« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Ara

2013

Darbe ya da insafınız kurusun!

Cafer Solgun 01 Ocak 1970

Bu “taktiği” Gezi sürecinden biliyoruz. Başbakan Erdoğan “yüzde elliyi zor tutuyorum” diyerek, “başörtüsüne el uzattılar” diyerek, yetmedi, “camide bira içtiler” diyerek, “bu bir darbe girişimidir” diyerek “milleti” kutuplaştırmakta bir beis görmemiş, “darbe” girişiminin faili olarak da o gün bugündür herkesin peşine düştüğü “faiz lobisini” işaret etmişti. Bu lobiyi Erdoğan’ın deyişiyle “kahramanlık destanı” yazan güvenlik güçleri henüz ve hâlâ “ele geçirebilmiş” değil, ama yedi gencin hayatına ve on bir gencin de gözlerini yitirmesine mal olsa da “darbe” bastırılmıştı.

“Darbecilerin” etkinliğinin bastırıldığına kanaat getirildiğinde sessiz sedasız “Gezicilerin” talepleri yerine getirilmiş, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası inşasından vazgeçilmiş, üstüne de beklentileri karşılamaktan uzak olsa da “devamı gelecek” denerek bir “demokratikleşme paketi” açıklanmıştı. Ama yine de “bu bir darbe girişimidir” korosu her yeri geldiğinde “Erdoğan dik durdu, darbeyi bastırdı” demeyi ve iktidarın “kızlı-erkekli” dayatmasında olduğu gibi her özgürlük karşıtı söylem ve tasarrufuna yapılan itirazı “Geziciler sizi...” üslubuyla itibarsızlaştırmaya çalışmayı ihmal etmedi.

Bu “taktik” biraz etkili olduysa eğer, “faiz lobisi” gibi muğlâk ve müphem “odaklardan” ziyade ulusalcı, “ulusolcu” çevrelerin devreye girmiş olmalarını tepe tepe istismar etme imkânı bulmaları mümkün olduğu içindi.

İktidara, daha doğrusu devlete “derinlemesine” intibak etmeleri önündeki yegâne engel, düne kadar askerî vesayete karşı kol kola olmaktan büyük memnuniyet duydukları “Cemaat” idi. Cemaat’in direncini dershaneler konusunda test ettiler ve galiba işler pek de planladıkları gibi gitmedi. Taraf, devletin zirvelerinde 28 Şubat dönemlerinden farksız tasfiye planları, fişlemeleri yapıldığını deşifre edince, bir parça dengeleri bozuldu. Ama mademki “dik durmak” iş görüyordu, bugüne değin iktidara yapışmış ve “ben olmazsam devlet mi olur” havasına ziyadesiyle kapılmış her partinin yaptığını yaptılar ve “vatan hainliği, ihanet” ağzıyla bozulan façalarını düzeltmeye çalıştılar.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturması konusunda dengeleri daha da bozuldu. “Nereye kadar gidiyorsa...” diyebilecek durumda olsalardı, büyürler, güçlenirlerdi. Demek oluyor ki çok da “delikanlılık” yapacak durumda değiller. Şu anda kamuoyuna hâkim olan algı, kendi tabanları da dâhil olmak üzere, “e, bir şey de var demek ki...” durumudur.

Tam da bu algı üzerinden bir strateji oluşturdu Sayın Başbakan. Ve ama Gezi’deki taktiği daha da tırmandırmaktan başka bir şey değil yaptığı, yapmaya çalıştığı. “Düşmanlar”, “derin” odaklar biraz daha çeşitlendirildi, ajitasyonun dozu daha da artırıldı, işin içine “Çözüm Süreci” daha doğrudan konuldu, “darbe” dendi, “cunta” dendi ve yetmedi, “bu bir istiklal savaşıdır” da dendi... Tabii işareti alan kalemler, ağızlar da derhal sorunun ve tartışmanın bağlamını çizilen çerçevede yorumlamaya koyuldular; Türkiye’nin hâlini bu kişilerin mantalitesinden öğrenmek durumunda kalan biri rahatlıkla şu an Türkiye’de darbecilere karşı muazzam bir direniş gösterildiğini zannedebilir. O derece...

Kavramların anlam ve içeriklerinden soyundurulduğu başka dönemleri de oldu ülkemizin. Ama o kavramlara bu denli pervasızca işkence edilen başka bir dönem olduğunu sanmıyorum. Mesela darbeciler yaptıklarının aslında darbe olmadığını kanıtlamaya çalışmamışlardı. Yaptıkları “memleket hayrına, demokrasiye geçmek için mecbur kaldıkları bir müdahale idi” sadece. Millet “he he” deyip kafasını salladı, ama sandık önüne geldiğinde de her defasında darbecilerin işaret ettikleri partileri sandığa ve tarihe gömdü. İktidar partisi ve militan kalemleri ise devletin çivisini çıkartan müdahaleleri “yeni Türkiye, ileri demokrasi, istiklal mücadelesi” olarak gerekçelendirebiliyorlar büyük bir rahatlıkla.

Oysa savunduklarını iddia ettikleri “millet” kahvehanelerde, otobüs duraklarında, dolmuşlarda, berberlerde, biraraya geldikleri her yerde Nasreddin Hoca’nın ünlü fıkrasına gönderme yaparak “yahu” diyor, “iyi hoş da, hırsızın hiç mi kabahati yok?”

Bir de arada “Ergenekoncularla ittifak yapıyorlar” filan diye “caz” yapanlar oluyor, madem atış serbest diyerek. Ama desteksiz atış yapmanın riskleri vardır, hedefe yolladığınız mermi sizi vurabilir. Anlatacağım da, yerim bitti.

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 73261

ulkucudunya@ulkucudunya.com