AYM Başkanı tarihe not düştü
Semih İdiz 01 Ocak 1970
Hükümetin Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından milletin önünde haşlanması AKP açısından elbette ki hoş olmadı. Fakat Haşim Kılıç’ın sert olduğu kadar çarpıcı konuşmasında şaşılacak bir şey yoktu. Kendisine ve yüksek mahkemenin diğer üyelerine karşı AKP’den haftalardır yapılan hakaretlerden sonra Kılıç’ın sessiz kalması garip olurdu.
Sonuçta, AKP’li aidiyetini artık aleni bir şekilde belli etmiş olan Cumhurbaşkanı Gül bile, üyelerinden onunu kendisinin atadığını hatırlatarak Twitter kararından dolayı “gurur duyduğunu” söylediği Anayasa Mahkemesi’ni koruyamadı.
Bu nedenle Kılıç sadece yüksek mahkemenin onurunu korumakla yetinmedi, aynı zamanda çağdaş demokrasinin evrensel normları açısından yerinde ve zamanlı bir ders verdi. AKP’den ve AKP medyasından geleceğini bildiği ve nitekim gelmekte gecikmeyen kişisel saldırılara ve ağır eleştirilere rağmen bu konuşması ile tarihe bir not da düşmüş oldu.
AKP’liler kendilerini “yeni Türkiye”yi kurmakta ve böylece “tarih yaratmakta” olduklarına inandırmış olabilirler. Bundan dolayı bugün kendilerini kutluyor da olabilirler. Ancak tarih, çoğulculuktan nasibini almamış olan bir demokrasi anlayışının geçerli kılınmaya çalışıldığı ülkemizin bu zorlu dönemi hakkındaki yargısını ilerde verecek.
O gün geldiğinde ve eldeki notlar gözden geçirildiğinde Kılıç’ın sözleri önemli referanslar sağlayacaktır. AKP kurmaylarını kızdıran da zaten budur. Çünkü seçim zaferlerine dayanarak demokrasiye öznel bir tanımlama getirme çabalarına bu vesileyle çomak sokulmuş oldu.
Bu aşamada önemli olması gereken Kılıç’ın demokrasinin temelini oluşturan erkler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri açısından içerik yüklü sözlerine tutarlı ve ikna edici yanıtlar bulabilmeleridir. Bunu yapamadıkları için “en iyi savunma saldırıdır” yönetimini benimsemiş bunuyorlar.
Uygar dünya da zaten bu aşamada AKP’nin, evrensel hukuk anlayışını geliştirmek yerine “AKP hukukunu” oturtmaya çalıştığını görüyor ve bundan dolayı hükümete ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu durumda hükümet kanadından yüksek mahkemeye yapılan içerikten yoksun saldırıları salt AKP tabanında bazı kuşkuların doğmasını engellemeye dönük önleyici tedbirler olarak kabul etmek durumundayız.
Bu sütunda daha önce de belirtildiği gibi şu anda Türkiye’de sözkonusu olan bir demokrasi mücadelesi değildir. Sözkonusu olan farklı ideolojik bakış açılarına dayalı bir güç mücadelesi ve bu çerçevedeki hesaplaşmalardır. Şimdi bu mücadelenin “başkan seçimi” aşamasına gelmiş bulunuyoruz.
Önümüzdeki ayların da bu açıdan gergin geçeceği açık. Başbakan Erdoğan ise, demokrasinin evrensel değerlerinden ziyade muhafazakâr değerlere dayanarak bu seçimlerde istediğini güçlü bir şekilde elde etmenin peşinde olduğunu belli etti.
Hedef şaşırtmak amacıyla kendisinin bu seçimlerde aday olup olmayacağını henüz açıklamamış olsa da, “adayımızın ilk turda seçilmesini istiyorum” demesi de bu stratejinin bir parçasıdır. Bu sağlanabilirse ve ardından da 2015 seçimlerinde yeterli bir sandık zaferi elde edilebilirse, AKP ideolojisine bağlı yeni düzenin temeli atılmış olacak.
Başkanın herhangi bir kontrol mekanizmasına tabi olmayan buyruklarına dayalı olan, bu arada Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sözlerinden “yüzyıllar sürmesinin” istendiği anlaşılan, o düzende elbette ki çağdaş hukuk normlarını koruyan bağımsız bir Anayasa Mahkemesi’ne de gerek kalmayacaktır.
Hepsi güzel de, AKP açısından burada temel ve içinde matematiksel bir gerçeği barından ciddi bir sorun var. Bugün konjonktürel nedenlerden dolayı öyle görünüyor olsa da, modern ve “enteraktif” dünyanın geldiği noktada AKP’nin heterojen yapılı Türkiye’yi kendi ideolojik arzularına göre şekillendirmesi mümkün değil.
Bunu yapmaya çalıştığı ölçüde de istikrarsızlık yaratacaktır. Bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün bu görülecektir. Umarız o gün gelene kadar, zaten yetersiz olan demokrasimize --üstelik “demokrasi” adına-- yapılan tahribat çok büyük olmaz.