Said Halim Paşa Niçin Yeterince Tanınmıyor?
VAHDETTİN IŞIK 01 Ocak 1970
Türkiye gibi yenilmiş ya da başka bir uygarlığı kendi değerleri kılmaya çalışan ülkelerde,
Malik bin Nebi’nin de bahsettiği gibi, insanların tarihlerinden ve temellendirilmiş
düşüncelerinden ziyade efsaneleri ve kahramanları vardır. Burada tarih kurgular
üzerinden şekillendirilir ve şahsiyetler bu kurgular üzerinden önümüze sürülerek bizlerden
bunları büyük şahsiyetler olarak tanımamız beklenir.
Birçok bilinmesi gereken isim gibi Said Halim Paşa’nın da Türkiye’de çok fazla
bilinmediği bir vakıa. İlginç olan İslamcı muhitlerin de gündemlerinde Said Halim
Paşa’nın belirgin bir yerinin bulunmuyor olması.
Burada “Said Halim Paşa’nın İslamcılar tarafından bilinmesi mi gerekiyordu?” sorusunu
sorarak meseleyi vuzuha kavuşturmaya bir yol açmış olabiliriz.
Öncelikle “Büyük adamların sayısının sayılamayacak kadar çok olduğu bir ülkede
Said Halim Paşa gibi birinin bilinmemesi niye meseledir?” konusuna değinmek
gerekiyor.
Said Halim Paşa’nın ortaya koyduğu düşünce birikimi nicelik olarak bir kitabın sayfaları
arasına sığabilecek kadar azdır. Buna karşın, modern dönem İslam düşüncesi
üzerine yapılacak okumaların içerisinde hiç kuşkusuz en dikkat çekici, en mutedil ve
en kuşatıcı tasavvurun sahiplerinden birisidir o.
Said Halim Paşa dönemin çok etkin isimlerinden Mehmet Akif Bey ve Muhammed
İkbal gibi gerek İslamcı gerekse de İslamcı olmayan muhitlerde saygın bir yer edinmiş,
pek çok insan tarafından çok büyük bir şahsiyet, çok büyük bir düşünce adamı
olarak tanımlanmıştır.
Modern dönem İslam düşüncesinin anlaşılmasına yönelik yapılacak her gayretin içerisinde
hiç kuşkusuz İkbal uğranılması gereken bir duraktır. Yine Türkiye’deki serüvenin
anlaşılması noktasında Mehmet Akif hiç kuşkusuz bir uğrak noktasıdır. Her
ikisi de Said Halim Paşa’yı bizim bugün ifade edeceğimiz sözlerden çok daha büyük
iltifatlarla taltif etmişlerdir. Mehmet Akif Bey’e göre o, İslam dünyasının yaşayan en
önemli mütefekkirlerinden birisidir. Keza Muhammed İkbal’in “İslam Düşüncesinin
Yeniden Oluşumu” -ki Türkiye’de ismi çok bilinen ama maalesef çok iyi okunmamış-
eserinde kendi düşüncesini temellendirmek için Said Halim Paşa’nın sözlerine
yaptığı atıflar vardır. Ulusallaşmanın salt coğrafi bir sınır değil, zihinsel sınırlar oluşturduğu
bir bağlamda yetişen bizim gibi insanların İkbal ile Said Halim Paşa arasında
bir bağlantı kurması, onlar arasındaki ilişkiyi doğru anlamlandırması kolay değildir.
Ama en azından bugünlerde, dönemin sıcak çatışmalarının ve iktidar mücadelelerinin
nispeten dışında kalabileceğimiz düşünce zeminlerinin imkân dâhiline girdiği
bu dönemde, bu ilişkileri yakından gözlemlemek için Said Halim Paşa üzerinde çalışılması
gereken önemli bir isimdir.
Said Halim Paşa isminin önemini dört husus üzerinden açıklayabiliriz.
Birincisi; Paşa bugün genellemeler ve indirgemeler üzerinden bir dil kurmuş olan
Türkiye coğrafyasında bizim çok muhtaç olduğumuz bir vasfa sahiptir. Bu vasıf, toplumsal
gerçekliği açığa çıkarmak için ciddi bir zihinsel çaba harcamaktır. Said Halim
Paşa zihinsel meselelere çok ciddi bir emek vermiş, hem Batı’yı hem kendi gerçekliğimizi
de çok iyi tanıyan birisi olarak mukayeseli değerlendirmeler üzerinden düşüncesini
şekillendirmeye çalışmıştır. Bu nedenle ümmetin toplumsal gerçekliğini açığa çıkarmak
için başvurulması gereken en önemli ve en gerçekçi şahıs Said Halim Paşa’dır.
Gerek siyasi kişiliği nedeniyle doğrudan süreçlerin içinde yer almış olması gerekse de
entelektüel müktesebatı böyle bir vasıfla donanmasında çok etkili olmuştur. O, salt
metinler üzerinden bir tasavvur oluşturmamış, bizzat icranın içerisinde süreci tecrübe
etmiş birisi olarak değerlendirmeleri gerçeklerle de sınanmış birisidir.
İkincisi; Said Halim Paşa meseleleri öncelikle ve salt pratik çıkarlar ekseninde algılayıp
anlamlandırmamış, pratik gereklilikleri de hesaba katan ve bütün bir birikimini
düşünsel bir temellendirme etrafında oluşturmaya çalışmış önder şahsiyetlerden birisidir.
Bir yangın yerine dönmüş coğrafyamızda, yüz yıl içerisinde beş milyon kilometrekarelik
bir coğrafyadan bugünkü hâline gelen bir asitanede sadrazamlık yapan
Paşa, zor bir işi başararak vakayı düşünsel temelli olarak algılamada, temellendirmede
ve öngörüde bulunmada yüksek bir performans göstermiştir. Her şeyin oldukça
pratik merkezli ve iktidar öncelikli düşündüğümüz bugünkü vasatımızda Said Halim
Paşa’nın bu yönünün çok dikkate alınması gerekmektedir. Özellikle Malta’da sürgünde
iken Cemiyet-i Akvamın kurulacağı haberleri üzerine, başta ABD olmak üzere
bir çok ülkenin devlet başkanına gönderdiği mektubunda bugünlere tuttuğu projeksiyon
şaşırtıcı düzeyde gerçekleri tespit etmiştir. Keza yine Malta’da, hayatının son
anlarında yazdığı “İslam’da Teşkilat-ı Siyasiye” adlı eseri de ulusal düzlemde ne yapılması
gerektiği ile ilgili sunulmuş “ilk proje”dir. Sadece bu iki örnek bile onun ufkunu
göstermek için fazlasıyla yeter.
Üçüncüsü; Said Halim Paşa gerek kendimize ilişkin gerek Batı’ya ilişkin çok ciddi
ve itidalli bir eleştirel dil kullanmayı başarabilmiş ender şahsiyetlerdendir. Böyle bir
dil sağlıklı bir düşüncesin inşasında asla vazgeçilemeyecek temel ögelerden biridir.
Dördüncü olarak da Said Halim Paşa’yı pek çok düşünce adamından ayırt etmemize
yarayacak en temel vasıflardan birisi olan, iktidar üzerinden toplumu dönüştürmeyi
hedefleyen modern dönemin merkeziyetçi kurgusunun dışında kalmayı bu zorlu
döneme rağmen başarmış olmasıdır. Paşa medeniyeti toplumsal gerçekliğin ıslahı
üzerinden kurmaya yönelik bir düşünme cehdi ortaya koymuştur. Bu açıdan sorunların
bizim için küreselleşmeye başladığı ve de insanların görmezlikten gelemeyeceği
yeni bir sese ihtiyaç duyulan bu dönemde bu vasfın çok kıymetli olduğunu belirtmek
gerekir.
Said Halim Paşa’nın neden önemli ve bilinmesi gereken bir şahsiyet olduğunun gerekçeleri
temel başlıklar hâlinde ifade ettikten sonra, asıl sorumuza dönebiliriz; “Neden
Said Halim Paşa’nın müktesebatıyla orantılı bir tanınılırlığı yoktur günümüzde?”.
Müktesebatıyla orantılı olarak tanınmamasının birçok gerekçesinden bahsedilebilir.
Her sosyolojik olayda ve olguda olduğu gibi bu meseleyi de tek bir gerekçe üzerinden
izah etmek mümkün değildir. Ben meseleyi Türkiye fikriyatını ve siyasetini yakından
bilen insanların anlayabilecekleri gerekçeler üzerinden izah etmeye çalışacağım.
Öncelikle Said Halim Paşa asker değildir ve son bir buçuk asırda Türkiye’de asker
olmayanların aktör olması mümkün değildir. Olsa olsa aktörlerin etrafında işe yaradığınız
oranda veya aktörlerle çatışan ekibin koçbaşı olduğunuz oranda adınız duyulabilir
son yüzyılda memleketimizde. İfadeler çok keskin olmakla birlikte Said Halim
Paşa’nın asker kökenli bir kişilik olmamasının, Türk siyasetinde isminin müktesebatıyla
orantısız duyulmasının en önemli gerekçelerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Son yüzyılda siyaset, büyük ölçüde ittihatçı çerçeve içerisinde yer almış asker kökenli
operasyonel kişiliklerin etrafında oluşturulmuş bir bürokratik terminolojiyle çözümlenmeye
çalışılıyor. Said Halim Paşa ise böyle bir gelenekten gelmediği için etkinliği
de onlar kadar olmamıştır.
Hatırlanacağı gibi son dönemin en önemli aktörleri İttihat ve Terakki çevresinde
kümelenmişlerdir. Said Halim Paşa da oradadır. Ama ittihatçılık sonunda
asker kökenlilerin daha belirleyici olduğu bir sürece evrilmiştir. Teşkilattan gelen
İttihatçıların ilişkilerinin arka planları, dayanakları ve de etraflarında oluşan mitten
kaynaklanan bir güçleri vardır. Paşa ise teşkilatçı gelenekten gelmeyen biri olarak
ayağını basabileceği, projelerini ve düşüncelerini uygulayabileceği bir güçten
görevindeyken dahi nispi olarak mahrumdu. Bu nedenle pratik siyasette sembolik
başarılar ortaya koyabilmiştir. Bu konuda Edirne’nin alınmasını, Hicaz bölgesinde
Arap-Osmanlı ilişkilerinde yaşanan açılımları, ittihatçılar içerisindeki çatışmalarda
bir denge unsuru olmasını, uluslararası ilişkilerde ittihatçı maceracıları nispi olarak
frenleme noktasındaki rolünü düşünebiliriz. Bu konulardaki rolüne rağmen doğrudan
doğruya yeni bir düzenin şekilleniş sürecine yön vermeye hem teşkilatçı geleneği
müsait değildir hem ülkenin yeniden şekillendirildiği zamanın önemli bir kısmını
(1919-1921) Malta’da sürgün geçirmiştir hem de 1921’de şehit edildiği için sonraki
süreçlere kendi yaklaşımını doğrudan taşıyamamıştır.
Üçüncü olarak, Said Halim Paşa’nın sonraki kuşaklar tarafından tanınmamasını
belirleyen çok daha belirleyici bir unsur da dönemin hem ulusal aktörleri hem
de küresel aktörleri açısından çok kullanışlı bulunmayan fikirlere sahip olmasıdır.
Paşa’nın tasavvuru küresel aktörlerin işine gelmemekte, yerel aktörler tarafından
da kullanışlı bulunmamaktadır. Zira o Batı’yı çok iyi tanır ama Batıcı değildir.
Batıcı olmamak da başlı başına küresel aktörlerle sorunlu olmak demektir. Yine
Said Halim Paşa o dönemki ifade ile söylersek beynelmilelcidir. Ama yerel olarak,
bugünkü terminolojiyi kullanmak ne kadar uygun ise ulusal bağlamlarda ortaya
konulan bütün cehtlere karşı ciddi destekler sağlamıştır. Mesela Türk Yurdu dergisinin
imkânsızlıktan dolayı çıkarılamadığı bir dönemde Said Halim Paşa kendi kişisel
imkânlarını kullandırtarak Türk Yurdu dergisinin çıkarılmaya devam etmesini sağlamıştır.
Bugünkü zihinle baktığımız zaman bu çok anlaşılabilir bir şey değildir. Oysa o
Batı emperyalizmi karşısında direnme imkânı, direnme potansiyeli taşıyan her kişi,
söylem ve muhite sahip çıkmıştır.
Said Halim Paşa’nın İslamcı muhitlerde çok fazla bilinmemesi de şöyle izah edilebilir:
Bir taraftan yenilikçi bir anlayışı, öbür taraftan bu yenilenmeye karşı bir tutum sergileyen
ikinci bir dalgayı esas alarak baktığımızda Paşa’nın fikirlerinin tanınmamasının
gerekçeleri farklıdır. Nispeten yenilenmeci, rahat bir dille söylersek modernist
çizgi zaten tarihsiz bir zihne sahiptir. Bu tutum sadece Said Halim Paşa karşısında
alınan bir tavır değildir. Son derece eyyamcı zihniyetle düşünen birilerinin
tarihin tozlu rafları arasında kalmış, unutturulmuş bir aktörünün kitapları üzerinde
ciddi çalışmalar yaparak ondan bugüne ne katabiliriz diye düşünmelerini beklemek
zordur. Yenilenme karşısında daha ihtiyatlı tutum sergileyen çevrelerin Said
Halim Paşa’yı çok iyi bilmemelerinin sebebi ise Paşa’nın içe kapalı olmayan, dünyaya
zihnini açmış, dünyadaki gelişmelerden haberdar, Batı’yı yakından tanıyan ve
bu olguyla sağlıklı bir ilişkinin nasıl kurulabileceği üzerine çok ciddi değerlendirmeler
yapmış, fikirler ortaya koymuş bir kişi olmasıdır. Dolayısıyla Paşa, riskli ve kaygan
bir zeminde hareket etmektedir. Böyle riskli bir zeminde hareket etmeye yeltenmiş
yer yer de muhafazakâr tutumun benimseyemeyeceği kavramsal çerçeveler
ortaya koymuş bir adama karşı muhafazakâr tutumun çok sıcak ilgiler duymayacağı
bellidir. İttihatçılarla olan ilişkisi de onun bu çevreler tarafından ihtiyatla karşılanmasının
gerekçelerinden bir diğeridir. Aşağı yukarı iki asırdır ama şimdi hepten bütün
kavramların, bütün gündemlerin, bütün düşüncelerin pratik gereklilikler yani iktidar
çatışmasının taraflarından birisinin işine yarar mı yaramaz mı dolayımından konuşulduğu
bir dünyada Said Halim Paşa’nın bu ihata edici tutumu çok kullanışlı bir tutum
değildir. Dolayısıyla pragmatik ve operasyonel bir mantıkla, tasavvurunu, ilişkilerini,
kurumlaşmalarını inşa etmiş Türkiye gerçekliğinde Said Halim Paşa’nın kendisine
çok fazla yer bulamamış olması anlaşılabilir bir durumdur.
Bununla bağlantılı olarak dördüncü bir mesele de Said Halim Paşa’nın gündemini,
kendi kavramsal çerçevesini dönemin şartları içerisinde algılama cihetine girişmek
ciddi bir soyutlama girişimini gerektirmektedir. Onu okuyup bugün onun fikirlerinden
istifade etmeyi öngören bir zihinle bakmak meşakkatli bir iştir. Yani doğrudan
doğruya kullandığı bir kavramı, kurduğu bir cümleyi, ortaya koyduğu bir önermeyi
olduğu gibi iktibas edemeyeceğimiz bir adamla çok fazla yoğun ilişkiye girmek ancak
ilgilisinin, özel meraklısının, fikir çilesi çekmeyi kendisi için ibadet olarak algılamış
bir zihniyetin girişebileceği bir şeydir. Bu açıdan da bugünkü İslamcı insan profilinin
Said Halim Paşa’yı çok kullanışsız birisi olarak algıladığını görebiliriz.
Soyut düşünme, soyutlama bugün çok fazla kıymet ve takdir gören bir iş değildir.
Bugünkü verili durumda Said Halim Paşa’dan istifade etmeyi, düşüncelerini kendi
gerçekliğimiz içerisinde anlayıp ondan bir hikmet devşirmeyi göze alacak bir müktesebat
ve tasavvurun yaygın olmadığını düşünüyorum.
Bugün bin türlü eleştiri de yapsak modernlik bir yaşam tarzı olarak Türkiye’de ciddi
bir etki gücüne sahiptir. Kavramlarımız, gündemlerimiz, kurumsal serüvenlerimiz
büyük ölçüde modern zihnin dolayımından şekillenmektedir. Bu sorunun yol açtığı
konformizm bir yaşam tarzı olarak ülkenin tüm alanlarını ciddi oranda etkilemiştir.
Bu vasatta düşünce işini kendisine meslek edinmiş insanlardan beklenen de bir an
önce acil, uygulanabilir, bugünkü sosyolojik ve siyasal iktidar serüveninde kullanışlı
bilgiler ortaya koymalarıdır. Said Halim Paşa ile uğraşmak bu konformist tutumu bir
kere elinin tersiyle geriye itmeyi gerektiren çileli bir iştir. Bu durum da Said Halim
Paşa’nın bugün kendisiyle çok fazla yüzleşme adayının bulunmadığı bir vasatta bilinmemesini
tabii hâle getirmektedir.
Yine Said Halim Paşa operasyonel yanı olan projeci birisidir. “İslam’da Teşkilat-ı
Siyasiyye” kitabı, ne yapabiliriz sorusuna cevap bulmak maksadıyla onun yazdığı
bir çalışmadır. Bu metin Osmanlı İslamcılığında hilafetin ilgasından sonra ortaya
çıkan İslami hareketlerin temel gündemini oluşturan “yeni bir devlet - yeniden devlet
- İslam devleti” gibi kavramlaştırmalara ilişkin erken bir habercidir. Bu Said Halim
Paşa’nın ileri görüşlülüğünü, ortaya koyan bir belgedir. Sıradan bir metin olmayan
bu çalışmaya benzeyen örnekler de çok yoktur.
Projeci ve uluslararası ilişkileri çok iyi takip eden bu kişiliğin bugün emperyalizmin
öncülüğünde gelişen küreselleşmenin beraberinde getirdiği sorunlara yeni ve ciddi
cevaplar üretme cehdinin zayıfladığı bir dönemde, insanlığın yeni bir ses aradığı bir
zamanda bu programı tertip etmek, Said Halim Paşa üzerine okumalar yapmak bir
ödev olarak değerlendirilmelidir.
Daha önce de vurguladığım gibi Paşa, küresel aktörler ve onlarla bir şekilde ilişki
içerisindeki ulusal aktörler için problem bir kişiliktir. Beraber yol yürünemeyecek bir
adamdır. Sadece bu sebep bile Said Halim Paşa’nın bu ülkede yeterince bilinmemesi
için yeterlidir.
Hatırlatmalıyım ki Said Halim Paşa, İslam siyasi düşüncesinin genel temayülünün
ortaya koyduğu fikriyatla irtibatını sürdürmeyi başarmış bir kişiliktir. Paşa Batı’nın
kaçınılmaz bir mihrak hâline geldiği o dönemde, İbni Haldun’un muhteşem bir şekilde
tesbit ettiği gibi, mağlupların galiplere benzeme yarışına girdiği bu dönemde,
Batı’dan âdeta iktibasla buraya taşınmaya çalışılan kurumlara, yapılara, anlayışlara
ve kavramlara karşı mutedil bir şekilde, temellendirilmiş kavramsal ve olgusal çözümlemelerle
cevap arayışına girişmiş bir akıl ve yürek adamıdır. Dolayısıyla modern
dönemde İslam siyasi düşüncesi üzerine kafa yormuş kişiler içerisinde müstesna bir
yeri vardır onun.
Batı’da çıkan her şeye; “Bu bizde zaten var.” denildiği bir dönemde, böyle bir
sükûnet içerisinde düşünce ortaya koyabilmek de hakikaten zor bir şeydir. Keza
dönemin yeni düzen arayışları içerisinde yer kapma telaşına düşmüş bir siyasal ve
kültürel vasatta Said Halim Paşa İslam’a, Müslümanlara ve Batı’ya bakışında son
derece mutedildir. Elbette ki her insan gibi onun da çözümlemelerinde katılmadığımız
noktalar olacaktır. O Müslüman aklın ve yüreğin imkânları ile düşünen, ayağı
buraya basan, emperyalizm karşısında farklı bir var oluşun mümkün olabileceğine
ilişkin geniş bir ufkun ve imanın sahibidir. Bu yüzden İslam düşünce geleneği içerisinde
siyasi sürekliliğe yabancılaşanlardan farklı bir mirası bizlere taşımayı başarabilmiştir.
Paşa’ya rahmet ve mağfiret diliyorum.