MUHAMMED AHMED
01 Ocak 1970
Muhammed Ahmed b. Abdillâh b. Fahl b. Abdilvelîb. Abdiliâh el-Mehdî (ö. 1302/1885)
Mehdîlik iddiasıyla ortaya çıkan Sudanlı mutasavvıf.
1258 (1842) veya 1260 yılında Sudan'ın Dongola vilâyetinde Nil nehri üzerinde bu¬lunan Lebeb adasında doğdu. Dindarlığı ile bilinen köklü bir aileye mensuptur. Soyunun Hz. Peygamber'e ulaştığını göste¬ren nesep zinciri [1][1217]mehdîlik iddiasını temellendirmek üzere düzenlenmiş olabileceği için şüphe¬lidir. Gemi yapımcısı olan babası Abdul¬lah, Omdurman'ın (Ümmüdürman) kuze¬yindeki Kerari'ye yerleşti ve Muhammed çocuk yaşta iken orada vefat etti. Dinî ilimlere büyük ilgi gösteren Muhammed Ahmed, ilk bilgileri Emîn es-Suveyiih'ten aldıktan sonra Gubüş'e giderek Muham¬med el-Hayr'ın medresesine devam etti. Burada halktan zorla alınan paralarla hazırlandığını düşündüğü yemekleri yeme¬diği nakledilir. [2][1218]
1277 (1861) yılında öğrenimini tamam¬layan Muhammed. diğer öğrencilerin ak¬sine Ezher Üniversitesi'ne gitmeyip ta¬savvuf yolunu seçti ve Sudan'da Semmâ-niyye tarikatının kurucusu Şeyh Ahmed Tayyib'in torunu Muhammed Şerif Nû-rüddâim'e intisap etti. Beraber bulun¬dukları yedi yıl içinde takvası ve şeyhine bağlılığı sebebiyle büyük şöhret kazandı. Daha sonra irşad amacıyla seyahatlere çıktı. Kardeşleriyle birlikte kaldığı Har-tum'da büyük amcası Ahmed eş-Şerîf in kızı ile evlendi. Kardeşleri Beyaz Nil'deki Kevve yakınlarında ormanlık bir mevki olan Ebâ adasına gittiklerinde onlara ka¬tıldı ve 1287 (1870) yılından itibaren ada¬ya yerleşerek tarikatını kurdu. Kısa za-manda âbid ve zâhid kişiliğiyle hem ada sakinlerini kendine bağladı hem de dışarı¬dan adaya gelenlerin dikkatini çekti. Çev¬rede bulunan Kinâne ve Digaym kabilele¬rinden pek çok kişi kendisine intisap etti.
Muhammed Ahmed, 1288'de şeyhine Ebâ yakınındaki Aradeyb'de yer¬leşme teklifinde bulununca şeyhi kabul ederek buraya geldi. Ancak 1295'te (1878) şeyhi Nûrüddâim'le arasında geçimsizlik çıktı. Bunun sebebi bazılarına göre şey¬hin, oğlu için düzenlediği sünnet merasi¬minde müzikli danslı eğlence yaptırma¬sına Muhammed'in karşı çıkması, bazıla¬rına göre ise taraftarları artan Muham¬med'in mehdîliğini iddia ederek şeyhine yardımcılık teklifinde bulunmasıdır. [3][1219] Neticede şeyh Muhammed'i tarikattan ihraç etti. Muham¬med üç defa barışmaya teşebbüs ettiyse de sonuç değişmedi. Bunun üzerine ken¬disinin tarikata bağlı olduğunu, ortada dine aykırı bir durum varsa bundan şey¬hin sorumlu tutulması gerektiğini belir¬terek onunla ilgisini kesti. Diğer bir Sem-mânî şeyhi olan ve Hartum'un 120 mi! gü¬neyinde Mavi Nil üzerindeki Müsellemiye'de bulunan Veddüzzeyn el-Kureşî bu olayı duyduğunda Muhammed Ahmed'in kendisine katılmasını istedi, o da bunu kabul etti. Böylece Muhammed Ahmed'in şöhreti daha geniş bir çevrede duyuldu. Veddüzzeyn aniden vefat edince Muham¬med Müsellemiye'ye gitti, şeyhin bütün müridleri kendisine intisap etti. Ayrıca Dârfûr'un güneybatısındaki Teâyişe ka¬bilesinden Abdullah b. Muhammed et-Teâyişî de kendisine bağlandı.
Muhammed Ahmed, Ebâ'ya döndüğü zaman mehdîlikle ilgili geleneksel haber¬lerle daha yakından ilgilenmeye başladı. Kendi ifadesine göre Hz. Peygamber rü¬yasında onun âhir zamanda beklenen mehdî olduğunu defalarca müjdelemiş¬tir. [4][1220] Rüyasını iik defa Rebîülâhir 1298"de [5][1221] Ab¬dullah et-Teâyişî'ye ve diğer müridlerine anlattı. Bölgedeki tarikat şeyhleriyle âlim¬lere bunu hissettirecek mektuplar yazdı; Kordofan ve Cibâlünnûbe'ye seyahate çı¬karak güvendiği kimselere davetini açık¬ladı. Ebâ'ya döndükten sonra Kitap ve Sünnefte belirtilen mehdî olarak görev¬lendirildiğini söyleyip yolladığı mektup¬larla şeyhlerin ve âlimlerin kendisine tâ¬bi olmasını istedi. [6][1222] Mektuplar¬dan biri Sudan'ın umumi valisi Mehmed Rauf Paşa'ya ulaştığında paşa bir dervi¬şin devlete zarar veremeyeceğini ve mek¬tubun cezbe halinde yazılmış olabilece¬ğini düşünerek onu dikkate almadı. Fa¬kat gerçek durumu öğrenince Muham¬med Ahmed ile görüşmesi için yardımcı¬sı Muhammed Bey Ebü's-Suûd'u Ebâ'ya gönderdi. Muhammed Ahmed mehdîiik iddiasından vazgeçmesi yolundaki nasi¬hatleri dinlemediği gibi tehditlere de aldırmadı. Bunun üzerine Hartum'dan Ebü's-Suûd kumandasında iki bölük as¬ker gönderildi. Muhammed de kendisine inanan kabileleri cihada davet etti. Bir gemiyle yola çıkan Osmanlı askerleri ada¬ya yaklaşınca Muhammed Ahmed dü¬zenlediği âni bir baskınla onları yenilgiye uğrattı, yüzerek kaçabilenler canlarını kurtardı. [7][1223] Böylece ilk isyanı başlatan Mehdî adadan ayrıldı ve Nûbe dağlarına yerleşti. Mehmed Rauf Paşa'nın gönderdiği 500 kişilik yeni kuvvet Ebâ'ya ulaştığında Meh¬dî ve adamları burayı terketmiş bulunu¬yordu. Muhammed Ahmed "ensar" adını verdiği adamlarıyla birlikte Kadîr dağına ulaştı. Bu bölge Kordofan'la Fâşûdâ ara¬sında bulunduğu için Fâşûdâ Valisi Râşid Eymen 1400 kişilik bir kuvvetle Mehdî'nin üzerine yürüdü. Ancak durumu daha önce öğrenen Mehdî hükümet kuvvetle¬rini yine bozguna uğrattı, vali de savaş alanında öldü. [8][1224]
Mehdî'nin üst üste kazandığı galibi¬yetler ve ele geçirilen büyük miktardaki ganimetler mensupları arasında gerçek mehdî oluşunun delili kabul edildi ve gün geçtikçe itibarı arttı. Mehmed Rauf Paşa Mısır'ı gelişmelerden haberdar etti. Bu sırada Ahmed Urâbî Paşa meselesiyle meşgul olan hükümet genel vali olarak Abdülkadir Hilmi Paşa'yı Sudan'a gönder¬di. Kadîr bölgesini ele geçirmek üzere Yû¬suf Hasan eş-Şellâlî Paşa kumandasında¬ki güçler bölgeye geldiyse de Mehdî kuv¬vetlerini küçümseyen paşa tedbir alma¬dan karargâhını kurdu. Mehdî kuvvetleri Osmanlı-Mısır askerlerine saldırarak ku¬mandanları dahil çok sayıda kişiyi öldür¬dü ve büyük ölçüde ganimet elde etti. [9][1225] Ardından Kordofan'a doğru ilerlemek için durumun uygun olduğunu düşünen Muhammed Ahmed eyaletin başşehri Ubeyd üzerine yürümeye karar verdi. İdareye muhalif olan Hamer, Bideyriyye, Havâzime ve Ce-vâmia kabileleri arasında birliği sağlamak için Abdullah Veddünnûr'u görevlendirdi. Mehdî'ye bağlı güçler Kordofan'ın kuze¬yindeki Ashaf şehrini ele geçirdi, bunlara karşı Bârâ'dan gönderilen hükümet kuvvetleri mağlûp edildi. İlerleyen Mehdî güçleri eylül ayında Bârâ'yı zaptetti. Meh¬dî kuvvetlerinin başarıları üzerine Meh¬med Said Paşa Ubeyd'in çevresine hen¬dek kazılmasını emretti. Şehre doğru iler¬leyen Mehdî güçleri Mısır kuvvetlerinin üstün ateş gücü karşısında durakladı. Başta Muhammed Ahmed'in iki karde¬şiyle Teâyişî'nin bir kardeşi ve Kadı Ahmed Cebbâre olmak üzere önemli şahsiyetler öldü; bu savaşta ensar büyük kayıplar ver¬di; buna rağmen şehre hâkim olmayı ba¬şardı [10][1226] Har-tum'da durumun vehametini gören Ab¬dülkadir Hilmi Paşa 750 kişilik bir orduyu Ubeyd'e gönderince Mehdî, Ubeyd ve Bâra yolu üzerindeki bütün su kuyularını kapat¬tırdı. Hartum'dan Bârâ'ya ulaşan hükü¬met birlikleri yapılan savaşta büyük kayıp¬lar verdi. [11][1227]
İngilizler'in Mısır'a hâkim olması Su¬dan'daki işleri karmaşık duruma getir¬mişti. İngilizler'in elinde etkisiz kalan Hi-div Tevfik Paşa ile vezirleri, Mehdî kuvvet¬lerine karşı yapılacak başarılı bir seferle yeniden itibar kazanacaklarını düşünerek Ekim 1882'de Hartum'a kuvvet şevkettiler. Genel valiliğe Alâeddin Sıddık Paşa. kumandanlığa da İngiltere'nin Hint ordu¬sundan emekli albayı William Hicks ge¬tirildi. Mehdî güçlerinin Cebeleyn'de top¬landığını haber alan Hicks hemen hare¬kete geçerek Merabi'de onları mağlûp et¬ti. [12][1228] Arkasından Hartum'a dönüp Kordofan üzerine sefer hazırlıkla¬rına başladı; harekete geçerek Omdur-man'a ulaştı ve Ubeyd'de bulunan Meh-dî'ye saldırmak için yola çıktı. Hicks kuv¬vetlerinin hareketini öğrenen Muhammed Ahmed, Ubeyd'den ayrılıp şehir dışında karargâh kurdu. Çıkardığı keşif birlikleri¬nin yanı sıra askerlerine Hicks kuvvetle¬rini takip etme ve yolları kapatıp irtibat¬larını kesme talimatı verdi. Muhamm&d Ahmed 21 Ekim 1883'te bütün işlerin Allah'ın takdirinde bulunduğunu, 0 dile¬medikçe hiçbir silâhın müessir olamaya¬cağını, dolayısıyla mehdîliğinin yalan sa¬yılmaması gerektiğini ifade eden bir bil-diriyi [13][1229] mu¬halif kuvvetlere ulaştırdı. 24 Ekim'de Ra-had'a varan Hicks kuvvetleri burada ka¬bilelerin kendilerine katılmasını bekledi-lerse de gelen olmadı. Nihayet ilk karşı¬laşma 3 Kasım'da gerçekleşti; ormanlık bölgede iki gün süren çatışmanın ardın¬dan hükümet kuvvetleri ensar tarafından kuşatıldı. Mehdî, Şeykân'da umumi taar¬ruz başlatılmasını emretti. Bu savaşta başta Hicks olmak üzere 250 civarında İn¬giliz ve Mısırlı subay öldürüldü. [14][1230] Bir hafta sonra Mehdî Ubeyd'e gir¬di. Bu zafer geniş yankılar uyandırdı. Mu-hammed Ahmed'i ziyaret etmek için bir¬çok ülkeden delegeler Sudan'a akın etti. Dârfûr ve Bahrülgazâl'de Mısır idaresi tamamen çöktü. Hartum'daki yönetim Mehdî'nin yakında başşehri istilâ edeceği düşüncesiyle birliklerini Fâşûdâ, Kevve, Şât ve Duveym gibi yerlerden çekmeye başladı. Muhammed Ahmed artık Su¬dan'ın batı bölgelerinin hâkimiydi; Dâr¬fûr ve Bahrülgazâl de Aralık 1883 ve Ni¬san 1884'te Avrupalı valilerce Mehdî kuv-vetlerine teslim edildi. Bu başarıları üze¬rine Mehdî bütün İslâm beldelerini zap¬tetme hevesine kapıldı; müridlerine Hz. Peygamber'in kendisine Ubeyd Mescidi'n-de namaz kıldığı gibi Hartum, Berber, Medine, Mısır ve Küfe mescidlerinde de namaz kılacağı müjdesi verdiğini söyledi.
Muhammed Ahmed, Sevâkinli Osman Dikne'yi 8 Mayıs 1883 tarihinde Kızılde-niz'in dağlık bölgesindeki Bica'ya gönder¬di. Osman Dikne burada Şeyh Tâhir el-Meczûb'un desteğiyle önce Sinkat'ta Sü¬leyman Paşa kuvvetlerini, ardından Trinkitat'tan Tuker üzerine yürüyen İngiliz ku¬mandanı Baker Paşa'nın güçlerini yenil¬giye uğrattı. Kizildeniz'deki limanlan ko¬rumayı üstlenmiş olan İngiltere Sevâkin'-de duruma müdahale kararı aldı. Kraliçe Victoria'nın Mısır'da bulunan İngiliz or¬duları kumandanı General Stephenson'a asker gönderilmesi yolundaki talimatı üzerine General Graham üç taburluk bir kuvvetle Sevâkin'e geldiğinde Ülker'in Mehdî güçleri tarafından ele geçirildiğini öğrendi. Osman Dikne kuvvetleriyle mü¬cadelesini sürdüren Graham ensara karşı bazı galibiyetler elde ettiyse de başarılı olamadı ve 1884 Şubatından itibaren Se-vâkin dışındaki bütün doğu bölgeleri Mu¬hammed Ahmed'in hâkimiyetine geçti.
İngiltere hükümeti, 1874'te Hartum'da görev yapan General Charles Gordon'u hidiv adına umumi askerî vali olarak gö¬revlendirdi. 1884 Şubatında Hartum'a gelerek Sudan'ın geleceğiyle ilgili plan ha¬zırlayan Gordon, Sudan halkının Mehdî'¬nin etrafında toplanabileceğini ve kendi emrindeki Sudanlı askerlerin karşı tarafa geçebileceğini düşünmüyordu. Bir taraf¬tan Mehdî kuvvetleri Hartum'a çok yak¬laşmış, diğer taraftan Osman Dikne'nin güçleri Nil'i Kızıldeniz'e bağlayan yolu tut¬muş, Berber'in Mayıs 1884'te ensar tara¬fından ele geçirilmesiyle Nil'in Mısır yönü de kesilmişti. Muhammed Ahmed, 1884 yılı Nisan-Ekim aylarında asıl güçlerini Ubeyd'den alıp Hartum'un karşısındaki Omdurman'a yığdı. General Gordon, 8000 civarındaki düzenli asker ve başı bozuk¬larla bizzat savaşa katıldı. Çoğu Sudan yerlilerinden oluşan birinci alayın er ve subayları silâhlarını bıraktı, daha çok Mı¬sırlı askerlerden teşekkül eden ikinci alay savaşa devam etti. Mehdî kuvvetleri 26 Ocak 1885'te Hartum'u ele geçirdi. Ardın¬dan Hartum'a giren ve büyük camide kılı¬nan cuma namazında bizzat imamlık gö¬revini yerine getiren Mehdî böylece Kızıl-deniz'den Dârfûr'a, Dongola'dan Bahrül-gazâl'e kadar Mısır Sudanı'mn başlıca vi¬layetlerine hâkim oldu. İdare merkezi Om¬durman'a nakledilerek burada bir mes-cidle evler İnşa edildi. Mehdî Omdurman'-da birkaç ay kaldıktan sonra 9 Ramazan 1302'de [15][1231] muhtemelen tifüsten öldü. Kurduğu Mehdî Devleti'nin yönetimi halifesi Abdullah et-Teâyişî'ye geçti ve onun 2 Eylül 1898"de mağlûp edilip ertesi yıl öldürülmesine kadar de¬vam etti.
İnsanlarla kolay anlaşan, öfkesine yenil¬meyen, gösterişten uzak bir hayat süren, ibadete ve zikre fazlasıyla düşkün olan
Muhammed Ahmed el-Mehdî'nİn dört eşi ve çok sayıda cariyesinin bulunduğu, onu erkek, onu kız yirmi çocuğunun dünyaya geldiği kaydedilmektedir (Naûm Şukayr, s. 606-608). Başlangıçta müridlerine ferdî olarak tasavvufa dayalı bir ruh terbiyesi telkin ederken daha sonra müslümanları Hz. Peygamber devrinde olduğu gibi top-lum hayatı yaşamaya davet etmiştir. 1881 '-den itibaren ileri sürdüğü mehdîlik iddia¬sının kısa zamanda büyük ilgi görmesin¬de hem mistik kişiliğinin uyandırdığı gü¬venin hem de bölge halkının yaşadığı ik¬tisadî, siyasî ve içtimaî sıkıntıların büyük rolü olmuştur. Başlangıçta mücerret id¬dia gibi görünen düşünceleri giderek bir devletin teşekkülüyle sonuçlanmıştır. Dev¬letin bünyesindeki ana kurumlardan biri olan Mehdîlik Yüksek Komuta Kurulu biz¬zat Mehdî ile üç halifesinden teşekkül et¬miş, Ubeyd'i zaptedip bölgesel bir otorite haline geldiğinde hazine idaresini kurmuş, vergiler tarh etmiş, zekât toplamak için memurlar tayin etmiştir. Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri Mehdî'nin hissesine ayrılmış, kalanı taksim edilmiş, devletin kuruluşundan itibaren para bas-tırılmıştır. Gönderilme amacının akîdeyi ve sünneti ihya etmek olduğunu söyleyen Mehdî, Kitap ve Sünnet'e göre hüküm verilmesi esasını getirmiş, kendisi de en yüksek yargı mercii olarak kararlar ver¬miştir.
Geleneksel tasavvuf! çizgiye bağlı olan Mehdî Kur'an ve Sünnet'e dayalı bir haya¬ta vurgu yapmış, her türlü bid'ata karşı çıkmış; mal, ziynet eşyası, aşırıya varan düğün harcamaları, müzik, şarap ve siga¬ra konularında aşırı hassasiyet göster¬miştir. Bilhassa cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiş, cihadı en büyük fa¬rizalardan biri olarak görmüş, mehdîliğini kelime-i şehâdetin üçüncü cümlesi haline getirmiş, kendi anlayışına muhalif olan¬lara karşı çok katı davranmıştır.
Muhammed Ahmed düşünce, hüküm, hutbe ve tavsiyelerini "menşur" adı veri¬len yazılarla ortaya koymuş, başta ya¬kın çevresi olmak üzere çeşitli muhitlere gönderdiği menşurlar [16][1232] Hartum'un ele geçirilmesinden son¬ra taş baskısı yapılarak etrafa dağıtıl¬mıştır. Muhammed İbrahim Ebû Selîm bunları ei-Menşûrâ£ü-Meftdiyye adıy¬la yayımlamıştır [17][1233] Aynı mü¬ellif menşurlar dahil olmak üzere Mehdî'¬nin bütün mektup, yazışma, emir ve di¬ğer belgeleri de el-Âşârü'1-kâmile li'I-İmâm el-Mehdî ismiyle neşretmiş [18][1234] ve ayrıntılı bir fihristini hazır-lamıştır. [19][1235] Mehdfnin basit seviyede inanç konularıyla namaz, oruç, dua gibi ibadetlere dair risaleleri er-Râtibü'ş-şe-rîf adıyla basılmıştır. [20][1236]
Başta mehdîlik iddiası olmak üzere Muhammed Ahmed'in Kur'an ve hadislerle kendi risaleleri dışındaki dinî kitapların okunmaması gerektiğini söylemesi, kendi tarikatı dışındaki tarikatları yasaklaması, yaratılıştan beri devam eden ilâhî nurun kendisine intikal ettiğini ve masum oldu¬ğunu ileri sürmesi, mehdîliğinden şüp¬heye düşenleri ağır biçimde eleştirmesi, kendinden önceki dönemi Câhiliye devri olarak nitelemesi, namazı terkedene ölüm cezası uygulaması, sigara içenin tövbe edinceye kadar dövüleceğini. toprağın beytülmâle ait olduğunu ve alınıp satıla-mayacağını belirtmesi, kadınların altın ve gümüş ziynetlerini yasaklaması İslâm âlimlerinin tepkisini çekmiştir. Şâkir el-Gazzî Risale îı butlanı daVö Mulıam-med Ahmed el-Mütemehdî [21][1237] ve Ahmed el-Ezherî Risale fi tekzibi dcf-vâ Muhammed Ahmed el-Mütemehdî [22][1238] adıyla risaleler ka¬leme alarak hadislerde bildirilen mehdî-nin zuhur yeri ve zamanı ile diğer sıfatla¬rının Muhammed Ahmed'le uyuşmadığı¬nı, dolayısıyla onun mehdîlik iddiasının bâtıl olduğunu ifade etmişlerdir.