« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Şub

2012

II. ABDÜLHAMİD VE JAPONLAR

01 Ocak 1970

II. Abdülhamîd'in ilk padişahlık yıllarında, Rus Harbî’nden üç sene kadar sonra (1296 - 1880) Istanbul'a bir Japon heyeti gelmişti. Heyet, Japon İmparatorunun akrabasından (Prens Hebi)’ nin başkanlığı altındaydı.

Asl gayesi Avrupa'yı gezmek, Japon ilerleyişinin temellerini kuvvetlendirmek olan heyet, İstanbul'a uğramayı, Türkiye'nin halini de görmeyi ihmâl etmemişti. Resmî bir sıfatı olmayan heyete, sarayca alâka gösterilmemesi gayet tabiîyken, Abdülhamîd aksini yapmış, heyeti, yâverleri ve tercümanlarına karşılatmış, Beyoğlu'nun en iyi otelini ikâmetlerine vermiş ve bütün masraflarını üzerine almıştı...

Abdülhamid, Doğu milletlerinden biri olan Japonların baş döndürücü terakki hamlelerini büyük bir merakla tâkip ediyor, vatanına ait yükseltme sırlarından belki onların vaziyetinde kendi eliyle çözebileceği bir mânâ arıyordu. Bu bakımdan heyetle alâkalanmış, Japonları Yıldız'a dâvet ederek kendilerine göz kamaştırıcı bir ziyafet vermiş, onları yakından görmek ve tanışmak istemişti.

Bu temasın neticesinde heyet, ertesi günü ziyaret ettiği Sadrâzama iki Doğulu millet arasında siyasî ticarî münasebetler kurulmasını teklif etti, teklifleri Rusya'ya karşı biraz ihtiyatlı olmak şartiyle müsait karşılandı. 1881'de Türkiye'nin Moskova sefiriyle oradaki Japon elçisi arasında mevzu teşkil eden bir anlaşma projesi, bir müddet Osmanlı Hariciyesini meşgul ettiyse de, neticede, Rusya kaygısı yüzünden, Japonları siyasî anlaşmaya girilmeksizin ticarî bir yakınlık ve ruhi dostluk kurulması, gerektiği anda da bu dostluğu hemen ittifaka döndürülebilecek bir mahiyet taşıması münasip görüldü.

Aradan altı yıl geçince, ikinci bir heyet... Heyet, bu defa mareşal rütbeli (Prens Akihito) başkanlığında... Bu Prens, Güneşin Oğlu farzedilen Mikado'nun yeğeni, dayısının oğlu...

Abdülhamid, Prens'e ve heyete büyük alâka gösterdi, onları Dolmabahçe Sarayı'nda misafir etti ve Yıldız'da dostça karşıladı.

Bu defa heyetin vaziyeti resmiydi. Prens, Abdülhamîd'e Mikado'nun gönderdiği en büyük Japon nişanını takdim ediyor, Sultan ise o zamana kadar hiç bir ecnebî devletten nişan kabul etmediği halde, onu zevkle benimsiyordu.

Prens, Hünkâra, Mikado'nun hususî bir mektubunu getirmisti. Mektupta hiçbir sır yok, sadece siyasî ve ticarî sahalarda iki milletin yakınlaşmasına ait dilekler var... Fakat üslûbunda öyle bir eda mevcut ki, Abdülhamid'e Rusya'ya karşı başı şıkışır sıkışmaz hemen Japon desteğini vâdetrnekte...

Abdülhamid bu manâyı, hemen sezdi, sezdiğini de Prens'e göz işaretiyle bildirircesine hissettirdi, ayni mânâya bağlılığını Prens'e hesapsız ikramlar ve iltifatlar şeklinde gösterdi. fakat dışarıya hiçbir ipucu vermedi.

Japon Prensi, mes'ut, memleketine dönerken Payitahtta büyük mesele:

— Japon heyetinin ziyaretine mutlaka mukabele etmek şart... Fakat hangi şehzadeyi ve beraberinde kimleri göndermeli?.. Böyle bir ziyaret bütün Avrupa'yı, hele Rusya'yı müthiş kuşkulandırır. Ne yapmalı?..

Vezirler, parmaklarını şakaklarına dayamış, bunu düşünürken, Abdülhamîd, formüllerin en ince ve şahânesini buldu. Sadrâzam Kâmil Paşa'yı saraya çağırttı ve emrini verdi:

— Japonların ziyaretine karşılık olarak, siyasî mânâ taşıyan blr heyet göndermeyeceğiz de, talim ve terbiye vesilesi altında bir mektep gemisi göndereceğiz. Bu gemi, bayrağımızı, Hindistan ve Çin sularında ve müslümanların oturduğu adalarda dalgalandıracak...

Japonya'ya karşı resmî vaziyeti de esasta sıkı dostluk nişanesi altında bir ilmî tetkik seyahatı olacak...

Karar derhal tatbik edildi ve «Ertuğrul» isimli gemi, seçkin bir kadroyla Japonya'ya gönderildi.

Gemiye, Bahriye Nâzırı'nın damadı Miralay (albay) Osman Bey kumandan tâyin edilmiş ve bu değerli subayın vazifesi, hakikatte, Sultan'ın mektubunu Mikado'ya vermek, hediyelerini takdim etmek ve fevkalâde murahhas olmak üzere tâyin edilmişti.

Miralay Osman Bey olarak yola çıkan «Ertuğrul» kumandanı, gemi Singapur'a varınca, yolda paşalığa yükseltildi. Mikado'nun huzuruna paşa olarak çıkmaya hazırlandı; ve İstanbul'da verilmeyip yolda bahşedilen bu rütbe hâdisesi de yine Sultan'ın siyasî dehâsından bir örnek oldu.

Taktiği, bütün nazarların "Ertuğrul" üzerine çevrildiği bir anda fazla alâyis ve seyahat üzerinde hususî bir kıymet belirtmemekti.

«Ertuğrul», (1306 - 1890) yılının 26 Mayıs günü, onbir ay süren bir seyahatten sonra Yokohama limanında...

O zamanın seyrüsefer şartlarına göre, bu seyahat, Türk Bahriyesi adına bir başarı... Yol boyunca uğranılan İslâm ülkelerinde yıldızlı hilâlin dalgalanışı bakımından da muazzam ruhî kıymet...

Karşılıklı merasim topları atılırken, gemiye gelen Japon Teşrifat Nâzırı, Osman Paşa'nin elini hararetle sıkarken şöyle diyordu:

— Hoş geldiniz Amiral! Haşmetlû Mikado Hazretleri adına sizi selâmladığım şu dakikada hilâl ve güneşin birleşmiş olduğunu görmekle saadet duymaktayım!

«Ertupğul» gemisinin sembolleştirdiği mânâ ve şahıslara gösterilen alâka ve sıcaklık, Mikado'dan çöpçüye kadar pek büyük oldu. Arada, bellibaşlı ve madde madde sınırlı bir anlaşmaya varılmaksızın, bir daha gelmeyen bir güne ısmarlanmış olarak, ruhî yakınlık ve dostluk zemini tamamiyle kuruldu. «Ertuğrul» her akşam, etrafındaki binlerce Japon kayığına 50 kişilik bandosiyle konserler vererek üç ay kadar Japon sularında kaldı ve nihayet döndü.

Dönemedi.

Hareket edecegi gün Japon Bahriye Nezaretinden barometrelerin birden çok düşmüş olduğu ve Japon Denizi'ne ait korkunç fırtınalardan birinin patlamasına ihtimal bulunduğu, bu yüzden hareketini geciktirmesi gerektiği haberini almasına rağmen denize açıldı.

Hareketinin ertesi akşamı, Japon Denizi'nin o müthiş tayfununa yakalanış... 44 saat, ha batıyor, ha battı, su yüzünde bir fındık kabuğu gibi fırtınayla boğuşma; ve neticede (Osima) kıyılarındaki kayalıklar üstünde parçalanış... İçindekilerin çoğu şehit, gerçek şehit... 607 candan, kurtulabilenler 69 kişi... Osman Paşa boğulanlar arasında...

«Ertuğrul» hakkındaki en güzel sözü bir Japon gazetesi söyledi:

"— Ertuğrul vazifesini yapmıştır."

Japonya ve Türkiye'de duyulan acı, her mikyasin üstünde... Mikado, kendi sularındaki felâket yüzünden dövünür ve elindeki 69 kazazedeye ne yapacağını bilemezken, Abdülhamid, günlerce ne yedi, ne içti, ne de lâf edebildi.

Türk kazazedelerini Istanbul'a getiren iki Japon harb gemisine halk ve Abdülhamid tarafmdan alâkaların en coşkunu...

Abdülhamîd'in Japonlar ve Japonya mevzuunda başlıca emeli, Avrupalîlaşırken şahsiyetini elde tutan ve ondan zırnık feda etmeyen bu milleti, şiddetle atıldığı yükselme yolunda gerçek dine de ulaştırmaktı. Nitekim, Japonya'da «Dinleri înceleme» adında bir de teşekkül kurulmuş ve kongre tertiplenmişti. O güne kadar Japonya'da pek fena ve kaba, şekilde yürütülen Islâm propagandası, işte bu vesileyle birdenbire Japon halkının ruhuna yöneltilebilir ve Doğu’nun bu muazzam milleti elinde Müslümanlık yepyeni bir hamleye kavuşabilirdi.

Abdülhamîd, bu dâvaya çok ehemmiyet verdi; ve Japonlar tarafından istenilen din kitaplarını, kütüphanesinin en nâdide eserleri arasından seçip gönderdi ve bu kitaplarm arasına bir de, üzerindeki insan emeği bakımıdan madde ölçüsüyle paha biçilmez bir Kûr'ân ilâve etti. Toplanacak kongre üstünde de en derin şekilde müessir olmayı düşünürken, misyonerler ve kozmopolitler tarafindan araya bin fesat sokuldu ve başarı yolları kapatıldı. Mikado ise, yine ayni fesatlar yüzünden böyle bir kongreye lüzum görmediğini ve tebaasının fert fert dilediği dini seçmekte hür oldugunu ilân etti.

1904 Rus - Japon Harbinde koca Rusya'yı dize getiren Japonların ruhundaki ham mistigi anlayan ve onu İslâmiyetle kemalleştirmek isteyen Abdülhamid, böylece, Japonlar nezdinde gizli bir müttefik muhafaza etmekten başka bir imkân bulunmadığını anladı ve her sahada niüdafaadan ibaret olan kaderine boyun eğdi.

Kaynak: Necip Fazil Kisakürek, Ulu Hakan - Ikinci Abdülhamid Han, s. 294-298

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 30603

ulkucudunya@ulkucudunya.com