Darbe dönemlerinde bile olmadı
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Suç neredeyse, yargı oradadır.
Yargının suç mecrasında boy göstermesi, partizan ve ajitatif çığlıklarla, hukuksuz itham ve yakıştırmalarla karalanamaz.
Ve dikkat edilmeli ki yargı, bir sucu soruştururken ve yargılarken, diğer iki devlet erkinin (Yasama-Yürütme) üstünde bir görev statüsündedir.
Siyaset içinde bir suç işlenirse, seçilmişler bu suçun hesabını sandıkta değil, yargıda verir.
Sandıkta verilen, icraatın siyasal hesabıdır.
Siyaset yaptığınızı zannederken suç işliyorsanız, tüm hukuk devletlerinde yargı yakanıza yapışır.
Tüm Batı demokrasilerinde de sandıklar var.
Ama sandıklardan çıkan seçilmişleri, yolsuzluk yaptıklarında veya suç işlediklerinde tereddüt etmeden soruşturan ve yargılayan adli makamlar da var.
1986'da İran-Kontra skandalında ABD'nin dış istihbarat ve dış politikası bile yargılanmıştır.
ABD'nin İran'a gizlice silâh satarak aldığı paralarla Nikaragua'da Kontralar'a yardım yaptığının deşifre olmasıyla ortaya çıkan skandalda, CIA Başkanı William Casey, Reagan'ın danışmanlarından Donald Reagan ve Ulusal Savunma Konseyi'nin bazı üyeleri suçlu bulunarak görevden uzaklaştırıldılar.
Satışı düzenlediği gerekçesiyle Albay Oliver North yargılandı, Amiral John Pointexter istifa etti. Reagan'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert McFarlane ise intihara kalkıştı.
Komisyon, Başkan Reagan'ın bağlantısını asla kanıtlayamadı ancak raporunda Reagan'ı 'ABD halkına yalan söylemekle' itham etti.
Başbakan Erdoğan ise seçilenlerin siyasal sorumluluğu ile suç sorumluluğunu kasten birbirinden ayırmayarak, kendi tabanına yönelik açık bir psikolojik harekât yürütüyor.
Darbe dönemlerinde bile görülmedi
Kanuna ve suç delillerine dayanan bir yolsuzluk operasyonuna "komplo" diyorsanız, bunun "komplo" olup olmadığını ortaya çıkaracak olan da yine yargıdır.
Ama yürütme organı yolsuzluk operasyonunu emniyeti kilitleyerek durdurmakla, anayasal yargı işleyişini hukuksuzca ve fiilen askıya almış durumdadır.
Ayrıca Başbakan'ın halkın bir sosyal sınıfını, diğer halk kitleleri aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik ettiği TCK 216'daki suçu da istikrarla işlediği görülürken, daha da ileri giderek Hizmet Camiası'nı delilsiz/mesnetsiz "çete/cunta" ilan etmekte, Manisa'da halkı açıkça dershaneleri boykota ve "tavır almaya" çağırmaktadır.
Türkiye darbe dönemlerinde bile böyle bir zulüm ve provokasyonu görmedi.
Bir başbakan toplumu kaosa sevk edici tavırlar göstermemelidir.
160 ülke ve dünya Hizmet Camiası'nın tamamen sivil bir hareket olduğunu biliyor ve görüyor.
Başbakanın soruşturma savcısına "Kime hizmet ediyorsun", "Militan" gibi ifadeleri, hem Muammer Akkaş'a hem de soruşturmayı yürütecek diğer savcılara açıkça hakaret ve tehdittir. (TCK 125 ve 277)
Ve HSYK'ya da alenen tehdit ve hakarette bulunmuştur.
Çünkü HSYK'nın yaptığı açıklama HSYK Kanunu'na göre bir genel kurul kararıdır.
HSYK'nın Danıştay'ı etkileme şansı olabilmesi için, Adli Kolluk Yönetmeliği'ne bakan Danıştay üyelerinin tayin, terfi, soruşturma veya disiplin yönünden HSYK'da etkilenebilir konumda olması gerekir.
Oysa Danıştay üyeleri bir kez HSYK'ca seçildiğinde, artık HSYK ile bağlantıları kalmayıp artık emekli oluncaya kadar üyeliklerini sürdürmektedirler.
Tüm disiplin, soruşturma ve terfi işlemleri Danıştay bünyesinde özellikle Danıştay Başkanlar Kurulu'nca yapılmaktadır.
Bu halde HSYK'nın görevi gereği yaptığı genel kurul açıklamasının, mevcut Danıştay kadrosunu etkileme şansı yoktur.
Hem kaba kuvvetle, faşizanca, tehdit ve baskıyla emniyeti savcıya karşı kışkırtacaksınız.
Mahkeme kararlarını açıkça soruşturmaya müdahale ederek, anayasaya aykırı gece yönetmelikleriyle yok sayacaksınız.
Başsavcıyı ablukaya alıp, onca savcı ekletip ve savcı değiştirip, soruşturma ekibini hallaç pamuğu gibi atacaksınız.
Ondan sonra da savcının can havliyle "Baskı görüyorum, soruşturma yapmam engellendi" feryadına, "Savcı bildiri dağıtıyor" diye nara atacaksınız.
Anayasa'yı askıya alıp emniyeti kilitlemek suretiyle yargıyı durduran bir totaliter güç karşısında, her savcı kendisine yönelik tehdidi ve baskıyı en doğal refleks olarak kamuoyuyla paylaşır.
Çünkü o savcılar da kamu adına hareket eder.
Hukuksuzluk ve kanunsuzluk içinde savcıya baskı yapıp soruşturmayı engellerken, savcıdan rutin bir refleks beklemek kimsenin hakkı değildir.
Savcılık kamuoyunu ilgilendiren bir vahim suçu, son bir refleks olarak milli iradeyle paylaşmıştır.
Sonuçta yaptığı bir basın açıklamasıdır.
Aynı zamanda soruşturmayı hukuksuzca ablukaya alanlar hakkında suç duyurusudur.
Savcının yaptığı açıklama, en fazla disiplin yönünden değerlendirilebilecek bir fiil olup, muhatap olduğu fiili tehdit/baskı/suç gerçekse disiplin cezası verilmesi bile mümkün değildir.
Çok açık belirmiştir ki, yargı (hukuk) hükümet için ayak bağıdır.
Yolsuzluklarla iç içe yaşayan ve gereğini tereddüt etmeden yapan tüm demokratik dünya, Türkiye'deki bu totaliter gerçeği görüyor.