« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Haz

2012

HACI ARİF BEY

01 Ocak 1970

 (1831-1885) Türk mûsikisi bestekârı, hanende.
1831 yılı sonlarında İstanbul Eyüp'te doğdu. Asıl adı Mehmed Arif olup Eyüp Sert Mahkemesi başkâtiplerinden Ebûbe-kir Efendi'nin oğludur. Daha sıbyan mektebinde iken sesinin güzelliğiyle dikkati çekti ve mektebin ilâhicibaşısı oldu. Mû¬sikiye olan kabiliyetinin, komşusu beste¬kâr Şâhinbeyzâde Mehmed Bey tarafın¬dan anlaşılması üzerine ondan ilk mûsiki derslerini almaya başladı. Bu arada yine komşusu olan Hafız Mehmed Zekâî Efen-di'den bazı eserler meşketti. Mûsikide ilerleme kaydedince hocası Mehmed Bey onu Hammâmîzâde İsrnâil Dede ile tanış-tırdı. Arifi çok beğenen İsmail Dede ken¬disine bir müddet ders verdi.
Mehmed Bey tarafından Muzıka-i Hü-mâyun'un Türk mûsikisi kısmına kaydet¬tirilen Arif Bey, aynı zamanda Bâb-ı Se¬raskerî Kalemi'nde kâtip yardımcısı ola¬rak göreve başladı (1844). Muzıka-i Hü-mâyun'da Mehmed Bey'in meşklerine, ayrıca Hâşim Bey'in derslerine katıldı. Sarayda Sultan Abdülmecid'den yakınlık gördü ve yirmi yaşlarında ona mabeyinci oldu. Bir müddet sonra Harem-i Hümâ-yun'daki cariyelere meşk hocası tayin edildi. Burada tanıdığı Çeşmidilber adlı cariyeye âşık olunca onunla evlendirildi ve saraydan uzaklaştırıldı. Ancak hanı¬mının kendisini terketmesi üzerine tek¬rar saraya alındı ve yine cariyelere meşk hocası olarak görevlendirildi. Onun bu sı¬ralarda kürdîli-hicazkâr makamında bes¬telediği, "Niçin terkeyleyip gittin a zâlim" mısraı ile başlayan şarkısı bu ayrılıktan duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir. Ha¬cı Arif Bey'in bu görevi de âşık olduğu Zül-finigâr adlı câriye ile evlenmesi ve tekrar saraydan ayrılması ile son buldu. Yeni ha¬nımı da bir yıl sonra veremden ölünce bu defa hissiyatını segah makamındaki, "Ol¬maz ilâç sîne-i sad-pâreme" ve hicaz makamındaki. "Kamer-çehre perî-rû tende canım" mısraları ile başlayan şarkıları ile ifade etti. Sultan Abdülaziz'in tahta çık¬masıyla (1861) tekrar Harem-i Hümâyun'-daki serhânendelik ve meşk hocalığı gö¬revine getirilen Hacı Arif Bey, on yıl sür¬dürdüğü bu görevi sırasında da Pertevniyal Valide Sultan'ın nedimelerinden Ni-gârnîk adlı kıza âşık olunca valide sultan onları evlendirdi. İrâde-i seniyye ile ve 40 altın maaşla saraydan çıkarılan Arif Bey, 1876 yılına kadar beş yıl süreyle Şûrâ-yı Devlet'te kâtiplik ve Beykoz'da maliye müdürlüğü görevlerinde bulundu. II. Ab-dülhamid tahta çıktığı zaman Zincirliku-yu'daki çiftliğinde münzevi bir hayat yaşamaktaydı. İran'ın İstanbul büyükelçisi Mareşal Muhsin Han II. Abdülhamid'i bir ziyareti esnasında İran şahının Arif Bey'i çok beğendiğini, daha önce şahın İstan¬bul'u ziyaretinde huzurunda Arif Bey'in okuduğu Hâfız'a ait Farsça bir gazelin bestesini unutamadığını, şu sırada Os¬manlı sarayında bir görevi bulunmadığın¬dan onu Tahran sarayına davet etmek is¬tediğini ifade etti. Ancak II. Abdülhamİd, Hacı Arif Bey'i tekrar Muzıka-i Hümâyun'a alacağını söyleyerek buna izin vermedi.
Hacı Arif Bey'in, kolağası rütbesiyle ye¬niden Muzıka-i Hümâyun'a alındığı bu dördüncü devresinde öncekiler kadar ilgi gördüğü söylenemez. Bestekârla II. Ab-dülhamid arasında evvelki padişahlarla olduğu gibi samimiyet kurulamadığı anla¬şılmaktadır. Nitekim bir defasında padi¬şah birkaç yeni şarkısını bizzat Arif Bey'-den dinlemek istemiş, fakat bestekâr hastalığını ileri sürerek özür dilemişti. Pa¬dişahın bestekârı tekrar çağırtması üze¬rine de mabeyinciye, "Sanatta irâde-i hü¬mâyun olmaz" dedikten sonra II. Abdül-hamid'in babasından ve amcasından daha fazla rağbet gördüğünü söylemişti. Bunun üzerine padişah bestekârın Muzı¬ka-i Hümâyun'daki odasında hapsedil¬mesini emretti. Elli gün odasından çıka¬mayan Hacı Arif Bey yeni bestelediği, "Ahteri düşkün garîb ü âşık-ı âvâreyim" mısraı ile başlayan nihâvend şarkısını hü¬kümdarın huzurunda okuması için arka¬daşı sermüezzin Rifat Bey'den ricada bu¬lundu. Bunun üzerine cezası affedilen Arif Bey miralay rütbesine yükseltildi.
Bu olaydan sonra Muzıka-i Hümâyun'a nadiren uğrayan Hacı Arif Bey'in geçim sıkıntısı çektiği anlaşılmaktadır. Vefatın¬dan bir yıl kadar Önce kalp hastalığına yakalandı. Kürdîli-hicazkâr makamında¬ki, "Gurûb etti güneş dünyâ karardı" mıs¬raı ile başlayan şarkısını besteledikten kısa bir süre sonra 28 Haziran 1885 ta¬rihinde Muzıka-i Hümâyun'daki odasında vefat etti ve Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhfnın hazîresine defnedildi. Rauf Yekta Bey ise onun Kuruçeşme'de bir ar¬kadaşının yalısında vefat ettiğini kayde¬der. Arif Bey'in ne zaman hacca gittiğine dair bir kayda rastlanmamıştır. İbnüle-min Mahmud Kemal bestekârın seyyid olduğunu ileri sürer.
Hacı Arif Bey hiçbir sazı çalmasını, hat¬ta nota yazısını dahi Öğrenmediği halde bestekârlık dehası ile zamanının musiki¬şinasları arasında müstesna bir yere sa¬hip olmuştur. Hammâmîzâde İsmail De-de'den sonra XIX. yüzyılın en büyük bes¬tekârı ve özellikle şarkı formunda Türk mûsikisinin en önde gelen sanatkârı ka¬bul edilmiştir. Şarkılarının çoğunun güf¬tesi Mehmed Sadî Bey'e ait olan Arif Bey velûd bir sanatkârdır. Süratle beste yap¬tığı, hatta bir gecede sekiz şarkı beste¬lediği söylenir. Sultan Abdülaziz'in verdi¬ği bir güfteye yedi ayrı makamda beste yapması da bu alandaki gücünün bir delilidir.
Kuvvetli bir hafızaya sahip olduğundan ezberinde binlerce eser bulunan Hacı Arif Bey, aynı zamanda Türk mûsikisi ta¬rihinin sayılı hanendeleri arasında yer alır. Sesinin güzelliği üstün mûsiki kabili¬yeti ve sanat anlayışı ile birleşince ortaya müstesna bir İcra üslûbu çıkmıştır. Oku-yuşundaki güzel tavrı hocası Hâşim Bey'¬den aldığı söylenir.
Hacı Arif Bey, terkip ettiği kürdîli-hicaz¬kâr makamı ve düzenlediği müsemmen usulüyle mûsiki nazariyatı sahasında da söz sahibi olduğunu ortaya koymuş, ay¬rıca Mecmûa-i Arifi[370] adlı bir de güfte mecmuası tertip etmiştir. Kendisine ait güftelerin de yer aldığı bu kitapta ellinin üzerinde makamdan 1000'-den fazla eserin güftesini toplamıştır.
Hacı Arif Bey, Türk mûsikisinde "neoklasik" ve "romantik" denilen sanat akı¬mının kurucusudur. Kendisinden önce neoklasik tarzda III. Selim, Hammâmî¬zâde İsmail Dede, Şâkir Ağa gibi beste-kârlar şarkı bestelemişse de Hacı Arif Bey bu alanda çığır açmıştır. Ritim çeşit¬liliği, melodi renkliliği ve zenginliğiyle dik¬kati çeken şarkı bestekârlığındaki üstün seviyesiyle Hacı Ârİf Bey bu formun ger¬çek anlamda ihya edicisi kabul edilme¬lidir.
"Fasl-ı atik" ve "fasl-ı cedîd" olarak iki¬ye ayrılan Muzıka-i Hümâyun'un fasıl ta¬kımındaki fasl-ı atîk kadrosunda yer alan ve saraydan ayrı kaldığı yıllarda da bu ça¬lışmalarını devam ettiren Arif Bey'in te¬sirinde kalmayan şarkı bestekârı yok gi¬bidir. Bunlar arasında, aynı zamanda ta¬lebesi olan ve sanat anlayışının en güçlü temsilcisi kabul edilen Şevki Bey'in farklı bir yeri vardır. Ayrıca Kanunî Mehmed Bey. Mustafa Servet Efendi. Santûrî Ed-hem Efendi, Leon Hancıyan, Giriftzen Âsim Bey ve Lemi Atlı gibi musikişinaslar da onun meşhur talebelerindendir.
Şiirle de uğraşan ve bir kısım bestele¬rinin güftesini bizzat yazmış olan Arif Bey 1000'i aşkın şarkı ile 100'den fazla ilâhi ve diğer formlarda eser bestelemiş, an¬cak bunlardan yaklaşık üçte ikisi notasız-lık yüzünden unutulmuştur. Bir tesbite göre günümüze ulaşan eserleri kırk dört makamdan meydana gelmiş olup[371] bunlar arasında en çok ni-hâvend, kürdîli-hicazkâr. hicaz, suzinak, karcığar, uşşak, hicazkâr, muhayyer, hüz¬zam, rast. sabâ, ısfahan ve hüseynî ma-kamlarının tercih edildiği görülmektedir. Suphi Ezgi'nin Hacı Arif Bey külliyatı üze¬rinde tamamlanmamış bir çalışması var¬dır.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 28458

ulkucudunya@ulkucudunya.com