BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL VE BAYBURT KAYMAKAMI NUSRET BEYLERİN İDAMI: İHANETİN SON PERDESİ
NECDET SEVİNÇ 01 Ocak 1970
Milli Şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey
Düşman donanması 13 Kasım 1918'de, sadece Osmanlı padişahının ikametgâhı değil, aynı zamanda Devlet Başkanlığı makamı olan Dolmabahçe Sarayı'nın önünde demirler. Topların tehditkâr namlularını saraya çevirir.
8 Şubat 1919'da Fransızların Doğu Orduları Komutanı Mareşal Franşe Despere, rıhtımda ayaklarının altına serilen Türk bayrağını çiğneyerek Rum, Ermeni, Yahudi ve Levantenlerin çılgınca alkışları arasında ve tıpkı Fatih'in İstanbul'a girerken bindiği gibi beyaz bir atın üzerinde bugünkü İstiklâl Caddesi'ni boydan boya geçerek Fransız Sefareti'nin önüne gelir.
Bu arada, düşman çizmeleri altında çiğnenen Türk vatanından, Fransız ve İngilizlerin himmetiyle bir parça koparmak isteyen dünün azılı Türk düşmanları, elleri kanlı katiller gadre uğramış insanlar pozunda ortaya atılırlar. Kendilerini sürgüne tâbi tutanların cezalandırılmasını isterler. Osmanlı Hükûmeti ve hattâ hükümdar onları haklı görür.1
Bu arada Tevfik Paşa Hükûmeti'nin kurduğu Tahkik-i Fecâyi Komusyonu çalışmalarına başlamıştır. Komisyona tehcire tâbi tutulan Rum ve Ermeniler hakkında tahkikatta bulunarak onların mağduriyetini önlemek gibi bir görev verilmiştir. İstinaf Mahkemesi âzâlarından Artin Efendi'yle, Adliye Nezareti Umur-u Hukukiye Müdür Muavini Haralambos Efendi komisyon üyesidirler. Eski Bitlis Valisi Mazhar Bey, komisyon başkanıdır.2
Fakat hiçbir fert ve komisyonun ve hattâ hükûmetin, İngiliz siyasî komiserlerinin arzularına aykırı bir tespitte bulunabilmeleri esasen imkânsızdır. Bu o kadar böyledir ki, Ermeni soykırımı iddiaları üzerine Tevfik Paşa Hükûmeti 26 Mart 1919 tarihinde 1. Dünya Savaşı'nda taraf olmamış İspanya. İsviçre, Danimarka, İsveç ve Norveç'ten bu iddiaları incelemek üzere ikişer hukukçu gönderilmesini istemiştir. Fakat bu teşebbüs İngilizlerin müdahalesi üzerine sonuçsuz kalmıştır.3
Aslında Tevfik Paşa Hükûmeti bir kukla hükûmettir ve zaten bu hükûmete Türk Hükûmeti demek de pek mümkün değildir.Şöyle ki; Ticaret ve Ziraat Nazırı Kostaki Vayani Efendi'dir. Posta Telgraf Nazırlığı'na Oskar Efendi getirilir, fakat Oskar Efendi bu görevi reddettiği için yerine Cebel-i Lübnan Mutasarrıfı Yusuf Franko tayin edilir. Halep doğumlu Katolik Rum olan bu Yusuf Franko, İstanbul'daki Fransız Yüksek Komiseri Defrance'ın bacanağıdır!4
Memurîn ve Sicil-i Ahvâl Müdürü Timo Leon Efendi, çok daha önemli bir makam olan Dahiliye Nezareti Heyet-i Teftişiye Müdüriyet-i Umumiyesi'ne atanır, Dahiliye Memurîn ve Sicil-i Ahvâl Müdürlüğü'ne Ohannes Ferit, Birinci Sınıf Mülkiye Müfettişliği'ne de Haraçyan Efendi getirilir. Maliye Nezareti Müsteşarlığı'nda bir başka Ermeni oturmaktadır: Mihran Düz.5
Damad Ferit iktidara gelince Kostakia Vayani'yi Âyân Meclisi üyeliğine tayin edecek, Âyân Meclisi Reis Vekilliği koltuklarına da bir Rumla bir Ermeniyi oturtacaktır.
Aristidi Paşa ve AzaryanEfendi!
Herhalde rıhtımda, Mareşal Despere'nin ayaklarının altına Türk bayrağı sermek gibi bir alçaklığı irtikâp ettiklerinden hükûmetin azınlıklara gösterdiği bu itibar mahkemelere de yansır. Hükûmet 14 Aralık 1918'de Ermeni Tehciri sırasında suç işleyenlerin yurdun çeşitli bölgelerinde kurulacak Divan-ı Harplerde yargılanmalarına karar vermiştir.6
İlk Divan-ı Harp Mahkemesi bu karardan 48 saat sonra 16 Aralık'ta İstanbul'da kurulur. Divan Başkanı emekli ferîk yani tümgeneral Mahmut Hayret Paşa'dır.
Yedeklerle birlikte 8 üyeden teşekkül eden mahkeme heyetinin dördü azınlıktır! Başkan dahil, üç asker üyesinin üçü de emeklidir. Bunlardan Ali Nadir Paşa, İzmir'i kolayca Yunanlılara teslim edecek, Süleymaniyeli Mustafa Paşa da Atatürk ve arkadaşlarına idam kararı veren mahkemenin başkanlığını yapacaktır ki, bu subaylar muhtemelen İttihat Terakki tarafından ordudan tasfiye edilmiş subaylardır.
Heyette bir de milliyeti ve hattâ dini meçhul olan Sami adında bir savcı vardır. Dersaadet İstinaf Mahkemesi'nden Artin Musdicyan, Beyoğlu Bidayet Mahkemesi'nden Moiz Zeki ve Misak Margaryan'la Dimitraki efendiler de heyetin azınlık üyeleridir.8 Sina Akşin'in dediği gibi9 şayet Sami adındaki savcı Yahudi ise mahkeme heyetinde azınlıklar beşe üç üstünlük sağlıyor demektir.
Biz azınlıkları bir kenara itip Müslümanlar üzerinde biraz durmak istiyoruz: Ali Nadir Paşa hakkındaki aytınlatıcı bilgiye sahip değiliz. Falih Rıfkı Atay, mahkeme başkanı Mahmut Hayret Paşa'dan, “Harp Divanı'nın başında pek açık Arnavut şivesiyle bir sakallı paşa” diye bahseder.10 Mahmut Hayret Paşa ayrıca Türk vatanperverlerini suçlayan ve başyazarı Millî Mücadele aleyhindeki yazılarından dolayı linç edilen, Mihran Nakkaşyan'ın Sabah gazetesi tarafından da hararetle desteklenmektedir.11 Süleymaniyeli Mustafa Paşa ise Kürt Teâli Cemiyeti'nin üyesidir.12
Yani evliya bile olsa bir Türk evlâdının bu mahkemeden ceza almadan çıkması hemen hemen imkânsızdır!
Nadir Paşa'nın “Azadan Musdicyan Efendi'nin nüfuzuna tâbi olmakla suçladığı”13 Hayret Paşa Divanı, Tevfik Paşa Kabinesi'nin istifası üzerine 4 Mart 1919'da kurulan Damat Ferit Hükûmeti'nce dağıtılır. Gerçekten de Mihran Nakkaşyan tarafından yayınlanan Sabah gazetesinde göklere çıkarılan Hayret Paşa, Ermenilere ve diğer azınlıklara mensup mahkeme üyelerinin hazırladıkları soruşturma evraklarıyla aleyhteki şahitlerin ifadelerinden de etkilenmiştir.14
Damat Ferit Paşa yeni bir Harp Divanı teşekkül ettirir. Hayret Paşa Divanı'nın bütün dâvâ dosyaları yeni divana devredilir. Divan Başkanlığı'na önce Erkân-ı Harp Mirlivalarından Ali Fevzi Paşa, onun istifası üzerine de Kürt Teâli Cemiyeti üyesi Süleymaniyeli Mustafa Nâzım Paşa getirilir. Adliye Nezâreti Umur-u Hukukîye Müdür Muavini Haralambos Efendi savcı yardımcılığı koltuğuna oturtulur. Eski Halep Mebusu Artin Boşgezenyan, Misak Margaryan, İkinci Ticaret Mahkemesi üyelerinden Dimitraki Efendi, İzmir İstinaf Savcısı Cevat ve Emniyet-i Umumiye Seyr ü Sefain Müdürü milliyeti meçhul Hüsnü Bey'le, milliyeti meçhul Nazif Bey de sorgu hâkimidirler. Bu takıma bilâhare Aşçıyan adında bir Ermeni daha sorgu hâkimi olarak ilâve edilir. Milliyeti meçhul Nazif istifa edince yerine kim gelir, biliyor musunuz?
– Şûra-yı Devlet Mülga Mahkeme-i İstinafiye üyelerinden Sait Molla!
– O kim?
– İngiliz casusu olduğu bugün artık şeksiz şüphesiz ortaya çıkan bir vatan haini!
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey rahmetlisiyle, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey rahmetlisinin hangi siyasî komploya kurban edildiğinin kavranması için de, bugün düşman ellerde dolaşan soykırımla ilgili mahkeme kararlarının niçin hiçbir kıymet ifade etmediğinin anlaşılması için de bu Sait Molla ve Mustafa Nâzım üzerinde biraz duracağız.
İNGİLİZLERİN MAAŞA BAĞLADIĞI PARTİ KURUCUSU
Bu parti kurucusundan söz etmeden birkaç satırla Hürriyet ve İtilâf Partisi'nden bahsetmemiz gerekiyor.
4 Mart 1919'da hükûmetin Damat Ferit'e teslim edilmesi demek, aslında 1910'dan beri muhalefette kokuşmuş olan Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin iktidara gelmesi demekti. Bu parti, 1918 yılı sonlarına doğru Damat Ferit'in girişimiyle yeniden kurulmuş, Genel Başkanlığa Sultan Abdülhamid'in Baş Mâbeyncisi Nuri Paşa, Genel Sekreterliğe de Ali Kemal getirilmişti.
Hürriyet ve İtilâf'ın ilk işi Osmanlı Hükûmeti'nin cezalandırmak için Rus Çarına, İngiltere Kralına ve Fransa Cumhurbaşkanına birer şikâyet telgrafı çekerek, memleketin iç işlerine karışmalarını istemek oldu15. Fakat parti daha çok İngilizlerle iş birliği hâlindeydi. Partinin gizli genel başkanı olan Damat Ferit, 12 Eylül 1919'da İngiltere temsilcisiyle “İngiliz mandasının kabulüne dair” gizli bir anlaşma yapmış, bir gün sonra da müttefiklerden Mustafa Kemal'in ezilmesi için izin istemişti. Partinin kurucularından biri olan Miralay Sâdık Bey, bilahare Mısır'a gidip, İngilizlerin himayesine girmiş ve rahmetli Celâl Bayar'ın deyimiyle, İngilizlerin adamı olmuştu ki,17 İstanbul'daki İngiliz Gizli Teşkilâtı'nın yönetici kadrosundan General Deeds, Mısır'daki Miralay Sâdık Bey'e ayda 40 İngiliz lirası verdiklerini itiraf etmiştir.18Yani Boğazlıyan Kaymakamı Kemal ve Urfa Matasarrıfı Nusret Bey, yargılanırken ülkeyi İngiliz Sefareti'nin talepleri doğrultusunda yöneten bir hükûmet vardı! Bilâhare Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi olarak anılacak bu olağanüstü mahkeme, istilâcıların, Türkiye'ye hükmetmek için harekete geçirdikleri bir mekanizmadan ibarettir!
O hâlde bu takımın, Kürt Teâli Cemiyeti'ne mensup Mustafa Nâzım'ı olağanüstü mahkemenin başkanlığına, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nden Sait Molla'yı da sorgu hâkimliğine getirmesi tesadüf değildi. Bakınız Kemalettin Şükrü, “Mütareke Acıları” isimli eserinde bu mahkemenin hangi maksatla kurulduğunu nasıl anlatıyor: “Nâzım Paşa Divan-ı Harbi'nin teşekkülünden maksat meydanda idi: İngilizlere yaranmak, Rum ve Ermenileri memnun etmek için derhal birkaç kurban vermek!”19 Fethi Okyar'ın “En hunhar canavarlar tıynetinde yaratılmış bir cellât” şeklinde tavsif ettiği20 bu Nemrut Mustafa, Ermeni gazetelerine iç güvenliğimiz aleyhine beyanlarda bulunacak kadar Türk'e ve Türkiye'ye düşmandır! Bu beyanlar sebebiyle sorguya çekilen21 paşa, Türklük aleyhindeki davranışlarından ve bölücü faaliyetlerinden dolayı görevinden alınmıştır.22
Nemrut Mustafa Paşa'nın bir ara Türk gizli teşkilâtı olan Teşkilât-ı Mahsusa'ya alındığını ve Diyarbakır'da istihdamı için Harbiye Nezareti'nin onayının da sağlandığını yazan örgütün Mim Mim Grubu Başkanı Hüsamettin Ertürk, bu seviyesiz mahkeme başkanı için şu değerli bilgileri verir: “Fakat Millî Mücadele senelerinde İngiliz İşgal Kuvvetleri'nin emriyle çalışmış, birkaç vatanperveri idama mahkûm eylemiştir. Bedirhanîlerden olan paşa ayrıca Şeyh Sait İsyanı'nı da hazırlamıştır!”23
Türk Genelkurmayı'nın elindeki bilgiler çok daha tüyler ürperticidir. Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Arşivi'nde Nemrut Mustafa'nın Kürtleri ayaklandırmak için İngilizlerden 50 bin lira aldığına, İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Kürdistan'a vali tayin edildiğine dair belgeler bulunmuştur.24
10 Ekim 1921 tarihli iki ayrı belgede ise Nemrut Mustafa'nın Diyarbakır civarında bulunduğu25 ve Kürt ayrılıkçılığı için çalıştığı belirtilmektedir.26
PAPAZIN EMRİNDEKİ MOLLA
Evet. Mahkeme Başkanı böylesine, sâbıkası oldukça kabarık bir Türk düşmanıdır. Mahkemenin sorgu hâkimi Sait Molla'ya gelince, Şeyhülislâm Cemalettin Efendi'nin yeğeni, Mustafa Neşet Molla'nın oğlu olan Sait Molla, İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin kurucu üyesidir27. Bu cemiyet, İngiliz parasıyla, İngiliz kontrolu altında, İngiliz politikasının savunuculuğunu sütlenmiş olanlar tarafından kurulmuştur.28 Kayıtlardaki ifadelerden anlaşıldığına göre Sait Molla, cemiyetin gerçek başkanı olan rahip Frew'in emri altında çalışmıştır.29
Ya rahip Frew kimdir?
Rahip Frew, İngiliz Gizli Teşkilâtı'nın İstanbul örgütünün başkanıdır.30
Kürt ayrılıkçı hareketini himâye eden İngiliz Entelijans Servisi'nin bu papaz ajanı, Patrikhane yoluyla Kürtler için Yunan Hükûmeti'nden bile para sızdırmıştır31.
23 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgallerini protesto maksadıyla düzenlenen Sultanahmet Mitingi yapılırken, İngliiz Muhipleri Cemiyeti'nin kurulduğunu birer telgrafla belediye başkanlarına ileten Sait Molla, 24 Mayıs'ta da yine Anadolu'daki belediyereislerine tek tek telgraf çekerek32 İngiliz müzaheretini kabul ettiklerini İtilaf Devletleri'nin bütün temsilcilerine, hükûmete ve gazetelere bildirmelerini, yani İngiliz mandasının kabul edilmesini istemiştir.33
Anadolu'da Millî Mücadeleye karşı ayaklanmalar tertiplenmesini de teşvik eden bu vatan haini, Türk ordusu İstanbul'a girince soluğu Rusya'da almış ve orada sefâlet içinde ölmüştür.34
Üyeleri zaman zaman değişmesine rağmen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal ve Urfa Mutasarrıfı Nusret beylerle arkadaşları, Müslümanı ve Hristiyanıyla Türk düşmanlarından oluşan işte böyle bir heyet tarafından yargılanmışlardır. Kemal Beyin yargılanması sırasında duruşmalara genellikle Savcı Başyardımıcısı Haralambos girmiştir35. Sorgu hâkimi Artin Boşgezenyan ve Sait Molla'dır. Sait Molla bilâhare Kürtçülük faaliyetlerine daha fazla zaman ayırmak maksadıyla istifa etmiştir. Yargılama, hüküm ve infaz safhalarında ise adalet sürekli olarak kurşuna dizilmiştir.
SUÇ VE HÜKÜM
6 Kanun-ı evvel 1918 tarihli İkdam gazetesinin haberine göre Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, “Ermenilerin tehcir ve taktilinde ikaa eylediği mezâmiminden dolayı hakkında vâki olan şikâyetler üzerine tevkif edilmiştir. “O hâlde bu taktil yani öldürme isnadının ispat edilmesi gerekir. Oysa Kemal Bey, daha önce de gene tehcir meselesinden dolayı yargılanmış ve beraat etmiştir36.
İzmit Sancağı Muhacirin Müdürü iken, Boğazlıyan Kaymakanlığı nda bulunduğu sırada menkul ve gayrimenkul bir takım Ermeni mallarının yağma edilmesinde ihmali görüldüğü iddiasıyla Ankara Vilâyeti Meclis-i İdaresi'nin 22 Ocak 1916 gün ve 185 sayılı lüzum-u muhakeme kararı ile görevinden azledilmiştir. Konya İstinaf Mahkemesi'nde yapılan muhakemesi sonunda 25 Temmuz 1918'de itham edildiği suçlardan beraatine karar verilmiştir.37
Görüldüğü gibi bazı Ermeni mallarının yağma edilmesinde ihmalinin olabileceği ihtimaliyle bile hakkında açılan dâvâda ne cinayetten bahseden olmuştur, ne de öyle bir şikâyet. Ama işgal altındaki İstanbul'da kurulan mahkeme, adaletten çok kurban aramıştır. Teşkilât-ı Mahsusa'nın Mim Mim Grubu Başkanı Hüsamettin Ertürk'ün dediği gibi aslında Kemal Bey'in suçu, Ermenilerin Boğazlıyan'a bağlı Türk köylerini ateşe verdikleri ve üzerlerine gönderilen jandarmalara karşı silâh kullandıkları sırada Boğazlıyan Kaymakamı olmasıydı!
İşte o günlerde Kemal Beye İçişleri Bakanlığından gelen bir telgraf “Ermenilerin 24 saat zarfında Boğazlıyan İlçesinden çıkarılmalarını istiyordu”38
Kemal Bey, üst makamdan aldığı emre uyduğu için yargılanan ilk memur değildi, son memur da olmadı. Fakat onu yargılayan mahkeme gibi mahkeme bir daha kurulmadı.
Şöyle ki: Kemal Beyin dâvâsına katılan toplam 28 şahidin sadece 3'ü savunma şahididir! Çünkü mahkeme İstanbul dışından gelecek bütün tanıkların yol masraflarının karşılanmasına dair karar almasına rağmen, müdafaa şahitlerini bu kararın dışında bırakmıştır. Savunmanın, tanıkların ifadelerinin istinabe yoluyla, yani bulundukları yerlerdeki mahkemeler tarafından alınmasıyla ilgili talepleri de dikkate alınmamıştır39. Mahkemeye Kemal Beyi savunmak için gelen Miralay Şahap, Mehmet Nedim ve Yozgat eski Mutasarrıfı Cemil Beylerin sanığın lehinde veya aleyhinde kesin bir ifadeleri de yoktur. Manastırlı Halil Recai Beyin ifadesi ise sanığın aleyhindedir! Miralay Şahap Bey, İngiliz vatandaşı bir Müslüman, geri kalan 24 şahidin tümü de Ermenidir. Patrikhanenin toplayıp, Patrikhanenin getirip götürdüğü ve tabiî Patrikhanenin hazırladığı40 bu şahitlerin çoğunun ifadesi savcı tarafından bile şüpheyle karşılanmıştır. Sami Beyin hazırladığı iddianameye tamamen iştirak ettiğini beyan eden 41 dâvâ vekili Leon Remzi Efendi, Yozgat'ta katledildiği iddia olunan akraba ve taallukatından 115 kişinin vekili sıfatıyla mahkemede bulunduğunu söylemiştir. Fakat elinde ne vekâletnâme vardır, ne de ilgili mahkemeden, katledildiğini iddia ettiği akrabalarının varisi olduğuna dair bir belge alabilmiştir! Bu adam savunma avukatlarının itirazlarına rağmen milliyeti meçhul Savcı Sami Beyin kararıyla müşteki sıfatıyla duruşmalara katılabilmiştir! Aynı şekilde bir diğer vekil olan Hımayak Hüsrevyan42 ve Süranyan da öldürülen Ermenileri temsil ve dâvâcıya vekâleten duruşmalarda bulunmakla beraber, mahkemeye veraset veya vekâlet belgesini sunamamışlardır43. Şahitlerden Mıgırdıçoğlu Serkis ile Ojeni Varvaryan binti Kazaros'un ifadeleri savcı tarafından bile çelişkili bulunmuş “önceden yazılıp ezberlenmiş” olarak değerlendirilmiştir. Ohannesoğlu İstepan önce binlerce Ermeninin öldürüldüğünü, mahallesindeki bütün Ermenilerin katledildiğini söylemiş, öldürülen bir kimseyi görüp görmediği sorulunca, kimseyi görmediğini ifade etmiştir!Şahitlerden Aznif, tehcir sırasında 13, Artin Veledi Agop da 12 yaşında bir çocuktur!44
Yozgat Jandarma Konutanı Tevfik Bey ile Evkaf Memuru Feyyaz Bey, Kemal Beyin suç ortağı oldukları iddiasıyla yargılanmaktaydılar45. Şahit Leon Nahabetyan, Keller Köyünde Kemal ve Tevfik Beylerin 4 kişiyi bizzat öldürdüklerini söylemiştir46. Keller Köyü ile ilgili bu iddia Antranik tarafından da tekrarlanmıştır. Aynı kişi tarafnıdan tembihlendiği anlaşılan Agop oğlu Artin, önce Kemal Beyi Keller Köyünde nargile içerken gördüğünü söylemiş, sonra şaşırıp Sırçalıtekir'de ayran içerken gördüğünü beyan etmiştir. Oysa Kemal Bey, Keller Köyüne hiç gitmediği gibi, nargile içmek gibi bir alışkanlığa da sahip değildir47.
Şahitlerden Manastırlı Halil Recai Bey, tehcir sırasında Ankara'da bulunduğunu, Yozgat olayları hakkına bilgisi olmadığını, fakat Kayseri'deki Miralay Şahap Beyden kendisine Yozgat'ta 2-3 bin Ermeninin öldürüldüğüne dair bir telgraf geldiğini söylemiş48 fakat İngiliz tebası olan Miralay Şahap Bey, huzurda böyle bir telgraf yazmadığını beyan etmiştir49.
Mahkeme Patrikhane tarafından âdeta Kemal Beyi astırmak için programlanmış şahitlerin en saçma iddiaları dahi incelendiği hâlde, Jandarma Konutamı Tevfik Bey, “Mersin'den Yunan konsolusu vasıtasıyla Terzili Köyüne bir top getirildiğinden” bahsetmesine rağmen50 reis, bu top meselesi hakkında bir tek soru bile yöneltmemiştir! İngilizlerin bir cinayete yargı kılıfı uydurmak için kurdukları anlaşılan bu mahkeme 8 Nisan 1919'da Kemal Beyi idama mahkûm etti. Bu ceza, bir tehcir suçlusu aleyhine verilen ilk idam cezasıydı51. Jandarma Komutanı Binbaşı Tevfik Bey, 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı.
Damat Ferit, duruşmanın bitiminden hemen sonra padişahı ziyaret ederek hükmün infazı konusunda söz aldı. Bir bakıma onun iktidarda kalması, bu masum vatan evlâdının asılmasına bağlıydı. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, fetvayı verdi ve idam hükmü 10 Nisan 1919 günü öğleden sonra İstanbul Beyazıt Meydanı'nda infaz edildi. Kemal Bey, vasiyeti uyarınca Kadıköy Kuşdili Çayırı'nda, oğlunun yanında vatan topraklarına emanet edildi52.
Kemal Bey idam edildiğinde Beyazıt Meydanı'nda bulunan ve M.M. teşkilâtının önemli bir mensubu olan Hüsamettin Ertürk, o kara günü şöyle bir tablo ile tasvir etmiştir:
“İstanbul limanında bir harp gemisi sefere hazırlanıyordu. Bu Fransız harp gemisinin ismi, “Demokrasi” idi. Ferit Paşa Hükûmeti Sevr Muahedesi'ni imzalamaya karar vermişti. Ertesi günü Osmanlı Heyet-i Murahhasası bu gemi ile Fransa'ya hareket edecekti. Bu heyette Maarif Nazırı Bağdadlı Hadi Paşa, ayandan Filozof Rıza Tevfik ve Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet beyler vardı. Onlar da hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Fakat İstanbul'da hiçbir kimse bu heyetle meşgul değildi. İşte bu geminin hareketinden 12 saat evvel bir akşam İstanbul halkı akın akın Beyazıt meydanında toplanmaya başlamıştı. Teşkilât-ı Mahsusamızın eski arkadaşları ve Mim Mim Grubu'na mensup adamlarımız bu meydanda buluşmuşlardı. Ben de halkın arasına karışarak bu feci manzarayı görmeye gitmiştim. Yalnız herkes birbirine soruyordu:
– Niçin karanlığa bıraktılar?
– İşlerine öyle geliyor da onun için!..
Meydanı dolduran insan kalabalığını on binlerin üstünde buluyordum. Saat öğleden sonra beşi geçiyordu. Yollar, meydanlar, damlar mahşerî bir kalabalık hâlinde dolmuştu. Şimdiki üniversitenin rektörlük dairesinin önündeki çınarın altında üç ayaklı darağacı kurulmuştu. Bu idam sehpasının etrafı jandarma ve polisle kordon altına alınmıştı. Binanı önünde İngiliz, Fransız askerî kuvvetleri de yer almıştı. Kürt Mustafa Paşa Divan-ı Harbi'nin kimlerden emir aldığını gösteren bu inkâr kabul etmez deliller, böylece ortada duruyordu. Halk bir deniz gibi dalgalanıyordu. Güneş Süleymaniye arkasında sessizce batıyor, ortalığa pembe bir akşam rengi sinmiş bulunuyordu. Birden bire bu kalabalığın bir anda sustuğu görüldü. Kimse nefes bile almıyordu. Üstünde -Dairei Umuru Askeriye- yazılı bir zafer takı gibi süslü Harbiye Nezareti kapısından çıkan süngülü bir müfreze askerin ortasında, yüzü görü solmuş, üstünde beyaz bir gömlek bulunan, takriben 35 yaşlarında, mağdur Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey görünmüştü. Yavaş yavaş yürüyor, şimdiki rektörlüğün önündeki darağacına yaklaşıyordu. Oldukça metin ve şakindi. Mukadderatına kendisini teslim etmiş gibi idi. Son sözünün olup olmadığı sorulunca, o halka hitap etmişti:
– Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa kahrolsun böyle adalet!..
Bu ses sanki uzak dağlara gitmiş, çarpmış ve oradan aynen geri gelmiş gibi, halkın ağzında tekrar edilmişti:
– Kahrolsun böyle adalet!
Kemal Bey sözüne devam ederek:
- Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Vatan uğrunda cephede ölen bir insan gibi şehit gidiyorum. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin... Amin!..
Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem manzarası almıştı. O sırada şimdiki rektörlük köşkünün penceresinden bakan devrin Adliye Müsteşarı Sait Molla, cellâtlara hiddetle bağırmıştı:
– Söyletmeyin bu alçak herifi!.. Hemen asın bu köpeği, ne duruyorsunuz itoğlu itler!..
Çingeneler derhal darağacında sallanan ipin ilmiğini Kemal Beyin boğazına geçirmişlerdi. Onu sandalyenin üstüne çıkardılar ve birkaç saniye içinde ipi çekerek sandalyeyi bir tekme ile devirdiler, sonra ipi biraz daha yukarı çektiler. Havanın karardığı bu anda o bir kâğıt gibi biraz havada sallandı, sonra yüzü morardı ve dili sarktı. Türk milletinin bu kahraman evlâdı, düşman işgalinin bir kurbanı olarak ipe çekilmi ş, fakat hâtırası bu milletin kalbinde ebediyen yaşamıştır. O akşam, asker, jandarma, polis halkı güçlükle dağıtmıştı. Köşe başlarında İngiliz, Fransız askerleri ve makinalı tüfekleri de her an tetikte hazır duruyordu”53
Doğa Anadolu'da isyan eden Hadisyan vesaire gibi Ermeni sergerdeleri İstanbul'da ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşırken, Ermeni taktil ve tehcirinden sorumlu tutularak sırf İtilâf Devletlerine gösteriş yapıp onlara yaranmak için elçabukluğuyla idam edilen Kemal Bey54 14 Ekim 1922'de çıkarılan bir kanunla millî şehit ilân edildi. Ve hidemat-ı vataniye tertibinden eşine ve çocuklarına maaş bağlandı.
NUSRET BEYİN İDAMI
İşgal kuvvetlerinin otoritesini yerleştirmek ve Ermenileri memnun etmek amacıyla kurulduğunu daha önce zikrettiğimiz Nemrut Mustafa Paşa Divanı, Bayburt Kaymakamı Nusret Beyi de hiçbir hukukî mesnede isnat etmeden yalancı şahitlerin beyanlarını yeterli delil kabul ederek idama mahkûm etmiştir.
Aslında, İngiliz Siyasî Komiserinin ve Ermeni Patrikhanesinin Türkiye ve Türkler üzerinde yapacağı operasyonların bir vasıtası olan Damat Ferit Hükûmeti, Nusret Beyi daha önce İstanbul'a getirip yargılamıştı. Eski Bayburt Kaymakamı Nusret Bey, o sırada Urfa Mutasarrıfı olarak görev yapıyordu. Fakat Nusret Bey beraat edince55 işler karıştı. Çünkü Patrik Zaven Efendi, Nusret Beyin cezalandırılmasını istemişti. Sırtını işgal kuvvetlerine yaslayan Ermeni Patriğinin tanzim ettiği listeler Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın eline sıkıştırılıyor, Millî Mücadelenin bu azılı düşmanı ise listeleri hiçbir tetkike tabi tutmadan bütün millî mücadele kahramanlarına idam hükmü vermiş olan Nemrut Mustafa'ya havale ediyordu56.
Nusret Bey, Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi'ne sevkedilmemişti. Ya nereye sevkedilmişti?
– Hurşit Paşa Divan-ı Harbi'ne.
Öyleyse bu kez Nemrut'un Divanı'na sevkedilip, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı'yla da Patrik Zaven Efendiyle de57 bir tatsızlık çıkması önlenmeliydi.
Evet. Aynen öyle oldu.
Bayburt Kaymakamı Nusret Bey, beraat ettiği bir dâvâdan yeniden yargılanmak üzere daha doğrusu mahkûm edilmek üzere Nemrut Mustafa Divanı'na havale ediliverdi!
Millî Mücadele kahramanlarından Fethi Okyar'ın “Nemrut Mustafa kadar kindar, cahil ve merhametsiz kimselerin bulunabileceğine ihtimal vermiyorum”58 dediği bu Divan, Ermeni Patrikhanesinin devreye girmesiyle ilân yoluyla yalancı şahit aramaya başladı!
4-5 yıl önce İstanbul'dan takribi 1.000 km. uzaktaki Bayburt'ta cereyan ettiği iddia olunan olayların tanıkları İstanbul'da aranıyordu!
29 Nisan 1920 tarihli Serbesti Gazetesi'nde şöyle bir ilân çıktı:
“Divan-ı Harbi-i Orfî Riyaseti'den Bayburt ve Ergani taktil ve tehciri meselesine dair malûmat ve meşhudatı olanların Divan-ı Harp'e gelmeleri ilân olunur!”
Bir gün sonra Peyam Gazetesinde benzeri bir ilâna rastlandı. Deniyordu ki:
–Bayburt ve Ergani Madeni'nde tehcir olunup, ahiren avdet eden Müslüman ve gayrimüslimlerden Dersaadet'te bulunanların önümüzdeki cumartesi günü zevali saat 10.00'da 1 Numaralı Divan-ı Harbi Örfî'de bulunmaları beyan olunur!
Şahitlerin, kinini “Türklerin asırlardır gaspettikleri haklarımıza tamamen sahip oluncaya kadar mücadelenin her şeklini meşru ve makul görürüm. bu fırsatın Türklerin tahakkümündeki ırklara bir daha nasip olacağını zannetmeyelim. Her çareye başvuralım ve Türklük derdini yeryüzünden bertaraf edelim!”59 cümleleriyle özetleyen Zaven Efendi'nin patrikhanesi tarafından tespit edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemeye getirilen ilk şahit, İstanbul'dan bir adım bile dışarı çıkmamış olan bir sahtekârdır!
Nusret Bey, yargılanmasına sebep olan hâdisenin Bayburt'ta cereyan ettiğini hatırlatmak suretiyle şahide itiraz eder.Nemrut Mustafa derhal sanığı azarlar:
– Anladık, anladık! Yalan söyleyecek değil ya. Mahkeme her şeyi senden iyi bilir!
Papazlar, Patrikhanede ne ezberlettilerse ikinci şahit mahkemede aynı şeyleri tekrarlayıp durur. İlk şahidin zikrettiği olay mahalliyle ikincinin zikrettiği olay mahalli arasında 50 km. mesafe vardır.Nusret Bey, itiraz ederek, şahitlerin yalan söylediklerine mahkemenin dikkatini çekmeye çalışır. Nemrut Mustafa'nın cevabı, “Kâfi...kâfi” olur.
Başka bir celsede şahit olarak salona 12 yaşında bir çocuk getirirler. Oysa Nusret Beye yüklemek istedikleri suç 4 yıl öncesine attir! Nusret Bey, “8 yaşındaki bir çocuğu şahit olarak nasıl dinlersiniz?” diye itiraz edince. Nemrut Mustafa fena hâlde öfkelenir:
– Otur yerine be herif!
Sonunda Nusret Bey, hakkında verilen karar kendisine bildirilmeden Merkez Komutanlığı'na götürülür. Bir İngiliz teğmen burada Nusret Beye “Malta'ya sürgün edildiğini” bildirir. Bu sırada odaya Nemrut Mustafa girmiştir. Nemrut, İngiliz teğmene der ki:
– Bu adamı Malta'ya sürmeye ne lüzum var? Biz onun idamına karar verdik!
Damat Ferit Hükûmeti düştükten sonra mahkemenin Nusret Bey hakkında iki karar verdiği anlaşılır. Önce Nusret Bey, 15 yıl hapis cezasına çarptırılarak dosya kapanmıştır. Fakat bu sırada bir adam ortaya çıkıp, “Nusret Bey hakkında şahitlik yapmak istediğini” söyleyince, yargılamaya devam edilmesine karar verilmiştir. Bu durumun hukuka aykırı olduğunu söyleyen mahkeme üyesi Ferhat Bey hükûmet tarafından görevden alınmış, yerine Niyazi Bey adında bir adam tayin edilerek arzu olunan karar imzalatılmıştır60.
Sadi Koçaş, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi, Bayburt Kaymakamı ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Beyin de Zaven Efendinin teklifi üzerine mahkûm edildiğini yazar61.
20 Temmuz'da ölüme mahkûm edilen Nusret Bey, 5 Ağustosta asılmış, 25 Aralık 1921'de çıkarılan bir kanunla tıpkı Kemal Bey gibi o da millî şehit ilân edilmiştir62.
Nusret Beyin, hücresinden kardeşi Cevdet Beye yazdığı son mektup, tehcir sırasında istese büyük paralar kazanma imkânı bulunan bir devlet memurunun düsürtlük belgesidir:
“... küçük çocuklarımı, karımı, yalnız ve fakir olarak bırakıyorum. 5 gün sonra yiyecekleri kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklara bırakma”63
MALTA FİYASKOSU
İçimizdeki Ermeniperestler ve Ermeni dönmeleriyle, yurt dışındaki Ermeni lobilerinin soykırımının delili olarak gösterdikleri karar, işte anlatageldiğimiz bu mahkemeden verilmiştir. Ama bu mahkemelerin sipariş üzerine verdikleri hüküm hiçbir zaman, hiçbir tarafsız kişi ve kurum tarafından ciddîye alınmamıştır. Bu konuda ciddîye alınması gereken tek mahkeme, kurulamadan dağılan Malta Mahkemesi'dir.
İstanbul'un işgalinden sonra İngilizler, savaş suçlusu olarak kabul ettikleri İttihat Terakki Partisi'ne mensup asker ve sivil Türk milliyetçileriyle, İttihat Terakki hükûmetleri döneminde üst düzey devlet memuru olarak görev yapmış bürokratları toplayıp, Bekirağa Bölüğü denen hasiphaneye doldururlar. Amaç, Türk İstiklâl Hareketini lidersiz bırakmaktır. Türkiye'ye istedikleri biçimi vereceklerini düşünürler. Fakat gerekçe başka türlü açıklanır:
- Ermeni kırımının hesabını sormak.
İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar ayrı ayrı listeler hazırlarlar. Savaş sırasında ve hattâ savaştan önce hangi Türk yetkisilis, bu devletlerin çıkarlarına aykırı hareket ettiyse, bir bahane ile içeri atılır. Meselâ, Şükrü Bey, 1916-1917 yıllarında Maarif Nazırı iken, yabancı okullara zarar verdiği iddiasıyla, Seyfi Bey, Harbiye Nezaretinde istihbarat şefi iken esirleri ziyaret etmek isteyen Amerikan elçiliğinin mensuplarını önemsemediği gerekçesiyle tutuklanır64.
Tutuklamalar, halkın tepkisini çekmemek için hükûmet kuvvetleri tarafından yapılmaktadır ama emri veren işgal kuvvetleridir.
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 31 Ocak 1919'da, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na şöyle bir telgraf çeker:
- Tutuklanmaları için Dahiliye Nazırına yeni bazı isimler vermeyi tasarlıyorum.
Amiral Calthorpe'un 31 Mart 1919 tarihli telgrafı ise şudur:
- Yeni hükûmet takdir edilecek bir enerji ile yeni tutuklamalar yapmaya başladı. Dün 20'nin üstünde tutuklama oldu. Aralarında eski Sadrazam Sait Halim ve vekilleri de var. Fransızların listesindekilerin çoğu tutuklandı!65
Tutuklananlar arasında Sait Halim Paşadan başka eski Nafia Nazırı Abbas Halim Paşa, İttihat Terakki Umumî Kâtibi ve Burdur Mebusu Mithat Şükrü Bleda, Meclis-i Mebusan Reisi Hacı Âdil Bey, 5. Ordu Komutanlarından Mahmut Kâmil Paşa, Akdağmadeni Mebusu Ziya Gökalp, eski Adliye ve Hariciye Nazırı Halil Menteşe, eski İaşe Nazırı Kemal Bey, eski Nafia Nazırı Ali Müfit Bey, eski Maarif Nazırı Ali Şükrü Bey, eski Afyonkarahisar Mebusu Ahmet Ağaoğlu, 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa ve diğerleri de vardı.
Valilerden, kaymakamlardan, mebuslardan çeşitli rütbelerden askerlerden, gazetecilerden oluşan yeni listelerle Ermeni kırımından dolayı suçlanan Türk sayısı 240'a kadar çıkarılır.
Tutuklu listesi, özellikle Ermeni tehcirinin yapıldığı illerin askerî ve sivil yetkilileriyle, Bakanlar Kurulu üyelerini ihtiva etmektedir. İşgal kuvvetleri, bu adamları mahkûm etmek için birer de şahit ayarlamıştır. Meselâ İttihat ve Terakki Reisi Abdülkadir Paşa hakkında Halepli katolik Ermeni Dr. Fardjalian, Ankara Savcısı Ali Nazmi aleyhine Aram Forbikyan ile Agop Terzi, Adana Gezici Hükûmet Tabibi Dr. Mehmet Âsaf hakkında Sisak Nalbantyan ile Azniv Sayatyan şahitlik edecektir. Aram Forbikyan'la Agop Terzi, eski Kırşehir Komutanı Binbaşı Burhanettin'le Kırşehir eski Mutasarrıfı Hilmi ve Prof. Kâzım Beyler aleyhinde de şahitlik yapacaktır.
İşgal kuvvetlerinin hesabına göre eski Van Valisi Cevdet Beyi, Amerikalıların, eski Harput Mebusu Dr. Hacı Mehmet Efendiyi, Amerikan misyoneri Mr. Riggs, Erzincan Mebusu Hacı Tahir Paşanın oğlu Halit Beyi Ermeni Patrikhanesi, eski örfî İdare Mahkemesi Reisi İhsan Beyi Staylianos Papodopulas ile George Maurudis, İttihat Terakki ileri gelenlerinden Oğuz Cemal Beyi, Ermeni Patrikhanesi Katibi Garabetyan, eski Samsun Askerî Valisi Rafet veya Rıfat Paşayı, Staylianos Papodopulos'la Yorghias Maurudes, Harput Valisi Sabit Beyi Amerikan misyoneri Mr. Riggis'in66 ifadesi mahkûm ettirecektir.
Bu liste, sanığı ve şahidiyle uzayıp gider.
Ermeni kırımıyla suçlanan 144 sanık esir muamelesine tabi tutularak Malta Adası'na götürülür.
Bu arada İngilizler, Türk arşivlerinde, kendi arşivlerinde ve Fransız arşivlerinde Ermeni kırımını ispatlayacak belge aramakla meşgullerdir. İngiliz Yüksek Komiserliğinin Osmanlı arşivlerine girmiş olduğunu biliyoruz. Çünkü, Salâhi Sonyel, İngiliz arşivlerinde çalışmalar yaparken, Osmanlı arşivlerinden aparılmış belgelere rastlamıştır!
İngilizler, işgalleri altındaki İstanbul'da Osmanlı arşivlerini didik didik aramalarına rağmen Ermeni kırımından dolayı Türkiye'yi suçlayacak bir tek belge dahi bulamazlar.
Türk-Ermeni çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı bölgelerdeki İngiliz, Amerikan, Fransız konsolokluklarında da aranan belgeler bulunamaz. İngilizler, ellerindeki bütün belgelerin Ermeni Patrikhanesinin kendilerine sunduğu uyduruk raporlardan, hizmetlerine aldıkları Ermenilerin yalanlarından ve başta Sabah olmak üzere azınlık gazetelerinin iftiralarından ibaret olduğunu anlayınca telâşa kapılırlar. Türk başkenti işgalleri altında olduğu, üstelik Damat Ferit Hükûmeti de emirlerinde bulunduğu için istedikleri kapıya girip çıkarlar. Hâlâ İttihatçılardan intikam alma peşindeki Damat Ferit'in adamları da girip çıkar. Fakat bütün dünyayı ayağa kaldıran iddialarına mesnet teşkil edecek bir tek vesika bulamazlar! Bir Ermeninin kılavuzluğunda tehcir edilenlerin toplandığı yer konumundaki Urfa Vilâyet Konağı'nı basıp, ele geçirdikleri67 evraklar arasında da böyle bir emir, talimat vesaire yoktur!
İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Londra Konferansı arefesinde, yerli Hristiyanlara zulüm yapmak suçundan yargılanacak Türk sürgünler aleyhinde delil toplanmasını isteyince, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, yüzünü Amerika'ya çevirir. Amerikan diplomatik temsilcileri ve konsolosluk görevlileri savaş yıllarında Türkiye'yi terk etmedikleri için ellerinde Ermeni soykırımı ile ilgili belgeler olabileceği düşünülür. Osmanlı başkentinde, çeşitli Anadolu şehirlerinde, Londra ve Paris'te, Ermeni Patrikhanesinde ve Türkiye'deki İngiliz temsilciliklerinde aranan umut, artık okyanusun öte yakasındadır. Rumbold, Amerika'dan umutludur. Çünkü Amerika, Türkiye'den gitmiş Ermenilerle doludur. Bu Ermeniler sık sık Türklerin Hristiyanları kestiğine dair iddialarla ortaya çıkmışlardır. Öyleyse bir bildikleri vardır. Ayrıca Türkiye'nin her tarafında, özellikle de Ermenilerin nispeten kalabalık olarak yaşadıkları bölgelerde yıllarca çalışmış olan misyoner örgütlerinin arşivlerinde de işe yarayacak belgeler olmalıdır.
İngiliz hariciyesi bu umutlarla Malta'da bulunan, yani Ermenileri katletmekle suçlanan Türklerin isimlerini Washington'a bildirir. Lord Gürzon, İngiltere'nin Washinton Büyükelçisi Sir A. Geddes'e bir telgraf çekerek Amerikan Hükûmetinin elinde kovuşturmaya yarayacak deliller bulunup bulunmadığının öğrenilmesini ister68.
Gürzon'un 31 Mart 1921 tarihli telgrafına Büyükelçi Geddez, 31 Temmuz'da şu cevabı verir:
- Ermeni kırımından dolayı yargalanmak üzere Malta'da tutuklu bulunan Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Son savaşta Ermenistan'da yapılan (Doğu Anadolu demek istiyor) zulümlerle ilgili Amerikan konsoloslarının raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek azredeyim ki, bu belgelerin içinde yargılanmak üzere Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleylinde delil olarak kullanılacak hiçbir şey yoktur69.
Sonunda Malta'da tutuklu bulunan Türkleri yargılayamayacaklarını anlarlar. İddianâme bile yazılamaz. Jaeshke, bu durumu şöyle özetler: Bir dağın doğumu beklenirken gülünç bir fare doğdu. Horatius'un bu mısraı Türk harp suçlularıın takibi için yazılabilir70.
ERMENİ İDDİALARININ ÇÖKÜŞÜ
Bu cevap, Ermeni iddialarının çöküşü demektir. Onların âleti hâline gelenler, bütün dünyanın önünde mahçup oldular. Fakat Aleksandre Powel'in isabetle belirttiği gibi, mağlup ve parçalanmış bir milletin yeniden ortaya çıkışından üzüntü duyulduğu için71 Türkiye aleyhtarı propaganda savaştan sonra da devam etti. Bir süre Türkiye'de bulunan ve hattâ 1922'de Sultan Vahideddin'le Yıldız Köşkü'nde görüşen Aleksandre Powel, vahşet olaylarının abartıldığını, hattâ bir kısmının da hiç vuku bulmadığını ifade ettikten sonra diyor ki:
- Amerikan Yardım Teşkilâtı temsilcilerinden biri dostlarına açıkça Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı haberler gönderebildiğini, çünkü bu gibi haberlerin para getirdiğini söylemiştir72. Para kazanmak için uydurulan Türk aleyhtarı haberlerin, sadece engin halk kitlelerini değil, üst düzey devlet görevlileri ve askerleri bile etkilediğini biliyoruz. Doğu Akdeniz'deki ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı iken 12 Ağustos 1919'da Yüksek Komiserliğe atanan Amiral Mark Bristol'un Harp Günlüğü'ne düştüğü 23 Aralık 1920 tarihli not, bunun en çarpıcı örneğidir.
Mark Bristol diyor ki:
- Çok yazıktır ki, Birleşik Devletler'de halkımızın, Ermeni halkının karakteri ve Ermeni memleketi diye bir şeyin bulunmadığına dair gerçek ve doğru bir fikri yoktur!73.
Ermeni meselesini incelemek için Amerika tarafından resmî görevli olarak Türkiye'ye gönderilen General Harbord da aynı aldatılmışlık duygusu içindedir. General, araştırmalarının sonucunu şu sitemkâr ifadelerle açıklar:
- Herhâlde hiçbir araştırma grubu bu işe bizim gibi başlamamıştır. Yola çıkarken gerçekten bir Ermenistan ve katliamlar göreceğimizi sanmıştık!74
İngiliz arşivlerinde "Harbord Raporu"ndan kaydıyla saklanan 10 Ekim 1919 tarihli bir gizli belgede ise şu satırlar okunmaktadır:
- Üç ay önce Ermenilerin bir tek adam kalmayıncaya kadar kesildiğini duymuştuk, halbuki duyduklarımızın hiçbiri doğru değildi. Zaten ben bu katliamı her zaman şüphe ile karşılamıştım. Fransızlar, Türkleri mandaları altına almak istiyorlardı. Bunun için de dünyanın şüphesini Türklerin üstüne çekmek gerekirdi75.
Almanya'nın Amerika nezdindeki büyükelçisi Kont Bernstorff'un Ermeni iddialarının palavradan ibaret olduğuna dair beyanı daha eski tarihlidir. Büyükelçi, 6 Haziran 1915'te Rene Pinon'un notlarına atfen Washington'da Wolff Ajansı'na yaptığı açıklamada diyor ki:
- Ermenilere yapıldığı iddia edilen bütün bu mezalim hikâyeleri tamamen uydurulmuş şeylerdir. Ermenilerin öldürüldüğü veya onlara işkence yapıldığı hakkındaki haberler baştan aşağıya asılsızdır76.
DİPNOTLARI
1. Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya, c.1, Ankara, 1973, s.125.
2. Necdet Bilgi, Ermeni Tehciri ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin Yargılanması, Ankara, 1999, s.49.
3. İsmail Özçelik, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara, 2001, s.73.
4. Sina Akşin, İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1983, s.177.
5. Necdet Bilgi, age, s.54.
6. Necdet Bilgi, age, s.60, 101 numaralı dipnot.
7. Karar metni için bakınız, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), Ankara, 1994, s. 189-191.
8. Necdet Bilgi, age, s.96.
9. Sina Akşin, age, s. 141, 129 numaralı dipnot.
10. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s. 162.
11. Necdet Bilgi, age, s.77.
12. Falih Rıfkı Atay, age, s. 204.
13. Necdet Bilgi, age, s.99.
14. Necdet Bilgi, age, s.98.
15. Celâl Bayar, Ben de Yazdım, c.4, İstanbul, 1967, s. 1344.
16. Tülay Duran, 150'liklerden Sait Molla'nın Mektubu, sayısı: 30, İstanbul, 1999, s. 70.
17. Miralay Sadık, Mısır'dan Bahriye Nazırına yazdığı mektupta şöyle diyordu: Arz-ı âcîzidir. İngiltere Devlet-i Fehimesi altı seneden beri bizi himaye bayrağı altında muhafaza ve bilhassa dört seneden beri de altı nüfustan müteşekkil heyet-i ailemi iaşe ederek hayatımızı muhafaza eyledi.
(Bu mektubun tamamı 2.1.1938 tarihli Tan gazetesinde yayınlanmıştır).
18. Celâl Bayar, age, s.1345, 2 numaralı dipnot.
19. Kemalettin Şükrü, Mütareke Acıları, İstanbul, 1930, s.126.
20. Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul, 1980, s., 238.
21. M. Tayyip Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken, II, Ankara, 1965, s. 59.
22. Kamil Erdeha, Millî Mücadelede Vilâyetler ve Valiler, İstanbul, 1975, s. 338.
23. Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1964, s.337-378.
24. ATASE (Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Arşivi, A.4/6662/K.118, D.42, F.1/32, zikreden: Necdet Bilgi, age, s.135.
25. ATASE (Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Arşivi, A.4/6662/K.118, D.42, F.1/5, zikreden: Necdet Bilgi, age, s.136.
26. ATASE (Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Dairesi Arşivi, A.4/6662/K.118, D.42, F.1/4, zikreden: Necdet Bilgi, age, s.136.
27. Necdet Bilgi, age, s. 136.
28. Tarık Zafer Tunaya, age, c.2, s. 475.
29. Tülay Duran, agm, s.70.
30. Tarık Zafer Tunaya, age, c.2, s. 274.
31. Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1959, s. 625-626.
32. Tülay Duran, agm, s.70.
33. Tarık Zafer Tunaya, age, c. 2, s. 475.
34. Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrap, İstanbul, 1964, s.283.
35. Necdet Bilgi, age, s.136.
36. Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, İstanbul, 1973, s.225.
Altan Deliorman, Kemal Beyin Yozgat İstinaf Mahkemesinde yargalandığını yazıyor, benim ulaştığım kaynaklarda Kemal Beyin Konya İstinaf Mahkemesinde muhakeme edildiğine dair kayıtlar var. Deliorman, herhangi bir kaynağa atıfta bulunmadığı için Kemal Beyin hem Yozgat'ta hem de Konya'da yargalanmış olabileceğini düşünemiyoruz.
37. Kemal Mehmet mad., TA, c. 21, Ankara, 1974, s.473.
38. Bu telgrafın metni şöyledir:
Kazanız dahilinde bulunan Ermenileri 24 saat zarfında yola çıkaracaksınız, bunların sevkedileceği istikamet Suriye'dir. Şifrenin alındığının bildirilmesi (Hüsamettin Ertürk, age, s.297).
39. Necdet Bilgi, age, s.104.
40. Falih Rıfkı Atay, age, s.162.
41. Ercan Süel, Boğazlıyan Kaymakamanı Kemal Bey (Yayınlanmamış doktora tezi, s.60).
42. Ermeni Patrikhanesinin Cismanî Meclis üyesi olan Hüsrevyan, Ermenistan kurmak için yürütülen faaliyetleri sevk ve idare eden takımın içinde bulunmuştur. 1920 Nisanında İstanbul'da Azerbaycan Türklerinin ileri gelenlerinden Behput Han Cevanşir'i şehit eden Torlakyan'ın avukatlığını da bu adam yapmış ve mahkemede Türklere kin kusmuştur. Hımayak Hüsrevyan, büyük zaferi müteakip hesap sorulacağından korktuğu için Ekim 1922'de Paris'e kaçmıştır. Necdet Bilgi, age, s.103.
43. Necdet Bilgi, age, s.102.
44. Necdet Bilgi, age, s.105.
45. Ercan Süel, agt, s.57.
46. Necdet Bilgi, age, s.104.
47. Necdet Bilgi, age, s.114.
48. Necdet Bilgi, age, s.106.
49. Necdet Bilgi, age, s.107.
50. Ercan Süel, agt, s.90.
51. Tekin Erer, Millî Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, TDTD, sayı: 17, Mayıs, 1988, s.45.
52. Kemal Beyin vasiyetnâmesi şöyledir:
Merhum, sevgili oğlum Adnan'ın medfun bulunduğu Kadıköy Kuşdili Çayırı'ndaki kabristanda yavrumun yanında gömülmeyi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü'nde sakindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesi, 67 numaralı hanedir. Adı İsmet Hanımdır. Defin masrafı teyzeme tevdî buyurulmalıdır. Kabir taşım hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır: Millet ve memleket uğrunda şehit olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin ruhuna fatiha. Perişan zevcem Hatice'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref'e muavenet (yardım) edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyelerine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam Karamürsel âşâr memur-u sâbıkı Arif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir, bunlara da muavenet olunursa memnun olurum. Türk milleti ebediyyen yaşayacak, Müslümanlık asla zeval bulmayacaktır. Allah millet ve memlekete zeval vermesin, fertler ölür, millet yaşar. İnşaallah Türk milleti ebediyete kadar yaşasın.
30 Mart 1335
Boğazlıyan Kaymakam-ı Sâbıkı Kemal
55. Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976, s.779.
56. Hüsamettin Ertürk, age, s.306.
57. 1898-1906 yıllarında Erzurum, 1910-1913 yıllarında Diyarbakır Piskoposu olarak çalışan Zaven Efendi zararlı faaliyetlerinden dolayı 1916'da Bağdat'a gönderildi. Mondros Mütarekesi'nin imzasından sonra 1918'de İstanbul'a dönen Zaven, 1919 Eylül ayında patrik seçildi ve Türk Millî Mücadelesinin en amansız düşmanları arasına katıldı. Kurmayı hayâl ettiği Ermenistan için Türkiye'den toprak almak isteyen Zaven Efendi, Rum Patrikhanesi ile birlikte. işgal güçlerini, Danat Ferit Hükûmeti'ni ve Nemrut Mustafa Divanı'nı Türk milliyetçilerinin üzerine sevkettiği gibi, sürekli olarak da İtilâf Devletlerinin Anadolu'yu işgal etmeleri için teşvik ediyordu.
58. Fethi Okyar, age, s. 279.
59. Muhittin Nahbantoğlu, Türklere Karşı Ermeni Vahşeti, İstanbul, 1992, s. 103.
60. Mehmet Hocaoğlu, age, s.780-782.
61. Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara, 1967, s. 202.
62. Necdet Bilgi, age, s.184.
63. Mehmet Hocaoğlu, age, s.182.
64. Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, İstanbul, 1976, s. 85.
65. Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1988, s. 315.
66. Bilal Şimşir, age, s.81-82-83.
67. Bilal Şimşir, age, s.274.
68. Kamuran Gürün, age, s. 318.
69. Bilal Şimşir, age, s.231.
70. Gotthard Jaeshke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1971. s.172.
71. Kamuran Gürün, age, s. 64.
72. Kamuran Gürün, age, s.65.
73. Ercüment Kuran, Amiral Bristol Raporu ve ABD'de Türk Aleyhtarı Ermeni Propagandasının Tarihçesi, YTD, sayı:37, Ankara, 2001, s.485.
74. Seçil Akgün, General Harbord'un Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, (Kurtuluş Savaşı başlangıcında), İstanbul, 1981, s.69.
75. Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul, 1967, s.212.
76. Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara, 1983, s.263.