AKP bile bu Erdoğan’a katlanamaz
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
Tayyip Erdoğan, bir süredir sosyal medyanın başına ‘bela’ olduğundan dem vuruyordu. Derken dün, “Twitter mivitter hepsinin kökünü kazıyacağız.
Uluslararası camia şöyle der böyle der hiç ilgilendirmiyor. Türkiye Devleti’nin gücünü görecekler…” buyurdu ve akşamına Twitter yasaklandı. Herhalde YouTube, Facebook, belki toptan internet iletişimi de sırada... Nedenleri çok açık: Bay Erdoğan, yerel seçimlere gidilirken halkın, Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla ortaya çıkan gerçekleri daha fazla öğrenmesini engellemek istiyor. Muhakkak ki bu beyhude, nafile bir çaba.
Nereden kalktık, nereye geldik? Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu AKP, Türkiye’yi yolsuzluklar ve yasaklardan kurtaracağı vaadiyle iktidara geldi. Halkımızın giderek artan bir bölümü bu vaade destek verdi. İlk iki döneminde AKP, ülkeye büyük hizmetler yaptı. Ne var ki 12 yıl sonra geldiğimiz noktada, (içindeki aklı başında, dürüst ve vicdan sahibi olanları düşünerek AKP iktidarı demeye dilim varmıyor), Erdoğan ve etrafına topladığı birtakım bakanlar, bürokratlar ve işadamlarından oluşan klik, yolsuzluğun şahikasının, yasakçılığın daniskasının ne olduğunu göstermiş bulunuyor.
Bazı arkadaşlarım gelinen noktada halimizin, Eski Yunan mitolojisindeki Sisifos efsanesini andırdığını düşünüyor. Sisifos, işlediği hilekârlık suçlarından dolayı tanrılar tarafından koca bir kayayı ite ite dağın tepesine kadar çıkarmaya, hemen aşağı yuvarlanan kayayı yeniden çıkarmaya ebediyen mahkûm edilen kraldır. Bazı arkadaşlarıma göre, Sisifos gibi, kayayı tepeye yerleştirmeyi, yani özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmeyi hiçbir zaman başaramayacağız.
Ben onlar gibi düşünmüyorum. Gençliğinde (yani 1960’lar ve 70’lerde) demokrasinin proletarya diktatörlüğüyle özdeş olduğuna inanmış olan bir kuşağın mensubu olarak, nereden kalkıp nereye geldiğimize farklı bakıyorum. Bana göre, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin ne olup, ne olmadığını yaşayarak, tecrübeyle öğreniyor ve yerleştirmeye doğru adım adım ilerliyoruz. Batı ülkelerinin yüzyıllar süren mücadelelerle başardıklarını, bizim 60-70 yıla sığdırmamızın beklenemeyeceğini düşünerek sabırlı olmamız gerekir.
Demokratikleşme sürecimizin çok-partili düzene geçişle başlayan serüvenine bir göz atalım. 20. yüzyılın ikinci yarısını, askerî vesayet altında bir tür demokrasiyle geçirdik. Okullarında Cumhuriyet’in kurucu felsefesi doğrultusunda, vatanın ve milletin sahibinin kendileri olduğu konusunda beyinleri yıkanan askerler, dört kez darbe yaparak, darbe girişimlerinde bulunarak demokratik sürecin işleyişine sekte vurdu. Sonuçta askerî müdahalelerin çözdükleri sorunlardan daha büyük sorunlar yarattığı görüldü; demokrasinin iki temel ilkesinden biri olan seçilmiş, temsilî hükümetler eliyle yönetim ilkesini yerleştirmeye doğru hayli yol aldık. Askerî vesayetin anayasa ve yasalarda değilse de, fiilen sona erdiği görüldü. Askerler arasında, oynadığı siyasî rolün TSK’nın saygınlığını sarstığı ve meslekî görevlerini yerine getirmekten alıkoyduğu bilinci yayıldı.
Derken, askerî vesayete son verilmesinde büyük rol oynayan seçilmiş hükümetin, son seçimlerde yüzde 50’ye yakın oy almaktan da cesaretlenerek, demokrasiyi seçime indirgeyen bir otoriterleşmeyi ve yozlaşmayı tırmandırmasına tanık olduk. Son üç yıldır, demokrasinin hukuk devletinin rafa kaldırılmasına, hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasına cevaz vermeyeceğini yaşayarak öğreniyoruz. Bu seçimlerde yüzde kaç oy alırsa alsın, Erdoğan ve kliğine yol gözüktü. AKP bile bu Erdoğan’a katlanamaz.