« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Haz

2012

HZ. OSMAN

01 Ocak 1970

İslam devletinin 3. halifesi Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi’ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf’ta Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke’de doğmuştur. Annesi Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems’tir. Büyükannesi ise Resulullah (s.a.s)’ın halası Abdülmuttalib’in kızı Beyda’dır. Künyesi “Ebû Abdullah’tır. Ona “Ebu Amr” ve “Ebu Leyla” da denilirdi (İbnul-Hacer el-Askalânî el-İsabe fi Temyîzi’s-Sahabe Bağdat t.y. II 462; İbnül Esîr Üsdül-Ğâbe III 584-585; Celaleddin Suyûtî Târihul-Hulefâ Beyrut 1986 165).
Resulullah (s.a.s) risaletle görevlendirildiğinde Osman (r.a) otuz dört yaşlarındaydı. O ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir (r.a) güvendiği kimseleri İslâma davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun bu çalışmaları neticesinde Abdurrahman b. Avf Sa’d b. Ebi Vakkas Zübeyr b. Avvâm Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir’in samimi bir arkadaşı idi (Siretu İbn İshak İstanbul 1981121; Üsdü’l-Gâbe aynı yer; Askalanî aynı yer).
Hz. Osman iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı (Suyûtî 168). Peşinden o Resulullah (s.a.s)’ın kızı Rukayye ile evlenmişti. Bazı tarihçiler bu evliliğin Peygamber’in risaletle görevlendirilmesinden önce olduğunu kaydederler (Suyûtî a.g.e. 165).
Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca Resulullah (s.a.s) ashabına Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman’ın Habeşistan’a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman’ın eşi Rukayye ile birlikte Habeşistan’a hicret eden ilk kimse olduğunu kaydetmektedir (İbn Hacer aynı yer). Mekkelilerin iman ettiklerine dair yanlış bir haberin Habeşistan’a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke’ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar Habeşistana gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman hareket etmeden önce Resulullah (s.a.s)’e şöyle demişti: “Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaşi’ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz”. Resulullah (s.a.s) ona; “Siz Allah’a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamı sizindir” karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; “Bu bize yeter ya Resulullah” dedi (İbn Sa’d Tabakatül-Kübra Beyrut t.y. I 207).
Hz. Osman (r.a) ikinci olarak hicret ettiği Habeşistan’da bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye geri döndü. Resulullah (s.a.s) Medine’ye hicret etmekle emrolunduğunda Hz. Osman diğer müslümanlarla birlikte Medine’ye hicret etti. O Medine’ye ulaştığı zaman Hassan b. Sabit’in kardeşi Evs b. Sabit’e konuk olmuştu. Bundan dolayı Hassan onu çok severdi (İbnül-Esîr Üsdül-Gâbe 585; İbn Sa’d a.g.e. 55-56).
Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu kuyunun müslümanlar için ne kadar önemli olduğu Resulullah (s.a.s)’in şu sözünden anlaşılmaktadır: “Rume kuyusunu kim açarsa ona Cennet vardır” (Buharî Fezailu’l-Ashab 47).
Hz. Osman hanımı Rukayye ağır hasta olduğu için Resulullah (s.a.s)’in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Rukayye ordu Bedir’de bulunduğu esnada vefat etmiş müslümanların zaferinin müjdesi Medine’ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir’de bulunmamış olmakla birlikte Resulullah (s.a.s) onu Bedir’e katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmıştı (Üsdül-Gâbe III 586; Suyutî a.g.e. 165; H.İ.Hasan Tarihu’l-İslâm I 256).
Hz. Osman Bedir savaşı hariç müşriklerle ve İslâm düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır.
Rukayye’nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.s) Hz. Osman’ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştu: “Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman’la evlendirirdim” ve yine Hz. Osman’a “Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim” demişti (Üsdül-Gâbe aynı yer). Resulullah (s.a.s)’in iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nûr sahibi anlamında “Zi’n-Nureyn” lakabıyla anılır olmuştur. Zatü’r-Rika ve Gatafan seferlerinde Resulullah (s.a.s) onu Medine’de yerine vekil bırakmıştır (Suyuti a.g.e. 165).
Hz. Osman’ın Habeşistan’a hicreti esnasında Hz. Rukayye’den doğan Abdullah adındaki oğlu Medine’ye hicretin dördüncü yılında bir horozun yüzünü gözünü tırmalaması sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah vefat ettiğinde altı yaşında idi (İbn Sa’d a.g.e. III 53 54).
Hicretin altıncı yılında müslümanlar Umre yapmak için Mekke’ye hareket ettiklerinde Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak putperest Mekke yönetimi müslümanları Mekke’ye sokmama kararı almıştı. Bunun üzerine Hudeybiye’de karargah kuran Resulullah (s.a.s) müşriklerle diyalog kurarak maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara bildirmek istiyordu. Resulullah (s.a.s) bu iş için Hz. Ömer’i görevlendirmek istemiş ancak Hz. Ömer bir takım geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman’ın daha uygun olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) elçilik görevini Hz. Osman’a verdi. Daha önce elçi gönderilen Hıraş b. Umeyye el-Ka’bî’yi Mekkeliler öldürmek istemişlerdi (İbn Sa’d a.g.e. II 96). Müşriklerin hırçın davranışları böyle bir elçiliği tehlikeli bir hale sokuyordu. Resulullah (s.a.s) Hz. Osman (r.a)’a şöyle dedi: “Git ve Kureyş’e haber ver ki biz buraya hiç kimse ile savaşmaya gelmedik. Sadece şu Beyt’i ziyaret ve onun haremliğine saygı göstermek için geldik ve getirdiğimiz kurbanlık develeri kesip döneceğiz “. Hz. Osman (r.a) Mekke’ye gidip müşriklere bu hususları bildirdi. Ancak onlar; “Bu asla olmaz. Mekke’ye giremezsiniz” karşılığını verdiler. Onların red cevabı İslâm kârargahına Osman (r.a)’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Onun dönüşünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yanındaki bütün müslümanları ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak üzere bey’ata çağırdı. Bey’atu’r-Rıdvan adıyla tarihe geçen bu bey’atlaşmada Resulullah (s.a.s) sol elini sağ elinin üzerine koyarak “Osman Allah’ın ve Resulünün işi için gitmiştir” dedi ve onun adına da bey’at etti. Müşrikler bu durumdan korkuya kapıldıkları için anlaşma yolunu tercih etmişlerdi (İbn Sa’d II 96 97).
Hz. Osman bu arada Mekke’deki güçsüz müslümanlarla görüşmüş ve onları İslâm’ın yakında gerçekleşecek olan fethiyle teselli etmişti (Asım Köksal İslâm Tarihi VI 177).
Müşrikler Osman (r.a)’a isterse Kâ’be’yi tavaf edebileceğini bildirmişler ancak o Resulullah (s.a.s) tavaf etmeden kendisinin de tavaf etmeyeceği cevabını vermişti. Hudeybiye’de bulunan sahabiler ise Resulullaha: “Osman Beytullah’a kavuştu onu tavaf etti; ne mutlu ona” dediklerinde Resulullah (s.a.s); “Beytullah’ı biz tavaf etmedikçe Osman da tavaf etmez buyurmuştur” (Vakidî’den naklen A. Köksal a.g.e. 178-179).
Hz. Osman Medine dönemi boyunca sürekli Resulullah (s.a.s) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden biri olması onun İslâma ve müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını sağladı. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların techiz edilmesinde aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. Tarihçiler onun Ceyş’ul-Usra diye adlandırılan Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı katkıyı övgüyle zikretmektedirler. O bu ordunun yaklaşık üçte birini tek başına techiz etmiştir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır. Yaptığı yardımın dökümü şöyledir: Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at bunların süvarilerinin teçhizatı on bin dinar nakit para (A. Köksal IX162). Onun bu davranışından çok memnun olan Resulullah (s.a.s); “Ey Allah’ım! Ben Osman’dan razıyım. Sen de razı ol” (İbn Hişam Sîre IV161) diyerek duada bulunmuş ve; Bundan sonra Osman’a işledikleri için bir sorumluluk yoktur” (Suyûtî a.g.e.169) demiştir.
Hz. Osman Veda Haccı esnasında da Resulullah (s.a.s)’in yanındaydı. Resulullah (s.a.s) müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a)’ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan a.g.e. I 256).
Hz. Ebû Bekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona bey’at etti. Ebû Bekir (r.a) halifeliği boyunca ümmetin işlerini idarede onunla istişarede bulundu. Ebû Bekir (r.a)’ın vefatından önce yazdırdığı Hz. Ömer’in Halife atanmasına dair belgeyi Osman (r.a) kaleme almıştır. Hz. Ebû Bekir Osman (r.a)’ın yazdıklarını ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmişti. Osman (r.a) yanında Ömer (r.a) ve yanında Useyd İbn Saîd el-Kurazî olduğu halde dışarı çıkmış ve oradakilere “Bu kağıtta adı yazılan kimseye bey’at ediyor musunuz” diye sormuştu. Onlar da “evet” diyerek bunu kabul etmişlerdi (İbn Sad a.g.e. III 200).
Halifeliği
Hz. Ömer (r.a) yaralanınca hilâfete geçecek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali Osman Sa’d İbn Ebi Vakkas Abdurrahman b. Avf Zubeyr İbn Avvam ve Talha İbn Ubeydullah (r.anhum) idiler. Yapılan görüşmeler neticesinde şura üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osman’la Hz. Ali üzerinde devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İbn Avf geniş bir kamu oyu yoklaması yaptıktan sonra müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabık olduklarını gördü. Hz. Ali (r.a)’i çağırarak ona; Allah’ın Kitabı Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer’in uygulamalarına tabi olarak hareket edip etmeyeceğini sordu. O Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağı ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Osman (r.a)’a yönelttiğinde o bunu kabul etmişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbn Avf Osman (r.a)’ı halife atadığını ilan ederek ona bey’at etti (Suyuti a.g.e.171 172; İbn Hacer a.g.e. 463; H.İ.Hasan a.g.e. I 258 261). Hz. Osman’a ikinci olarak bey’at eden kimse Hz. Ali (r.a) olmuştur. Peşinden de bütün müslümanlar ona bey’at ettiler (İbn Sa’d a.g.e. III 62). Osman (r.a)’ın hilâfete geçişi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayının sonlarında olmuştur.
Osman (r.a) devlet idaresini devraldığı zaman İslâm fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Suriye Filistin Mısır ve İran İslâm topraklarına katılmıştı. Hz. Ömer (r.a)’ın güçlü idaresi fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin sağlam bir şekilde yerleşmesini sağlamıştı.
Hz. Osman (r.a) İslâm tebliğinin girmiş olduğu yayılma sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O Ermenistan Kuzey Afrika ve Kıbrıs’ı fethetmiş İran’daki ayaklanmaları bastırarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmiştir.
Hz. Osman (r.a) hilâfeti devraldığı zaman idari kadrolarda yavaş yavaş bazı değişiklikler yapma yoluna gitti. Ancak Ömer (r.a)’in vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde bıraktı. İlk önce Küfe valisi Muğire b. Şu’be’yi azlederek yerine Sa’d b. Ebi Vakkas’ı atadı. Sa’d Osman (r.a)’ın yönetime geçtikten sonra atadığı ilk validir (İbnül-Esir el-Kamil fî’t-Tarih Beyrut 1979 III 79).
Mısırlılarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As’ın Mısır valiliğinden alınması ve yerine Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in tayin edilmesi bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olmuştu. İskenderiye halkı Bizans İmparatoru Heraklious’a mektup yazarak kendilerini müslümanların elinden kurtarmasını istediler. Ayrıca müslümanların karşı koyacak kadar askerlerinin olmadığını da bildirdiler. Bunun üzerine Bizans İmparatoru Manuel komutasında kalabalık bir orduyu İskenderiye’ye gönderip burayı işgal etti. Bizanslılardan çekinen Kıpti halk Hz. Osman’dan duruma müdahale etmesini istediğinde o Amr b. el-As’ı Mısır’a geri gönderdi. Amr yaptığı savaşta Manuel’i öldürerek düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattı ve İskenderiye şehrini çevreleyen sur’u yıktı (Hicrî 25) (İbnul-Esir a.g.e. III 81; H.İ.Hasan a.g.e.; I 264). Aynı yıl içerisinde anlaşmalarını bozan Rey üzerine Sa’d b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemiş; ayrıca Deylem üzerine yürümüştür.
Sa’d b. Ebi Vakkas Beytül-Malden borç olarak aldığı parayı geri ödemekte sıkışınca Osman (r.a) onu azlederek yerine anne bir kardeşi Velid b. Ukbe’yi Küfe valiliğine getirdi (İbnul-Fsir a.g.e. III 82). Velid beş sene Küfe valiliğinde bulunmuştur. Velid bir sabah namazı sarhoş olduğundan dolayı dört rekat kıldırmıştı. Hatırlatılması üzerine “sizin için arttırıyorum” demişti. Bunu duyan Hz. Osman ona tazir cezası vererek bunun uygulanmasını Hz. Ali’den istemişti. Hz. Ali de Abdullah b. Cafer’e onu kırbaçlattırmıştı. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek yerine Saîd b. el-As b. Umeyye’yi atadı (İbnul-Esir a.g.e. III 107). Suyûtî Hz. Osman’ın ilk olarak Velid’i Sa’d'ın yerine vali yapması yüzünden kınandığını söylemektedir (Suyutî 172).
Velid Küfe valisi olunca Azerbaycan komutanı Utbe b. Ferkat’ı görevinden aldı. Bunun üzerine Azerbeycan halkı isyan ettiler. Velid Azerbeycan üzerine yürüyerek burayı itaat altına aldıktan sonra Ermenistan (Tiflis) tarafına yöneldi ve andlaşmalar yaparak ganimetlerle geri döndü (H. 25).
Bu arada Bizansla yapılan mücadele devam etmekteydi. Muaviye Antalya ve Tarsus taraflarına akınlar düzenliyordu. Öte taraftan Amr b. el-As’a Kuzey Afrika’yı ele geçirmek için emirler gönderen Osman (r.a) Sicistan Valisi Abdullah b. Amr’a Kabil’e yürümesi talimatını veriyordu (İbnul Esir a.g.e. III 87). Hicri yirmi altıda Mescid-i Haram’ın genişletilmesi çalışmalarına tanık olunmaktadır. Mescid-i Haram’ın çevresindeki arsalar satın alınarak geniş bir alan elde edilmişti.
Hz. Osman (r.a) Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi Amr b. el-As’ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa’d b. Ebi Serh’i getirdi. O Kuzey Afrika’nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra ona izin verdi ve içinde çok sayıda sahabinin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi (H.İ. Hasan a.g.e. I 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler İbn Ebi Serh ile birleşerek Mısır’dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus’tan Tanca’ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans İmparatorunun valisi İslam ordusunun topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca yirmi bini süvari olmak üzere yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi olan Subaytala’ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karşı karşıya geldi. İbn Ebi Serh’in müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi reddedilince çatışma başladı. Bu arada ordunun Medine ile olan haberleşmesi kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah İbn Zübeyr’i bir askeri birlikle Afrika’ya gönderdi. Günlerce süren savaş Abdullah İbn Zübeyr’in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandı. Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü (İbnül-Esir a.g.e. III 88-90; H.İ.Hasen a.g.e. I 265-266).
İslâm ordularının önündeki bu engel kaldırıldıktan sonra Hz. Osman Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays’a hiç vakit kaybetmeden Cebelu’t-Tarık’ı geçerek Endelüs’e girmeleri emrini verdi. Hz. Osman’ın ordunun Endelüs’e geçişini istemesi İstanbul’un batı yönünden sıkıştırılarak fethinin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. O komutanlarına şöyle diyordu: “İstanbul ancak Endelüs tarafından fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz İstanbul’u fethedenlerin ecrine ortak olacaksınız” (İbnül-Esir a.g.e. III 93; Ayrıca bk. Muhammed Hamidullah Fethul-Endelüs (İspanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li’l-Hicre İ.Ü. Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi İstanbul 1978 VII 221-225). Böylece Hz. Osman zamanında Kuzey Afrikadaki fetihler tamamlanmış İslâm’ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans’ın batıdan sıkıştırılması planları uygulamaya konulmuştur.
Öte taraftan Muaviye b. Ebi Süfyan Osman (r.a)’dan izin alarak Suriye sahillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve müslümanlar denizlerde de Bizans’a karşı varlık göstermeye başlamışlardı. Muaviye daha önce bu iş için Hz. Ömer’e müracaat etmişti. Ancak Ömer (r.a) o an müslümanların maslahatı bunu gerekli kılmadığı için izin vermemişti. Daha sonra şartlar bu iş için elverişli hale geldiğinden dolayı Hz. Osman donanma inşasının lüzumuna kanaat getirmişti. Muaviye donanmasıyla denize açılarak Kıbrıs Adasına çıktı. Abdullah b. Sa’d Mısır’dan onun yardımına gitti. Kıbrıs yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hakimiyetini tanımak zorunda kaldı (Hicrî 28). Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği meblağdır (İbnül-Esir a.g.e. III 96).
Hz. Osman Kufe Valisi Ebu Musa el-Eş’arî’yi görevinden alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz’i atadı (H. 29). Abdullah Osman (r.a)’ın dayısının oğludur. Ebu Musa’yı azletmesinin sebebi Kûfe halkının ondan şikayetçi olmaları ve bunu Hz. Osman (r.a)’a bildirmeleridir (İbnül-Esîr a.g.e. III 99-100).
Hz. Osman Mescid-i Nebi’nin genişletilmesine ihtiyaç duyarak onu süslü taşlarla yeniden inşa etti. Taş sütunlar dikerek tavanını sac (bir cins ağaç) ile kapattı. Uzunluğunu yüz altmış genişliğini de yüz elli zira’a çıkarttı (Suyûtî 173).
Hicri otuz yılında Sa’id b. el-As’ın Taberistan’a hücum ettiği görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa’id bir çok şehri fethetti. Horasan Tus Serahs Merv Beyhak bunlardan bazılarıdır.
Bu yıl içerisinde Hz. Osman değişik eyaletlerde Kur’an-ı Kerim’in okunması üzerine ortaya çıkan ihtilafları ortadan kaldırmak için çalışmalar başlattı. Kur’an-ı Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamanında tedvin edilmişti. Zeyd b. Sabit’in başkanlığında yapılan bu çalışmada Kur’an-ı Kerim bir kitap haline getirilmişti. Bu ilk mushaf Ebû Bekir (r.a)’dan sonra Ömer (r.a)’a geçmiş onun şehadetinden sonra da Hafsa (r.anh)’nın elinde kalmıştı.
Azerbeycan sefer esnasında ordu içerisinde kıraat konusunda bir ihtilafın çıkması ordu komutanı Huzeyfe b. Yeman’ı endişelendirmiş ve Halife’den müslümanların emin bir şekilde okuyabilecekleri bir mushafın çoğaltılmasını istemişti. Hafsa (r.anh)’ın yanında bulunan mushaf getirilerek çoğaltıldı ve bütün eyaletlere dağıtıldı. Bunun dışında kalan nüshaların tamamı toplatılarak imha edildi. Bu durum karşısında Ashabın hayatta olanları oldukça rahatlamışlardı (İbnül-Esîr a.g.e. III111-112; H.İ. Nasen a.g.e. I 510-513).
Hz. Osman Resulullah (s.a.s)’a ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den sonra kendisine intikal eden mührü Medine’deki Arîs kuyusuna düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuş ancak bütün aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman (r.a) büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptırdı. Şehid edilene kadar parmağında kalan bu mührün kimin eline geçtiği tesbit edilememiştir (İbnül-Esir III 133). Bu olay hilâfetinin altıncı yılında meydana gelmiştir.
İslam fetihlerinin sürekliliği ve elde edilen ganimetlerle insanların zenginleşmeleri refah seviyesini oldukça yükseltmişti. Bu durum tabii olarak İslâma uygun olmayan birtakım davranış biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah (s.a.s)’ın yanında yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabiler bu endişelerini yer yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de zühd ve takvasıyla tanınan ve maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediğine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (r.a)’dır. O Şam’da Muaviye’nin uygulamalarına karşı çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı davrandığı için Medine’ye çağırıldı. Ebu Zerr Medine’ye geldiğinde görüşlerini Hz. Osman’a tekrarlamıştı. Bunun ardından Halife’den izin isteyerek Medine’ye yakın bir yer olan Rebeze’ye gidip yerleşmişti (a.g.e. III 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.).
Bizans’a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç şüphesiz ki Latu’s-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah b. Sa’d'ın komutasındaki İslâm donanması İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların gemi sayısı hakkında verilen bilgiler beş yüz ile sekiz yüz rakamı arasında değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir bozguna uğratıldı. Konstantin Sicilya’ya sığınmak zorunda kalan (İbnül-Esir a.g.e. III117-118; H.İ. Hasan I 266-267). Bu zaferden sonra Bizans müslümanlara karşı olan deniz üstünlüğünü kaybetmiş İslam donanmasının İstanbul sularına kadar önüne çıkacak bir güç kalmamıştı.
Fitnenin ortaya çıkışı ve Şehadeti:
Hz. Osman on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Bunun ilk altı senesi huzur ve güven içerisinde geçmiş ve hiç kimse yönetimin uygulamalarından şikayetçi olmamıştır. Kureyş onu Hz. Ömerden daha çok sevmişti. Çünkü Hz. Ömer onlara karşı şeriatı uygulamada müsamahasız ve sertti. Hz. Osman ise yaratılışındaki yumuşaklık ve hoşgörü ile insanların serbestçe hareket edebilmelerine imkan sağlamıştı. Onun bu yapısından istifade eden eyaletlerdeki bir takım valiler sorumsuz davranışlar sergilemeye başlamışlardı. Yükselen şikayetleri ani ve kesin kararlarla karşılayamayınca yavaş yavaş bir fitne ve kargaşa ortamının oluşmasına zemin hazırlanmıştı.
Endelüs’ten Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir sahayı kaplayan devletin içerisinde çeşitli din ve ırklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardı. Bunlar mağlup düştükleri İslâm Devleti’ne karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise İslâm Ümmeti’ni parçalayıp yok etmek için İslamın temel prensiplerini hedef almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı kimseler zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalışıyorlardı. Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah İbn Sebe’dir. İbn Sebe Yemenli bir yahudidir. O samimi kimselerin haklı şikayetlerini kullanarak insanları Hz. Osman’a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan “ric’atı Muhammed” (Muhammed (s.a.s)’in tekrar dönüşü) düşüncesini yaymaya gayret gösterirken öte taraftan Peygamber’in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (r.a)’a ait olduğunu ve bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir gerçekten başka bir şey olmadığını yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir (r.a) Ömer (r.a) ve Osman (r.a) Hz. .Ali (r.a)ın hakkını gasbetmişlerdi. O Küfe Basra ve Şamda insanları kışkırtırken Ebu Zerr (r.a)in haklı çıkışlarını da kendisine malzeme yapmaya uğraşıyordu. (İbnü’l Esir Tarih III154; H. İ. Hasan age I 368-370)
Bir zaman sonra Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b. Ebî Huzeyfe de yapmış olduğu atamalardan dolayı Hz. Osman’ı tenkid etmeye başladılar (İbnül-Esîr. a.g.e. III 118).
Hz. Osman’a yapılan en önemli suçlama onun kendi akrabalarını valiliklere getirmesi onlara bolca ihsanlarda bulunması ve yolsuzluklarını denetleyememesidir (Suyûtî 174). Hz. Ali (r.a) bu konudaki şikayetlerini ona ilettiğinde o Hz. Ali’ye şöyle diyordu: “Muğire b. Şu’be’yi Ömer’in vali tayin ettiğini bilmez misin?” Hz. Ali: “Biliyorum” deyince o; “O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?” diye sormuştu. Hz. Ali’nin buna verdiği cevap şuydu; “Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun” (İbnül-Esir a.g.e. III 152).
Bunun üzerine Hz. Osman vilayetlerdeki yönetimler hakkında yapılan dedikoduları ve bunların sebeplerini yerinde incelemek üzere müfettişler tayin etti. Muhammed b. Mesleme’yi Kufe’ye; Usame b. Zeyd’i Basra’ya; Abdullah b. Ömer’i Şam’a ve Ammar b. Yasir’i de Mısır’a gönderdi. Ammar b. Yasir hariç diğerleri görevlerini tamamlayarak geri dönmüşlerdi. Osman (r.a) haksızlıkları gidermek filizlenmeye başlayan ve ümmet için büyük sakıncalara sebep olacak olan fitnenin yatıştırılması için yoğun bir gayretin içine girmişti.
O gelen şikayetleri dikkatle inceliyor başta Hz. Ali (r.a) olmak üzere Ashab’ın ileri gelenleri ile istişarelerde bulunuyordu. Ancak Mısır’dan Medine’ye gelip Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’in gayr-ı meşru uygulamalarını şikayet eden bir heyetin dönüşlerinde İbn Ebi Serh’in takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi olayların tırmanmasına sebep olmuştu. Bunun üzerine Mısır’dan altı yüz kişilik bir topluluk Medine’ye gelerek Mescid-i Nebi’de namaz vakitlerinde Ebi Serh’in işlediklerini sahabilere şikayet ediyorlardı. Talha İbn Ubeydullah Hz. Aişe (r.anha) ve Hz. Ali (r.a) Hz. Osman’a giderek bu insanların haklı isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’i azlederek yargılamasını istediler. Bunun üzerine Hz. Osman Mısırlılar’a kendileri için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar Muhammed b. Ebi Bekr’i istediklerini bildirdiler. Osman (r.a) Muhammed b. Ebi Bekr’i vali tayin etti. O Mısır’dan gelenler ve bir grup sahabi ile birlikte Medine’den yola çıktı. Medine’den üç günlük bir uzaklıkta yol alırlarken devesini sanki takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler. Adamı yakalayıp sorguladıklarında İbn Ebi Serh’e bir mesajı yetiştirmeye çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda bazen Osman (r.a)’ın bazan da Mervan b. Hakem’in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu açtıklarında içinde “Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca… Sana ulaştıklarında onları öldür” yazıldığı ve bunun Hz. Osman’ın mührüyle mühürlenmiş olduğunu gördüler. Derhal Medine’ye geri dönüp Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Hz. Ali yanına Muhammed İbn Mesleme’yi alıp Osman (r.a)’ın evine gitti. Hz. Ali (r.a) ona üzerine kendi mührü bulunan bu mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman (r.a) böyle bir mektup yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman (r.a)’ı doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti. Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem’e ait olduğunu anladılar. O esnada Osman (r.a)’ın evinde bulunmakta olan Mervan’ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Hz. Osman (r.a) bunu kabul etmedi. Çünkü onu öldüreceklerinden korkuyordu.
Onun evini kuşatan asiler diyalog çağrılarına cevap vermedikleri gibi suyunu da kesmişlerdi Hz. Osman’ın fitneyi yatıştırmak ve haksızlıkları gidermek hususunda asilere yaptığı nasihatlerin onlar üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar Hz. Osman (r.a)’a şöyle diyorlardı:
“Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize engel olmaya kalkarlarsa onlarla savaşırız”. Hz. Osman onlara Allah’ın üzerine yüklediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş ayrıca kendini savunmak için kimseye emir vermediğini eklemişti (İbnül-Esîr a.g.e. III 169-170). O ashaptan asileri şehirden kovup çıkarmak için gelen teklifleri reddediyor onlardan silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu.
Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp: “Ali buralarda mı? Sa’d buralarda mı?” diye sormuş bulunmadıkları cevabını alınca biraz susmuş ve şöyle demişti: “Bana su sağlamasını Ali’ye bildirecek kimse yok mu?” Bu Hz. Ali’ye ulaşınca derhal üç kırba suyu ona göndermişti. Ali (r.a) asilerin Osman (r.a)’ı öldürmek istediklerini öğrenince böyle bir şeye meydan vermemek için iki oğlu Hasan ve Hüseyin’e kılıçlarını alarak gidip Osman’ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi sokmamalarını söylemişti. Abdullah İbn Zübeyr de onlara katılmış diğer bir takım sahabiler de çocuklarını oraya göndermişlerdi. Durum çok nazik bir hal almıştı. Hz. Osman ne asilerin haksız taleplerini kabul ediyor ne de Medine ve diğer bölgelerden gelen asileri savaşarak Medine’den çıkarma tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O Peygamber şehri’nde kan dökmek ve fitneyi ilk başlatan kimse olmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Hz. Âişe (r.anha)’dan Resulullah (s.a.s)’ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir:
“Ya Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu bana kavuşuncaya kadar sakın çıkarma”. Hz. Osman Resulullah (s.a.s)’in bu günler için kendisine bildirdiği şeylere uymaya çalışıyordu. O şöyle diyordu: “Resulullah (s.a.s) benimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim” (Üsdül-Ğâbe II 589; Suyûtî 170; İbnü’l-Esîr III 175).
Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu anladığında onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek için kendilerine bir müslümanın kanının ancak; zina kasten adam öldürme ve dinden dönmek şartları dahilinde helal olduğunu hatırlatıyor ve kendisinin bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıp duruyordu.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 30666

ulkucudunya@ulkucudunya.com