ÜFTADE HAZRETLERİ
01 Ocak 1970
Üftâde, düşmüş, aşık, mazlum, uysal, alçak gönüllü. Âriflerin Sultanı, aşıkların burhanı, Bursa’nın kutbu, Cenâb-ı Pir Üftâde Hazretleri… Onu yãd edenler hep böyle yãd etmişlerdir. Onun hakkında sarf edilen bu sözler; birer mehdiye olmaktan ziyãde, ãlim, şãir ve veli kişiliği hakkında bizlere ip ucu veren ifadelerdir. Şiirleri, İlãhileri, menkıbe ve kerametleri ile aramızda yaşayan Üftâde Hazretleri, asıl olarak tarih sahnesine iki büyük eseri ile çıkmıştır. Biri Celvetiye Tarikatı, diğeri de Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Hz. Üftâde, bu iki eseriyle din, zihniyet, san’at, fikriyat ve ruh dünyamızda asırlar boyunca iz bırakmıştır. Şimdi onu biraz daha yakından tanıyalım.
Manyaslı bir baba ile Bursa’nın Hamamlıkızık Köyü’nden bir annenin evladı olan Mehmet Muhyiddin Üftâde Hazretleri 1490 yılında Bursa’da İnebey Çarşısı’nın üzerinde Araplar Mahallesinde dünyaya geldi. Rivayete göre Üftâde Hazretleri dünyaya geldiği zaman annesi rüyasında oğlunu süt deryasına dalıp çıkarken görmüş ve rüyayı telaşla Üftâde’nin babasına anlatmış o da “İnşallah oğlumuzun ilim erbabı kâmil bir veli olacağına işarettir” demiş.
Hz. Üftâde ilk tahsilini Selçuk Hatun Camii İmamı Muslihıddin Efendi’nin yanında yapmıştır. İlk tasavvufi zevk ve neşveyi’de muhtemelen bu zat vasıtasıyla tatmış, Muslihıddin Efendi’nin birçok keşif ve kerametine şahit olmuştur. Hatta onun tarikatına intisap etmek istemiş, fakat hocası o yaşta bir çocuğu kabul etmeyerek ileride arzu ettiği yüce makamlara erişebileceğini işaret etmekle yetinmiştir.
Üftâde bunun yanı sıra Abdal Mehmed adıyla bir meczubdan da istifade etmiştir. Saçlarını uzatarak Abdal Mehmed’i taklit eden Üftâde, bu zat gibi zaman zaman Gökdere semtinde Cenk kayası adında bir kayanın üzerine çıkar, saçlarını öne doğru dağıtarak Arap, Hint ve Rum illerini keşfederdi. Vâkût adlı eserinde onun gençlik yıllarında Kaplıca Medresesi’nde tahsil gördüğüne dair bir kayıt mevcuttur. Bunlardan başka şeyhi Hızır Dede ve diğer zatlardan iyi bir tahsil gördüğü anlaşılmaktadır.
Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi’nde fahri müezzinlik yapan Mehmet Muhyiddin’in güzel bir sesi vardı. Halk onu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırdı. Bir gün yaptığı bu hizmete karşılık caminin mütevellisi, kendisine birkaç akçelik maaş tayin etti. O gece rüyasında “mertebeden düştün Üftâde oldun” ikazına maruz kalan Mehmet Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine “Üftâde” lakabını taktı. Daha sonraları da bazı şiirlerinde kullandığı “Muhyiddin” mahlasını bırakıp Üftâde mahlasını kullanmaya başladı. Bugün Divân adlı eserinde bu mahlasla kaleme alınmıştır.
Hz. Üftâde’nin tasavvufî hayatı 10 yaşında iken tanıdığı Hızır Dede(öl.:1507) ile yeni bir maceraya girmiştir. Bayramiye şeyhlerinden olan Hızır Dede, Hacı Bayram Veli’nin(1429) halifesi Akbıyık Meczab’dan(öl.:1507) icazet almıştır. Mihalıç(Karacabey) kasabasında koyun çobanlığı yaparken soğuktan ayakları donarak kötürüm olunca Bursa’ya gelmiş Ulucami çevresinde Vaiziye Medresesi’ne yerleşmiştir. Üftâde Hazretleri; Hızır Dedenin yanında bir yandan riyazet, mücadele ve ilim tahsiline devam ederken diğer taraftan da babasının zoruyla ipekçilik mesleğinde çalışmıştır.
Şifalı sulara ihtiyacı olan Hızır Dede’yi yıllarca, çobanlık yaparken kötürüm olan ayakları nedeniyle sırtında kaplıcaya taşıyan Üftâde. Hatta bunu gören mahalle çocukları kendisine gülerlerdi.
Hayatını ibadet, rizayet ve mücadeleyle geçiren Hızır Dede Pınarbaşı’nda Üçkozlar Zaviyesi altında bir yere defnedilmiştir.
Hz. Üftâde, şeyhinden icazet almasına rağmen onun ölümlü ile birlikte çok meşakkat ve çile çekmiştir. İsmail Hakkı Bursevi’ye göre daha sonra üveysi taridle kemûle ererek keşfi açılmıştır. Üftâde, Seyr-i sülukunun bu bölümünü şöyle özetlemektedir:
“Andan sonra Âlem-i istigraku düşüp altı-yedi günde seyreyledim.
Ne nefis kaldı ve ne siva kaldı.(Ne Allah’tan başka bir şey kaldı.)”
Bu günde aradan dört asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen Hz. Üftâde etrafında halkalaşan sevgi artarak devam etmektedir. Bursa ve Anadolu’nun her köşesinden hatta dış ülkelerden bile gelerek Üftâde türbesini ziyaret eden insanların Hz. Üftâde’nin huzurunda dua ederken dışa akseden tevazu ve mahviyetlerin kayda değer bir görünüşüdür.
Üftâde Tekke Camisi yani burada günlük ziyaretçilerin yanı sıra, mübarek gün ve gecelerde ve bilhassa Üftâde Hazretleri’nin vefatının sene-i devriyesinde her kesimden insanların kıldıkları namaz, okudukları Kur’an-ı Kerim, mevlit, yaptıkları dua, zikir, Hatm-i Şerif ve icra ettikleri tasavvuf musikisi ile ihya edilmeye devam edilmektedir.
Bursa denilince hayalimizde canlanan manzara Uludağ, cami, tekke, yeşil-mavi, medrese, türbe, deniz, kaplıca, şifâ hâne, gelmektedir. Bursa Evliyası denince de ilk olarak akala gelin Emir Sultan ve Üftâde Hazretleri’dir. Bu işler için onları vesile ittihaz edenlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu durum sadece tekke veya türbeyi ziyaret edenlere münhasır değildir.
Bursa’dan çok uzaklarda yaşayan Kimselerin bile Hz. Üftâde’nin ruhaniyetine sığındığı Onunla mânen irtibat kurarak huzur duyduğu, rüyalarında Onunla meşgul olduğu görülmektedir.
Bu kimseler tehlikeli durumlarda O’nu çağırmakta ve himmetiyle kurtulduklarına inanmaktadırlar. Hz. Üftâde veya başka bir veliyi aracı kılarken de Allah’tan başka ma’bud, yaratıcı ve hakiki bir yardımcının olmadığına ihlasla inanmaktadırlar. Zira dua bir ibadettir ve ibadet de ancak Allah’a yapılır.
Hz. Üftade’yi ziyaret edenlerin çoğu işte bu duygu ve düşünce içerisinde ziyaret etmişler, aradıkları manevi huzuru onda bulmuşlardır. Hatta ziyaretçilerin bir kısmı Üftâde Hazretleri tarafından çağırıldıklarına inanmışlardır.
Evet 16. asırdan bu güne tekkesiyle, türbesiyle, camileriyle, şahsiyet ve eserleriyle, şiir ve ilahileriyle, menkıbeleriyle, Üftâde Kültürü, manevi hayatımızın ve ruh dünyamızın bir parçası haline gelmiştir.
16 yaşlarında Ulucami’de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftâde Hazretleri, bu vazifelerini 18 yıl sürdürdükten sonra vaaz ve irşat hizmetlerine başlamıştır. Doğanbey, Namazgah ve Kayhan camilerinde hitabette bulunmuş. Aziz Mahmud Hüdayi’de kendisini Kayhan Camii’nde tanıyarak intisap etmiştir.
Hz. Üftâde, halkın ısrarı ve Emir Sultan Hazretleri’nin rüyada ricası üzerine Emir Sultan Camii hatipliğine tayin edilmiş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür. Aldığı maaşı da dervişler dağıtmıştır. Fakat daha sonra dağın eteğinde yani burada yaptırdığı tekke ve bitişiğinde Cami de Celvetiye Tarikatı’nın talimiyle meşgul olmaya başlayınca yerine yardımcısı Haleblizade Mahmud Efendi’yi görevlendirmiştir.
Yine düş oldu gönül yârin camâl-i şem’ine
Götürüp yüzden nikâbı gark olup envârına
Mısralarıyla başlayan bölümü Ali Örfi el-Melâmi tarafından “Şerh-i Nutk-ı Üftade” adıyla şerhedilmiştir.
Müezzinlik, imamlık ve irşat hizmetlerinin bir sonucu olarak hayatı boyunca cemaatle iç içe yaşayan Üftâde, celvet prensibi kurmuş olduğu tarikata ad olarak koymadan önce, bizzat yaşamıştır. Zira celvet, hayatta ve hadiselere iştiraktır. İnsanlardan kaçıp uzlate çekilmek yerine; halk içerisinde Hakk ile beraber olmaktır. İnsanın tenhada Hakk ile yalnız kalması ise halvettin Hz. Peygamberimiz nübüvvetten önce Hira Dağı’nda insanlardan uzaklaşarak halvet etmiş, daha sonra peygamberlikle vazifelendirilince nübüvvet makamında celveti tercih ederek halkın arasına karışmıştır. Bu yüzden celvet en son tasavvufi mertebedir. Celvet bekâ makamının bir ifadesidir ve aynı zamanda “cem’al cem” makamıdır.
Bir gün Hz. Üftâde, halvet hanesinden dışarıya çıkıp:
”Kimse yok mu?” diye seslenince, Murad Dede adındaki derviş koşarak yanına gelir.Üftâde:
”Gel benimle.” Diyerek bir müddet yürürler. Sonra Murad Dede’ye:
”Hemen gözünü yum ve lutf-ı Hûdâyı yum.” Diyerek gözünü yummasını biraz sonrada açmasını emreder.
Murad Dede gözünü açtığında denizin ortasında ve batmak üzere olan bir geminin yanında bulunduklarını görür. Geminin içindekiler feryat edip bağırmaktadırlar. Üftâde Hazretleri, dervişe geminin altındaki tahtaları birbirine bağlamasını emreder. O da ayakları hiç suda ıslanmadan emredilen vazifeyi yaparak gemiyi kurtarır ve geri döner. Tekrar aynı süratle göz açıp süratle göz açıp kapayıncaya kadar yerlerine dönerler.
İstanbul’da Süleymaniye Camii Şubat 1577’de tamamlandığı zaman dervişlerden biri, bu camiyi görmeye “tehassür izhor” eder. Hz. Üftâde dervişi tenhaya çekip:
“Ayağıma bas ve gözünü yum” der. Emirleri yerine gelince, göz açıp yumuncaya kadar kendisini Süleymaniye hareminde bulur. Öğle namazını orada cemaatle eda ettikten sonra aynı şekilde geri Bursa’ya dönerler.
Kudret Devesi:
Üftâde Mustafa Efendi’den nakille Hüsameddin Bursevi anlatıyor. Ben bilmezdim babamın bir ak devesi varmış. Bir gün Emir Sultan’ın halifelerinden İvaz Efendi bize geldi. Babam o deveye binip İvaz Efendi’yi arkasına bindirip gittiler. Kısa bir zaman sonra geri döndüklerinde bu deveyi ve nereye gittiklerini sordum. Bunu üzerine babam Üftâde:
“Kuzu kimseye deme. O Kudret Devesi’dir. Binip İvaz Efendi ile Mekke’ye vardık.” Diye buyurdular.
Üftâde Hazretlerinin cenazesini yıkayan Emir Efendi, Menâkıp müellifinin babasına naklediyor:
Üftâde Efendi merhum hastayken “Beni zâkirbaşımız Emir Efendi yıkasınlar.” Diye vasiyet eder. Vefatına müteakip Emir Efendi, merhumun cenazesini Üftâde Hazretlerini yıkarken 3 defa mübarek gözlerini açıp baktığını ağlayarak anlatmıştır. Müellif, Emir Efendi bu hadiseyi anlatırken bende yanlarındaydım diyor.
Hz. Üftâde bir gün oğlu Mustafa Efendi ve müridi Kemâl Dede ile birlikte İstanbul’a giderek bir müezzinin evine misafir olurlar. Müezzin Efendi, içeride hasta yatan bir kızı olmasına rağmen bundan hiç bahsetmeyip aşk ve şevkle hizmet ediyordu. Bu üç Allah dostu oturup sohbet ederken içeriden ansızın bir kadın feryadı duyulur. Kemâl Dede bu acı feryat üzerine dışarı çıkıp ne oldu diye sordu. Ev sahibi göz yaşlarını tutamayarak, kızının öldüğünü annesinin ona ağladığını söyledi.
Kemâl Dede durumu Üftâde’ye anlatınca Hz. Üftâde:
-“Emir Allah’ın” diye cevap verdi. Kemâl Dede:
-Sultanım ev sahibi şimdi bizim için “Ne uğursuz adamlarmış, evime geldiler kızım vefat eyledi” diyecek. Ne olur dua buyurunda Cenab-ı Mevlâ bu kıza yeniden hayat bahseylesin diye yalvardı. Bunun üzerine Üftâde Hazretleri bir müddet murakabeye daldıktan sonra buyurdu ki:
-“Kemâl Dede kızın ruhu üçüncü kat semaya çıkmış”
Kemâl Dede tekrar rica edince, daha fazla dayanamayan Hz. Üftâde ellerini dergâhı nezd-i Ahadiyet’e açarak yalvarmaya başladı. O daha ellerini indirmemişti ki kızın gözleri açıldı ve Allah’ın izniyle canlanarak yeni bir hayata kavuştu. Bir anda göz yaşları sevinç çığlıklarına dönen anne-baba, hazretin hâk-i pâyine yüz sürerek;
-“Cenab-ı Mevlâ’nın kızımızı geri döndürmesi sizin evimize teşrif etmeniz ve duanızın bereketiyle olmuştur” diye sevinçlerini izhar ederken Hz. Üftâde Kemâl Dede’ye:
-Kemâl Dede! Duyulduk hemen gidelim buradan diyerek yola çıktılar.
Hz. Üftâde anlatıyor. Seyrû sûlukumuzun başlarında idi. Dağ yolunda ormanların arasında Çekirge’ye gider. Eski Kaplıca’daki şifalı sulara girerdik. Ağaçların ve bitkilerin tespihlerini duyardık. Bu halde iken vecde gelir, hazzımızdan çoğu kere kaplıcaya girmezdik. Geri döner, ağaçların ve bitkilerin tespihlerini dinlemeye devam ederdik.
Üftâde Hazretleri, dergahta talebeler ders verdiği zamanlarda, bir gece rüyasında Mevlâna Celâleddin Rumi’yi gördü. Mevlâna Celâleddin Rumi buyurdu ki “Talebelerine bizim Mesnevi’den de okutun.” O’ da ; “Farsça’yı bilemiyorum” deyince, Mevlâna Hazretleri “Sen başla bir kere Allah’ü Teâla yardım eder.” Buyurdu. Ertesi sabah, hiç Farsça bilmediği halde, kırk yıldır Farsça tahsili görmüş gibi Mesnevi’den vaaz ve nasihat vermeye başladı.
Osmanlı Sultanı Üçüncü Murâd Han ile Üftâde Hazretleri, bir gün sohbet ediyorlardı. Bir ara Üftâde görünüşte lüzumsuz bir takım el kol hareketleri yapmaya başladı. Mübarek yüzünde rengi halden hale giriyordu. Sonra eliyle bir yeri sıvarmış gibi yaptı. Padişah aniden yapılan bu hareketlere önce mâna veremedi. Sonra Üftâde’nin elinin siyahlaştığını görünce “Efendi Hazretleri niçin böyle hareketler yapmaya başladınız? Elinizin siyahlaşma sebebi nedir?” diye sordu. O’da sultanım “Tebanızdan bir balıkçı tayfası Karadeniz’in sularında balık tutuyordu. Tekneleri su alacak şekilde delindi. Bizden yardım istedikleri için bizde imdatlarına yetişerek, teknelerini tamir ettik. Bu sebeple elimiz karardı. Elhamdülillah Müslümanların boğulmaktan kurtulmasına vesile olduk” buyurdu.
Bir ikindi vaktinde Hz. Üftâde’nin yanına yaşlı bir kimse geldi. “Efendim! Bu sene çocuklarımla birlikte hacca gitmiştik. Vazifemizi yaptıktan sonra, maddi gücüm olmadığı için onları getiremedim. Yanlarına bir miktar para bıraktıktan sonra, kendim geldim. Eğer onları buraya getirmek mümkünse, getirmeniz istirhâm edeceğim” diye yalvardı.
Hz. Üftâde’de “Sağlığımda kimseye söylemezseniz getirelim” buyurdu. Hacı da söylemeyeceğine söz verince, Üftâde Hazretleri adamın yönünü kıbleye doğru çevirdikten sonra “Şimdi bakınız! Kabe-i Muazzamın yanındaki namaz kılan şu kimseler hanımın ve çocukların değil mi?” buyurdu. Adam hayretle binlerce kilometre uzakta bulunan Kabe’nin yanındaki çocuklarını gördü. Üftâde, namaz kılan çocuklarına hitap ederek, “Annenizle birlikte, Harem-i Şerif’in dışındaki deveye binip acele geliniz.” Buyurdu. Çocuklar namazlarını bitirir bitirmez annelerini aldılar ve dışarı çıktılar. Dışarıda bir devenin beklediğini gördüler. Üçü birden deveye binip Bursa’ya doğru sürdüler. Devenin her adımı gözün görebildiği uzaklığı katediyordu. Kısa bir zaman sonra deve çocuklarla birlikte yanlarına geldi. Üftâde Hazretleri, deveye bir şeyler söyleyince, birden kayboldu. O hacıya da; “Bunu sakın kimseye söyleme“ diye tekrar tembih eyledi.
DOST CEMALİ
Yürür iken sağ’ı sâlim
Yarağun eyleyi dâim
Hakkın zikrine ol kâim
Dilersen Hakk cemalini
Çalış beş vakit namâzına
Ki bakma kış u yazına
Erişesin niyâzına
Dilersen Dost cemâlini
Gözet yılda orucunu
Ki pâk eyle vucûdunu
Hakk’a eyle sucûdunu
Dilersen dost cemâlini
Var ise kudretin hacc et
Beriye yolunu geç git
Gönülden niyetin terk et
Dilersen dost cemâlini
Medine şehrini özle
Resûl’ün nûrunu gözle
Unun sünnetini izle
Dilersen dost cemâlini
Gözet Üftâde yolunu
Ki o gün zikre dilini
Duaya kaldır elini
Dilerden dost cemâlini
Hz. Üftâde uzun ve bereketli bir ömür sürdükten sonra 93 yaşları civarında 26 Temmuz 1580 yılında Hakk’a yürümüştür. Vasiyeti üzerine Zakir Başı Emir Efendi tarafından yıkanarak Hisar’daki camisinin yanında bulunan türbeye defnolmuştur.
İsmail Hakkı Bursevi, keşfine dayanarak Hz. Üftâde’nin uzun boylu, uzun sakallı, sarıya meyilli renkte bir zat olduğunu haber vermektedir.
Allah Rahmet Eylesin...