« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Nis

2007

KÜLTÜR DEĞİŞMESİ ve MİLLİYETÇİLİK (MİLLÎ KARAKTER 1)

PROF. DR. EROL GÜNGÖR 01 Ocak 1970

MİLLÎ KARAKTER 1

Millî karakter adını verebileceğimiz devamlı bir sosyal realitenin mevcut olup olmadığı konusu sosyal ilimlerde hayli münakaşa edilmiş ve soruya müsbet veya menfî bir cevap verilememiştir. Acaba bir milleti başkalarından ayırdeden, millet hayatında devamlı olan bazı vasıflar ve bu vasıfların terkibinden meydana gelen bir millî seciye (karakter) var mıdır? Bir Türk, İngiliz veya Japon millî karakterinden bahsedebilir miyiz?

Her milletin halkı, hattâ münevverleri arasında bu türlü karakter ayırımlarının, amiyane tipolojilerin yapıldığını görüyoruz. "Irk peşin hükmü" dediğimiz şey esasında insanları pratik gayelerle yaptıkları, fakat hep yanlış olan birer karakter tasnifinden ibarettir. Türkiye'de Yahudiler yakın zamana kadar kurnaz, tüccar kafalı, korkak insanlar diye bilinirdi. Halbuki içlerinde pekâlâ savaşçı kimselerin çıktığım, bu kavimde de budalaların bulunabileceğini bütün dünya gibi biz de anladık. Aynı şeyi başka milletler için de söyleyebiliriz. Batılılar bizi bâtıl itikat ve hurafelere pek düşkün, barbar bir millet diye tanırlar. Bize göre de İngilizler protokole çok meraklı, Almanlar harpçi, İtalyanlar şamatacıdırlar. Kuvvetle yerleşmiş peşin hükümlerimizin aksine şeylere şahit olduğumuz zaman ise bu hâdiseleri birer istisna sayar, eski hükmümüzü muhafazaya çalışırız.

Milli karakter hakkındaki peşin hükümler çok defa o milletle olan temas ve tecrübelerimizden yapılmış bazı genellemeleri ifade eder. Tesadüfen birlikte yolculuk yaptığımız bir yabancının hâl ve tavırlarına bakarak, onda gördüğümüz şeyleri milletine de vakıstırınz. Bir millet hakkındaki peşin hükmümüz ne ise onun bir ferdi ile karşılaştığımız zaman da aynı şevlerin o şahısta mevcut olduğunu düşünürüz. Mamafih insanları böyle kanaatlara vardıkları için suçlamak pek doğru olmaz. Biz bir millet hakkında peşin hüküm verirken, bilmediğimiz bir dünyayı tanıyor gibi oluruzdaha önce bizim için tamamen meçhul olan bir seve manâ verir ve davranışlarımızı da bu mânâya göre ayarlarız. Nitekim bir psikolog, üniversite talebelerine belli bir takım millet isimleri ile birlikte dünyada mevcut olmayan, uydurma bir millet adı da vererek bunlar hakkında ne düşündüklerini sorduğu zaman' talebeler o uydurma millet hakkında da bazı kanaatlere varmış, ona bazı karakter vasıfları yakıştırmışlardır. Demek ki peşin hükümler bizim dış dünyaya mana verme gayretimizin bir parçasını teşkil ediyor.

Gelelim ilim adamlarına, yani araştırma ve inceleme sonunda bilgi sahibi olan kişilere. Bunların millî karakter üzerinde yaptıkları çalışmalar ne gibi netice ler vermiştir? Zamanımızda bu türlü araştırıcıların ilki diye bilmen Fransız Le Bön, "Kalabalıkların Psikolojisi adlı eserini yazarken, tamamen siyasî endişelerden hareket etmiş, bu yüzden millî karakter üzerine söyledikleri de birer peşin hükümden ibaret kalmıştır Le Bön, Avrupa'da demokratik mücadelelerle bozulan eski siyasî ve sosyal nizamın devamını hararetle iste yenlerden biri idi, bu yüzden de birer kalabalık hare keti şeklinde ortaya çıkan demokratik hareketleri kötü göstermek üzere önce kalabalıkları, sonra da bu kalabalıkların ait oldukları milletleri birtakım basmakalıp hükümlerle vasıflandırıyordu. Meselâ ona göre Lâtin kalabalıkları birer kadın kalabalığı gibiydi, ikisinde de incir çekirdeğini doldurmayan meseleler üzerinde koparılan şamatalar hâkimdi. Gobineau, Chamberlain, Almanyalı Jaensch Kardeşler insanları ırklar halinde ayırarak hepsine değişik karakter vasıfları verdiler. Bunların dışında ismi fazla duyulmamış birtakım Avrupalılar, Avrupa dışındaki kavimlerin ancak Avrupalılar tarafından idare edilebileceğini, kendi başlarına medeniyet kuracak kabiliyete sahip olmadıklarını isbat etmek üzere hayli spekülâsyon yapmışlardır. Hattâ F. Fanon'a göre (Dünyanın Lanetlileri adlı eserinde) bazı Fransız doktorları Cezayirlinin sinir sistemi itibariyle beyazdan farklı olduğunu, onlarda beynin eksik teşekkül ettiğini söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı.

Naziler ırkçılık iddialarını birtakım millî ve ırkî karakter vasıflarına dayandırırken, Almanya dışındaki Batı ülkelerinde ve bilhassa Amerika'da Almanlarla Nazilik arasında bir millî karakter münasebeti olup olmadığına dair araştırmalar başladı. Amerikalılar kendi karşılarındaki ideolojilerin hangi milletlerde ve nasıl geliştiğini öğrenebilmek üzere devletçe desteklenen araştırmalar yaptırdılar; böylece İkinci Dünya Harbi sonunda, Almanlar, Japonlar ve Ruslar hakkında antropologlar tarafından yürütülen bu çalışmalarda iki kavram anahtar rolü oynuyordu: Kültür ve şahsiyet. Tarih içinde gelişmiş bir millî kültür ve bu kültürün ortaya çıkardığı bir insan tipi vardı. Önce kültürün belirgin vasıfları araştırıldı, sonra bu vasıfların yeni doğan fertlere büyütme ve eğitim yoluyla nasıl aktarıldığına bakıldı. Bu arada kendilerine ait şahsiyet teorileri ve şahsiyet araştırma usulleri bulunmayan antropologlar büyük ölçüde psikolojik teorilerden, bilhassa psikanalitik teoriden istifade ettiler. Çocuk yetiştirme usulü ile şahsiyet arasında kurulan bağ esas itibariyle psikanalitik teorinin antropologlara vermiş olduğu bir ilhamdır. Freud'cü psikolojide antropolojik bulgulara dayanılarak yapılan revizyonlar da bu devreye rastlar.

Millî karakter araştırmaları siyasî endişelerle başladı ve devam etti. Fakat bilhassa 1950'den itibaren dünya milletlerini meşgul eden pek mühim bir dâva bu araştırmalara yeni bir istikamet verdi: İktisadî ve sosyal kalkınma dâvası. Eskiden antropoloji ilmi hâkim milletlerin esir ülkeleri nasıl idare edeceğine dair bilgi vermeye yarıyordu; belki de sırf bu yüzden antropolojinin vatanı İngiltere olmuştu. Fakat şimdi millî karakter araştırmaları bizzat eski esir milletler tarafından da istenen sosyal ve kültürel değişmede rehber olarak kullanılacaktı. Kültür değişmesi eski kültür itiyatlarının değişmesi mânâsına geliyordu, ama bu itiyatların millet vicdanında nasıl bir mevkî tuttuğunun, hattâ bir millî seciye hâline gelip gelmediğinin bilinmesi lâzımdı. Değiştirilmesi istenen bir şeyin önce nasıl yerleştiği öğrenilmeliydi ki aynı usûl bu defa başka kültür unsurlarının benimsetilmesinde kullanılabilmeliydi.

Millî karakter denince neyi anlayacağız? Ferdî karakter tâbiri hakkında oldukça vazıh bir fikrimiz var: Bir fertte azçok devamlı olan davranış temayüllerine ferdî karakter diyoruz. Bu davranış temayülleri ferdin hayatı boyunca (Freud'cülere göre doğuştan itibaren ilk beş yılda, bazılarına göre daha uzun bir zaman) teşekkül eder ve bir taraftan onun fizikî ve fizyolojik fonksiyonlarının, bir taraftan da sosyal münasebetlerinin meydana getirdiği bir hasıla(bileşim)dır.

Cemiyet veya millet deyince gözümüz önünde elle tutulur tek bir varlık olmadığına göre, acaba bir milletteki fertlere ait karakterlerin yekûnunu veya ortalamasını alarak mı bir hükme varacağız? Hiçbir milletin fertleri birbirinin aynı değildir, aralarında hayli geniş şahsiyet farklarına rastlanır. Bazı antropologlar bunlar arasında en fazla rastlanan (istatistikteki tabiriyle, en fazla frekans gösteren) tipe "modal" şahsiyet adı verirler ve bu tip o kültürün veya cemiyetin standart şahsiyetini teşkil eder. Mamafih bu noktada da iki hususun birbirinden ayırdedilmesi gerekir. Bir kültür, fertlerin benimsemesi gereken kıymetleri, yani idealleri ihtiva eder. Kültürün hedef olarak aldığı şahsiyet tipi ile cemiyetteki gerçek hayatta karşılaştığımız şahsiyet örneği birbirinden hayli farklı olabilir. Aradaki bu fark bizi metod bakımından büyük bir güçlüğe düşürmektedir. Bir milletin millî karakter tipini yaşayan fertler arasında yapılacak bir araştırmaya dayanacak yerde, millet kültürünün meydana getirdiği diğer eserlere (destan, efsane, halk bilgisi, sosyal müesseseler ilh.) bakarak bunlardan bir netice çıkarmaya çalışırsak çok defa yanılabiliriz. İkinci türden bir araştırma, kültürün ideal olarak koyduğu bütün kıymetlerin fertler tarafından benimsenmiş olduğu gibi temelden yanlış bir faraziyeye dayanır. Muhakkak ki bir cemiyetin kültürel mahsûlleri ile onun gerçekte yaşayan ferdî şahsiyetlerini ayrı ayrı inceleyip sonradan aralarında münasebet olup olmadığına daha doğrusu münasebetin yakınlık derecesine- bakmamız gerekir. Fakat süratli bir sosyal ve kültürel değişme geçiren memleketlerde bu araştırmayı nasıl yapacağız? Sadece kalkınan memleketlerde değil, modern sanayi ülkelerinde bile aktüel hayat ile geleneksel kültür arasında büyük farklar mevcuttur. Kültür, tarifi icabı, tarih boyunca fertlerin kendi hayat süreleri içinde gösterdikleri davranışlar ve bu davranışları tayin eden faktörler için değişik olabilir. Bu değişiklik bilhassa bizim ele alacağımız konu bakımından büyük güçlükler çıkarmaktadır.
Millî karakter diyebileceğimiz bir realite mevcutsa, acaba Türk millî karakteri neden ibarettir? Böyle bir soruya cevap vermek üzere iki ayrı yol takip etmek mümkündür. Birincisi, şu anda yaşayan yetişkin Türk nüfusundan bütün nüfusa örnek olabilecek bir grup seçilir ve onlardaki "modal" şahsiyet araştırılır. Bu şahıslarda en fazla tekerrür eden karakter vasıfları, bütün Türklerde de, ortalama olarak, var demektir. Fakat Türkiye'nin bugünkü durumunda böyle bir araştırmanın bize fazla bilgi vereceğini sanmıyoruz. Her-şeyden önce, kültürümüzün bütün diğer unsurlarıyla birlikte, karakter vasıflarımızın da son derece istikrarsız olması beklenir. İki nesil, yani 25 yıl farkla iki Türk birbirinin dilini anlayamıyor; bu değişme hızı devam ettiği takdirde gelecek nesil de bugün yirmibeş yaşında olanların dilini anlayamayacak, dolayısıyla Türkçe diye bir dil kalmayacak demektir. Türk millî kültürünün ve bizim karakterimizin ikinci büyük kaynağı olan dinle ilgili tutumlarımız ise, okumuş zümre ile geniş halk kitleleri arasında büyük bir uçurumun doğmasına yol açmıştır. Düne kadar Türkiye'de din, okumuş insanın reddetmesi gereken şeylerin ilkini teşkil ediyordu. Bugün halkımızın ve bir kısım münevverimizin uzun gayret ve mücadeleleri sonunda din hürriyeti kısmen elde edilmiş ve din eski birleştirici rolünü hiç değilse kısmen oynamaya başlamıştır. Fakat Türkiye'nin siyasî geleceği bu konuda yarın ne olacağı hakkında hiçbir tahmine imkân vermiyor. Belki demokrasi tam mânâ-siyle hâkim olur ve insanlar tam bir vicdan hürriyetine kavuşur, belki de solcu-devrimci bir idare kurularak tekrar materyalist bir yobazlık çukuru içine düşülebilir. Mamafih Türkiye'de millî karakter istikrarsızlığını yaratan faktörler sadece siyasî değil, aynı zamanda sosyal kaynaklıdır. Süratli şehirleşme, nüfusun ziraat sahalarından şehirlerdeki sanayi bölgelerine kayması, yabancı kültürlerle temasın şiddetle artması ve diğer sebepler dolayısıyla Türkiye henüz şekil bulmamış bir heykeltıraş çamuru halindedir.

Millî karakter araştırmasında takip edebilecek ikinci yol, ananevî kültür eserleri üzerinde tarihî bir araştırma yaparak, şimdiki sosyal çalkantı devrine gelinceye kadar teşekkül etmiş ve yerleşmiş bulunan millî karakteri tesbit etmektir. Bu türlü bir araştırmanın avantajları yanında büyük riskleri de mevcuttur. Tarihî karakteri araştırırken, değişmeyen veya devamlı unsurlar bulma şansımız daha çoktur; üstelik bu devamlı unsurları kültürün bazı veçhelerine bağlayarak arada birtakım sebep-netice münasebetleri kurmak ihtimali de vardır. Fakat unutmamalıyız ki tarih araştırması bir davranış araştırması değildir; binâenaleyh herhangi bir çağda kültürün ideal edindiği kıymetlerle fertlerin gerçek hayatı arasında ne derece bir yakınlık bulunduğunu kolayca kestiremeyiz. Hattâ bazan kültür eserleri aktüel hayatı hicveden, yaşanan hayata karşı ideal bir nizamı telkin eden eserler olabilir. Efsane ve folklor araştırmalarında böyle bir yanılma payı pek yüksektir.
Biz Türk millî karakteri üzerinde bir araştırma denemesi yaparken, daha ziyade bu ikinci usulü kullanacağız. Elimizdeki kaynaklar bize İslamiyet'in kabulüyle birlikte Türk millî karakterinde önemli bir değişme olmadığını gösteriyor. Şu halde en eski kaynakların bulunduğu devirden aşağı-yukarı Tanzimat'a, yani resmen Avrupalılaşma hareketinin başlamasına kadar olan uzun bir çağ içinde Türklerin nasıl bir karaktere sahip olduğunu araştırabiliriz. Bu araştırmamızda sadece cansız kültür eserlerine değil, aynı zamanda insan davranışlarına ait kayıtlara da bakarak mümkün olduğu kadar aktüel ile ideal olan arasındaki farkı kapatmaya çalışacağız.
Yukarıda karakterin tarifini verirken, "az-çok devamlı davranış temayülleri"nden bahsetmiştik. Davranış temayülleri insanın bir taraftan kendisi, bir taraftan da etrafındaki dünya -bilhassa insanlar- hakkındaki telâkkilerine göre bir şekil alır. İnsanın dünyaya intibakı, dünyaya bir mânâ vermesi ve kendisini de bu manâlı bütün içinde bir yere yerleştirmesi demektir. Şu halde davranışları -doğuştan ileri gelen ferdî farkların veya şok yaratan bazı yaşantıların dışında- edinmiş olduğu hayat tecrübesinin birer neticesi olarak ortaya çıkar. Bu tecrübeyi almaya kısmen hazırlıklıdır -bir eğitimden geçer-, kısmen de kendi şahsiyetini ken-i dişi kurar. Fakat temayüllerinin kaynağı ne olursa ol-ı sun, normal şartlar altında kendine göre manâlı bir davranış yapar.

Demek ki insan davranışı hakkında doğuya yakın bir tahminde bulunabilmek için onun kendisini ve dış dünyayı nasıl gördüğünü, nasıl manalandırdığını bilmemiz gerekir. Biz bu anlayışı millet seviyesinde genelleştirecek ve Türk milletinin gerek kendisini, gerekse kendi dışındakileri nasıl gördüğünü, nasıl değerlendirdiğini araştıracağız.

Burada dikkat edilecek bir husus da,sosyal ilimlerin milli karakteri bir ahlaki vasıflar toplamı halinde ele almayışıdır. Milli karakter, manevi kütür unsurlarının hepsini içine alır. şüphesiz milli karakter de bu manevi kültür unsurları gibi milletin hayatı süresince değişmektedir; ancak bu değişme ferdi hayatın süresini çok aşan bir zaman içinde meydana gelir.

Ziyaret -> Toplam : 125,67 M - Bugn : 106956

ulkucudunya@ulkucudunya.com