« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Ara

2013

TANKUT ÖKTEM

Günseli İnal 01 Ocak 1970

Tankut Öktem ; 1 Temmuz 1940’de Konya’da annesi Meliha Hanım ve Ali Öktem’in evliliğinden dünyaya gelir. Anne Meliha Öktem Balkan’lar dan Türkiye’ye göçen bir ailenin kızıdır.İleriki yıllarda dişhekimi olan abisi , millibinici olan ablasından sonra ailenin en küçüğü olan Meliha hanım resim sanatına son derecede yetenekli olduğu halde toplumsal koşullar nedeniyle ressam olmak yerine veteriner olmayı seçmiştir.Baba Ali Öktem’de veterinerdir.Tankut Öktem yedi yaşına gelinceye dek ailesiyle Muşta yaşar. ‘Üç yaşıma kadar köyde tek çocuk olarak doğa ve hayvanlarla mutlu bir şekilde yaşadım.Üç yaşımda çocuk görünce çok aşırmıştım; kendimi dünyadaki tek çocuk zannediyordum’ ifadesini kullanan sanatçı üç yaşından sonra çocukluğunun büyük bir bölümünü Edirne’de yahudilerin çoğunluğunu oluşturduğu yahudi mahallesinde geçirecektir.Anne ve babasının meslekleri nedeniyle Anadolu’yu kent kent dolaşmaları küçük yaşya gözlem yetisinin gelişmesine neden olur.Bu kentlerde karşılaştığı değişik tipler,yüzler daha sonra kariyerinin doruk noktasında anıt eserlerinde gerçekleştireceği toplu figürlerde ortaya çıkacak ve bu bedenler,yüzler sanatçının gözlem depolarından ve anılarından doğup ellerinde somutlaşacaktır. Çok sonraki söyleşilerinde ‘Ailemin görevinden dolayı onlarla birlikte gittiğim köylerde yıllarca süren izlenimlerim ; halkımdaki tüm erdemlerin kaynağını köylü sınıfında görmeme neden olmuştur.İnsanların birbirlerini sevmesini,kıskanmamasını,el ele kardeşce yurt sevgisi ile dolu olarak yaşamalarını ve aile bağını en önde gerçek olarak görmelerini arzulamam,kahramanlığı ve yurt uğruna varılan şehitlik mertebesini inanmam 1970-8O döneminde başladığım ve bugüne kadar sürdürdüğüm figuratif anıt çalışmalarımın nedeni,konularım ve kompozisyonlarımın seçiminde başlıca etken olmuştur’ diyecektir.
İki yaşında eline çizim kalemini alan Tankut Öktem’in yeteneğini ilk keşfeden annesi Meliha hanımdır.Atatürk sevgisini , Kurtuluş Savaşı anılarını ona aktaran da yine annesidir.Üç yaşında zatüreye yakalanan Tankut Öktem’e dişci dayısı hasta yatağında oynaması için yatağının başına hamurdan yapılmış bir askercik heykeli ve birazda hamur bırakır.Tankut Öktem hamuru ellerinde eğip bükerek yeni bir askercik formu yaratır.Bu beceri tüm ailenin dikkatini çeker.Oğlunun doğuştan taşıdığı yetenek annesi Meliha hanımı çok mutlu eder.Oğlunda gözlemlediği ilk olgu; doğuştan taşıdığı bilgi ve yetenektir.Örnek vermek gerekirse ; bu denli küçük yaştabir atın,kaplanın oranlarını çok iyi hesaplayabilmekte,atların kaslarını adelelerini hiç kuşku duymadan elindeki hamurda yeniden yaratabilmektedir.
Dört yaşında ciddi olarak resim yapmaya başlayan küçük sanatçı; eğitimine Edirne İstiklal ilk okulunda başlar.1953’de beşinci sınıf ögrencisi olan Tankut Öktem; 3’üncü Çocuk Kütüphanesi ilkokullar arası düzenlediği resim yarışmasında katılır ve ödüllendilmekle kalmayıp tüm jürinin büyük ilgisini çeker.Sanatçı için okulun arşivlerine şu not düşülür ‘Tankut Öktem’in yaptığı resim ilkokul çocuklarının seviyesinden çok yüksek görülerek kendisinin üstün başarılı sayılmasına karar verilmiştir’.Küçük sanatçı onüç yaşındayken Edirne Türk Amerikan Derneği Lokalinde bir resim ve heykel sergisi açar.Bir hafta sürecek olan bu serginin haberi Edirne yerel gazetelerinde övgü dolu sözlerle yer alır.
Okulda Üstün Başarı Sağlayan’lar arasında yer alan sanatçı artık harika çoçuk lakabıyla anılmaktadır. Ondört yaşına geldiğinde sayısız tabloya imza atmış sayısız üç boyutlu obje üretmiş bir sanatçıdır artık.Tabloları evinin duvarlarını süslemekte,heykelleri şaşırtıcı biçimde geleceğin sanatçısını haberlemektedir.Çayırda şahlanan atlar,düğün alayı,zümrüt ovalar,eflatun ufuk çizgisi hepsi sanatçı adayının elinden çıkma eserler olarak çevresinde bulunan insanları etkilemekte ,şaşırtmaktadır.En büyük destek ise annesinden gelmektedir.Edirne’ne deki Yahudi mahallesi sakinleri ise küçük Tankut Öktem’i hep yüreklendirmişlerdir.Yıllar sonra bir söyleşide ‘Onların benim yaşamında önemli bir yeri oldu.Güzel sanatlara fevkalade düşkün olan bu insanlar benim yeteneklerimi devamlı alkışlayarak ve beni yüreklendirerek onlara gösteri yapmamı sağladılar’ diyecektir. İstanbul’da Pertevniyal Lisesinde eğitimine başlayan sanatçı okuldaki derslerde vasat bir öğrencidir.Kendi deyimiyle bu yıllarda 1960’ların solculuk modasına kapılmıştır.Daha sonra bu dönemini şöyle özetleyecektir ‘İlk dönemim o günkü modaya uygundur.Hepimiz solcuyduk.Solcu olmak bir ayrıcalık değildi.O zamanlar bir gençlik görevi gibiydi.Solcu olmak ve Atatürkcü olmak.Bu uzun yıllar böyle devam etti’ Tankut Öktem 6o olayları başladığında sadece 20 yaşındadır ve kendini dönemin öğrenci hareketleri içinde bulur.Dönemin baskıcı ve özgürlükleri kısıtlayıcı iktidarlarına karşı öğrenci hareketleri başlamış ,toplumsal muhalefet artarak protestolar ülkeye yayılmıştır. ‘Öğrenci hareketlerinde ben de öğrenci liderlerinden biriydim’ diyen Tankut Öktem öğrenci olaylarının başlama nedenlerini söyle özetliyor ‘O dönemin gençliği olarak bizler yalnızca korkutulurduk.Bizim gençlik dönemimizden önce bir Nazım Hikmet kuşağı var.Bu kuşak fevkalade yıldırılmış,hapislerde yatmış.Sosyalist sayılan her insan biraz sol görüşlü her insan komünist damgasını yerdi. Solcu yani sol görüşlerin Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağına inanan büyük bir aydın kitlesi vardı .Tabii biz dönemin genciydik,İstanbul’luyduk.İstanbul’lu olmak bir ayrıcalıktı.Sanki Türkiye’nin nabzı İstanbul’da atıyordu.Biz de Türkiye’nin geleceği için bir şeyler yapmaya kendimizi aday gibi görüyorduk .28 Nisan 1960 hareketlerinin en önlerindeydik.Turan Emeksiz benim önümde vuruldu.Şayet o vurulmasaydı,o kurşunlara ben muhattap olacaktım’ diyen sanatçının bu maceralı gençlik dönemi daha sonra ülkesini tanımak için karış karış Anadolu’yu otostopla gezmesiyle sonuçlanmıştı.
Tankut Öktem’in doğduğu yıl olan 1940; dünyada karışıklıkların yaşandığı yıldır.
İkinci dünya savaşı başlamış,Hitler bütün şiddetiyle Avrupa’yı kasıp kavurmaktadır.Avrupa’lı sanatçılar Hitler’in hışmından kaçmak için Amerika’ya göçetmekte ve Avrupa ülkelerini büyük bir yıkım ve felaket beklemektedir.Türkiye ise Atatürk’ün önderliğinde kurtuluş savaşını vermiş,700 yıllık Osmanlı imparatorluğu yıkılmış ve Cumhuriyet kurulmuştur.Bu süreçte Cumhuriyet ilkeleri altında ülke; kendini yeniden her alanda inşa etmeye başlamıştır.Ancak ülkenin içinde bulunduğu darboğaza Avrupa’da başlayan dünya savaşı koşulları eklenince Türkiye’nin savaşa girip girmeme siyası kaygıları ve zor ekonomik koşullar toplumu gergin bir hale getirmişti.Dünya siyaset arenasında Almanya’da Hitler,İtalya’da Musolini,İspanya’da Franko gibi faşit liderlerin acımasız uygulamaları başlamıştı.Türkiye ise yeni bir cumhuriyet olarak emekleme çağındaydı ve ülkenin her yanı yeniden yeni ilkeler ışığında inşa edilmekteydi .1945 yani İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra dünya toplumları yepyeni bir düzene geçmek için çok dinamik bir değişim sürecine gireceklerdi. Toplumlar taze ve genç ilkelerle yapılandırılacak savaşın izleri silinmeye çalışılacaktı.Türkiye ise her alanda Atatürk ilkeleriyle yeniden inşa edilmekteydi.
Bu koşullarda ülkede sanat eğitimi veren tek ve rakipsiz kurum olan Devlet Güzel Sanatlar akademisi sanat alanında yeni bir uygulama ve eğitim sistemi başlatıyordu.1936’da Leopold Levy resim bölümü başkanı, Rudolf Belling heykel bölümü başkanlığına getirildiler.Böylece Cumhuriyet döneminin sanat alanındaki yenileme anlayışına ilk adım atılıyordu. Aynı dönemde Akademi’de süregiden yapılanmanın yanı sıra Tatbiki Güzel Sanatlar okulu kurularak sanat eğitimine başlamıştı.Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu Alman ve Türk işbirliğiyle kurulmuştu.Amaç ; Bauhaus tarzı bir eğitimi burada gerçekleştirmekti.Dokuz Türk ve yedi Alman eğitimciyle 1957 Ekim’inde kapılarını açan okul; yetenek sınavıyla ögrenci almaya başlamıştı.
Tankut Öktem inişli çıkışlı lise eğitiminden sonra yeni kurulan Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu seramik bölümüne girdi.Bu seçim Tankut Öktem’in babasını huzursuz etmişti.Babasının çok üzüldüğünü gören sanatçı aynı sıralarda İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesine kaydını yaptırdı.Daha sonra; ‘Üniversite hayatım iki tane fakülte okumam gibi yoğun ve çok çaba isteyen bir dönemdir’ diyecektir.Ancak iktisat eğitimi alması onun siyasal açıdan kişiliğini bulmasını sağlamıştır.Orada edindiği fikirler ilerdeki sanat yaşamını yönlendirecekti. Çok daha sonra kendisiyle yapılan bir söyleşide ’Ne zaman ki iktisat tahsili yapmaya başladım,siyasal akımları inceleme fırsatı buldum.Sosyalizim nedir,Liberalizim nedir,demokrasi nedir iyice öğrendim.Biraz argo bir tabirle aydım.O nedenle bütün sınıflar,bütün kuşaklar elele vermeden hiç bir zaman toplumun başarıya ulaşamayacağı inancına vardım’diyecektir.
Tankut Öktem’in Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’ndaki hocaları seçkin bir grubu oluşturuyordu.Bir anlamda yeni kurulmuş olan okulun idealist hocalar kuşağıydılar.Aynı zamanda okulun müdürlüğünü üstlenen Cevdet Koçak,Jan Grave,Ralf Russ,Krepaz ve Kenjikato Tankut Öktem’in yetkin eğitici hocaları oldular.Sanatçının heykel konusunda eğitim aldığı tek hoca ise Hakkı Karayiğitoğlu’dur. Hocası için ‘Benim kanaatime göre Hakkı Karayiğiyoğlu heykeli bilimsel diyebileceğim nitelikte en iyi bilen hocaların başında gelir’ diyen Tankut Öktem’nin bir diğer önemli hocası ise Şadi Çalık’tır.Ondan teorik bilgiler alan sanatçı ‘Şadi Çalık’tan klasik sanatla modern sanat arasındaki farkı öğrendim’ diyecektir.Sanat eğitimi sırasında heykeltraş Nusret Suman’ın atölyesinde çırak olarak çalışan sanatçı; usta hocasının bazı heykellerin de alt yapı kurgusunda çalışmıştır.Ve daha sonra ‘Heykel tekniklerini Nusret Suman’dan,heykelin ne olduğunu ise Hakkı Karayiğitoğlu’ndan öğrendim’ diyecektir.Sanatçı 1962’de Almanya’da Shone Wald porselen fabrikasında staj için yurtdışına çıkar ve buradaki çalışma sanatçının deyimiyle ona yeni duygu ve çoşkuları aşılar.
Tankut Öktem 1965 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu seramik bölümünü bitirir bitirmez aynı okulda asistanlık yapmaya başlar.1966’da aynı bölümden arkadaşı Haluk Tezonar’ın kızkardeşi Semra Tezonar ile evlenir.Yıllar içinde çiftin iki kızı dünyaya geleçektir; Pınar ve Oylum. Tankut Öktem 1970 yılında öğretim görevlisi olarak atanır .Aynı yıl Taksim Sanat Galerisi’nde gerçekleşen karma bir sergide dönemin sanatçıları biraraya gelmişlerdir.Kimler yoktur ki bu sergide ;Bedri Rahmi Eyüboğlu,Eren Eyüboğlu, Mustafa Aslıer,Hüseyin Bilişik,Ruzin Galatalı,Jale Gün,Cihat Burak,Atilla Galatalı,Hakkı Karayiğitoğlu,Haluk Tezonar,Mustafa Plevneli ve Tankut Öktem. Bu sergi basında çok ses getirir.Dönemin gazetelerinden birinde ‘Branşlarında otorite olan sanatçılar eserlerini sergiledi’ başlığıyla verilen haberde Tankut Öktem genç ve ilgi çekici bir yetenek olarak sunulmaktadır. Büyük ustaların yanında genç bir yetenek olarak Tankut Öktem dikkatleri çekmekte, yeteneğiyle diğerlerinde farklı bir kulvarda olduğu hemen farkedilmekteydi.
Okulda ; 1976-78 yılları arasında Seramik bölümü başkanlığı yapan Tankut Öktem 1979’da Tatbiki Güzel Sanatlar Okul müdürlüğünü üstlendi. ‘Arkadaşlarımın seçimiyle okul müdürü oldum,bir iki yıl içinde okulu fakülte olabilecek düzeye çıkarttım’ diyen sanatçı bu görevini 1982’ye dek sürdürmüştür.Şimdi okul yöneticisi Tankut Öktem’e kulak verelim; ‘O zamanlar beş bölümümüz vardı.Kurulumuza her bölümden bir öğrenci temsilcisi,bir asistan temsilcisi,bir öğretim üyesi temsilcisi,bölüm başkanları ve birde ben müdür olarak toplam yirmibir kişi katılırdık.Biz yirmibir kişi ile dağları devirirdik.Öğrencilerin reyleriyle,asistanların reyleriyle kararlar alırdık ama dağları devirirdik.Uyguladığımız bu sistem ta ki YÖK’e bağlanana dek devam etti’.1982’de kırbir sayılı Yüksek Ögretim Kurumları teşkilatı kanun hükmündeki kararnamenin ondördüncü maddesi uyarınca Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ; Güzel Sanatlar Fakultesi adı altında Marmara Üniversitesine bağlanır ve okulun bünyesindeki öğretim elemanlarına kariyerlerinde geçen hizmet sürelerine ve eserlerine göre akademik ünvanlar verilir. ‘Enteresandır; Yök benim seramikci olduğumu unuttu.Herkes beni heykeltraş olarak tanıdığı için benim kararnamem heykeltraş olarak geldi.Ama bu ünvanı hakettiğimi zannediyorum’ diyen Tankut Öktem öğrencilik ve asistanlık yılları boyunca hep seramik formlar çalışmıştı.Daha sonra şöyle söyleyecektir; "986’da Profesörlük ünvanını alan Tankut Öktem,1993-1996 yılları arasında Seramik Cam bölüm başkanlığı,YÖK Sanat komite üyeliği ve 1999’da Devlet Sanatcısı seçildi. Tankut Öktem modern heykel çalışmalarını ,soyut form yaratılarını 1973’de dek sürdürdü.Bu tarihte Cumhuriyet’in ellinci kuruluş yıldönümü nedeniyle anıt yarışmaları açılmıştı.Sanatçı bu yarışmalarda arka arkaya birincilikler kazanmıştı.Mersin Kuvayi milliye anıtı,Amasya Tamimi ve Edirne Kırkpınar anıt heykelleriyle üç birincilik ödülüne layık görüldü.
Tankut Öktem’in ilk heykel çalışmaları soyut tarzdaydı. ‘O zamanlar bakır döverek bazı soyut heykeller yapıyorum,giderek kendime özgü bir biçim dünyası yaratmaya başladım.Biraz figür kokan soyut işler yapıyorum.Artık yavaş yavaş kendime özgü bir form anlayışının olduğunu hissetmeye başladım.O noktadan sonra bir ustayı beğenmek,o usta gibi işler yapmak gibi o ilk dönem eksikliğini gidermiştim’ diyen sanatçı yurt dışı sergi katılımlarında soyut heykelleriyle Türkiye’yi temsil eder.1988 Seul Olimpiyat’larına davet edilen Tankut Öktem I65 ülke sanatçısı arasında gerçekleştirilen heykel yarışmasında ilk on artist arasına girerek soyut tarzda ürettiği eseri Seul Kültür Merkezi önüne yerleştirilir.Bu bir sanatçı için çoşku verici bir şeydir.İki yıl sonra 1990’ da sanatçı davetli olarak gittiği Almanya/ Stuttgard’da gerçekleştirilen bir sempozyumda Avrupalı heykeltraşlarla yarış alanında yaptığı ‘Annenin Izdırabı’ adlı heykeli halkoyuyla birincilik ödülünü alır ve bu soyut heykel çalışması Stuttgard belediye meydanına yerleştirilir.‘Yurt dışına çıktığımda her zaman soyut heykellerime yarışmalara katıldım’ diyen sanatçı neden daha sonra figüratif heykele yöneldiğini söyle özetleyecektir ‘Bir çok soyut iş yaptım fakat giderek şunun farkına vardım ki; Türk toplumu daha bu kadar moderm sanat eserlerine hazır değil’
Dönemin büyük sanatçıları Henry Moore ,August Roden ve Mayol sanatçıyı etkileyen yaratcılar arasında yer alırlar ‘Bunlar aslında birbirinden farklı heykeltraşlar ama kompozisyonlarındaki bütünlük malzemeyi kullanmadaki kendilerine has özellikler beni etkiliyordu’ diyen sanatçı için bir anlamda bu artistlerin kullanmış olduğu teknik etkileyiciyi ve öğreticiydi.İstanbul bu dönemde arka arkaya açılan büyük sergilere sahne olmuştu.1967’de büyük İngiliz heykeltraş Henry Moore’un heykel örneklerinden oluşan sergi,yine İngilizlerin düzenlediği Yedi İngiliz Heykeltraş sergisi,İstanbul Kültür Sarayı’nda açılan Amerikan Heykeli örneklerinden oluşan organizasyonlar genç Akademi öğrencileri ve sanatçı adayları üzerinde etkiler bırakıyordu.
Tankut Öktem yaratıcı bir sanatçı olarak hem eğitici hem de bir öğrenci ruhu hem eğitmen ve yönetici olarak çoşkulu ,sevgi dolu ,bilgiyi paylaşan bir kişilikti.‘Hoca olarak öğrencilerime yararlı olmak istemişimdir.Hayatımda hiç bir işimin karşısında,bir öğrencimim başarısı kadar keyif duymamışımdır.Öğretmenlik bende sanatçılığın dışında zevk veren önemli bir unsurdur.Bu da benim sevgi dolu oluşumdan kaynaklanır.O yüzden zannediyorum iyi bir hocayım.Tankut Öktem ilke olarak öğrencilerine doğaya karşı ,forma karşı va canlı formun değişebilirliğine karşı duyarlı olmasını öğretmeye çalışmıştır. ‘Öğrencilerime denizden yeni çıkmış bir balıkla,denizden çıkalı üç-beş saat olmuş bir balık arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorum’deyişi hayli ilginçtir.
1978’de Hüseyin Birişik bir grup genç sanatçıyı çevresinde toplayarak Onlar Grubunu ’nu kurmuştu.Bu sanat grubunda Erdinç Bakla,Hakkı Karayiğitoğlu,Haluk Tezonar,Mustafa Aslıer,Jale Yılmabaşar,Uğur Üstünkaya,Tankut Öktem ve kurucu Hüseyin Birişik yanı sıra genç sanatçı adayları da bulunuyordu.Onlar Grubu 1978-79 tarihleri arasında üst üste iki sergi gerçekleştirdi ‘ Hüseyin Birişik bir hami,bir büyük ağabey tavrı içinde bizleri topluma tanıttı.Yeni dönem gençler olarak toplumda süratle adımız duyuldu. Biz heykeltraş olarak bu sergilerle tanındık.Bu grup önemli sesler getirdi.İstanbul’da önemli bir sanat hareketidir.O güne kadar sanat ortamında ya Akademi öğretim üyesi ya da Gazi Eğitim’de öğretim üyesi olanların dışında pek serbest sanatçı olarak tanınan yoktu.Bir iki kişinin dışında sırtını Akademi’ye dayamadan sesini duyurabilen sanatçı pek yok.Dolayısıyla usta sanatçıların adı sanı duyulmamış genç sanatçılarla birlikte yani bizlerle birlikte sergiler açması topluma ilginç geldi.Sergiler sonrası yapılan eleştirilerden olumlu puanlar aldık’ diyecektir.
CUMHURİYET HEYKELLERİ / FİGÜRATİF DÖNEM
Sanatçı için artık Türk halkının ulusal özelliklerini,ruhunu heykel aracılığıyla estetize ederek anıtlaştırma ve yüceltme dönemi başlıyordu.Tankut Öktem’in kariyerinde yepyeni bir sayfa açılıyordu .Türk toplumu üzerine yaptığı incelemeleri, gözlemleri,Atatürk betimleriyle ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyordu ‘Türk insanının en büyük özelliği iyi bir anneye sahip olmasıdır.Türkiye’deki anne dünyanın hiç bir yerindeki anneye benzemez.Evladı için ölür; vatanı için ölmesini bilmiştir.İstiklal savaşında en büyük fedakarlığı Türk annesi,Türk kadını yapmıştır.Türk insanı fedakardır,cefakardır,her türlü eziyete katlanabilir eğer doğru yönlendirilirse onun yapamayacağı hiç bir şey yoktur.Aile birliğine,tanrıya,ilahi güçlere inanır.Kahramanlık yapmak onun için gayet doğal bir olaydır.Bu özellikler dünyanın hiç bir milletinde yoktur.İşte ben,benden önceki heykeltraşların Atatürk’ü durgun kılan,statikleştiren neredeyse ilahlaştıran sanat anlayışlarına isyan ettim.Önceleri, onlara benzeyen heykeller yapmaya uğraştım.Sonradan düşündüm ki onlarla yarışmaya hiç gerek yok.Çünkü onlar doğru yolda değil. Ben Atatürk kompozisyonlarımda devrimci,aydın,ilerici bir komutan edasından bir parça olarak gösterdim.1970-80 döneminde herkes birbiriyle kavgalıydı.O dönemde işçi sınıfının bütün dünyaya hakim olacağı inancı yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu.O sırada ben buna karşı çıktım,fakat konuşarak mı,yazı yazarak mı hayır yaptığım heykellerle karşı çıktım.Çünkü şuna inannıyordum.Türkiye’de başarı bütün sınıfların elele vermesiyle mümkün olabilirdi.O zaman yaptığım bütün heykellerde bir işçiyi,bir köylüyü,bir Türk annesini,bir üniversiteliyi kolkola gösterdim.Benim o gün verdiğim mesajlar bugün bütün tazeliğini korumaktadır.Bugün toplum bireylerinin çoğu bütün sınıfların elele vermesiyle düzlüğe çıkılabileceğini kavramış değil.Benim gazi Magosa’da gerçekleştirdiğim anıt heykelde işçi sınıfını temsil eden,örsde demir döven bir demirci figürü yer alıyor.Bu figür yüzünden anıt müthiş reaksiyon aldı.Sen bu örslü,çekiçli adamla ne demek istedin diye itiraz edenler oldu.Bu yıllarda solcu olmak aydın olmakla koşut tutuluyordu.Böyle bir işçi heykeli yaptığın zaman bir taraftan aydınlara göz kırpıyorsun öbür taraftan mevcut iktidara kabadayılık edip onun da pirimini yapıyorsun.Oysa ki benim anıtlarında işçi figürleri kesinlikle böyle bir hava yaratmak için yapılmamıştır.Benim bütün figürlerim aynı fikri işlemişlerdir.Özellikle anıt heykellerimde işlediğim en önemli fikirlerden birisi budur.Bir diger işlediğim mesele ise ; istiklal savaşı yıllarında büyüklermiz çok acılar çekmişlerdi.Büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardı.Bunların muhakkak yeni nesillere gösterilmesi lazımdı.Yetişen genç kuşaklar ançak bu anlamdaki anıtları gördüklerinde ,figürlerin yüzlerindeki ifadeleri algıladıkları zaman çekilen zahmeti anlayabileceklerdir.Yoksa onlar için istiklal savaşındaki Çakırcalı Mehmet efenin kahramanlıkları müfredat programlarının yoğunluğundan belki de hiç okutulmayacak ; gelecek nesiller bundan yüzyıl sonra üçyüzyıl sonra 1900’lerdeki Türk toplumunun nasıl bir fedakarlıkla nasıl bir ülke yaratıldığını bilmelidirler.Bence bunu anlatmak için kitaplar yetmemektedir.İşte heykeller bu açığı kapatarak gelecek kuşakların haberdar olmasını sağlayacaktır’.
1964’de ondört portrelik ‘Özgürlük Yüzleri’ adlı şahesere imza atan sanatçı 1973’de Edirne’ye yerleştirilen ‘Kırkpınar Pehlivanları’ heykelini üretti.Yeni figüratif döneminde sanatçı Tankut Öktem; ilk çalışmalar olarak 1976’da Kıbrıs Magusa Özgürlük Anıtı ve Kıbrıs Askeri Boğaz Şehitlik anıtlarını kompoze etti .1981’de Amasya Tamim Anıtı,1982’de Ankara Atatürk ve Eğitim Öğretmen’ anıtı, 1983’de Erdek Atatürk ve Gençlik anıtı,1986’da Zonguldak Maden İşçileri Anıtı,1988 dünyanın dördüncü büyük anıtı olan yirmidört metre yüksekliğindeki Ankara Atatürk ve Harbiyeli anıtı /ki eserin kompozisyonuna yediyüz portre yerleştirmiştir ve hiç bir portre birbirine benzemez/ 1990 İzmir Türk Denizcileri anıtı,1990 Kastamonu Atatürk ve Cephede Türk Kadınlarımız anıtı, 1994 İstanbul/Eyüp Bayrampaşa’da Otağ Kuran Fatih Sultan Mehmet anıtı. 1997 Ankara Harbiyeli Şehitler anıtı,2005’de Burhaniye Öğretmene Sevgi heykeli, Altınoluk Atatürk ve Halkımız anıtı , Kıbrıs/Limasol Girne Şehitler ve Özgürlük anıtı ve Manisa Atatürk ve Kuvayı Milliye anıtı,2006 İstanbul/Tuzla Piyade Atatürk anıtı, içinde Atatürk,İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’ın birlikte yorumlandığı Afyon Dumlupınar Şehitliği anıtı, 2007 Tekirdağ/Çorlu Balkan Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’na anıtı,Burhaniye Atatürk/ İlk Kurşun ve Kuvayı Milliye anıtı,İzmir /Foca Atatürk ve Gençlik anıtı,Safranbolu ve Halk anıtı, Bodrum,Edremit,Kıbrıs,Bergama Atlı Atatürk anıtları, 2008 Amasra Atatürk anıtlarını gerçekleştirdi.Bu devasa çok fiğürlü çalışmaların içinde 1988’de kompoze ettiği Kara Harp Okulu girişine yerleştirdiği yediyüz figürlü Şehitlerin Gökten İnişi ve Atatürk anıtı bir şaheser olarak sanatçının zirve noktasını temsil eder.Time dergisinin kapağında yer alan bu anıtsal muazzam eser sanki insan elinden değil tanrıların elinden çıkmışcasına gökyüzüne yükselmektedir.Tankut Öktem’i ülkesinde yapılmış daha önceki Atatürk heykelleri her zaman üzmüştü.Anomatik hatalı yüzü deforme edilmiş Atatürk heykelerine çok karşıydı.Bu konuda sanatçının söylediklerine kulak verelim; ‘Ben ne zaman ki birtakım nedenlerle figüratif heykel yapmaya başladım, benden önce Atatürk anıtları yapmış olan yabancı sanatçıların çalışmalarını inceledim; Hepsinde gördüğüm bana ters gelen bir şey vardı.Atatürk bir kaidenin üzerinde ya da bir atın üzerinde çok statik görüntüler içersinde yer alıyordu.Bu heykellerinin hiç birisinde Atatürk’ün yaptığı devrimler,kazandığı zaferler, anlatılmıyordu.Türk halkından eser yoktu.Atatürk bunları kiminle yapmış, yani askeri destek veren halkı nerede.Bir de bu heykellerin tipleri beni enteresan biçimde etkiledi.Tiplere bakıyorsunuz,Roman ya da Yunan. Türk insanının yüzü,yabancı heykeltraşlar tarafından hiç incelenmemiş.Türk insanının özellikleri yok tiplemelerde’.
Bu nedenle Atatürk’le ilgili anıtsal heykellere başlamadan önce; Cumhuriyetin kuruluş sancılarını,kurtuluş savaşı kahramanlarını,kurtuluş savaşı ikonları ve efsanelerini ve onların simgelerini geleceğe taşıma duygusuyla kitaplığında yoğun okumalar gerçekleştiriyor,o günleri yaşarcasına heykellerine vereceği mimik ve duyguları saptıyordu.Onun amacı hertürlü zorluğu göğüsleyerek yakın tarihi daha fazla esere aktarabilmekti.Bu nedenle sanatçı için askeri kesimden,hastanelerden ve okullardan gelen istekleri ön planda tutuyordu.Bu eserleri bazen sadece malzeme bedeline bazen de bedelsiz olarak gerçekleştirmiştir.Ona yazıyla başvuran bir çok okul ve resmi daireye bir çok Atatürk büstü hediye etmiştir.Bazen yıllar sonra beğenmediği heykelleri kaldırıp onun yerine bedelsiz olarak yenilerini yapıp koyuyordu.
Heykellerde yoğunlaşan ,ayrışan figür topluluklarının çocukluğunda yaptığı gözlemlerin izlerini ; figürlerin yüzlerinde,hareket ve kıvrımlarında vererek yepyeni ifadelerin doruğunu yakalıyordu.Teknik yönden de sanatçı çok bilinçli davranıyor her heykeline, her figürüne yerleştirdiği gizli bir matematik kendini belli ediyordu.Sanatçı parçadan bütüne ,bütünden de parçaya ulaşılan estetik ilkeyi ve kullandığı teknikleri şöyle dile getiriyordu ‘ Benim her eserimin iki ayrı yüzü vardır; biri gözüken yüz diğeri iç bünyesinde saklı benim bildiğim yüz.Saklı olan yüz soyuttur,görünen yüz ise somut.Seyirci eserimin figüratif yüzüyle ilgilenir.Figüratif yüzde ifadeye çok önem veririm.Dokusal efektler yakalamaya çalışırım.Figürlerin yanyana gelişleri,birbirleriyle olan ilişkileri,verdikleri mesajlar benim için önemlidir.Bunlar heykelin duygusal veya anlatımcı tarafıdır.Beni asıl ilgilendiren kısım ise; işin soyut kısmıdır.Biçimler yanyana geldiğinde oturduğu mekan veya bir bütün içerisinde ise tamamı kendi içinde ışık ve gölgeyi nasıl paylaşıyorlar.Benim heykelimde en önemli şeylerden birisi budur.Benim çalışmalarıma gözünüzü kısıp baktığınızda ışıkla gölgenin kopmozisyonunu dengesini görürsünüz.Heykellerimi yaparken ,figürleri yerleştirirken önce onların ışık ve kompozisyonlarına bakarım.Benim için artık orata figürler kalmamıştır.Hacım içersinde gölgeler ve ışıklar vardır.Hacimler kendi içinde küçüklü büyüklü önde arkada olmak üzere muhakkak bir kompozisyon olur; soyut bir komposizyon olur.Özetleyecek olursak heykelim bir bütündür ve o bütün giderek parçalanır. Figür olarak bir ifadesi vardır,sonra figürler biter,hacım olarak ifade başlar,hacımlar biter,yüzey olarak ifade başlar,yüzey biter,çizgi olarak ifade başlar,çizgiler biter doku olarak ifade başlar.Bunların hepsini ayrı ayrı incelerim Soyuttan somuta doğru gider ve ifadeyle heykelimi bitiririm.Burada benim tavrım ve o güne kadar heykelden anladığım biçim endişelerim hem de heykelde vermek istediğim mesajlar içiçe girmiştir.Figürdeki ifadeyi mümkün olduğunca yoğun ve güçlü biçimde verebilmek için elleri,kolları,bacakları önemli olmaktan çıkardım.İnsan yüzüne yönelik bir figüratif anlayış benimsedim.Bir dönem yannızca kafalarla,yarım vücutlarla meseleleri çözmeye çalıştım,figürleri yerleştirirken çok çağdaş kabul ettiğim bir takım esaslardan hareket etme gereğini duydum.Örnegin; Kara Harp okulu anıtını yaparken tüfekleri,migferleri bir doku gibi kullandım.Figürlerin perspektif olarak yukarıya doğru gittikce küçülerek çoğalmalarını soyut bir kompozsiyon olarak ele aldım.Aynı şekilde kenarlarındaki yırtılmaları gene öyle hesap ettim.Figürleri yerleştirirken de gözümü kısıp baktığımda soyut bir biçim ortaya çıksın diye uğraşıp durdum.Örneğin; İzmir’deki Denizciler anıtına bakacak olursak,aşağıdan yukarıya yükselen dalgalar,at ayaklı deniz atları gözünüzü kısıp baktığınızda soyut biçimleri anımsatırlar.Yüzey,hacım,çizgi ve dokusal endişeleri burada yakalamanız mümkündür.Kompozisyonun üzerini bir figürle tamamladım; bu figürün vermek istediği erkeksi tavır ve figürdeki ifade heykelin asıl konusu olan Türk denizcisini anlatır.Böylece ben,figüratif çalışmalarımı çağımıza daha uygun nitelikte ortaya koymaya çalıştım’.
Amasya tatmimi heykelini hazırlarken bir grup tarafından taşlandı.Cumhuriyet heykellerine çalışırken askeri yönetimin karşı olduğu şair Nazım Hikmet’in de heykellerini yapmıştı.Çünkü sanata ve yaratıcıya aynı saygıyı duyuyordu.Onun için önemli olan yaşamın kahramanlarıydı.Yaşamı başarmış onuruyla kazanmış herkesin heykeli yapılabilirdi.
Tankut Öktem’in 1967’de yaptığı Trabya Oteli Heykeli sanatçıya ilk 1’cilik ödülünü getirir.Aynı yıl 10’cu uluslararası Heykel Sergisi’nde yine 1’cilikle ödüllendirilecektir.Bunu izleyen yıllarda arka arkaya sanatçının başarıları sürer. 1973’de Edirne Kırkpınar Anıtı’nı gerçekleştirir ve 1’cilikle ödüllendirilir.1974’de sanatçının şaheserleri arasında yer alan Amasya Tamimi Anıtı’nı yaratarak 1’incilik ödülüne layık görülür.Bu yıllar Tankut Öktem’in en velud yıllarıdır. Yine aynı yıl 1974’de Mersin Kuvay-ı-Milliye Anıtı’nı yaratan sanatçı yine birincilikle ödüllendirilir.1979’da Arkeoloji Müzesi Seramik Dalı1’incilik ödülünü; jüri Tankut Öktem’e verir.Tankut Öktem daha kariyerinin başında arka arkaya yaptığı eserlerle herkesi geride bırakmakta ve birinciliklerle onurlandırılmaktadır.Bunu izleyen yıllarda 1980 Kıbrıs Magusa Özgürlük Anıtı,198I İstanbul’un Fethi anıtı,1984 Ankara Meçhül Öğretmen anıtı,Havacılık anıtı,Zonguldak Maden İşcileri anıtı,1992 İzmir Türk Denizciler anıtı,1993 Afyon Kocatepe anıtı,ı994 Lefkoşe Dr Fazıl Küçük ve Kız Çocuğu anıtı, 1995 Kastamonu Atatürk ve Şerife Bacı anıtı,1993 Aydın Efe anıtı,1995 Ankara Sabiha Gökçen ve Atatürk anıtı,1995 Çanakkale heykelleri; Kartal heykeli,Mehmetçiğe Saygı anıtı,Sargıyeri Şehitliği anıtı,Çanakkale Şehitliği Dur Yolcu Anıtı,Çonkbayırı Mareşal Atatürk anıtı,Yaralı Asker anıtı,1997 Marmaris Balıkçı heykeli,1998 Nasrettin Hoca heykeli,Karaman Elmalı Kız heykeli,Seyit Onbaşı heykeli,1999 Uludağ Üniversitesi Atatürk ve Gençlik anıtı,2000 Uşak Cumhuriyet anıtı,Samsun ilk adım anıtı,2002 Anıtkabir Aslan heykelleri,Bodrum Atlı Atatürk anıtı,Alparslan Heykeli,Eskişehir Hacı Bektaş heykeli ,2003 Kırşehir Neşet Ertaş heykeli, 2004 Manisa Kuva-İ-Milliye ve Atatürk anıtı,2005 Antalya uluslararası hava alanı çıkış salonu seramik rölyef pano,İstanbul Nazım Hikmet heykeli,Abidin Dino heykeli,Kıbrıs 2006 Atlı Atatürk heykeli,tek fügürlü heykellerinden; Dalyan Deniz Kızı,İstanbul /Ulus Adnan Saygun ,Kırşehir Dadaoğlu heykeli,Eceabat Yaralı Asker heykeli,çoklu figürlerden; Efeler . Marmara Üniversitesi rektörlük girişine yerleştirilen altı metreye üç metre bronz duvar panosu ve sayısız isimsiz büste imzasını atmış ve hepsini Türk toplumuna armağan etmiştir.Çanakkale’den Kars’a kadar neredeyse tüm kentlere anıt heykellerini yerleştiren Tankut Öktem bir halk ve liderinin efsanesinini bu yapıtlarıyla sonsuza armağan etmiştir.‘Ben çalışmada ilhama inanmıyorum.Konsantrasyon ve disipline inanıyorum’ diyen Tankut Öktem 1965’de Kumla’ya yerleştikten sonra 1980’de aynı yerde kurduğu heykel gerçekleştirerek Atatürk’ün idealist kuşağından biri olarak şimdiden adı ölümsüzlere yazılmıştır. Tankut Öktem için önemli olan ruhun kahramanlık mertebesiydi .Bu nedenle yaşamın her alanında duyarlılık taşıyan Tankut Öktem 1993’de yakılan Madımak otelinde ölenler için ‘Ölü Ozanlar’ anıtını gerçekleştirerek hiçbir siyasi kamptan olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Bu toprağın saygıyla anılması gereken büyük şairlerini; Pir Sultan Abdal’ı, Hacı Bektaş Veli’yi,Aşık Mahsuni’yi,Dadaloğlu’nu,Mehmet Akif Ersoy’u, Nazım Hikmet’i, Neşet Ertaş’ı,Yunus Emre’yi tanrısal elleriyle bronzun içine kanatlı birer ateş kuşu gibi yerleştirerek ve bu ulu ruhları göklerden indirip onlar için yaptığı yuvaya çağırarak, varoluşun madenini, taşını yeniden canlandıran bir şakirt olarak Tankut Öktem bu heykel grubuyla; ölümsüzlüğün figürlerini sonsuza atfeder.Ve burada yaratılan aynı zamanda; toplumsal hafıza mekanların tazelenmesi ve en yücenin yaratıcı sanatçıyla buluşup şafak şölenlerinin kızıl ateşini kıvılcımlı elleriyle tutuşturan ve her iki şafağa da yemin eden ölümsüz bir yaratıcının sonsuzluğa armağanından başka bir şey değildir.Ölü Ozanlar anıtında yanan kusal ateş Tankut Öktem’le birlikte hiç sönmeyecektir.
Güzel’in düşmanları tarafından son dönemlerinde heykel atölyesi iki defa kundaklanarak yakılan Tankut Öktem 2007’de en verimli çağında çok ani bir trafik kazasında bu dünyadan ayrılmıştır.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 75550

ulkucudunya@ulkucudunya.com