Adaletin batsın
Emin Çölaşan 01 Ocak 1970
Sevgili okuyucularım, bu iktidar döneminde Türkiye Cumhuriyeti inanılmaz süreçlerden geçti.
Baskı ve korku devleti ile tek adamın diktatörlük özentisi işte bu süreçte gerçekleşti.
AKP’nin bir tek amacı vardı.
Toplumu korkutmak, sindirmek ve tepki veremez duruma getirmek. Bunun için yargıyı ele geçirip belli davalar üretmek ve yandaşlık çizgisine sokulması mümkün olmayan bazı ünlü isimleri içeri tıktırmak!
Bunu başardıkları takdirde toplum korkacak ve susacaktı! Muhalif sesler kesilecek ve iktidar partisinin eline güllük gülistanlık bir Türkiye geçmiş olacaktı.
Tayyipgiller familyası bu işe “Darbe yapacaklar, terör örgütleri kurdular” tantanasıyla başladı.
Darbeyi kim yapacaktı, silahlı terör örgütlerini kim kurmuştu, bilinmiyordu.
* * * * * *
İlk tezgah Temmuz 2007’de kuruldu. Ümraniye’de bir gecekonduda patlayıcılar bulunmuştu! Tutuklamalar derhal başlatıldı. Artık önüne gelen içeri tıkılıyordu.
Abdullah-Tayyip ikilisi hakkında çok ilginç belgeli kitaplar yazmış olan Ergün Poyraz içeri ilk tıkılanlardan biriydi.
Sonra sıra komutanlara, astsubaylara, gazetecilere, avukatlara, üniversite hocalarına, rektörlerine ve ötekilere geldi.
2007-2008-2009 yıllarını anımsayın. Evler ve işyerleri polis tarafından sabaha karşı basılıyor, altüst edilerek arama yapılıyor, bazı düzmece belgeler sanki gerçekmiş gibi savcıların önüne götürülüyordu.
İstanbul’da özel yetkili Ergenekon silahlı terör örgütü mahkemesi kurulmuş ve tutuklamalar başlamıştı.
Adalet Bakanlığı Müsteşarı ile mahkemenin hakimleri Beşiktaş adliyesinin hemen yanındaki beş yıldızlı otelde tutulan özel odada buluşuyor, hükümetin talimatları hakimlere iletiliyordu:
“Kim varsa tutuklanacak!”
* * * * *
O günlerde hükümetle cemaat iç içeydi. Aralarından su sızmazdı. Başka bir deyişle cemaat en büyük yandaştı.
Bütün bu işleri cemaatin polis ve yargıdaki kadroları yapar, onları göreve bilerek getiren Tayyip iktidarı ise ellerini zevkle ovuşturarak olup biteni izlerdi.
Tutuklamalar giderek arttı, Kuvvet Komutanları, Ordu Komutanları bile içeri tıkıldı.
Son aşamada Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’a bile terörist damgası vurup içeri attılar.
Beşiktaş adliyesi ve Silivri mahkemeleri ülke gündemine hızla girmişti.
* * * * *
Gün geldi, duruşmalar başladı. Özel mahkemenin hakim ve savcıları açısından bakıldığında, yargılanan sanıklar “Düşman” gibi görülüyordu.
Gizli ve silahlı terör örgütü (!) yakalanmıştı ama ortada silah, terör eylemi, örgüt, darbe hiçbir şey yoktu. O halde ne yapmalıydı!
Danıştay cinayetini ve katil Alparslan Arslan’ı da bir süs olarak bu davaya kattılar. Böylece artık ortada bir cinayet ve bir katil olması sağlanmış oldu!
Sanıkların çoğu birbirlerini ilk kez duruşma salonunda görüp tanıdılar. Bu nasıl gizli örgüttü ki sanıklar slogan atmazdı, topluca tavır koymazdı…
Üstelik uzun sorgular sonunda bir tek kişi bile suçunu (!) itiraf etmedi, ya da başkalarını suçlamadı.
Sanıklar soruyordu: “Suçumuz ne, önce onu söyleyin.”
Mahkeme yanıt veriyordu: “Öğrenirsiniz, şimdi susun!”
* * * * *
Prof. Dr. Mehmet Haberal iki ayrı kitap yaptı, mahkeme sorgusunu virgülüne bile dokunmadan yayınladı. Terörle, örgütle ilgili bir tek soru bile yoktu. Dava böyle ciddiyetsiz götürülüyordu.
Ağır hastalar vardı, tahliye edilmeleri mümkün olmuyordu… Çünkü Adli Tıp Kurumu bile ayarlanmış, ağır hastalar için tahliye kararı veremiyordu.
Ergenekon sanıkları cezaevinde nice kitaplar yazıp başlarına geleni ve yaşanan hukuksuzlukları anlattılar.
Türkiye, Tayyip’in kaprisleri uğruna acı olaylar yaşıyordu.
Yargı iktidarın emrine verilmişti, hukuk paspas gibi çiğneniyordu.
Amaç hep aynıydı: Toplumu korkutup susturmak, karşı ses çıkmasını önlemek!
* * * * * *
Davada artık sona geliniyordu ama “Ergenekon silahlı terör örgütünün” ortaya çıkarılması mümkün olmamıştı.
Hakimlerin ve savcıların da siniri gerilmişti. Sanıkların duruşmada en ufak bir itirazı sonrasında haklarında suç duyurusu yapılıyor, yeni davalar açılıyor ve mahkemeye hakaretten yeni hapis cezaları almaları sağlanıyordu.
Baktılar ki suçlar ortaya çıkmıyor, bu kez yeni yöntemler denemeye başladılar. Örneğin Hurşit Tolon Paşa’yı akıl almaz bir yöntemle Malatya’da Hristiyan misyonerlerin öldürüldüğü Zirve Yayınevi cinayetinin bin numaralı sanığı ilan ettiler ve yeniden tutukladılar!
* * * * *
5 Ağustos 2013 günü olaylı duruşmada açıklanan kararlar dünya adalet tarihine geçecek nitelikteydi! Verilen hapis cezaları için sadece birkaç örnek vereyim:
Hurşit Tolon, Doğu Perinçek, Dursun Çiçek, Nusret Taşdeler, İlker Başbuğ, Şener Eruygur, Tuncay Özkan müebbet, Ergün Poyraz 29 yıl, Fatih Hilmioğlu 23 yıl, Kemal Gürüz 13 yıl, Hikmet Çiçek 21 yıl, Kemal Alemdaroğlu 15 yıl, Levent Ersöz 22 yıl, Teğmen Mehmet Ali Çelebi 16 yıl, Mehmet Haberal 12 yıl, Merdan Yanardağ 10 yıl, Levent Göktaş 23 yıl, Oktay Yıldırım 33 yıl, Tuncer Kılınç 13 yıl, Mustafa Balbay 34 yıl…
Hepsini saysam yazıda yer kalmayacak.
Aynı davada yargılanan Danıştay katiline de müebbet verildi!
Demek ki o herif bile generaller, gazeteciler, siyasetçiler, üniversite hocalarıyla aynı örgütün elemanı idi!
* * * * * *
Ergenekon davasını Tayyip’le birlikte cemaat tezgahlamıştı. Hakimler ve savcılar özellikle seçilmiş, davaya iktidar sahip çıkmıştı.
Tayyip açıkça “Ben bu davanın savcısıyım” demiş, bir numaralı savcı Zekeriya Öz’ün emrine kendi zırhlı makam aracını vermişti.
Şimdi İlker Başbuğ Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edildiğinde “Benim 26 ayımı hayatımdan çaldılar” derken haklıydı.
Artık öteki sanıkların da tahliyesini bekliyoruz.
Bir mahkeme düşünün ki “Şeytan azapta gerek” anlayışıyla, gerekçeli kararını tam yedi aydan bu yana açıklaması mümkün olmamaktadır… Çünkü sanıklara böylesine bol kepçe cezaları hangi gerekçeyle verdiğini kendisi de bilmemektedir.
Haydi sen çık şimdi, İlker Başbuğ’un, Mehmet Haberal’ın, askerlerin, hocaların, siyasetçilerin ve diğerlerinin bu “Terör-darbe örgütüne (!)” nasıl üye olduklarını, hangi silahlı terör eylemlerine karıştıklarını, Tayyip’i devirmek için hangi darbeyi ayarladıklarını gerekçeli kararında yaz bakalım!
İlker Başbuğ’un tahliyesi yetmez.
AKP’nin düzmece belgelerle, cemaat ekibiyle tezgahladığı Ergenekon, Balyoz, İzmir’deki askeri casusluk, şantaj davaları esastan çökmüştür.
Ortada bir hukuk cinayeti var. Bu cinayeti durdurmak için öteki sanıkların da en kısa zamanda tahliye edilmesi, bu cinayette rol alıp hukuku ve adaleti ayakları altında çiğneyen gerçek suçluların da yargılanması gerekir…
Ve göreceksiniz, bugünden yarına olmasa bile o günler yaklaşıyor.