Münir Nurettin Selçuk
Nuri Özcan 01 Ocak 1970
(1900-1981)
Türk mûsikisi ses sanatçısı, bestekâr, koro şefi ve mûsiki hocası.
Rûmî 1315’te (1900) İstanbul Sarıyer’de dünyaya geldi. Bazı eserlerde doğum yılının 1899, 1901, 1902 olduğu ve Beyazıt’ta doğduğu kaydedilmektedir. Babası Dîvân-ı Hümâyun muavini, Dârülfünun İlâhiyat Fakültesi Fars Edebiyatı müderrisi ve Kadıköy Sultânîsi Fransızca muallimlerinden şair Mehmed Avni Nûreddin Bey, annesi Fatma Hanife Hanım’dır. Ailesi, anne tarafından Selçuklu ve Germiyanoğulları’na kadar uzandığı için Selçuk soyadını aldı. Beyazıt İbtidâî Mektebi ve Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nin ardından Kadıköy Numune Mektebi’nde okudu. Bu sırada sînekemanî Nûri Bey (Duyguer) aracılığı ile Kadıköy’de Dârülfeyz-i Mûsiki Cemiyeti’ne girdi. I. Dünya Savaşı’nın sonlarında birkaç müzisyen arkadaşı ve hocalarından bazılarıyla birlikte kurucuları arasında bulunduğu Şark Mûsikisi Cemiyeti’n-de hânende olarak yer aldı. Bir ara ailesinin ısrarıyla ziraat tahsili için Macaristan’a gittiyse de mûsiki sevgisi ağır bastığından kısa sürede İstanbul’a döndü. Yine aynı yıllarda Yûsuf Ziya Paşa’nın başkanlığı döneminde hocası Hâfız Ahmed Efendi’nin (Irsoy) aracılığı ile Dârülelhân’a alındı. Onun mûsikiye ciddi şekilde başladığı dönem burada geçirdiği yıllardır. Sultan Vahdeddin zamanında Muzıka-i Hümâyun’a üçüncü sınıf mülâzım-ı sânî ile müezzinliğe tayin edildi. Burada hem hânende olarak ince saz heyetinde hem müezzin-i şehriyârî sıfatıyla müezzinlik görevlerinde bulundu. Cumhuriyet’in ilânının ardından Muzıka-i Hümâyun kadrolarının Ankara’ya nakledilmesi üzerine burada Riyâseticumhur İncesaz Heyeti kadrosunda mülâzım-ı evvel oldu. Bu dönemde Atatürk’ün maiyetinde bulundu. Özel mûsiki toplantılarında çoğunlukla Refik Fersan ve Hâfız Yaşar’la (Okur) birlikte yer almasının yanı sıra pek çok seyahatinde onun yanındaydı. 1926’da Atatürk’ten izin alarak heyetten ayrıldı ve İstanbul’a döndü. Bundan sonraki mûsiki hayatına serbest olarak devam etti.
İstanbul’da Sahibinin Sesi Plak Şirketi’yle yaptığı anlaşmayla mûsiki bilgisini arttırmak için Paris’e gitti. Burada kaldığı bir yıl boyunca Paris Konservatuvarı’nın hocalarından şan, piyano ve solfej dersleri aldı. Dönüşünde (1929) bu firmaya ait doldurduğu yedi adet plakla başlayan plak çalışmaları bir süre aynı firmayla, daha sonra başka firmalarla devam etti. 22 Şubat 1930’da Beyoğlu’ndaki Fransız Tiyatrosu’nda (sonraları Ses, Dormen ve günümüzde Orta Oyuncuları Tiyatrosu) verdiği ilk solo konserinin Türk mûsikisi konser tarihinde bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Tanbûrî Mesut Cemil (Tel), kemençeci Ruşen Ferit (Kam), udî Nevres, kanunî Artaki (Candan) ve kemânî Nubar (Tekyay) gibi saz üstatlarının refakatinde ilk defa frak giyilerek, ayakta, ses tekniği kullanılarak yepyeni bir üslûpla konser disiplini içerisinde ve mikrofonsuz verilen bu konser mûsikiye saygı ve ciddiyeti getiren yepyeni bir ekolün doğuşu kabul edilmiştir. Büyük yankılar uyandıran konserin bir benzeri 27 Mart akşamı verildi. 1937 yılından itibaren rol aldığı “Allah’ın Cenneti”, “Kahveci Güzeli”, “Hasret”, “Çoban Kızı”, “Yavru Kuş”, “Seven Ne Yapmaz” ve “III. Selim’in Gözdesi” adlı filmlerde pek çok şarkıyı seslendirdi. İstanbul Konservatuvarı Türk Mûsikisi İcra Heyeti’nde çalıştığı ilk dönemde (1942-1947) konservatuvar arşivi için on beş adet taş plak doldurdu. 1945’te yurt dışı konserleri çoğalınca konservatuvardan ayrıldıysa da bir yıl sonra üslûp ve usul dersleri vermek için yeniden davet edildi. 1954’te aynı kurumun (İstanbul Belediye Konservatuvarı) icra heyeti şefliğine getirildi ve 1976 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Onun bu görev yılları icra heyetinin en parlak dönemidir. Heyetin Şan Sineması’nda on beş günde bir pazar sabahları verdiği konserler büyük ilgi gördü. İstanbul Radyosu’ndan naklen yayımlanan bu programlarla mûsiki dinleyicilerine zengin bir repertuvarın tanıtılması sağlandı. Ayrıca 1954-1958 yılları arasında İstanbul Radyosu’nda müşavirlik ve stajyer sanatçılara hocalık görevinde bulundu. Son resmî görevi İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı Repertuvar Kurulu üyeliği ve repertuvar hocalığıdır. Bu arada 1971-1973 yıllarında Kubbealtı Cemiyeti Mûsiki Enstitüsü’nde usul ve tavır dersleri verdi. 27 Nisan 1981 tarihinde Nişantaşı’ndaki evinde vefat etti. Cenazesi iki gün sonra Rumelihisarı’ndaki Âşiyan Mezarlığı’nda eşi Enise Hanım’ın yanına defnedildi. 27 Nisan 1991’de Kadıköy Belediyesi tarafından Kalamış sahilinde büstü dikildi ve bir caddeye adı verildi.
Münir Nurettin, Türk mûsikisinde geleneksel okuyuş tavrı ile yeni anlayışı olağan üstü parlak, lirik-tenör sesiyle birleştirerek farklı bir icra ortaya koymuş ve bu özelliğiyle dönemin en çok sevilen ve taklit edilen sanatkârı olmuştur. Bestelediği eserler yanında yetiştirdiği talebeleri ve koro yönetiminde gösterdiği titizliğiyle mûsikiyi bir meşgale değil hayatının bir mânası kabul etmiştir. Mûsikiye olan kabiliyeti küçük yaşlarda sesinin güzelliğiyle keşfedilip ilk mûsiki derslerini babasından almış, babasının konağında düzenlenen, dönemin önemli mûsiki üstatlarının katıldığı toplantılara sesiyle iştirak ederek klasik mûsikideki ilk tavır derslerini burada almıştır. Bu üstatlar arasında kendisinden on civarında fasıl meşkettiği hânende Üsküdarlı Edhem Nûri Bey, dört yıl kadar ders aldığı Zekâizâde Hâfız Ahmed Bey, geleneksel mûsiki üslûbunu öğrendiği Üsküdarlı Bestenigâr Ziyâ Bey ile Kaşıyarık Şehlâ Hüsâmeddin Bey ve sînekemanî Nûri Bey özellikle zikredilmelidir. Ayrıca Ali Rifat Bey (Çağatay), Hâfız Yûsuf Efendi ve Rauf Yektâ Bey gibi daha pek çok üstattan faydalanmıştır. Kendi anlattığına göre on yedi yaşında iken Dârülfeyz-i Mûsiki Cemiyeti’nin Donanma Cemiyeti yararına Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda (daha sonra Hale, günümüzde Reks Sineması) verdiği konserde okuduğu Hamâmîzâde İsmâil Dede Efendi’nin, “Gözümde dâim hayâl-i cânâ” mısraıyla başlayan rast kâr-ı nev‘i ile dikkatleri çekmiş, aynı cemiyetin Kadıköy, Şehzadebaşı ve Tepebaşı’ndaki konserlerine katılmıştır. Şark Mûsiki Cemiyeti bünyesinde devam eden konserlerle yavaş yavaş şöhret bulan Münir Nurettin’in bu topluluk içinde Refik Fersan ve Mesut Cemil’le başlayan dostluğu yıllarca sürmüştür. 1926’dan sonraki serbest mûsiki hayatı bahçelerde, pek çok sinema ve tiyatro sahnesinde konser programı şeklinde devam etmiş, birçok teklifi reddederek gazinolarda hiç okumamıştır. 1940’tan sonra üç yıl Fransız Tiyatrosu’nda, ardından beş yıl Melek Sineması’n-da (bugün Emek Sineması), yirmi iki-yirmi üç yıl Saray ve 1963’ten sonra Emek Sineması’nda, memleketin çeşitli yerlerinde, ayrıca Mısır, Irak, Kıbrıs, Yunanistan, Macaristan, İngiltere, Fransa ve Amerika’da 1000’in üzerinde konser vermiş, koro şefliğinde de yüzlerce konser yönetmiştir. Konserlerinde disipline son derece önem verir, provaya gelmeyen veya geç kalan sanatçıları programa almazdı. Onun icra heyeti şefliğindeki önemli özelliklerinden biri de klasik eserlerin icrası esnasında usulleri 2, 3 ve 4’lü usullerle değil eserin asıl usulüne göre (zencir, çember, remel, devr-i kebîr vb.) vurarak heyeti idare etmesiydi. Koro eşliğinde solo icra da onun yeniliklerindendir. 1951’de otuz beş, 1966’da ellinci sanat yılını kutlayan Münir Nurettin’in konserlerindeki başarısında güçlü yorumunun yanı sıra ona eşlik eden Mesut Cemil, Sadi Işılay, Nubar Tekyay, Fahire ve Refik Fersan, İzzettin Ökte, Artaki Candan, Yorgo Bacanos, Selahattin Pınar, Vecihe Daryal, Cevdet Çağla ve Cevdet Kozanoğlu gibi usta saz sanatkârlarının payı büyüktür.
Türk mûsikisini ayağa kaldıran kişi olarak tanımlanan ve en çok rast makamını seven Münir Nurettin, Dellâlzâde İsmâil Efendi’nin yegâh besteleriyle ağır ve yürük semâilerine hayrandı. Bilhassa klasik eserlerdeki tavrı sehl-i mümteni olup beste, semâi, şarkı formlarındaki eserleri gerektiği gibi farklı tavırlarda okur ve sesini eşlik edene olduğu kadar dinleyene de huzur verecek biçimde ölçülü kullanırdı. Okuyuşunda Bestenigâr Ziyâ Bey’le Hâfız Şaşı Osman Efendi’nin üslûbundan etkilenmiş olabileceğini söylemiştir. Pest ve tiz seslere aynı derecede hâkimiyetiyle tanınmış, üç oktava yaklaşan sesini uzun sanat hayatı boyunca büyük bir titizlik ve ustalıkla koruyarak son yıllarına kadar icracılığını başarı ile devam ettirmiştir. Alışılmıştan farklı bir gazel anlayışı çerçevesinde serbest okuyuşlarda üstün mahareti dikkati çeker. Arkadaşı kanunî Hilmi Rit, 1962’de İzmir’de verdiği bir konserde okuduğu gazelden sonra alkışların rezonansından tavandaki büyük avizenin sallandığını anlatır. İki defa dinlediği bir eseri hâfızasına alabilecek bir kabiliyete sahip olan ve Paris’te konservatuvardan aldığı şan dersleriyle Batı müziği ses tekniğini de kavrayan Münir Nurettin hançere ve göğüs sesinden başka tam seslerde kafa sesini de kullanabiliyordu.
Geleneklere bağlı olmakla birlikte eskiyle yetinmeyen bir yenilik arayışının ürünleri olan, hem klasik formda hem fantezi biçiminde duyarlılığını ortaya koyduğu, makam seyirleri ve geçkileriyle güfte-beste uyuşmasının zarif örneklerini oluşturan besteleri nesilden nesile intikal ederek her zaman dinlenebilecek niteliktedir. Bestelerini daima gün ağarırken yaptığını, kışın hiç eser bestelemediğini, en büyük ilham kaynağının yeşillik, deniz ve güneşin batışını bir arada görebilmek olduğunu söylerdi. İlk bestesi 1920’de sözleri Tevfik Fikret’e ait, “Sabâ eser gusûn-i ter” mısraıyla başlayan sabâ şarkısıdır. Bir yıl sonra bir şarkı daha bestelemesinin ardından yirmi yıl hiç beste yapmamıştır. Onun asıl bestekârlık çalışmaları 1940’lı yıllarda başlamış ve daha çok Nedîm, Fuzûlî, Behçet Kemal Çağlar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ümit Yaşar Oğuzcan, Mustafa Nafiz Irmak, Vecdi Bingöl ve özellikle Yahya Kemal Beyatlı gibi şairlerin şiirlerini bestelemiştir. Münir Nurettin’in bestekârlığında yakın arkadaşı Yahya Kemal Beyatlı’nın ayrı bir yeri vardır. Yahya Kemal’in şiirlerindeki İstanbul semtleri onun besteleriyle bir boyut daha kazanmıştır denilebilir. Hilmi Rit bu konuyu, “Üstat için az konuşurdu derler, ama Yahya Kemal’in şiirleri ve onun [Münir Nurettin] müziği ile koskoca İstanbul dile geldi, daha ne söylesin ki!” cümlesiyle ifade etmiştir. Münir Nurettin saz semâisi, tevşih, ilâhi, beste, kâr, kârçe, semâi, şarkı, marş, mehter marşı, ninni, gazel formlarında 100 civarında eser bestelemiştir (listesi için bk. Ünlü, XXV/148 [1996], s. 42-43). Bunlar arasında hicaz makamında, “Sana dün bir tepeden baktım azîz İstanbul” ve, “Gittin de bıraktın beni aylarca kederde”; hüseynî makamında, “Dumanlı başları göklere ermiş” ve, “Varalım kûy-i dilârâya gönül hû diyerek”; hüzzam makamında, “Sevdiğim dünyâlar kadar”; kürdîli-hicazkâr makamında, “Zil, şal ve gül” (Endülüs’te Raks) ve, “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın”; mâhur makamında, “Ne doğan güne hükmüm geçer ne halden anlayan bulunur” ve, “Âşıka Bağdat sorulmaz”; muhayyer makamında, “Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i nâşâde” ve, “Çepçevre bahâr içinde bir yer gördük”; nihâvend makamında, “Kandilli yüzerken uykularda” ve, “Yok başka yerin lutfu ne yazdan ne de kıştan” (Kalamış); rast makamında, “Erdi bahâr sardı yine neş’e cihânı” ve, “Gül yüzünde göreli zülf-i semensây gönül”; segâh makamında, “Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç” (Rindlerin Akşamı); sultânîyegâh makamında, “Sen şarkı söylediğin zaman”; uşşak makamında, “Bir merhaleden güneşle deryâ görünür” mısralarıyla başlayan şarkılarıyla, “Vur pençe-i Alî’deki şemşîr aşkına” mısraıyla başlayan mâhur mehter marşı ve, “Git ey akan gözyaşım” mısraıyla başlayan sabâ ilâhisi onun çok sevilen eserlerinden bazılarıdır.
Türk mûsikisinin ülke çapında tanınmasında ve yaygınlık kazanmasında Münir Nurettin’in okuduğu plakların büyük etkisi olmuş, plaklarında klasik Türk mûsikisinden türkülere kadar değişik beste şekillerinden pek çok eser seslendirmiştir. İlk dönemlerde Dârülelhan Derleme Kurulu’nca yapılan bir dizi özel kayda koro ve solo olarak iştirak etmesinin yanı sıra Orfeon Record (Artistic Record), Polydor, Pathé, Odeon ve büyük çoğunluğu Sahibinin Sesi firmalarına 150 civarında taş plak yapmıştır (listesi için bk. a.g.e., XXV/148 [1996], s. 36-42). Bu plak çalışmalarında ona Mesut Cemil, Ruşen Ferit Kam, Fahire ve Refik Fersan, Artaki Candan, Nubar Tekyay, Cevdet Çağla ve Feyzi Arslangil eşlik etmiştir. Daha sonra 45 ve 33 devirli uzunçalar döneminde Odeon firmasına yaptığı 45 devirli üç plakla Coşkun plak firmasına doldurduğu bir uzunçalar ve dört kaseti çıkmıştır. Ayrıca yetmiş yaşlarında okuduğu elli yedi eser Yapı Kredi Bankası tarafından önce uzunçalar, ardından dört seri CD olarak yayımlanmıştır.
Gençliğinde Fenerbahçe Kulübü’nde futbol oynayan, aynı zamanda tambur ve piyano çalan Münir Nurettin kendinden sonraki kuşaklara örnek bir mûsiki adamı olmuş, Dârülelhan’dan başlayarak İstanbul Konservatuvarı’nda çalıştığı yılların da içinde bulunduğu uzun sürede pek çok öğrencinin yetişmesinde büyük katkısı olmuştur. Bunlar arasında kendisinden çok yararlanan Necmi Rıza Ahıskan ile Alâeddin Yavaşça’yı, bizzat yetiştirdiği İnci Çayırlı ve Meral Uğurlu’yu özellikle saymak gerekir. Musiki Mecmuası 379. sayısını (Mayıs 1981) Münir Nurettin Selçuk’a ayırmış, Ayşe Kulin, sanatının anlatıldığı bir eser kaleme almıştır.