AKP’nin sermaye ile imtihanı
Turhan Bozkurt 01 Ocak 1970
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geldiği 3 Kasım 2002’de en fazla merak edilen konulardan biri sermaye-devlet ilişkisinin nasıl devam edeceğiydi.
Siyasal İslam’ı referans alan ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez tek başına hükümet kurma fırsatını yakalamış bir kadronun seçkinci yaklaşım sergilemesi beklenmiyordu. Daha çok Anadolu sermayesinin elinden tutacağı konuşuluyordu. Muhtemelen MÜSİAD’ın merkeze alınacağı, TÜSİAD’ın merkezden uzak tutulacağı günler başlıyordu. Ancak Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükümet ve akabinde Tayyip Erdoğan’ın kurduğu 59. ve 60. hükümetler TÜSİAD ile yakın ilişki içinde oldu. En büyük KİT olan TÜPRAŞ, 2005’te Koç Holding’e satıldı. Aynı sene içinde özelleştirilen Ereğli Demir Çelik (Erdemir), Ordu Yardımlaşma Kurumu’na (OYAK) devredildi. Eski merkezin ağırlığı artarak devam etti ekonomide. AKP’nin büyüme motivasyonu sayesinde İstanbul sermayesi servetine servet ekledi. AKP ile merkez sermaye arasındaki yakınlık 2010 Anayasa referandumuna kadar devam etti.
İstanbul sermayesi-Anadolu sermayesi ayrımını yapanlar açısından Tayyip Erdoğan’ın sert mizacı ile bağdaşmayan bu liberal hoşgörü derin bir tahlilin konusudur. Sermaye birikimi ve iyi yetişmiş insan kaynağı olmadan kendi sanayici ve işadamınızı tesis edemezsiniz. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kapalı ekonomi ve ithal ikameci dönemlerde zenginleşen belli aileler, merhum Özal’ın sınırları kaldırdığı 1980’lerden itibaren büyük değişimden geçti. Küresel şirketlerle ortaklıklara imza attılar. Sadece Türkiye’de değil farklı kıtalarda üretim yapabilecek yönetim ve organizasyon becerilerini kazandılar. AKP’nin 2001 krizinin yaralarını sarması için getirildiği iktidarda ilk yardım kulübesine koştuğunda bu ailelerle el sıkışması, tarihi gerçeklikle izah edilmeli. Böyle yaparak AKP, konumuna saygı duyduğu TÜSİAD’ın birikiminden ülke kalkınmasında faydalanmasını bilmiştir. Karşılıklı ideolojik rezervlere rağmen bunun başarılmış olması küresel sermayeyi cesaretlendirmiş ve tarihin en hızlı doğrudan yatırımlarına imza atılmıştır.
İçtima hayattaki uzlaşma iş dünyasında çarpan etkisi yapar. Nitekim öyle oldu. MÜSİAD çevrelerinin daha küçük ve orta ölçekli işletmelerinin büyüttüğü gözlendi. Mazisi 1990’lara dayanan işadamları derneklerini 2005’te tek çatı altında toplayan TUSKON, farklılaşma yoluna gitti. İlk günden itibaren gözünü ihracat pazarlarına dikti. Afrika stratejisi ile üyelerine ülke dışında da büyüme fırsatları sundu. Bu şekilde Türkiye’de sermayede çoğulculuğun önü açılıyordu.
Ancak 2010’dan itibaren AKP’nin sermayeyi tekilleştirmek istediğine şahit olduk. TÜSİAD’ın referandumda ‘bitaraf’ kalmasını fırsat bilen oligarklar, Erdoğan’a kendine yakın sermayeyi oluşturması için şehir rantını hızla menkul kıymete dönüştürmesi fikrini aşıladı. Kamu İhale Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle ihaleler denetimden kaçırılacaktı. Sayıştay güdükleştirilecek, Rekabet Kurumu ve SPK gibi bağımsız kurullar hükümetin kontrolüne geçecekti. Sesini çıkarana Maliye, SGK ve EPDK sopası gösterilecekti. Medya, üniversiteler, iş dünyası ve STK’ların hizaya gelmesi için ‘sizi sileriz’ düdüğü çalmak kâfiydi!
17 Aralık’tan bu yana kâh üzülerek kâh hayretler içinde kalarak dinlediğimiz ses kayıtları, bu dönüşümü yapmak isteyenlerin ülkeye nasıl bir bedel ödettiğini gözler önüne seriyor.
AKP mangaldaki közü avuçlarına almaya kalktığında oldu ne olduysa. Avuçlarını sıktıkça çektiği azap şiddetleniyor. Öfkeyle sağa sola tekmeler savuruyor. Mangal devrildi. Ortalığa saçılan közler yangın çıkarınca soyut düşmanlar icat etmek kimsenin yüreğini serinletmez. Sermaye ile imtihanda ustalık döneminde sınıfta kalmanın basit bir izahı var: Hırs sebeb-i hasarettir.