Son kale
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Sözün kendisi kadar söyleyen kişi ve söylendiği yer de önemli. Haşim Kılıç, malûmu ilâm etti.
Hepimizin bildiği ve tekrarladığı şikâyetleri bir konuşma içinde insicamlı biçimde sıraladı. İktidarın hukuksuzluğuna isyan etti, yargı üzerinde kurduğu tahakkümü teşhir etti ve haklara, özgürlüklere sahip çıktı. Mesele bu sözlerin doğrudan hukuku ihlâl eden, yargıyı paspasa çeviren güç ve iktidar sahiplerinin önünde, onların gözlerinin içine baka baka söylenmesi. Haşim Kılıç kürsüde, diğerlerinden daha yukarıda. İşin püf noktası bu göreli üstünlükte.
Başbakan, 17 Aralık’tan beri akla zarar sözleri büyük bir hiddetle sıralıyor. Yağıyor, gürlüyor, racon kesiyor, ayar veriyor, fırça çekiyor; bağıra-çağıra herkesi tek tek tehdit ediyor. İktidara itiraz eden herkes ‘paralel’, ‘casus’, ‘alçak’, ‘vatan haini’ yaftasını gecikmeden yiyor. Hükümet etme ayrıcalıkları ve vasıtaları ile emrindeki medya gücü birleşince, tehditler hedefini tutturuyor; lafla kocaman balonlar havalanıyor. Yukarılarda, çok yükseklerde gezen bu balonlara söz yetiştirmek mümkün değil. Attığımız oklar hedefe ulaşamıyor; sözün ve yazının tesiri olmuyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı ise protokol gereği tam önünde oturan Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, Meclis Başkanı’nı muaheze ve muhakeme ediyor. Arada sadece birkaç metre var. Hüküm yerine ulaşıyor; koca balonlar o uzun konuşmada tek tek patlıyor ve bütün foyalar meydana çıkıyor.
Kılıç, konuşmasında yer yer polemiğe varan ve hukuk sınırlarını aşan çok sert mesajlar verdi. Ortalıkta iktidara dizgin vuracak hiçbir güç kalmayınca, bu kadar şiddetli olması kaçınılmazdı. Yanlış bir şey var mıydı? Olmadığına göre önemli olan sonucu: Başbakan’ın tehdit ve baskı ile oluşturduğu kara bulutlar dağıldı, iktidarın meşruiyeti sarsıldı. Karizma fena şekilde çizildi.
Dün, hükümet medyasının ve sözcülerinin verdiği tepkiler ‘son kale’nin saldırıyı püskürttüğünü gösteriyor. Hiçbir şey tesadüf değil. Adalet Bakanı, hazır bir metin üzerinden konuşmayı sıcağı sıcağına eleştirirken Başbakan muhatap olmuyor; ağır silahlardan biri olarak Arınç cepheye sürülüyor.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik temel stratejisi yerel seçimlerle aynı. Cemaat’i düşman ilan ederek sonuca gitmeye çalışacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın karşısına çıkması bu yüzden tatsız bir durum. Muhalefet eden herkesi itibarsızlaştırmaya çalışırken bütün yumurtalar aynı sepete giriyor. Haşim Kılıç’ı erken bir algı operasyonu ile yok etmeye kalktıklarında kullanabilecekleri ‘paralel’ iddiasını kendi elleriyle yok ettiler. Bir kişi hem İBDA-C mensubu hem de ‘paralel’ olamayacağına göre?
İktidar, devletin egemenliğini kullanan bütün kurumları ele geçirilmesi veya hiç olmazsa enterne edilmesi gereken kaleler olarak görüyor. Yolsuzlukları yargı takibatından kaçırılan Hükümet’in karşısında son kale gerçekten Anayasa Mahkemesi. Bu kale direnme gücünü sadece haklılığından alıyor. Hak ve özgürlükleri koruyan ve hukuka sahip çıkan başka kurum kaldı mı?
Haşim Kılıç’ın konuşması içinde hepimize çok ciddi uyarılar var. Ülkede hukukun toptan yoklara karıştığını veciz bir şekilde ifade etti. Hükümet’in yargıya yönelik saldırıları, yargıyı böldü, dağıttı, kendi içinde güvensizliğe itti. ‘Vicdan yolsuzluğu’ ifadesi, hukuk fakültelerinde hukuksuzluğun ve yargı üzerinde kurulacak siyasî vesayetin karşılığı olarak literatüre girmiş oldu. “Kral çıplak” deyişi, herkesin ittifak ettiği yanlışların kolayca teşhir edilmesini anlatır. Bu sefer namus ve ahlaktan dem vurmaktan bitap düşen hükümetimize siyasal hukuku uygulayan Anayasa Mahkemesi “kral vicdansız” demiş oldu.
Türkiye, bir ara dönemden geçiyor. Hukuk askıya alındı ve yargı erki kilitlenmiş ve iş yapamaz vaziyette. Sürdürülemeyecek bir durum olduğu için, bu kuralsızlık hali geçici. Ne zaman hakka ve hakikate avdet edeceğiz? Anayasa Mahkemesi ‘son kale’ olarak hâlâ hak ve hakikatin muhafaza altında olduğunu beyan etti ve tekrar hüküm süreceği günlerin yakın olduğunu haber verdi.