ERZURUM KONGRESÎ
01 Ocak 1970
Doğu vilâyetlerinin haklarını savunmak üzere 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında I Erzurum'da toplanan mahallî kongre.
Merkezi İstanbul'da bulunan Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukük-ı Milliyye Ce-miyeti'nin Erzurum şubesiyle Trabzon Muhâfaza-i Hukuk Cemiyeti'nin ortak¬laşa düzenledikleri bu kongreye Vilâyât-ı Şarkiyye Kongresi de denir. Kongrenin toplanmasının en önemli sebebi, Paris Barış Konferansı'nda[229] Trab¬zon ve yöresinde Rum-Pontus, Erzurum ve yöresinde Ermenistan devletlerinin kurulması çabalarının artmasıdır. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'da İngilizlerin kendi himayeleri altında muhtar bir Kürdistan kurmak için yoğun çaba harcamaları da bunda önemli ölçüde rol oynamıştır.
Ayrı ayrı kurulmuş olan cemiyetleri birleştirmek ve ortak bir mücadele pla¬nı hazırlamak amacıyla Erzurumlulardın 30 Mayıs 1919'da Trabzonlular'a başvur¬masından sonra 10 Temmuz'da Erzu¬rum'da bir kongre yapılması kararlaştı¬rıldı. Kongre çalışmalarına katılmak üze-re Erzurum'a gelen Üçüncü Ordu müfet¬tişi Mustafa Kemal Paşa İngilizler'in bas¬kısıyla görevinden azledildi. O da asker¬likten istifa ederek vatanın kurtarılma¬sı için halkla birlikte çalışacağını bildir¬di. İngilizler delege seçimlerini engelle¬dikleri için kongre 10 Temmuz'da toplanamadı ve 23 Temmuz'a ertelendi. Bu sırada Erzurum'a gelen Trabzonlu bazı delegelerle Erzurumlular arasında Mus¬tafa Kemal'in kongreye katılıp katılma¬ması konusunda anlaşmazlık çıktı. Er¬meni mezalimini yaşamış olan Erzurum¬lular Millî Mücadele'de ordunun önder¬liğine güvendikleri halde İtilâf devletle¬rinin etki alanı içinde bulunan Trabzon¬lular, savaştan sonraki ordu aleyhtarı propagandanın da tesiriyle askerî ve bü¬rokratik kesime ve bunun muhtemel üs-tünlüğüne karşı çıkıyorlardı. Mustafa Ke¬mal'in kongreye alınmasına aynı şekil¬de karşı çıkan Trabzonlu bazı delege¬ler onun muhteris bir kimse olduğunu ve Millî Mücadele'yi kendi istediği doğ¬rultuya çekebileceğini iddia ediyorlardı. Ancak Kâzım Karabekir Paşa araya gi¬rerek Erzurum merkez kazasından iki delege İstifa ettirildi ve böylece Musta¬fa Kemal ile Rauf Bey'in kongreye katıl¬maları sağlandı.
6 Haziran'da büyük ümitlerle gittiği Paris'ten eli boş dönen Sadrazam Damad Ferid Paşa, Erzurum Kongresi'nİ anayasaya aykırı bulduğunu ve kongre¬yi düzenleyenlerin tutuklanması gerek¬tiğini bildiren bir beyanname yayımladı[230]. Sadrazam beyannâmesin¬de ayrıca yurt dışında bulunduğu altı haftalık sürede Anadolu'nun karışıklık içine sürüklendiğini iddia ediyor ve kong¬reyi mebusan meclisi gibi telakki edi¬yordu.
Ajans kanalıyla yayımlanan sadrazamın bu beyannâmesi duyulmadan kongre 23 Temmuz'da açıldı. Kongreye Erzurum'¬dan yirmi dört, Van'dan iki, Bitlis'ten üç, Sivas'tan on ve Trabzon'dan on yedi kişi olmak üzere toplam elli altı delege ka¬tıldı. Diyarbekir ve Ma'mûretüiazîz (Ela¬zığ) delegeleri ise hükümetin engelleme¬si yüzünden toplantıya katıla mad ı la r. İlk oturumda Mustafa Kemal oy çokluğu İle kongre başkanlığına seçildi. Hoca Râ-if Efendi ile Trabzonlu İzzet Bey başkan vekilliklerine, Necati Bey ile Trabzonlu Abdullah Hasib Efendi kâtipliklere seçil¬diler. Teşekkür etmek üzere kürsüye çı¬kan Mustafa Kemal Mondros Mütare-kesi'nden beri gelişen olayları, Anado¬lu'nun paylaşılması konusundaki faali¬yetleri ve buna karşı İstanbul hüküme¬tinin zaaf ve çaresizliğini dile getirdi. Mil¬lî iradenin milletin mukadderatına hâ¬kim kılınması ve gücünü millî iradeden alan sorumlu bir hükümetin kurulması gerektiğini belirtti. Kongre kararı gere¬ğince padişaha çekilen telgrafta, vatanın parçalanması tehlikesi karşısında doğu illerinin tertiplediği kongrenin, milletin hürriyet ve istiklâlini kazandığı II. Meş-rutiyet'in ilân günü olan bayram günün¬de çalışmalarına başladığı haber verili¬yordu. Kongrenin her türlü siyasî görüş ve düşüncenin üzerinde olduğu, saltanat ve hilâfet hukukunun korunacağı, Os¬manlı ve İslâm camiasından ayrılmama¬yı en kutsal görev saydıkları ifade edili¬yordu. Bütün belediyelere ve dernekle¬re çekilen telgraflarda da kongrenin Rum ve Ermeni entrikaları karşısında vatanın parçalanmasını önlemek için top¬landığı açıklanıyordu.
24 Temmuz'da Mustafa Kemal'in baş¬kanlığında açılan kongrenin ikinci oturu¬munda önce sadrazamın beyannâmesi ele alindi; şiddetli tartışmalar sonunda padişaha bir telgraf çekilmesine karar verildi. Sert bir dille kaleme alınan tel¬grafta Anadolu'da herhangi bir karışık-lık çıkmadığı, sadrazamın böyle bir iddi¬ada bulunarak Mondros Mütarekesi'nin 24. maddesi gereğince İtilâf devletleri¬nin buraları işgaline zemin hazırladığı hatırlatılarak bunun derhal tekzip edil¬mesi istendi. Kongreyi mebusan meclisi şeklinde gösteren sadrazamın millete karsı suç işlediği de belirtildi. Kongre¬nin saltanat ve hilâfete bağlılığı bir ke¬re daha vurgulandıktan sonra hüküme¬tin hukuka aykırı olan bu beyannameyi derhal yalanlaması, kongreye tatmin edi¬ci bilgi vermesi, millî menfaatler konu¬sunda uyanık olması ve Mebusan Mecli-si'ni en kısa zamanda toplantıya çağır¬ması istendi.
Erzurum Kongresi'ni bu vesileyle res¬men öğrenen sadrazam daha fazla İleri gidemedi. Başta Kâzım Karabekir olmak üzere bölgedeki mülkî ve askerî çevre¬lerce de desteklenen kongre çalışmala¬rına devam etti. Aslında Yunanlıların Ege bölgesini işgallerinden ve sadrazamın müttefiklerden beklediğini alamamasın-dan sonra prestiji İyice sarsılan hüküme¬tin içinde millî teşkilâtlanma ve faal bir direnme gereğine duyulan inanç daha da yaygınlaşmıştı. Nitekim Temmuz 1919'-da Karadeniz gezisine çıkan İngiliz istih¬barat subayı Heathcote Smith, millî ce-reyanın kısmen bizzat Osmanlı hüküme¬tince düzenlenip yürütüldüğünü rapor etmişti[231]. Bu yüzden İngi¬lizler baskılarını arttırdıkları için Damad Ferid Paşa bazı kabine üyelerinin itira¬zına, hatta istifasına rağmen Mustafa Kemal ile Rauf Bey'in tutuklanmaları ko¬nusunda yeni bir emir çıkarttı[232]. Erzurum vali vekiliyle Kâzım Ka¬rabekir bu emri derhal reddettiler. İngilizler'in Doğu Anadolu'yu işgal edecek¬leri tehdidi karşısında telâşa kapılan hü¬kümetin emrine hiçbir devlet yetkilisi uymadı.
Çalışmalarını encümen ve umumi he¬yet görüşmeleri şeklinde sürdüren Er¬zurum Kongresi'nde değişik siyasî görüş¬ler serbest bir ortamda tartışıldı. Trab¬zonlu delegelerden Ömer Fevzi, İbrahim Hamdi ve Ali Naci beylerin öncülük etti¬ği muhalif grubun itirazları birkaç te¬mel noktada ortaya çıktı. İlk muhalefe¬tini Mustafa Kemal'in başkan seçilme¬sinde ortaya koyan karşı grup en önemli tepkiyi, kongrece kurulması kararlaştı¬rılan Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Ce-miyeti'nin mahallî şube başkanları ko¬nusunda gösterdi. Ayrıca yeni cemiyetin yürütme organı durumundaki Temsil Heyeti'nin yetkileri meselesinde de iti¬razda bulundu. Kongreye bir alternatif program taslağı da sunan bu grup bele¬diyelerin bağımsız olmasını, idarî adem-i merkeziyete gidilmesini, vakıf yönetimlerinin müslüman cemaate bırakılması¬nı, ordu ve jandarma yerine milis teşki¬lâtı kurulmasını, işçilerin kârdan pay al¬masını istiyordu. Amerikan veya İngiliz himayesinin kabul edileceği ima edilen, ülkeler arasında müslüman ve gayri müs-lim nüfus mübadelesi yapılması ve ya¬bancı sermayeden faydalanılması gibi tekliflerin yer aldığı bu taslak büyük tar¬tışmalardan sonra çoğunluk tarafından reddedildi.
Çalışmalarını 7 Ağustos'ta tamamla¬yan kongrede alınan kararlar bir beyan¬name ile neşredildi. Ayrıca bu kararlan uygulamak üzere kurulan yeni cemiyetin çalışma sistemi ve teşkilâtı yine kongre¬ce hazırlanıp onaylanan nizâmnâmede açıklandı. On maddeden oluşan beyan¬nameye göre Oanik (Samsun) sancağı ile Trabzon ve doğu vilâyetleri (Erzurum, Si¬vas, Van, Diyarbekir, Ma'mûretülazîz, Bit¬lis} ve bu saha içindeki müstakil sancak¬lar, hiçbir sebep ve bahane ile birbirle¬rinden ve Osmanlı camiasından ayrılması mümkün olmayan bir bütün ve bölge¬deki müslümantar öz kardeş sayılıyordu[233]. Eğer merkezî hükümet bir dev¬letin baskısı altında buraları bırakmak ya da ihmal etmek zorunda kalırsa sal¬tanat ve hilâfet makamına bağlılığı ve millî hakları sağlayacak tedbir ve karar¬lar alınacak, böyle bir durum ortaya çık¬tığında Doğu Anadolu'da geçici bir yö¬netim kurulacaktı.
Her türlü işgal ve müdahale Rum ve Ermeni devleti kurulması amacına yö¬nelik sayılacağından birlikte savunma ve direnme esasının benimsendiği, ayrıca siyasî hâkimiyeti ve sosyal dengeyi bo¬zacak şekilde gayri müslimlere yeni im¬tiyazlar verilmesinin kabul edilmeyeceği[235], ancak bunların kanunlarla pe¬kiştirilmiş müktesep haklarına saygı gös¬terileceği[236] ifade ediliyordu.
İtilâf devletlerinden, Mondros Müta-rekesi'nin imzalandığı 30 Ekim 1918'de-ki Osmanlı sınırları içinde kalan ve hal¬kın çoğunluğu müslüman olan doğu il¬lerinde birbirlerinden ayrılmaları imkân¬sız öz kardeş, dindaş ve soydaşların otur¬duğu memleketlerin bölünmesi düşün¬cesinden vazgeçmeleri, Osmanlı varlığı¬na, tarihî. ırkî ve dinî haklara saygı gös¬termelerinin beklendiği açıklanıyordu[237]. Devlet ve milletin iç ve dış ba¬ğımsızlığı, vatanın bütünlüğü saklı kal¬mak üzere altıncı maddede açıklanan sı¬nırlar içinde, milliyet esaslarına uygun ve ülkeye karşı istilâ emeli beslemeyen herhangi bir devletin yardımının memnunlukla karşılanacağı, insanca ve âdil şartlan kapsayan bir barışın derhal im¬zalanmasının insanlığın selâmeti ve dün¬yanın sükûnu adına en büyük millî gaye sayıldığı belirtiliyordu.
Milletlerin kendi kaderlerini bizzat ta¬yin ettikleri bu dönemde İstanbul hükü¬metinin de millî iradeye boyun eğmesi gerektiği, millî iradeye dayanmayan hü¬kümetlerin verdikleri kararlara milletçe uyulmadığı gibi dışarıda da itibar edil¬mediğinin anlaşıldığı ifade edilerek hü¬kümetten hemen millî meclisi toplantı¬ya çağırması isteniyordu[239]. Osman¬lı vatanının bütünlüğü ve milletin bağım¬sızlığının sağlanması, saltanat ve hilâfet makamlarının korunması İçin "Kuvâ-yİ Milliyye'yi âmil ve irâde-İ milliyyeyi hâ¬kim kılmak esastır" deniliyordu.
Vatanın mâruz kaldığı önemli olaylar sonucunda millî vicdandan doğan cemi¬yetlerin Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hu¬kuk Cemiyeti adı atında birleştirildiği ifade edilerek bu cemiyetin her türlü particilik akımının dışında bulunduğu ve bütün müslüman yurttaşların der¬neğin tabii üyesi sayıldığı açıklanıyordu[241]. Aynca kongre tarafından seçilen Temsil Heyeti'nin kabul edildiği ve köy¬lerden başlayarak il merkezlerine kadar mevcut millî teşkilâtların birleştirilerek onaylandığı da belirtiliyordu.
Beyannamedeki ilkeler nizâmnâmede bir defa daha tekrar edildikten sonra yeni cemiyetin kuruluş esasları belirlen¬mekteydi. Köyden şehre kadar bütün mahallî birimlerde şubesi açılacak olan derneğin en yüksek karar organı, bü¬tün vilâyetlerin katılmasıyla oluşacak ge¬nel kongre idi. Yürütme organı ise ge¬nel kongre tarafından seçilen en az do¬kuz, en çok on altı üyeden meydana ge¬len Hey'et-i Temsîliyye olacaktı. Hey'et-i Temsîliyye'nin alacağı her karar genel kongrece tasdik edildikten sonra kesin¬leşecekti.
Nizâmnâmede ayrıca Osmanlı hükü¬metinin "inhilân tehlikesine karşı diğer vilâyetlerle birlikte, bunlar olmazsa tek başına savunma ve direnme ön görülü¬yordu. Hatta gerektiğinde Doğu Anado¬lu'da geçici bir idare de kurulabilecek, bu olağan üstü yönetimin üyelerini ge¬nel kongre seçecekti. Buna zaman bu¬lunmadığı takdirde bu görevi Hey'et-i Temsîliyye yüklenecek ve derhal genel kongreyi toplayarak onayını alacaktı, Geçici yönetim, işleri Osmanlı mevzuatına göre yürütecek, askerî ve mülkî kadro¬lar geçici hükümetin emrinde olacaktı.
Bu hükümet kurulduğunda durum bü¬tün devletlere resmen bildirilecekti.
Erzurum Kongresi, oluşturduğu bu ye¬ni teşkilâtla Kuzey ve Doğu Anadolu'da bugün yirmi beş vilâyeti içine alan ge¬niş bir alanda tek bir cemiyeti fiilî oto¬rite haline getirmiş oluyordu. Kongre, gerek temsilî gücü gerekse faaliyet ala¬nı bakımından mahallî karakterli olmak¬la beraber beyannamede ve nizâmnâ¬menin başında ilân edilen prensipler ta¬mamen genel ve millî mahiyettedir. Di¬ğer bir ifadeyle Erzurum Kongresi teş¬kilât açısından mahallî, getirdiği siyasî esaslar bakımından millî karakterlidir. Kongre aynı zamanda mahallî birlikten millî bütünleşmeye uzanışı da ifade et¬mektedir. Bu esaslar daha sonra Sivas Kongresi'nce de aynen benimsenecektir. Bu sebeple Erzurum Kongresi kararlarını açıklayan beyannameyi, Türkiye'de millî ve demokratik devlet talebinin İlk tari¬hî belgesi olarak görmek mümkündür. Amasya kararlarıyla başlayan millî hare¬ket, Erzurum Kongresi'nde bölge çapında da olsa halkı temsil ettiğini ileri sürebile¬cek bir tabana ve teşkilâta sahip olmuş¬tur. Amasya kararlarında ancak zımnen var olan ve teşkilâtlanma biçimi belirtil¬memiş bulunan yeni hükümet kurma işi, sadece Doğu Anadolu için dahi olsa ni¬zâmnâmede öngörülmüştür. Ayrıca mer¬kezî hükümetten millî meclisin toplanma¬sı istenirken aksi halde milletin kendi¬sinin buna bir çare bulacağı tehdidi açık-ça dile getirilmiştir. Daha da önemlisi Mîsâk-ı Millînin kabul edilmesidir. Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı tarihteki sı¬nırların millî sınırlar olarak kabul edil¬mesiyle artık imparatorluk iddiasından vazgeçiliyor, buna karşılık millî bağımsız¬lık prensibi üzerinde ısrar ediliyordu.
Erzurum Kongresi'nde seçilen dokuz kişilik Hey'et-i Temsîliyye üyelerinin ye¬ni kurulacak cemiyetin de kuruculan ol¬maları kararlaştırılmıştı. Mustafa Kemal Paşa, 24 Ağustos 1919'da Temsil Heyeti adına Erzurum valiliğine başvurarak ce¬miyetin nizâmnâmesini teslim etti. Böy¬lece Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Ce-miyeti'nin kuruluşu resmen tamamlan¬mış oldu. Erzurum valiliğine verilen lis¬tede Hey'et-i Temsîliyye'nin, dolayısıyla cemiyetin kurucu üyeliğine seçilenlerin isimleri şu şekilde sıralanmıştı:
1- Mustafa Kemal Paşa (eski Üçüncü Ordu ku¬mandanı, askerlikten ayrılma),
2- Rauf Bey (eski Bahriye nâzın),
3- İzzet Bey (eski Trab¬zon mebusu),
4- Servet Bey (eski Trabzon mebusu),
5- Hoca Râif Efendi (eski Erzu¬rum mebusu),
6- Sâdullah Efendi (eski Bitlis mebusu),
7- Bekir Sami Bey (eski Trab¬zon valisi),
8- Ahmed Fevzi Efendi (Erzin¬can'da Nakşibendî tarikatı şeyhi),
9- Hacı Mûsâ Bey (Mutki'de aşiret reisi).