HACI ARİF BEY
01 Ocak 1970
(1831-1885) Türk mûsikisi bestekârı, hanende.
1831 yılı sonlarında İstanbul Eyüp'te doğdu. Asıl adı Mehmed Arif olup Eyüp Sert Mahkemesi başkâtiplerinden Ebûbe-kir Efendi'nin oğludur. Daha sıbyan mektebinde iken sesinin güzelliğiyle dikkati çekti ve mektebin ilâhicibaşısı oldu. Mû¬sikiye olan kabiliyetinin, komşusu beste¬kâr Şâhinbeyzâde Mehmed Bey tarafın¬dan anlaşılması üzerine ondan ilk mûsiki derslerini almaya başladı. Bu arada yine komşusu olan Hafız Mehmed Zekâî Efen-di'den bazı eserler meşketti. Mûsikide ilerleme kaydedince hocası Mehmed Bey onu Hammâmîzâde İsrnâil Dede ile tanış-tırdı. Arifi çok beğenen İsmail Dede ken¬disine bir müddet ders verdi.
Mehmed Bey tarafından Muzıka-i Hü-mâyun'un Türk mûsikisi kısmına kaydet¬tirilen Arif Bey, aynı zamanda Bâb-ı Se¬raskerî Kalemi'nde kâtip yardımcısı ola¬rak göreve başladı (1844). Muzıka-i Hü-mâyun'da Mehmed Bey'in meşklerine, ayrıca Hâşim Bey'in derslerine katıldı. Sarayda Sultan Abdülmecid'den yakınlık gördü ve yirmi yaşlarında ona mabeyinci oldu. Bir müddet sonra Harem-i Hümâ-yun'daki cariyelere meşk hocası tayin edildi. Burada tanıdığı Çeşmidilber adlı cariyeye âşık olunca onunla evlendirildi ve saraydan uzaklaştırıldı. Ancak hanı¬mının kendisini terketmesi üzerine tek¬rar saraya alındı ve yine cariyelere meşk hocası olarak görevlendirildi. Onun bu sı¬ralarda kürdîli-hicazkâr makamında bes¬telediği, "Niçin terkeyleyip gittin a zâlim" mısraı ile başlayan şarkısı bu ayrılıktan duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir. Ha¬cı Arif Bey'in bu görevi de âşık olduğu Zül-finigâr adlı câriye ile evlenmesi ve tekrar saraydan ayrılması ile son buldu. Yeni ha¬nımı da bir yıl sonra veremden ölünce bu defa hissiyatını segah makamındaki, "Ol¬maz ilâç sîne-i sad-pâreme" ve hicaz makamındaki. "Kamer-çehre perî-rû tende canım" mısraları ile başlayan şarkıları ile ifade etti. Sultan Abdülaziz'in tahta çık¬masıyla (1861) tekrar Harem-i Hümâyun'-daki serhânendelik ve meşk hocalığı gö¬revine getirilen Hacı Arif Bey, on yıl sür¬dürdüğü bu görevi sırasında da Pertevniyal Valide Sultan'ın nedimelerinden Ni-gârnîk adlı kıza âşık olunca valide sultan onları evlendirdi. İrâde-i seniyye ile ve 40 altın maaşla saraydan çıkarılan Arif Bey, 1876 yılına kadar beş yıl süreyle Şûrâ-yı Devlet'te kâtiplik ve Beykoz'da maliye müdürlüğü görevlerinde bulundu. II. Ab-dülhamid tahta çıktığı zaman Zincirliku-yu'daki çiftliğinde münzevi bir hayat yaşamaktaydı. İran'ın İstanbul büyükelçisi Mareşal Muhsin Han II. Abdülhamid'i bir ziyareti esnasında İran şahının Arif Bey'i çok beğendiğini, daha önce şahın İstan¬bul'u ziyaretinde huzurunda Arif Bey'in okuduğu Hâfız'a ait Farsça bir gazelin bestesini unutamadığını, şu sırada Os¬manlı sarayında bir görevi bulunmadığın¬dan onu Tahran sarayına davet etmek is¬tediğini ifade etti. Ancak II. Abdülhamİd, Hacı Arif Bey'i tekrar Muzıka-i Hümâyun'a alacağını söyleyerek buna izin vermedi.
Hacı Arif Bey'in, kolağası rütbesiyle ye¬niden Muzıka-i Hümâyun'a alındığı bu dördüncü devresinde öncekiler kadar ilgi gördüğü söylenemez. Bestekârla II. Ab-dülhamid arasında evvelki padişahlarla olduğu gibi samimiyet kurulamadığı anla¬şılmaktadır. Nitekim bir defasında padi¬şah birkaç yeni şarkısını bizzat Arif Bey'-den dinlemek istemiş, fakat bestekâr hastalığını ileri sürerek özür dilemişti. Pa¬dişahın bestekârı tekrar çağırtması üze¬rine de mabeyinciye, "Sanatta irâde-i hü¬mâyun olmaz" dedikten sonra II. Abdül-hamid'in babasından ve amcasından daha fazla rağbet gördüğünü söylemişti. Bunun üzerine padişah bestekârın Muzı¬ka-i Hümâyun'daki odasında hapsedil¬mesini emretti. Elli gün odasından çıka¬mayan Hacı Arif Bey yeni bestelediği, "Ahteri düşkün garîb ü âşık-ı âvâreyim" mısraı ile başlayan nihâvend şarkısını hü¬kümdarın huzurunda okuması için arka¬daşı sermüezzin Rifat Bey'den ricada bu¬lundu. Bunun üzerine cezası affedilen Arif Bey miralay rütbesine yükseltildi.
Bu olaydan sonra Muzıka-i Hümâyun'a nadiren uğrayan Hacı Arif Bey'in geçim sıkıntısı çektiği anlaşılmaktadır. Vefatın¬dan bir yıl kadar Önce kalp hastalığına yakalandı. Kürdîli-hicazkâr makamında¬ki, "Gurûb etti güneş dünyâ karardı" mıs¬raı ile başlayan şarkısını besteledikten kısa bir süre sonra 28 Haziran 1885 ta¬rihinde Muzıka-i Hümâyun'daki odasında vefat etti ve Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhfnın hazîresine defnedildi. Rauf Yekta Bey ise onun Kuruçeşme'de bir ar¬kadaşının yalısında vefat ettiğini kayde¬der. Arif Bey'in ne zaman hacca gittiğine dair bir kayda rastlanmamıştır. İbnüle-min Mahmud Kemal bestekârın seyyid olduğunu ileri sürer.
Hacı Arif Bey hiçbir sazı çalmasını, hat¬ta nota yazısını dahi Öğrenmediği halde bestekârlık dehası ile zamanının musiki¬şinasları arasında müstesna bir yere sa¬hip olmuştur. Hammâmîzâde İsmail De-de'den sonra XIX. yüzyılın en büyük bes¬tekârı ve özellikle şarkı formunda Türk mûsikisinin en önde gelen sanatkârı ka¬bul edilmiştir. Şarkılarının çoğunun güf¬tesi Mehmed Sadî Bey'e ait olan Arif Bey velûd bir sanatkârdır. Süratle beste yap¬tığı, hatta bir gecede sekiz şarkı beste¬lediği söylenir. Sultan Abdülaziz'in verdi¬ği bir güfteye yedi ayrı makamda beste yapması da bu alandaki gücünün bir delilidir.
Kuvvetli bir hafızaya sahip olduğundan ezberinde binlerce eser bulunan Hacı Arif Bey, aynı zamanda Türk mûsikisi ta¬rihinin sayılı hanendeleri arasında yer alır. Sesinin güzelliği üstün mûsiki kabili¬yeti ve sanat anlayışı ile birleşince ortaya müstesna bir İcra üslûbu çıkmıştır. Oku-yuşundaki güzel tavrı hocası Hâşim Bey'¬den aldığı söylenir.
Hacı Arif Bey, terkip ettiği kürdîli-hicaz¬kâr makamı ve düzenlediği müsemmen usulüyle mûsiki nazariyatı sahasında da söz sahibi olduğunu ortaya koymuş, ay¬rıca Mecmûa-i Arifi[370] adlı bir de güfte mecmuası tertip etmiştir. Kendisine ait güftelerin de yer aldığı bu kitapta ellinin üzerinde makamdan 1000'-den fazla eserin güftesini toplamıştır.
Hacı Arif Bey, Türk mûsikisinde "neoklasik" ve "romantik" denilen sanat akı¬mının kurucusudur. Kendisinden önce neoklasik tarzda III. Selim, Hammâmî¬zâde İsmail Dede, Şâkir Ağa gibi beste-kârlar şarkı bestelemişse de Hacı Arif Bey bu alanda çığır açmıştır. Ritim çeşit¬liliği, melodi renkliliği ve zenginliğiyle dik¬kati çeken şarkı bestekârlığındaki üstün seviyesiyle Hacı Ârİf Bey bu formun ger¬çek anlamda ihya edicisi kabul edilme¬lidir.
"Fasl-ı atik" ve "fasl-ı cedîd" olarak iki¬ye ayrılan Muzıka-i Hümâyun'un fasıl ta¬kımındaki fasl-ı atîk kadrosunda yer alan ve saraydan ayrı kaldığı yıllarda da bu ça¬lışmalarını devam ettiren Arif Bey'in te¬sirinde kalmayan şarkı bestekârı yok gi¬bidir. Bunlar arasında, aynı zamanda ta¬lebesi olan ve sanat anlayışının en güçlü temsilcisi kabul edilen Şevki Bey'in farklı bir yeri vardır. Ayrıca Kanunî Mehmed Bey. Mustafa Servet Efendi. Santûrî Ed-hem Efendi, Leon Hancıyan, Giriftzen Âsim Bey ve Lemi Atlı gibi musikişinaslar da onun meşhur talebelerindendir.
Şiirle de uğraşan ve bir kısım bestele¬rinin güftesini bizzat yazmış olan Arif Bey 1000'i aşkın şarkı ile 100'den fazla ilâhi ve diğer formlarda eser bestelemiş, an¬cak bunlardan yaklaşık üçte ikisi notasız-lık yüzünden unutulmuştur. Bir tesbite göre günümüze ulaşan eserleri kırk dört makamdan meydana gelmiş olup[371] bunlar arasında en çok ni-hâvend, kürdîli-hicazkâr. hicaz, suzinak, karcığar, uşşak, hicazkâr, muhayyer, hüz¬zam, rast. sabâ, ısfahan ve hüseynî ma-kamlarının tercih edildiği görülmektedir. Suphi Ezgi'nin Hacı Arif Bey külliyatı üze¬rinde tamamlanmamış bir çalışması var¬dır.