II. ABDÜLHAMİD’İN DIŞ POLİTİKASI
01 Ocak 1970
Avrupa Gelişmelerinin Osmanlı Devleti’ne Yansımaları
1870-71 Fransa-Prusya Savaşı’nın Prusya lehine bitmesiyle, Dmparator III. Napolyon tahttan
feragat etti ve Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet kuruldu. 1861’de kurulan Dtalyan birliğinin
ardından, 1871’de de Alman birliği sağlandı. Prusya Kralı I. Wilhelm 1872’de Almanya
Dmparatoru (Kayzer) ilan edildi. Bu suretle Avrupa’nın güçler dengesi 10 yıl içinde baştan
aşağı değişmişti. Almanya Avrupa’nın en büyük kara ordusuna sahip devletti. Donanma gücü
ağır basan Dngiltere’nin ardından, Fransa’nın önüne geçerek, Avrupa’nın ikinci büyük askeri
gücü haline geldi. Dlerleyen dönemde tahta çıkacak olan Kayzer II. Wilhelm donanmaya
ağırlık vererek, Dngiltere’yi bu alanda da geçmeye çalışacaktır. Fransa’nın Almanya karşısında
hezimete uğraması, dış politikasını genellikle Fransa’ya dayandıran Âli Paşanın dış politika
anlayışının iflas etmesine yol açmıştır.
Rusya’nın İstekleri
Bu durumdan yararlanan Rusya 1856 Paris Antlaşması’nın Karadeniz’e ilişkin “silahlardan
arındırılmış / tarafsız” statüsünün değiştirilmesini istedi. Çünkü bu maddeye göre Rusya
Karadeniz’de savaş gemisi bulunduramıyor, tersane inşa edemiyordu. Osm donanmasının
Sultan Abdülaziz döneminde alınan ve yapılan yeni gemilerle büyüyerek Dngiltere ve Fransa
donanmalarından sonra dünyadaki üçüncü büyük donanma düzeyine erişmesi Rusya’yı
rahatsız ediyordu. Osmanlı donanmasında 816 top taşıyan, 21 zırhlı ve 173 yardımcı gemi
bulunmaktaydı.
Londra Sözleşmesi (1871)
Rusya’nın Karadeniz konusundaki ısrarcı tutumu, Almanya karşısında bu ülkeyi doğal
müttefik olarak gören Fransa ve Dngiltere tarafından da anlayışla karşılandı. Londra’da 57 gün
süren bir konferanstan sonra, 13 Mart 1871’de imzalanan Londra Sözleşmesi’ne göre
Rusya’nın Karadeniz’de tersane bulundurması ve bu tersanelerde savaş gemisi inşa ederek
Karadeniz donanmasını yeniden kurması kabul edildi. Paris Antlaşması ilk büyük darbeyi
yemişti. Sonraki 6 yıl içinde tamamen ortadan kalkacaktır.
Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi
Abdülaziz, 30 Mayıs 1876’da, 46 yaşındayken bir “darbeyle” tahttan indirildi. Padişahın
tahttan indirildiği darbeyi hazırlayanlar eski sadrazamlardan Hüseyin Avni Paşa, eski ve
müstakbel sadrazam Midhat Paşa, sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ve Şeyhülislam Hasan
Hayrullah Efendi’dir. Her ne kadar Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, padişahın despot
idaresine karşı hürriyetçilerin bir zaferi olarak nitelendirilse de, aslında Sadrazam Âli
Paşa’nın 1871’deki ölümünden sonra sadrazamlığı kimin ele geçireceği üzerine sürdürülen bir
dizi iç siyasi hesaplaşmanın sonucudur. Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten 5 gün sonra 4
Haziran 1876’da göz hapsinde bulunduğu Feriye Sarayı’nda öldü. Bir iddiaya göre eski
padişah, Hüseyin Avni ve Midhat paşaların tertip ettiği bir suikastla öldürülmüştür. Bu
ölümün intihar olduğunu da iddia edenler vardır. Dlginç biçimde, Abdülaziz’in ölümünden çok
sonra bile, karşıt siyasi ve ideolojik duruşa sahip aydınlar arasında, bunun bir cinayet mi
yoksa intihar mı olduğu polemiği sürecek, mesele “istibdattan yana olmak / hürriyet yanlısı
olmak” ekseninde tartışılır olacaktır.
Sultan Abdülaziz’in yerine tahtta geçirilen V. Murad, akli melekelerini yitirdiği gerekçesiyle,
31 Ağtustos 1876’da tahttan indirildi. Yerine Şehzade Abdülhamid tahta geçirildi. II.
Abdülhamid’in tahtta çıktığı dönemde, Osmanlı tarihine “93 Harbi” (Rumi takvimle 1293’te
olduğu için) olarak geçecek Osmanlı-Rus savaşının ilk işaretleri Sırbistan ve Karadağ’da
ortaya çıkmaya başlamıştı.
Dngiltere’nin Osmanlı Devleti Karşısında Değişen Politikası
1876’dan itibaren Osmanlı dış politikasında çok zor bir döneme girildi. Bu dönemdeki,
gelişmelere geçmeden önce, Dngiltere’nin Osmanlı Devleti karşısında izlediği politikadaki –
tam anlamıyla 1878’den sonra belirginleşecek olan - değişikliklere ve Avrupa gelişmelerine
bakmakta yarar vardır.
Dngiltere’nin tutum değişikliğinin ilk işaretlerini Paris Antlaşması’nın hemen arkasından
itibaren almak mümkündür. Kırım Savaşı’nın askeri yorgunluğu ve Hindistan’da özellikle
Müslüman rajaların başlattığı isyanlarla uğraşmak zorunda kaldığından Dngiltere, 1860’larda
Osmanlı Devleti’yle eskisi kadar ilgilenmemeye başladı. Bu iki sonuç doğurdu:
Birincisi, Babıali’nin Dngiltere’nin azalan ilgisi karşısında, Rusya’dan korunmak için daha çok
Fransa’nın dengeleyici rolüne müracaat etmesiydi. Âli ve Fuad paşaların Fransa’ya yakın
politikaları bu ülkeye duydukları muhabbetten değil, zorunluluktan kaynaklanıyordu.
Özellikle Mısır ve Girit sorunları konusunda Fransa’yla yakın ilişkilere “XII. Hafta”da
değindik. 1860’ların sonlarından itibaren Rusya ile Fransa arasında, Prusya’nın eylemlerinden
duyulan endişe sebebiyle oluşan zorunlu yakınlaşma, Osmanlı Devleti’ni Fransa’nın
desteğinden de mahrum bırakacak, III. Napolyon’un 1871’de tahtını terk etmesinden sonra ise
bu ülke bir süre kendi iç siyasi istikrarsızlıklarını gidermekle uğraşacaktır.
Dkincisi, Dngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne duyduğu nispi ilgisizlik dolayısıyla, Rusya’nın
Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini giderek artırmasıdır. 1871 Londra Sözleşmesi’yle
Karadeniz’deki statü değişikliği, Eflak ve Boğdan’ın birleşmesi, Rusya’nın Bulgar isyanına
destek vermesi gibi konular bu dönemde ortaya çıktı.
Bununla beraber, Dngiltere Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasından
henüz vazgeçmemişti.
II. Abdülhamid’in tahta çıktığı yıllarda, diğer devletlerin Osmanlı karşısındaki tutumlarına
gelince aşağıdaki tabloyu görüyoruz:
Rusya Osmanlı Devleti’nin parçalanması için yürüttüğü çabaları giderek artırmaktaydı.
1875’te Makedonya ve Bosna’da başlayan ayaklanmayı, 1876’da topraklarını genişletmek
için Osmanlı Devleti’ne savaş açan Sırbistan’ı ile Karadağ’ı ve bağımsızlık için ayaklanan
Bulgarları destekledi. Tüm Balkanlar’da Panslavist politikalara yöneldi. Rusların Balkanlar’a
bu denli yönelmesi, kuşkusuz aynı alanda nüfuz alanı yaratmaya çalışan Avusturya-
Macaristan Dmparatorluğu’nu rahatsız etmekteydi.
Avusturya-Macaristan Dmparatorluğu, Balkanlar’da başlayabilecek milliyetçi ayaklanmaların
kendisine sıçrayabilecek olmasından endişe duyuyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğünden yana bir tutum benimsemişti. Özellikle Metternich çizgisini devam
ettiren Avusturya Dışişleri Bakanlığı bu görüşü savunuyordu. Ama diğer taraftan, Avusturya
Genelkurmayı içinde, Balkan topraklarını daha sıkı bir denetim altına almak hatta
Osmanlı’dan kopararak, Avusturya’ya bağlamak isteyenler de vardı. Çünkü bu sayede
milliyetçi akımların Avusturya-Macaristan Dmparatorluğu’na sızmasının daha kolay
engellenebileceği düşünülüyordu.
1871’de Bismark’ın liderliğinde ve I. Willhem’in kayrezliği altında, birliğini sağlayan
Almanya, Avrupa’nın en güçlü siyasi birimlerinden biri haline gelmişti. Bismark’ın en önemli
hedefi, intikam almak isteyerek Almanya’ya saldırabilecek Fransa’yı Avrupa’da yalnız
bırakmaktı. Bu nedenle Bismark, Avusturya ve Rusya’yı 1872’de “Birinci Üç imparatorlar
Birliği” adlı ittifak içinde bir araya getirmeyi başardı. Rusya yenilmiş Fransa yerine, kendine
tehdit oluşturabilecek Almanya ile aynı kampta yer almayı uygun görüyordu.
Bismark, bu birliğe en büyük tehdidin Rusya ile Avusturya arasında Balkanlar yüzünden
çıkabilecek bir anlaşmazlık olacağını biliyordu. Bu nedenle Balkanlar’ı bu iki ülke arasında
paylaştırmayı bile düşündü. Buna göre Avusturya, Bosna-Hersek’i alacak, Rusya ise Güney
Besarabya, Bulgaristan ve Romanya’yı himayesi altına sokacaktı. Bismark planının ikinci
aşamasında, bu paylaşmaya ses çıkarmamaları için Fransa’ya Suriye’yi, Dngiltere’ye ise
Mısır’ı vermeyi düşünmüştür. Hatta Balkan topraklarının paylaşımı için Almanya-Avusturya
ve Rusya arasında Reichstadt Antlaşması imzalandı. Fakat Dngiltere hala Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğünden yana olduğundan buna karşı çıkmış ve Bismark bu önerisini geri
çekmek zorunda kalmıştır.
Balkan Krizinin Savaşa Dönüşmesi
1875’te Bosna-Hersek, Makedonya isyanları, Karadağ-Sırbistan bunalımları ve Bulgar Dsyanı
sebebiyle Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki ilişkiler iyiden iyiye gerginleştirmişti.
Dngiltere, Rusya’nın -Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın da desteği ve göz yumması
sayesinde- Balkanlar’a yerleşmesinden endişe ettiği için, Osmanlı Devleti’ne karşı bir süredir
izlediği nispeten ilgisiz politikadan saparak, bunalıma çözüm getirmek için devreye girdi.
Dngiltere, Avrupa Uyumu’na uygun olarak bir konferans toplanmasını ve bu konferansta
Balkanlar’da (Sırbistan, Karadağ, Bulgrasitan) Osmanlı Devleti’nin bir dizi reform yapmayı
kabul etmesini istiyordu. Şüphesiz Dngiltere’nin devreye girmesinde, Bulgar isyanı sırasında,
Osmanlı Devleti’ndeki okullarda görev yapmakta Protestan misyonerlerin Dngiliz gazetelerine
göndermiş oldukları ve “Osmanlı askerlerinin sivil Hıristiyanları öldürdüklerini” iddia
ettikleri abartılı mektuplar sayesinde bu ülkede oluşan kamuoyu baskısının da etkisi vardı.
Dngiltere’nin konferans isteğine rağmen, sorunun iki tarafı olan Osmanlı Devleti ve Rusya bu
konu da pek istekli değillerdi. Çünkü Osmanlı Devleti bunu iç işlerine karışma olarak
görüyor, Rusya ise Balkanlar’daki etkinliğinin sınırlanmasından korkuyordu. Ancak yine de
tahta kısa bir süre önce geçen II. Abdülhamid, bir silahlı çatışmanın kendisini zor durumda
bırakacağını düşündüğünden, konferans çağrısına olumlu cevap verdi. Rusya da, Avusturya-
Macaristan ve Almanya’nın teşvikiyle konferansa katılmaya ikna oldu.
Aralık 1876’da Dstanbul’da Tersane Konferansı toplandı. Aynı gün, Osmanlı Devleti
Meşrutiyet’i ilan etti. II. Abdülhamid zaten tahta getirilirken Mithad Paşa’ya meşrutiyet sözü
vermişti. Ama zamanlama olarak konferansın başlama gününü seçmesinin nedeni Dngiltere’yi
etkilemek ve kendi yanında tutmaya çalışmaktı.
Tersane Konferansı’nda, Bosna’daki küçük bir sınır değişikliği dışında, Sırbistan ve
Karadağ’ın sınırlarında olağanüstü değişiklikler yapılmaması; Bosna ve Hersek eyaletlerinin
birleştirilmesi ve buraya Avrupa devletlerince onaylanacak bir valinin atanması;
Bulgaristan’ın Hıristiyan bir vali tarafından -ömür boyu kaydıyla- yönetilmesi ve yeni
yönetim oluşana kadar Bulgaristan’ın Rusya’nın askeri işgali altında tutulması kararlaştırıldı.
Rusya’nın ileri sürdüğü, Bulgaritan eyaletinin genişleterek, Ege Denizi’ne çıkışı olması talebi
ise kabul görmedi.
II. Abdülhamid, Tersane Konferansı’ndan kısa bir süre sonra, “Meşrutiyetin artık ilan edilmiş
olduğunu, Balkan halklarının bu sistem içinde yer alıp, sıkıntılarından uzaklaştıklarını,
dolayısıyla Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne müdahale etmeye hakları olmadığını”
söyleyerek, Tersane Konferansı kararlarına uyulmayacağını açıkladı. Bunun üzerine,
Reichstadt Antlaşması ile Balkanlar’ın paylaşılması konusunda bir süre önce anlaştığı
Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın tarafsız kalacağına güvenen Rusya, Osmanlı
Devleti’ne savaş açtı.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve Ayastefanos Antlaşması
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında XIX. yüzyıldaki dördüncü savaş olan “93 Harbi”,
Osmanlı Devleti için topyekün bir mağlubiyetle sonuçlandı. Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın
destansı savunması ve Doğu Anadolu’da Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın bazı başarıları dışında
Osmanlı orduları Rus ordusu karşısında tutunamadı. Rus ordusu Trakya’daki savunma
hatlarını hızla aşarak Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar geldi.
Dstanbul’un düşmesi an meselesiydi. Osmanlı Devleti barış yapmak zorunda kaldı. Rusya,
Dstanbul’a girmenin Avrupa devletlerinin tepkisini çekeceğini düşündüğünden şartlarını kendi
belirlediği bir barış antlaşması yapmayı kabul etti.
Mart 1878’de Osmanlı Devleti ve Rusya arasında Ayatefanos Antlaşması imzalandı. Buna
göre, Sırbistan ve Karadağ, toprakları genişletilerek, bağımsız ilan edildiler. Tuna ile Ege
Denizi arasında, Doğu Rumeli, Batı Trakya ve Makedonya’yı kapsayan bağımsız Bulgaristan
ilan edildi. Bosna ve Hersek, Avusturya ve Rusya’nın ortak denetimine sokuldu. Dobruca
Romanya’ya verildi. Batum, Kars, Doğu Bayezid, Ardahan ve Eleşkirt Rusya’ya verildi.
Bu düzenlemeler Balkanlar’ı tamamen Rus nüfuz alanı haline getirmekteydi. Ne kendisine,
Bosna ve Hersek’te ortak denetim maddesiyle “sus payı” verilen Avusturya-Macaristan, ne de
Rusya’nın bu denli güçlenmesini istemeyen Dngiltere Ayastefanos düzenlemelerini içlerine
sindirebilirdi. Ayastefanos Antlaşması’nın değiştirilmesini isteyen Dngiltere ve Avusturya-
Macaristan’ın talebiyle Temmuz 1878’de Berlin Konferansı toplandı.
Berlin Düzenlemeleri
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu tarihten beri, diplomasi alanında Berlin Kongresi’ndeki kadar
çaresiz kaldığı bir durum hiç yaşanmamıştır. Bismark anılarında Berlin Kongresi’ndeki
Osmanlı Devleti’nin durumunu, “ameliyat masasına yatırılmış ve çaresizce doktorların kol va
bacaklarını kesmelerini seyreden bir hastanın” haline benzetmektedir. Bu benzetmede büyük
bir haklılık payı vardır. Dstanbul, Avrupa’nın büyük devletlerinin kendisine biçtiği kaderi
kabullenmek zorunda kalmıştır.
Berlin Antlaşması’yla Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlıkları onaylanmış ancak toprak
kazanımları geri alınmıştır. Bulgaristan toprakları küçültülmüş, bağımsız değil, geniş ölçüde
özerk Bulgaristan kurulmuştur. Bosna ve Hersek, egemenliği Osmanlı Devleti’nde olmak
üzere Avusturya-Macaristan Dmparatorluğu’nun denetimine bırakılmıştır. Eleşkirt ve Doğu
Bayezid Osmanlı Devleti’ne geri verilmiştir.
Berlin Kongresi’nden, Osmanlı Devleti’nden sonra en çok zararla çıkan devlet Rusya oldu.
Bunun durumun Avusturya-Macaristan’dan kaynaklandığını düşünen Rusya, bu tarihten sonra
Bosna-Hersek ve Sırbistan üzerinde Avsuturya-Macaristan’la çok ciddi bir çıkar çatışması
içine girecektir. 1908 Bosna-Hersek bunalımı ve Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin
nedenleri arasında da, bu iki devlet arasında Balkanlar’da yaşanan çekişme önemli bir yer
tutmaktadır.
Diğer yandan, Osmanlı diplomasisi açısından Berlin Kongresi’nin en önemli sonucu,
Dngiltere’nin o tarihe kadar devam ettirdiği Osmanlı devleti’nin toprak bütünlüğü
politikasından vazgeçmesidir. Çünkü, Bulgaristan olaylarının doğurduğu infialden yararlanan
Gladstone liderliğindeki Liberaller, iktidardaki Başbakan D’Dsraeli liderliğindeki
Muhafazakarlar üzerinde baskı kurmuşlardı. Gladstone, Osmanlı Devleti’nin
cezalandırılmasını istiyordu. Aslında, “Osmanlı’nın çöküşünün engellenemez” olduğunu
düşünen Liberaller, “Dngiltere’nin de, Osmanlı’nın mirasından yararlananlar arasında
bulunması gerektiğini” ileri sürüyorlardı.
Muhalefet’in baskısı altındaki Dngiltere Hükümeti, Osmanlı Devleti’ni Haziran 1878’de bir
anlaşma yapmaya zorlayarak Kıbrıs Adası’nın yönetimini “geçici” olarak üzerine aldı. Ancak
bu muhalefeti teskin etmedi. 1880’de Gladstone başkanlığındaki Liberal Parti iktidara geldi.
Bundan sonra kesin olarak Dngiltere’nin politikası değişmiştir. Gladstone, Hindistan yolunun
güvenliği bakımından gerekli görülen Osmanlı topraklarını mutlaka Dngiltere’nin denetimi
altına almayı ve gerekirse Osmanlı toprakları üzerinde kendisine sadık ulusal devletler
kurmayı bir dış politika önceliği olarak benimsemişti. Bu çerçevede, Dngiltere 1881’de Mısır’ı
işgal etti. 1890’lardan itibaren Ermeni isyanlarına Rusya ile birlikte destek verdi ve Ermeni
milliyetçilerini kışkırttı.
Osmanlı Devleti’nin Almanya ile Yakınlaşması
1860lardan beri Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı Fransa’ya yanaşmaya çalıştığından ama
ilerleyen yıllarda bu imkanın ortadan kalktığından söz etmiştik. Dngiltere de 1878’e kadar
Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı yardımına müracaat ettiği bir devletti. Ancak şimdi bu
devlet de Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alıyordu. Bu durumda II. Abdülhamid,
Dmparatorluğun parçalanmasını önlemek için yeni dış politika alternatifleri aramaya başladı.
II. Abdülhamid’ın dış politikasında dört başlığın öne çıktığı görülmektedir.
Birincisi, Avrupa’nın büyük devletleriyle, bu kez Osmanlı Devleti’nin tamamen
parçalanmasına yol açabilecek, yeni bir savaşa girmekten mümkün olduğunca kaçınmaktı. II.
Abdülhamid bunu sağlamak için Dngiltere’nin 1881’de Mısır’ı, Fransa’nın 1882’de Tunus’u
işgal etmelerine ve Dngiltere ile Rusya’nın Ermeni isyanlarına verdiği desteklere rağmen bu
devletlerle savaşmaktan ısrarla kaçınmıştır.
Dkincisi, yakındaki düşmanlara karşı, Osmanlı Devleti’nin topraklarında gözleri bulumayan,
başka bir deyişle Doğu Sorunu’yla çok fazla ilgilenmeyen ama dünya siyasetinde etkili olmak
yönünde ilerleyen devletlerle yakın ilişki içine girmekti. Bu bağlamda, II. Abdülhamid’in
ABD’yle Osmanlı Devleti’nin yakınlaşması için şahsi bir çaba gösterdiği bilinmektedir. Ama
gerek ABD’nin 1823’te ilan edilen Monroe Doktrini gereğince Avrupa işlerinden uzak
durması, gerekse Amerikalı Protestan misyonerlerin Ermeni isyanlarında aktif rol almaları
sebepleriyle iki devlet arasında siyasi bir yakınlaşma sağlanamadı. Diğer taraftan, 1871’den
sonra “Meiji Reformlarını” gerçekleştirerek, hızla gelişen Japonya’ya da özel bir önem
atfeden, hatta Ertuğrul Fırkateyni’ni Japonya’ya gönderen II. Abdülhamid, bu ülkeyle de
önemli içerikte bir ilişkiye giremedi.
II.Abdülhamid’in dış politikasındaki, bir diğer (üçüncü) başlık Panislamizm’di. (Dttihad-ı
Dslami siyaseti). Avrupa devletlerinin egemenliği altında bulunan Müslüman halklarla yakın
ilişki kurarak, bunların Halife’ye bağlılıklarını pekiştirmek, böylece bu devletlerden
algılanabilecek bir tehdide karşı bu Müslüman halkları harekete geçirmek düşüncesiyle, II.
Abdülhamid Halife unvanını yoğun olarak kullandı. Çin, Türkistan, Kuzey Afrika, Hindistan,
Güneydoğu Asya Müslümanlarıyla sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı. Diğer yandan, Osmanlı
hakimiyeti altındaki gayrimüslim nüfusun Avrupalı devletler tarafından sürekli kışkırtıldığını
gören II. Abdülhamid, hiç olmazsa Müslüman nüfusu Osmanlı Devleti içinde tutmayı
amaçlamakta, Halife’ye bağlılığın geliştirilmesinin bu işe yarayacağını düşünmekteydi.
Dördüncü dış politika başlığı ise, en istikrarlı ve Osmanlı tarihinin gidişatını en fazla
etkileyecek olanıydı. Almanya ile yakınlaşma. Bu yakınlaşmada Osmanlı Devleti kadar
Almanya’nın tutumu da etkili oldu. Bismark döneminde (1890’a kadar) Almanya Osmanlı
Devleti’ne yakınlık göstermemiş, hatta Balkanlar’ı Rusya ve Avusturya arasında
paylaştırmayı bile denemişti. Ancak II. Wilhelm 1890’da Alman dış politikasının yönetimini
ele aldıktan sonra bu tavır hızla değişti. Çünkü Almanya, geç kaldığı sömürge edinme ve
emperyalizm sürecine katılabilmek ve Alman ekonomisinin gücünü dünyaya yayabilmek için
Dünya Politikası (Weltpolitik) adı verilen bir politika izlemeye başladı. Bunu sağlamak ve
bunu engelleyebilecek tehditleri ortadan kaldırmak için hızla silahlanmaya yöneldi.
“Welt Politik”in en önemli unsurlarından biri, “Doğu’ya Doğru Yayılma” (Drang nach Osten)
politikasıydı. Bunun için Almanya Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Daha
tahta geçişinin ikinci yılında (1889) II. Wilhelm Dstanbul’u ziyaret ederek, II. Abdülhamid ile
dostluk kurdu. II. Abdülhamid Almanya’nın Dngiltere ve Rusya karşısındaki pozisyonu ve
Osmanlı topraklarında gözü olmaması nedeniyle “doğal bir müttefik” olduğunu düşünüyordu.
Bu adı konulmamış ittifak ilişkisi hızla gelişti.
Bu yakınlaşmanın doruğu 1899’da Alman sanayisine ait Anadolu Demiryolu şirketine, Berlin-
Bağdat demiryolu ayrıcalığının verilmesidir. Bundan bir yıl önce, II. Wilhelm bir kez daha
Osmanlı topraklarını ziyaret etmiş, Kudüs’e kadar giderek kendisini “300 milyon
Müslüman’ın dostu” ilan etmişti.
Berlin-Bağdat Demiryolu ayrıcalığı İngiltere’yi rahatsız etti. Çünkü bu demiryolunun sonunda
Basra körfezine kadar uzatılmasından ve Almanya’nın Ortadoğu’da önemli bir üstünlük
kazanarak, Hindistan’ı tehdit etmesinden endişelendi.
Bu endişeye rağmen Almanya’ya Bağdat Demiryolu ayrıcalığı verildi. Bir yandan da Osmanlı
ordusundaki Alman asker, uzmanların sayısı arttı ve Almanya’dan hızlı bir silah alımı başladı.
Yirminci yüzyıla girilirken, Almanya Dmparatorluğu Osmanlı Devleti’nin en yakın dostu
haline gelmişti.