TSK ve tezkere
Nihat Ali Özcan 01 Ocak 1970
TSK, daha tezkere gündem de yok iken kendisini asimetrik bir mücadelenin içinde buldu. Yabancı ülkelerin ordularına karşı koruduğu milli sınırların siviller ve örgütler tarafından farklı hikâyelerle ve kolayca ihlal edildiğini gördü. Toplumun, siyasetçinin, medya ve yargının ve şimdide kendisinin bunu nasıl da kanıksadığını hayretle izliyor olmalı.
Tezkere sonrasında ise elinde cevap bekleyen uzunca bir soru listesi var. Çünkü politik, askeri, psikolojik tablo oldukça muğlak ve dahası, saat başı değişebiliyor.
Tezkere TSK’ya farklı karakterde ve iç içe geçmiş savaşın/çatışmanın sürdüğü coğrafyada görev verilebileceğini söylüyor. Öyle ki çatışan tarafları ve pozisyonlarını gösteren fiziki haritaların tümünün “afaki” olduğu kesin. Bu durumda işe sınıflandırmayla başlamak iyi bir başlangıç olabilir. Ne de olsa farklı çatışma türleri farklı tutum gerektirir.
Asimetrik savaş
Esad’ın ordusu, başlangıçta, gerilla savaşı yapan silahlı gruplarla “asimetrik“ savaş yürüttü. Çatışmalar uzadıkça, disiplini zayıflayan, etnik, dini ve mezhepsel çeşitliliğini yitiren ve tek mezhebe indirgenen rejimin ordusu, gün geçtikçe “devlet ordusu” özelliğini kaybetti. “Düzensiz/disiplinsiz silahlı gruplara” dönüştü. Sünnileri dışlayan Irak ordusuyla aynı kaderi paylaştı. Savaş ise asimetrikten “asimetrinin simetrisine” dönüştü.
Öte yanda, Esad’ın terk ettiği yerlerde “gerilla/milis” gruplar “asimetrinin simetrisi” bir savaş yürütüyorlar. Etnik, dini, mezhebi, sosyal nedenle hareket eden, farklı ölçekteki silahlı gruplar birbirleriyle savaşıyor. IŞİD ve PKK gibi sınır aşan, binlerle ifade edilen militana sahip gruplar olduğu gibi, kasaba ölçeğinde hâkimiyet sağlamaya çalışanlar da söz konusu.
Örgütler, kolayca bölünüp birleşmekte ya da dağılmaktalar. Militan ve orta boy lider transferi ise günlük ve sıradan olaylar. Bunun anlamı, elinizde hiçbir zaman kesin bir “dost/düşman” listesinin olmayacağıdır.
Nitekim PKK/PYD ile IŞİD’in Kobani’de (Resul Al Ayn) yürüttükleri tipik bir “simetrik asimetrik savaş”. Düzenli olmayan silahlı güçler, benzer taktiklerle, sivillerin arasında kıyasıya savaşıyorlar. Ortamı daha da karmaşık hale getiren ise devletlerin ya da Hizbullah gibi yarı devletimsi yapıların çatışmaya dahil olmaları.
Bu gün düşman kim?
Türkiye’nin benzer işlere bulaşmış ülkelerin karşılaştığı sorunlarla yüzleşmesi kaçınılmaz. Literatürdeki “beş büyük zorluk”tan söz ediyoruz. İstihbarat, medya ile ilişkiler, sivil-asker ilişkileri, beklentilerin yüksek tutulması ve kayıplar/yaralanmalar.
Bu gün, asker için en büyük zorluk “düşmanın kim olduğuna” karar verilememesidir. Konvansiyonel, simetrik, bir savaşta bunun cevabı çok basittir. Eğer, hedef Esad ise iş kolay. Ya da Süleyman Şah Türbesi gibi. Adresi belli, askeri hedefler fiziki ve haritada da kolayca görülebilir.
Diğer yerlerde ise düşmanın/düşmanların kim ve nerede olduğu belli değil. Üniforması yok ve sivil halkın bir parçası. Üstelik dost/düşman grup ve militan listesi hızla değişebiliyor. Dostların hızla terör örgütleri listesine alınabiliyor. Kaldı ki listenin değişmesiyle iş bitmiyor. Kamuoyu, siyasetkurumu, medya, sivil toplum örgütleri, istihbarat ve askerlerin de hızla yeni listeye adapte olması gerekiyor.
Bu çerçeveden bakınca, PYD/PKK ile IŞİD arasındaki çatışmada “en ziyade müdahaleye mazhar düşman” hangisidir? Ya da tel örgünün içinde “şüpheli” olan birisi, yüz metre ötede Suriye’de nasıl “düşman” olur? Buna kim, hangi seviyede ve hızla karar verecektir? Koalisyonun tüm üyeleri, kamuoyu sizinle aynı fikir de midir? Cevap aranan sorular bunlar.
Sonuçta, düşmanın kim olduğuna politik seviyede siyasi otorite karar verse de harekât alanında ki komutan, yeni kanunlara göre “İstihbarat Servisi”ne şu soruyu soracaktır: Dünkünü anladık da bu sabah düşmanımız kim? Ona göre işimize bakalım.