Balyoz’la IŞİD’in ne alakası var?
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Anayasa Mahke-mesi’nin, tam da Orta Doğu’nun kaosa sürüklendiği bir dönemde aldığı Balyoz kararı, basit bir hukuk- suzluğun giderilmesinden çok daha önemli bir fırsat Türkiye için.
Haklı olarak ”Ne alakası var Anayasa Mahkemesi’nin IŞİD’le, Rojova’yla, Suriye’yle?” diyeceksiniz. Ne alakası var Bal yoz davasındaki hukuksuzluğun giderilmesiyle Orta Doğu’da başlayan kaosun?
Bakın anlatayım. Artık coğrafyamızda net bir biçimde görüyoruz ki, iç barışı sağlamayan, çoğunluk ya da azınlık diktası kuran, demokrasiyi işletemeyen ülkeler, şu ya da bu biçimde istikrarsızlığa sürükleniyor. İstikrarın tek formülü çoğulcu demokrasi. Çünkü siyasi sistemlerde sandık tek başına her şeyi çözmüyor. Asıl mesele ondan sonra başlıyor. Seçim kazandın ama sana oy vermeyenin rızasını alabiliyor musun?
Sandıkla gelen, (mesela Maliki gibi) sandıktan aldığı gücü karşısındakileri ezmek, muhalifleri sindirmek, kendi yandaşlarını beslemek için kullanırsa, o memleket eninde sonunda patlıyor. Erdoğan’ın değimiyle anlatayım: “Şanzıman dağılıyor.”
Haliyle azınlık bile olsalar, toplumun bazı kesimlerinin baskıyla sindirilmesi, iktidardan dışlanması, ülkelere istikrarsızlık getiriyor.
Eski siyasetçilerden sık sık duyduğum bir laf vardır: “İktidar paylaşılmaz.” Bu, belki padişahlar döneminde geçerliydi ama bugünün realitesi, tam tersini, iktidarı “paydaşlarla” ortak kullanmayı gerektiriyor.
Kısacası bu coğrafyadaki kaosun tek panzehiri, katılımcı demokrasi. Anayasa Mahkemesi bize bu yolda bir değil birkaç fırsat tanıdı son aylarda.
Gelelim Balyoz’a... Balyoz ve benzeri davaların özünde siyasi davalar olduğunu 2010’dan beri yazıyorum.
Deliller dökülüyordu
Balyoz gerçek deliller üzerine inşa edilmiş olsaydı, sahiden darbeye karşı demokrasinin zaferi sayılırdı. Ancak, davayı yakın takip eden bizler, daha ilk günden ortada şaibeli durumlar olduğunu gördük. Her ne kadar seminerdeki konuşmalar hukuken ve siyaseten sorunlu olsa da, kalan deliller tek kelimeyle dökülüyordu! Mahkeme alemdi. Bakıp da görmemek zaten mümkün değildi. O dönem “Bırak şu generalleri savunmayı”, ”Askeri vesayetten mi yanasın?” diyen meslektaşlarım oldu. “Darbeci” bile dediler. Bilerek yalan söylememi, siyasi iktidara yaranmak için haksızlığı görmezden gelmemizi istiyorlardı.
Oysa mesele “generaller” meselesi değildi ki. Derdimi 2012’de “Balyoz neden demokrasinin zaferi değil” başlıklı yazımda anlatmıştım.
Bu davalar, aynı Nuri El Maliki’nin Sünni’lere yaptığı gibi, hukuk yoluyla bir kesimin ekarte edilmesiydi. Siyasi davalardı. Sadece yanlış hukuk değil, yanlış siyasetti. KCK, Balyoz, Oda Tv, Gezi gibi davalar, çoğunluğun gücüyle öteki %50’yi sindirmek için kullanılan siyasi davalardır.
Bu noktada Anayasa Mahkemesi haksızlıklara dur demese, Türkiye bir kaynama noktasına, istikrarsızlık sarmalına girecekti. Gezi zaten bunun patlamasıydı.
Özetle... Neymiş? Demokrasi “gücü gücüne yeteni dövme sanatı” değilmiş. Katılım, paylaşım, ortaklık demekmiş. Toplumlar kutuplaşmış olabilir; önemli olan, sisteme inancın yok olmaması. IŞİD örneğine bakın, Beşar Esad’a bakın, bunu hep hatırlayın. Orta Doğu’da, kimin nerede hata yaptığı aşikâr.
Bütün mesele burada aynı hataları tekrarlamamak...