Dr. Hasan Ferit CANSEVER
Prof.Dr. Necmeddin Sefercioğlu 01 Ocak 1970
KİŞİLİKLERİ, yöneticisi veya bağlısı olduğu kurumlarınki ile özdeşleşen seçkin kişiler vardır. Onların adı anılınca kurumları, kurumlarının adı anılınca da kesinlikle onlar hatırlanır. Ülkemizde Türkçülük ülküsünün ocağını 81 yıldır tüttüren bir gönüllü toplum kuruluşu olan Türk Ocağı anılınca da Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte adı ilk akla gelen kişi Hasan Ferit Cansever olur. Bir edip ve diplomat olan Tanrıöver, Ocağın resmen kurulduğu 1912’den başlayarak 1966’ya kadar, bazı kısa kesintiler dışında, bu gönüllü Türkçüler kurumunun başkanlığını yapmış; Cansever ise, Onunla birlikte, Ocağı ateşli ve canlı tutmak için özverili, büyük çabalar harcamıştır.
Dr. Hasan Ferit Cansever, Türk Ocağı’nın kurulmasına öncülük eden Askerî Tıbbiye’den mezundu. İçinde bir Türkçü derneğin kurulması teklifinin bulunduğu, dönemin tanınmış fikir adamlarına gönderilen 11 Mayıs 1327 (1911) mektubu imzalamış olan “190 Tıbbiyeli Türk Evlâdı”ndan biri de, kuşkusuz, O idi. Kuruluşu ile birlikte Türk Ocağında çalışmağa başladı. Bu çalışmalarını her durum ve şart altında, hayatının son yıllarına kadar büyük özveriler, çabalarla sürdürdü. Ocak’la ilgisini hiç kesmeyen ender kişilerden biri oldu. Kimi zaman sıradan bir üye, fakat çoklukla yönetim kurulu üyesi olarak Ocak çalışmalarının sürdürülmesine, yönlendirilmesine ve başarılı olmasına çok önemli katkılarda bulundu. Özellikle 1926-29 yılları arasında, Türk Ocakları Umumî Kâtibi olarak tarihî merkez binasının yapımında, Ocağa bir basımevi kazandırılmasında, sayıları üç yüze yaklaşan Ocak’ların kurumlaşmasını sağlamada değerli hizmetleri oldu. Türk Ocağı sevgisi öylesine ileride idi ki, onun kapalı kaldığı dönemde Türkçülük ve Ocaklılık ülküsünü canlı tutabilmek emeli ile, Türk Ocağı’nın yayın organı olan Türk Yurdu dergisini yeniden çıkarma girişiminde bulundu. Dergi Eylül 1942’de on beş günlük olarak çıkarılmağa başlandı. Fakat bu ülkücü girişimi, kâğıt tahsisi yapılmayarak engellenmesi üzerine, Ocak 1 943’te yayımlanan dokuzuncu sayısında bırakmak zorunda kaldı.
Bilindiği gibi, Dr. Hasan Ferit Cansever 1944-45 Türkçülük Davasının yirmi dört sanığı arasında bulunuyordu. Hiçbir sebep gösterilmeden, “görülen lûzum üzerine” tutuklanıp onlarla birlikte zindana atıldı, bir buçuk yıl eza ve cefalara katlandı; haksız yere yargılandı. Sonuçta, aklandığı “Türkçülük davası”na sanık olarak seçilmiş bulunmanın şerefini kazandı.
O ülkücü bir meslek adamıydı. Okulunu bitirir bitirmez atandığı Süveyş bölgesindeki “çöl harekâtı”na katılmış, Kudüs’teki askerî birliklere sağlık hizmeti vermiş, ordudaki sağlık hizmetlerinin düzgün yürütülmesini sağlamak için Gazze Cephesi’nde 750 (yedi yüz elli yataklı) bir “sahra hastanesi” kurmuştu. Mütarekeden önce de İstanbul’da bir Dârü’l-Eytam (Yetimler Evi) Merkez Hastanesini kurup yönetti. Daha sonra da Kayseri’de kurulan benzer bir kuruluşun yöneticiliğini yaptı. Meslek alanındaki en ilgi çekici ve başarılı çalışmaları ise, 1920’li yıllarda ülkeyi kırıp geçiren sıtma ile mücadele alanında görüldü. O sinsi, bulaşıcı ve tehlikeli hastalığın en yoğun ve yaygın olduğu Adana bölgesinde başlattığı propaganda ve yayın kampanyaları ile hastalığın tehlikelerine ilgi çekerek, korunma ve tedavi yollarını anlatarak, nesilleri tehdit eden o korkunç hastalıkla mücadele hareketini başlatanların öncüsü oldu. Bunun üzerine çağırıldığı Ankara’da Sağlık Bakanlığının Sıtma İle Mücadele Teşkilâtı’nı kurdu.
Hasan Ferit Cansever, meslekî yeteneklerini Türk Ocağı çalışmalarına yansıtmaktan da geri kalmadı. Değişik yerleşim yerlerinde açılan Türk Ocaklarında çevre halkına sağlık hizmeti verilmesini öngören dispanserler açılmasına ve oralarda Ocaklı hekimlerin parasız muayeneler yapmasına önayak oldu; tabiî ki kendisi de buralarda hizmet etti. Ayrıca, Türk Ocağının ‘köycülük hareketi’ bağlamında resmî görevinden ve İstanbul’ dan ayrılarak Kütahya’ya gitti. Tavşanlı’da köycülük programının sağlık hizmetleri için bir merkez kurmağa çalıştı. Fakat istilâcı Yunanların saldırısı o girişimin gerçekleşmesine engel oldu. Ne var ki o talihsiz durum Cansever’i yıldırmadı. Adana’da görevli bulunduğu sırada merkeze uzakça bir köyde Türk Ocağı adına kurduğu sağlık merkezinde Ocağın köycülük çalışmalarına ve ona bağlı sağlık hizmetlerine önemli katkılarda bulunarak o ülküsüne ulaştı.
Hasan Ferit Cansever’in önemli bir özelliği “et yemez”liği idi. Hayvanî besinlerden nefret eder, hayatını sebze ve bitkisel yağlarla yapılmış yemek ve meyveler yiyerek geçirirdi. Çevresine de, her fırsatta, hayvanî besinler yemenin sağlık için ne kadar zararlı, bitkisel besinlerin ise ne denli yararlı olduğunu anlatırdı. Bu konuda konuşmaktan, sohbet etmekten, tartışmaktan usanmazdı. İlk subaylık döneminde görevli olduğu Filistin bölgesindeki araştırmalarına dayanarak Tevrat’a göre Yakın Şark’ta yamyamlık adlı bir kitap ta yayımlamıştı.
Aziz Doktor’un başka bir özelliği de alçak gönüllüğü, ciddiyeti ve dakikliği idi. Bu özelliğine yaşayarak tanık olmuştum: Sanırım 1959 yılında idi. Rahmetli Ankara’ya gelmiş, tabiî olarak Türk Ocağı’nın tarihî merkezine de uğramıştı. Ziyareti sırasında Ocak’ta Galip Erdem ile ben vardım. Bizimle kısa bir görüşme yaptıktan sonra hemen ayrılmak zorunda olduğunu, genç arkadaşlara haber verirsek onlarla bir sohbet yapmak istediğini belirtti. Ertesi gün için saat belirledik. Hemen harekete geçerek durumu ulaşabildiğimiz arkadaşlara haber verdik. Ocağın yönetim birimleri bölümündeki küçük salona sandalyeler dizdik ve önlerine kürsü olarak bir masa ve sandalye yerleştirdik. Hasan Ferit Bey tam belirlemiş olduğumuz saatte salona geldi. Gelmiş olan dinleyicilerin sayısı o sırada beş kişiyi geçmiyordu. Galip ile ben büyük utanç içinde idik. Fakat O, hiçbir tepki göstermeden, dinleyeceklerin azlığına ve çocuğu yaşında olmalarına aldırmadan, hazırladığımız masanın başına geçerek topluluğu selâmladı. Hayvanî besinlerin sağlığa zararları konusundaki sohbetine başladı. Sohbet sırasında gelenlerle, dinleyenlerin sayısı ancak on-on beşe çıkmıştı. Buna rağmen O büyük bir ciddiyet içinde, ayakta sürdürdüğü konuşmasını tamamladıktan sonra kendisini dinlediğimiz için teşekkür etti ve bizi selâmlayarak salondan ayrıldı. Bu sohbeti sırasındaki ciddiyetini, alçak gönüllüğünü ve çelebiliğini aslâ unutmadım. Bu tür davranışlarına daha sonra da birkaç kez tanık oldum. Ocağa gelişlerinde öteki kimi yöneticiler gibi hemen bir odaya girip kapıyı kapatmazdı; biz gençlerle senli-benli sohbetler ederdi. Alabildiğine kibar bir İstanbul efendisiydi. Uzun boylu ve yakışıklı, yaşına rağmen çok dinç idi.
Hasan Ferit Cansever’in çok merhametli, eli açık bir insan olduğunu, İstanbul’daki muayenehânesinde her sabah 25 kuruş (1/4 lira) tutarındaki çok sembolik bir vizite ücreti karşılığında hasta muayene ettiğini rahmetli Dr. Fethi Tevetoğlu yazmıştı.(1)
O, aynı zamanda masonluğa şiddetle karşı bir insandı. Sohbetlerinde gençlere sık sık masonluğun milliyetçiliğe yapabileceği zararları anlatırdı. O konuda her şeyden ve herkesten kuşkulanırdı. Başına, başımıza bütün belâların ve felâketlerin onlardan geldiğine inanırdı. Masonlar üzerine bin yüz sayfalık bir eser yazdığı, fakat yayımlayamadığı da bilinmektedir.
1891 yılında İstanbul’da doğan ve 1914’te Askerî Tıbbiye’yi bitiren Hasan Ferit Bey, askerî ve sivil görevlerde çalışarak ve serbest hekimlik meslekî çalışmaları ile Türk Ocağı’na ve Türkçülüğe ilişkin hizmet ve çabalarını hayatının sonuna kadar sürdürdü. Bu başarılı ve güzel hizmetlerle donanmış hayatın sahibi uçmağa 29 Haziran 1969 Cuma günü, 78 yaşında iken vardı. Tanrı rahmetini, o yüreği ve gönlü iyilik, merhamet ve güzellik dolu insandan esirgemiyordur inancındayım.
DİPNOT
(1) Fethi Tevetoğlu, “Ocağımızın değerli evlâdı: Dr. Hasan Ferid Cansever”, Türk yurdu, 348 (Mart 1987), 36-38. Bu yazıyı hazırlarken makalesindeki değerli bazı bilgilerden yararlandığım rahmetli Tevetoğlu’yu da şükranla anıyorum.