çıkarak Mudanya İs-kelesi'ne geldi. Burada kendisini almak için gönderilen kadırgaya rastlayamadığın-dan fırtınaya rağmen iskelede bulunan nişancı Feridun Ahmed Bey'e ait bir ge-miye binip İstanbul'a hareket etti. Zor bir yolculuktan sonra Sarayburnu'na ulaştı ve burada Sokullu Mehmed Paşa ile buluşa¬rak gece yansı saraya girdi. Ertesi gün 8 Ramazan 982'de (22 Aralık 1574) II. Selİm'İn ölümü ve III. Murad'ın tahta cülu¬su resmen ilân edildi, biat merasimi ya-pıldı. O gece saltanat sistemi gereği boğ¬durulan beş şehzade ile II. Selim'in cenaze merasimleri aynı güne rastlar. Babası¬nın cenaze namazına katılan Murad he¬men ardından askere cülus bahşişi dağıt¬tırdı, ilk icraat olarak Kabe'nin duvarlarının tamirini emretti. İlk cuma namazını bü¬yük merasimle Ayasofya'da kıldı. 22 Ramazan'da (5 Ocak 1575) Önce Eyüp Sultan Türbesi'ne giderek kılıç kuşandı, ardından Edirnekapf dan şehre girip sırasıyla Yavuz Sultan Selim, Fâtih Sultan Mehmed. Şeh¬zade Mehmed, Kanunî Sultan Süleyman, II. Bayezid ve babasının mezarlarını ziya-ret etti.

Saltanatının ilk yıllarında III. Murad. uzun süredir vezîriâzamlığı elinde tutan Sokul¬lu Mehmed Paşa'ya karşı olan grubun et¬kisiyle hareket etti. Saltanatı ataları gibi tam anlamıyla kendi eline alması yolunda sürekli teşvik ediliyordu. Özellikle Şemsî Ahmed Paşa ve Dârüssaâde ağası Gazan¬fer Ağa onu bu yolda tesir altına alıyordu. Bununla birlikte Sokullu'yu görevde bıra¬karak, tecrübesinden faydalandı, ancak za¬manla gücünü zayıflattı ve onu etkisizleş-tirdi. Başlangıçta Sokullu'nun devletin sı¬nırlarına yönelik siyasî faaliyetlere verdiği ağırlık sürdürüldüyse de giderek yeni pa¬dişahın saltanatının teminatı olabilecek büyük bir sefer açılması yolundaki fikirler güçlendi. Sokullu'nun rakipleri, böyle bit sefere taraftar olarak kolayca kazanılabi¬lecek bir başarının yaşlı sadrazamın ber taraf edilmesini sağlayacağını ve kendile rine iktidar yolunu açacağını hesaplamak taydı. Padişahın da böyle bir seferi arzı ettiği anlaşılmaktadır.

III. Murad'ın tahta çıkışı üzerine çeşit devletler, İstanbul'da bulunan veya bu mü nasebetle gönderilen elçileri vasıtasıyla tefc rikte bulunarak eski anlaşmaları yeniledi ler. Meselâ Venedik elçisi Soranzo, Vene dik "doc"unun tebrikleriyle beraber divan 50.000 altın takdim etti. Lehistan elçisi TC ranowsky de hükümeti adına tebrikte bı lundu. Raguza Cumhuriyeti elçisi padişj ha 12.000 altın ve gümüşten bir sofra kimi sundu. Özellikle İran elçilik heyeti her kalabalık oluşu hem göz alıcı hediyeleri le ön plana çıktı. İran elçisi Tokmak Mı hammed Han daha İstanbul'da iken Şe I. Tahmasb, uzun süren bir saltanatta sonra hanedan üyesi ve devlet ricali ar; sında iki yıldır devam eden ihtilâflar som cu zehirlenmiş [984/1576) ve Safevîler bı yük bir karışıklık içine sürüklenmişti. E durum açılması düşünülen seferin yön nü de belirledi. 11. İsmail'in Anadolu'ya y nelik siyasî ve dinî faaliyetlerinin artma: sınırda iki taraf ümerâsı arasında meyd na gelen çatışmalar ve ilticalar seferin grünür sebeplerini teşkil etti. Sınır karışık¬lıkları ve tecavüzleri, İran tarafının riayet ettiği sürece muteber olan barışın ihlâli olarak yorumlandı. Buna II. İsmail'in ölü-müyle daha da karışan İran'ın durumun¬dan istifade etme amacı da eklenince muhtemelen Sokullu'nun karşı çıkmasına rağmen yeni bir savaşa karar verildi. An¬cak sefere kimin kumanda edeceği husu¬su devlet merkezinde ciddi bir krize yol açtı. Baharda Erzurum serhaddine sevke-dilecek kuvvetlere Lala Mustafa Paşa'nın, Bağdat tarafından yapılacak olan hare¬kât için Koca Sinan Paşa'nın serdarlıkları kararlaştırıldıysa da bu iki vezir arasında büyük bir çekişme yaşandı. Sonunda pa¬dişahın devreye girmesiyle Lala Mustafa Paşa, Gürcistan üzerinden Şirvan'ın fet-hiyle görevlendirildi, Sinan Paşa azledildi. III. Murad, İran'a yönelik bu çok iyi plan¬lanmış harekâtı dikkatle takip etti. Os¬manlı kuvvetleri Çıldır gölü civarında Safe-vîler'i yenilgiye uğratarak Gürcistan'a gir¬di, ardından Koyungeçidi adlı yerde ikinci defa Safevîler'i dağıttı ve Şirvan kesimin¬deki şehirleri teker teker ele geçirdi. Lala Mustafa Paşa'nın ikinci harekâtı 987'de (1579) olmuş, Osmanlı kuvvetlerinin ele geçirilen yerlerde tutunması sağlanmış¬tı. Lala Mustafa Paşa'nın kışlamak amacıyla Erzurum'a döndüğü sırada merkezden Sokullu Mehmed Paşa'nın bir suikast sonucu öldüğü haberi geldi.

Sokullu Mehmed Paşa'nın uğradığı sui¬kastta saraydaki rakiplerinin rolü olduğu ve bunların bizzat padişahtan destek al¬dıkları iddialarını belgeleyecek bilgi bulun¬mamakla birlikte son zamanlarında onun İyice devlet İşlerinden uzaklaştırıldığı açık¬tır. III. Murad'ın da Sokullu'nun aleyhinde¬ki grubun etkisinde bulunduğu bilinmek¬tedir. Peçuylu'ya göre III. Murad veziria¬zamın arz tezkirelerini bile reddetmektey¬di. Sokullu'nun ölümünden sonra yerine karşı gruptan olan ve padişahın himaye¬sinde bulunan Semiz Ahmed Paşa getiril¬di. Kazandığı başarıların kendisine sadra-zamlıkyolunu açacağını düşünen Lala Mus¬tafa Paşa ise azledilerek İstanbul'a çağrıl¬dı, yerine amansız rakibi Koca Sinan Paşa gönderildi. Lala Mustafa Paşa, Ahmed Pa-şa'nın ölümü üzerine vezîriâzamlık için ye¬niden umutlandı. Fakat sefere çıkan Si¬nan Paşa'nın saraydaki taraftarları devre¬ye girdi ve şiddetli bir iktidar mücadelesi yaşandı. III. Murad, bu durumda sadâret mührünü hiç kimseye vermemeyi tercih ederek Lala Mustafa Paşa'yı "vekîl-i salta¬nat" unvanıyla sadâret kaymakamı yaptı. Böylece seferdeki Sinan Paşa'yı da bir ba¬kıma kollamış oldu. Fakat sonra sadrazam¬lığı Sinan Paşa'ya verip mührü ona yolla¬dı. Lala Mustafa Paşa'yı da teselli etmek üzere gerçekte kendisinin vezir olduğunu. ancak "sefere rağbet için" mührü Sinan Paşa'ya gönderdiğini söylemişti. III. Mu¬rad'ın karşı karşıya kaldığı bu zor durum ve iktidar makamının iki başlı hale gelişi Lala Mustafa Paşa'nın âni ölümüyle sona erdi.[591]

Sinan Paşa'nın İran'a hareket edip Safevî heyetiyle barış konularını görüştükten son¬ra elçiyle İstanbul'a dönüşünün hemen ardından III. Murad oğlu Mehmed için bir sünnet merasimi düzenletti (990/1582). Bu uzun ve muhteşem düğün sırasında sara¬yın bütün ihtişamı ortaya konuldu. Ardın¬dan Şark seferi sırasında önemli bir iş yap¬madığı gerekçesiyle Sinan Paşa azledildi. Bir rivayete göre Sinan Paşa padişahın bizzat sefere çıkması gerektiğini belirt¬miş, bundan hoşlanmayan saraydaki "ka¬dınlar partisi" padişah üzerindeki etkile¬rinin azalacağı endişesiyle buna şiddetle karşı çıkmış ve Sinan Paşa bu sebeple gö¬revden alınmıştı. III. Murad, Sinan Paşa'¬nın yerine kardeşi Fatma Sultan'in koca¬sı Vezir Siyavuş Paşa'yı getirdi [592] ve İran seferi serdar-lığına da Ferhad Paşa'yı tayin etti. Bu sı¬rada İran cephesinde Osmanlı kuvvetlerinin durumu sarsılmış, Şirvan'da muhafa¬zada bulunan Özdemiroğlu Osman Paşa Demirkapı'ya çekilmişti. Açılan yeni sefer¬le Şirvan'ın kesin olarak elde tutulmasına çalışıldı. Özdemiroğlu Osman Paşa, Başte-pe mevkiinde Safevî kuvvetlerini yenip Şir¬van'daki Osmanlı hâkimiyetini kesinleştir¬di. Ardından Kefe'ye hareket etti, İslâm Giray'ı Kırım hanı yaptıktan sonra İstan¬bul'a gelip ikinci vezir sıfatıyla divana gir¬di; kazandığı büyük başarılar sebebiyle 20 Receb 992'de (28 Temmuz 1584) vezîriâ-zamlığa getirildi. Rivayete göre İstanbul'a gelişinin hemen ardından huzura kabul edilen Osman Paşa, III. Murad'ın iltifatla¬rına mazhar olmuş, dört saat boyunca bü¬yük bir merakla onun anlattıklarını dinle¬yen padişah zaman zaman heyecanlana¬rak ellerini açıp dua etmiş ve kendisine çe¬şitli hediyeler vermiştir.

Bu arada III. Murad üzerinde büyük et¬kisi olan annesi Nurbânû Sultan'ın ölümü [593] sarayda nüfuz çevreleri arasında ciddi bir değişi¬me yol açmış bulunuyordu. Artık geride nüfuzlu şahsiyet olarak Safiye Sultan ve Harem kethüdası Canfedâ Hatun kalmış¬tı. Nurbânû Sultan, oğlunun Safiye Sultan'a olan ilgisini azaltmak için ona çeşitli cari¬yeler sunmuş ve Murad'ın iki yıl kadar sü-ren haremine karşı olan ilgisizliğini gider¬mişti. Zira Şehzade Mahmud'un 989 (1581) yılı dolayında ölümüyle geride bir tek Meh¬med kalmıştı ve bu durum şehzadeye bir şey olması halinde önemli bir krize yol aça¬bilirdi.[594] Saltanatın devamı için Mehmed'e yeni erkek kardeşler gere¬kiyordu. Bunun gerçekleşmesiyle sarayda¬ki endişeler sona erdi. Ardından III. Mu¬rad taht vârisi sıfatıyla oğlu Mehmed'i Sa-ruhan sancak beyliği ile Manisa'ya gön¬derdi.[595] Bu Safiye Sultan grubunun ilk önemli icraa¬tıydı, böylece Mehmed'in resmen taht vâ¬risi olduğu teyit edilmiş oluyordu. Venedik elçilerinin raporlarına göre Murad, oğlu Mehmed'e karşı halkın duyduğu sevgiden çekiniyordu, hatta saraydan çıkmaması¬nın sebebi de bu idi. Özellikle Safiye Sul¬tan, Manisa'daki oğlu Mehmed'e kendini aşırı derecede kuvvetli gösterecek hare¬ketlerden kaçınmasını tembih etmişti. Bu durum, hem saraydan çıkmayan III. M-rad'm hem Şehzade Mehmed'in hareketlerini kısıtlamıştı.

Yeni veziriazam Osman Paşa, 8 Rebîü-Iâhir993'te (9 Nisan 1585) Tebriz'in zaptı ve muhafazasıyla görevlendirildi. Tebriz ele geçirildi ve 2 Şevval'de (27 Eylül) pa¬dişah adına hutbe okundu. Ancak şehirde kontrol zor sağlandı, Osman Paşa bu sıra¬da hastalanarak vefat etti.[596] Tebriz'i on bir ay boyunca ku¬şatan Safevî kuvvetleri Ferhad Paşa'nın yaklaşmakta olduğunu öğrenince geri çe¬kildi. Ferhad Paşa'nın 996'da (1588) Gence'ye yönelik harekâtı ve 9 Şevval'de 1 Ey¬lül şehre girişi, bu arada Safevî tahtına çıkan Şah Abbas'ın zor durumda bulunu¬şu barışı yeniden gündeme getirdi. Şah Abbas, Haydar Mirza'yı kalabalık bir elçi¬lik heyetiyle İstanbul'a gönderdi [597] ve fethedilen ülkelerin Ûsmanlılar'ın tasarrufunda kal¬ması şartıyla anlaşma yapıldı. Böylece 986'da (1578) başlayan bu uzun ve yıpra¬tıcı savaşa son verilmiş oldu. Savaşın malî etkileri Osmanlı piyasalarını çok sarsmış¬tı. Züyûf akçe meselesi yüzünden kapıku¬lu askerleri İstanbul'da ayaklanmış, sara¬ya giderek bunun sorumlularının cezalan¬dırılmasını istemişti. III. Murad, kapıkulu tarafından öldürülmesi istenen Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa ve Başdefterdar Mahmud Efendi'yi âsilere teslim etmek¬te tereddüt gösterince Selânikî'nin kaydı¬na göre tahttan indirilmekle tehdit edil¬miştir. Saray erkânının araya girerek is¬tenilenlerin âsilere verilmesini sağlama¬sıyla olay yatıştırılmış [598] III, Murad, beylerbeyi ile başdefterdarın öldürülmesinin hemen ardından Sadrazam Siyavuş Paşa ve Şey¬hülislâm Müeyyedzâde Abdülkadir Şeyhî Efendi'nin de içinde bulunduğu yönetici¬leri toptan azletmiştir.

III. Murad dönemine damgasını vuran Osmanlı - Safevî mücadelesi dışında onun saltanatı boyunca özellikle devletin uzak sınırlarında ve Akdeniz'de yeni siyasî ge¬lişmeler de oldu. Safevîler'le yapılan savaş¬ların daha başlangıcında Özbek Hanı Ab¬dullah Han ile ilişki kurulmuş, sıkı bir dip¬lomatik teşebbüste bulunulmuştu. Ruslar'ın Kafkasya ve Sibirya'ya sarkması iki devleti yeniden birbirine yakınİaştırmıştı. Ramazan 995'te (Ağustos 1587) İstanbul'a gelen Özbek ve Nogay elçileri, Astarhan1-da yerleşen Ruslar'ın arzettiği tehlikeyi anlatarak ortak bir harekâtta bulunmayı teklif ettiler. Ruslar'ın Kırım Hanlığı 'na yö¬nelik niyetleri yeni bir Astarhan seferini gündeme getirdiyse de Batı'daki gelişme¬ler buna imkân vermedi. Bu dönemde Os¬manlı siyasetinin ağırlık noktalarından en önemlisini Lehistan oluşturdu. Henri de Valois'in Fransa kralı olmasıyla boş kalan Leh tahtı için yapılacak seçime Avusturya ve Rusya'nın müdahalesi önlendi, Erdel Voyvodası Istvan Bathory'nin Leh tahtına geçmesi sağlandı. Onun ölümü üzerine İs¬veç kralının oğlu Szigismund'un kral olma¬sı yine Osmanlı onayı ile kabul edildi. III. Murad devrinde Özellikle İngiltere ile olan ilişkilerde büyük bir gelişme görüldü. Ön¬ce 987 Muharreminde (Mart 1579) İngiliz tüccarı için bir ticaret imtiyazı verildi, 988 Rebîülâhirinde (Mayıs 1580) bu imtiyaz, bütün İngiliz tacirlerine Türk sularında serbestçe ticaret yapma hakkını tanıyan bir ahidnâme haline konuldu. İlişkilerin gelişmesinde Hoca Sâdeddin Efendi de önemli rol oynadı. Bu arada III. Murad ile Kraliçe I. Elizabeth arasında resmî mek¬tuplar teati edildi. Özellikle İspanya'ya kar¬şı ortak bir harekât planlandı. Osmanlı¬lar, İngilizler'! Lutherian mezhebinden ol¬makla kendi dinî anlayışlarına yakın bul¬duklarını söylüyorlardı. Fas'ta ise Osman¬lılar, İspanyollar'la ve Portekizliler'le nü¬fuz mücadelesi içine girmişti. Abdülmelik b. Muhammed'e verilen destek Cezayir beylerbeyliğine getirilen Hasan Paşa vası¬tasıyla sürdürüldü. Firar eden Mevlây Mu-hammed el~Mütevekkil, Portekiz kralından yardım istedi. Abdülmelik aleyhine papa¬lık, Fransa ve İspanya'nın iştirakiyle hazır¬lanan kuvvetler, 1578'de Kasrülkebîr'de Alcâzarquivir Osmanlı-Fas müşterek kuvvetleri karşısında hezimete uğradı ve Portekiz kralı burada hayatını kaybetti. Böylece Fas üzerinde Osmanlı etkisi arttı. Osmanlılar, sadece Kuzey Afrika'nın uzak kıyılarında değil aynı zamanda iç kesimlerinde de nüfuz tesis ettiler. Elçi gt rek itaat arzeden Bornu hâkimi M rîs Elevmâ'nın ülkesiyle komşu olan ve diğer sancak beylerine kendisiy geçinmeleri tembihlendi.[599]

III. Murad devrinde ikinci büyük batıda Habsburglar'a karşı açıldı. I rih literatüründe "Onbeşyıl savaşl; hut "Uzun savaşlar" olarak anılan m lenin başlamasında Habsburglar e du. Bu savaş dönemi Osmanlı tarih timaî, askerî ve iktisadî bünyesinde li değişikliklere yol açtı. Klasik Osm; mel yapısını derinden sarstı. Savaş sınırlarındaki olaylarla başladı. Bosr vetlerinin Kulpa bozgunu üzerine [600] ikine Ferhad Paşa ile şeyhülislâm ve hoc dilerin muhalefetine rağmen özellica Sinan Paşa'nın ısrarı ile III. Murad turya'ya karşı savaş kararı aldı. Sin; şa idaresindeki Osmanlı ordusu bazı başarılar kazandıysa da Avu; kuvvetlerinin karşı saldırısıyla bir kışı leler kaybedildi. Bunun üzerine Sin; şa tekrar harekete geçerek sınır bo; da başarılı harekâtta bulundu ve Yarı lesi'ni ele geçirdi.[601] Papa Kalçsi de alındı, Kc kuşatıldı. Sinan Paşa sınırda kuvvet karak Belgrad'a döndüğü sırada Erdlak ve Boğdan voyvodaları Osmanlı aley hindeki mukaddes ittifaka katıldı. Eflak ordusu İbrâil Kalesi'ni yaktı (Ocak 1595), Silistre'ye kadar uzandı. Bu sırada III. Mu-rad vefat etti [602] ve Ayasofya hazîresine defne¬dildi.

Kaynaklara göre III. Murad ölümünden yirmi gün kadar önce soğuk algınlığı se¬bebiyle rahatsızlanmıştı. Dönemin tarih¬çisi Selânikî, padişahın "mesane zahme-ti"ne müptelâ olduğu ve hastalığının art¬tığı söylentilerinin ortaya çıktığını, bu du¬rum özellikle cemâziyelevvel ayı başların-da (ocak başı) iyice şayi olunca saraydan padişahın iyileştiğine dair haberlerle halkın yatıştırıldığını belirtir.[603] Âlî Mustafa ise onun mide rahatsızlığı çektiğini yazar. Hekimi Domenico Hierosili-mitano ölümünü böbrekle ilgili bir hasta¬lığa bağlar. 1578-1581 yılları arasında İs¬tanbul'da bulunan Salomon Schvveigger, padişahın sara hastası olduğundan ve bu sebeple gözden uzak bir hayat sürdüğün¬den söz eder [604] III. Murad'ın âni vefatı saraydakileri şaşırtmıştı. Ölüm haberi gizli tutul¬muş, divandaki işler normal seyrinde ya¬pılmış ve bu arada Şehzade Mehmed'e ha¬ber yollanmıştı. Ancak Selânikî sarayda pa¬dişahın vefat ettiğini hemen herkesin öğ¬rendiğini söyler.

Cülusundan itibaren beş altı yıl Safiye Sultan'a bağlı kalan III. Murad, Safiye Sul-tan'a karşı cephe alan Nurbânû Sultan ve İsmihan Sultan'ın teşvikiyle cariyelere rağ¬bet etmeye başlamıştır. Schvveigger, ön¬celeri onun sadece hanımıyla beraber olur¬ken 1579'da hıristiyan cariyeden bir erkek çocuğunun dünyaya geldiğini yazar.[605] Haseki, câriye ve çocuklarının sa¬yısı hakkında mübalağalı rivayetler vardır. Vefatı sırasında kırk dokuz çocuğunun ha¬yatta olduğu ve cariyelerinin yedisinin he¬nüz hamile bulunduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre kumral, orta boylu, iyi silâh kullanan ve iyi ata binen bir zat idi. Schvveigger onu soluk yüzlü, uzun kemer¬li burunlu, sağlıksız bir insan olarak tanım¬lar.[606] İhtişamlı elbiseler gi¬yer, mücevheratı sever ve kavuğu üzerin¬de kıymetli taşlar bulunurdu. Servet top¬lamaya meraklı, sevdiği kadınlarına, ço-cuklarına ve onların hocalarına karşı cö¬mert, neşeli, halim selim tabiatlı olduğu, kan dökmekten çekindiği, ağzından "ha¬yır" kelimesinin nadiren çıktığı dönemin kaynaklarında belirtilir. Zevke düşkün olup mûsiki ve raksı sevdiği, etrafına musikişi¬naslar, rakkaslar, maskaralar, cüceler top-ladığı bilinmektedir. Dönemin Osmanlı kaynaklarında, özellikle de ıslahat risalelerin¬de onun bu tavrı eleştirilerek söz konusu şahıslara kapıkulluğu ve timar verilmesi¬nin sistemi bozduğu, çöküşün bu dönem¬de başladığı ileri sürülür. Mansıp tevcih¬lerinin usulsüz yapıldığı, saray mensupla¬rının rüşvet alarak memuriyetleri ehil ol¬mayanlara verdiği, timar sisteminin bo¬zulmasıyla halkın köyleri boşalttığı, çiftini çubuğunu terkettiği, kapıkulu sayısının çok arttığı ve bunlara ulufe yetiştirilemediği, hazinenin sıkıntı içine girdiği de belirtilir. Aslında bu durum iki büyük sava¬şın getirdiği olumsuzlukların bir sonucu¬dur. Değişen çağa ayak uydurma amaçlı uygulamalar önemli bir sosyal patlama¬nın kıvılcımlarını oluşturmuştur.

III. Murad'ın dünya tarihine ve özellikle dönemin hükümdarlarının yaptığı savaş¬lara alâka duyduğu, her şeyi öğrenmek istediği dünya tarihiyle ilgili olarak yaptır¬dığı tercümelerden anlaşılmaktadır. Bil¬hassa Amerika'nın İspanyollar tarafından keşfine dair Mehmed Suudî'nin Târih-i Hind-i Garbi adlı eseri yanında [607] Feridun Ahmed Bey'in hazır¬lattığı Fransa tarihi [608] Seyfi Çelebi'nin Asya hanlıklarıy-la ilgili eseri Matuz,[609] bunlar arasında sayılabilir. Schvveigger de onun kitap oku¬maktan hoşlandığını, özellikle tarih kitap¬larını merakla okuduğunu belirtir. Ayrıca astronomiye ilgi duyduğunu, rasathane yapımına izin verdiğini, âlimlerle bir ara¬da olmaktan zevk aldığını, kendisini eği¬ten hocasını çok sevdiğini, her meselede ona danıştığını, adalete önem verdiğini, kıyafet değiştirerek sokağa çıkıp denetle¬me yaptığını yazar.[610] An¬cak karakterindeki sebatsızlık ve tered¬düt, devlet işlerine alâkasız kişilerin mü¬dahalesine zemin hazırlayacak derecele¬re varmıştır. Âlî Mustafa Efendi devlet iş¬lerine karışan şahıslar hakkında bilgi ve¬rir. Hoca Sâdeddin Efendi devlet ricalinin uygun olmayan durumunu padişaha ar-zetmiş ve iç-dış siyasette etkili olmuştu. Sokullu hakkında güvensizlik telkin eden ve devlet işleriyle bizzat ilgilenmesinin lü¬zumunu belirten musâhib Şemsî Ahmed Paşa rüşvet yolunu açmak, hükümdarı da buna alıştırmakla itham edilir. Sarayı ida¬re eden Canfedâ Hatun ve kardeşi Divane İbrahim Paşa'nın zulmü dolayısıyla halkın nefretini çektiği bilinmektedir. Bâbüssa-âde Ağası Gazanfer Ağa, valide sultan ve haseki sultan, İsmihan ve Fatma sultan¬larla İbrahim Paşa ile evlendirilen Ayşe Sultan'ın III. Murad üzerinde büyük tesiri olmuştur. Padişah ve hükümet nezdinde nüfuz sahibi olanlar arasında vekilharç Râ-ziye Kadın ile yahudi Kira Kadın dikkati çe-ker. Şehzadeliğinde bir rüya tabiri dolayı¬sıyla itimadını kazanan Halvetî şeyhi Şücâ' cülusun ardından hünkâr şeyhi olarak iti¬bar kazanmış, iş takibi dolayısıyla rüşvet aldığı, büyük servet topladığı şayiaları ya¬yılmıştı. Ancak III. Murad'ın son dönemle¬rinde bunları saraydan uzaklaştırdığı bi¬linmektedir. Selânikî, 1002'de (1594) çok nüfuzlu bir şahsiyet olan Cüce Cuhûd Ke¬mal'i saraydan çıkarttırıp ona tâbi olan birçok üst düzey görevliyi azlettiğini ya¬zar.[611] Bu durum, savaş¬lar dolayısıyla endişeye kapılan ve bir ba¬hane arayan kesimlerin dikkatini saraydan uzaklaştırma manevrası olmalıdır. Öte yan¬dan hicri 1000 (1592) yılında birçok fitne çıkacağı beklentisi ve korkusu onun me¬lankolik yapısını etkilemiş görünmekte¬dir.

İli. Murad'ın iyice saraya kapanması, hatta cuma selâmlıklarını dahi uzun süre ihmal etmesi devrin kaynaklarında eleşti¬rilir. Bazı Batı kaynaklarında onun aslında savaşçı bir karaktere sahip olduğu, ancak önce annesi, ardından Safiye Sultan ekibi tarafından engellendiğinden söz edilir. Bu¬na göre sefere çıkmak yerine padişahın sarayda kalması devlet işleri için daha ha¬yırlıydı, üstelik tahtı baskı altında bulun¬duran sevilen bir vâris de mevcuttu. Bu endişelerin ve telkinlerin IH. Murad üze¬rinde etkili olduğu açıktır. Onun devlet İş¬leri konusundaki tavrıyla ilgili olarak Se-lânikî'nin kaydettiği şiirinde istediği gibi muktedir bir idareci bulamadığından ya¬kınması dikkat çekicidir [612] Dö-nemi Osmanlı kültürünün klasik formu¬nun zirvesine ulaştığı bir devir olarak ta¬nımlanan 111. Murad, "Murâdî" mahlasıy-la dinî ve tasavvufî şiirler kaleme almıştır. Şiirleri bazı mecmua ve tezkirelerde yer alır [613] Bazan ib-hama bürünen Arapça ve Farsça gazelle¬ri, padişahın arzusunu yerine getirmek ve atıyyeler almak için zamanın edipleri ta¬rafından şerhedilmiştir. Çoğu Arapça ve Farsça olan bazı şiirlerinin Hâşimî, Bakî, Subhî, Hoca Sâdeddin, Zekeriyyâ vb. ta¬rafından yapılmış şerhlerini ihtiva eden mecmua ile [614] III. Murad'ın tasavvufa dair müstakil bir telifi olarak gösterilen Fütûhât-ı Siyam [615] muhteme¬len aynı eserdir. Çeşitli kütüphanelerde III. Murad'a ait müstakil divanlara rastlandığı belirtilmiştir [616] Çoğu Osmanlı padişahları gibi III. Murad da iyi bir sanat eğitimi almış, şiir ve ede¬biyatın yanında hat sanatıyla da ilgilen¬miştir. Hocasının kim olduğu bilinmemek¬le beraber Müstakimzâde, sülüs nesih ve ta'lik yazılarda yetişmiş iyi bir hattat ol¬duğunu kaydederek Ayasofya Camii mih¬rabının iki yanında asılı kelime-i şehâdet levhasıyla bir âyet levhasının bulunduğunu bildirmekteyse de bugün mevcut değil¬dir. Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nde [617] Murâdî imzalı celî ta'lik bir lev¬hası mevcuttur. Ayrıca İstanbul Üniversi¬tesi Kütüphanesi'nde kendi hattıyla ince ta'lik eserleri vardır.[618] İslâm ki¬tap sanatları hakkında en önemli başvuru kaynağı olan Âlî Mustafa Efendi'nin Me-nâkıb-ı Hünerverân'mm onun dönemin¬de yazılmış olması dikkat çekicidir. III. Mu¬rad'ın Halvetî şeyhi Şaban Efendi'nin ha¬lifesi olan Şeyh Şücâ'a intisap ettiği, rüya¬larını muntazaman ona gönderip yorum-lattığı bilinmektedir. Şeyh Şaban Efendi ile de teması olmuştur.

III. Murad birçok hayır eseri meydana getirmiştir. Kabe'nin duvarlarının tamiri ve su yollarının temizlenmesi, Mescid-i Ne-bevî'nin tamiri yanında Mescid-i Haram mimari açıdan kesin şeklini II. Selim ve onun zamanında almış, Mekke ve Medine'de birer medrese (998/1589-90), bü¬yük bir imaret, mektep ve zaviye yaptır¬mıştır. En önemli eseri şehzadeliği döne¬minde inşa ettirdiği Manisa'daki mescidi¬nin yerindeki külliyedir. Planlan Mimar Si¬nan tarafından hazırlanan bu külliyenin cami kısmı 994'te (1586), medrese, ima¬ret, han ve tabhâne ise 1001'de (1592-93) tamamlanmıştır. Yine onun adına Mora'-da Modon Kalesi içindeki cami ile Nava-rin'de bugün hâlâ ayakta duran caminin yaptırıldığı bilinmektedir. Ayrıca Topkapı Sarayı'ndaki inşaat, Ayasofya Camii'nin kuzeyindeki iki minare ile minber, kürsü ve mahfil ilâvesi, caminin içine şadırvan ya¬pılması, Fethiye Camii'nin kiliseden tebdili ve Beşiktaş'taki Yahya Efendi Türbesi'nin binası da onun faaliyetlerindendir.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 29974

ulkucudunya@ulkucudunya.com