Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı ve sonrası...
Mustafa Müftüoğlu 01 Ocak 1970
Dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel 44 yıl evvel 26 Ekim 1961 günü devlet başkanı seçilmişti. Nasıl seçildiğini daha evvel kaydettiğimiz Cemal Gürsel 27 Mayıs 1960 darbesi sonunda İzmir’den gelip, “Millî Birlik Komitesi/MBK” başına geçmiş, dahilî ve haricî nice olaydan sonra yapılan, yapılabilen 15 Ekim 1961 milletvekili seçiminden sonra, bir “Millî Birlik Komitesi” üyesinin gazete sütunlarına geçen itirafında görüldüğü gibi, devlet başkanlığına aday Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in ölümle tehdit edilip Ankara’dan uzaklaşmasını müteâkib cumhurbaşkanı olmuştur!..
“Millî Birlik Komitesi” başına geçtiği günlerde, milletvekili seçimi yapılıp Meclis’in çalışmaya başlamasını sağladıktan sonra evine çekilip istirahat edeceğini söyleyen Gürsel’in, cumhurbaşkanlığı makamına oturmayı nasıl, ne derece iştiyakla beklediğini Millî Birlik Komitesi’nin mühim isimlerinden tank subayı Orhan Erkanlı’nın hatıratında yazdıklarından okuyalım. Bu zat (MBK) içindeki bölünmelerden bahisle:
“– Müdahaleciler veya statükocular diyebileceğimiz ikinci grup başta Gürsel çoğunlukla 27 Mayıs’a on ikiye çeyrek kala katılan, kolay ele geçirilen iktidar şaşkınlığı ve sorumluluk endişesinden sonuna kadar kendini kurtaramayanlarla Halk Partisi sempatizanlarından teşekkül ediyordu. Bunlar, 27 Mayıs’ın ağırlığı ve sorumlulukları altında ezilmiş, korku ve endişelerden kurtulamamış, bir ân önce kendilerine sağlam bir statü sağlayarak bu işden kurtulmaktan başka bir düşünceleri olmayan kişilerdi. Bu hava içinde, dışarıdan uzatılan elma şekerleri üzerine konmakta çekinmediler, Gürsel cumhurbaşkanlığını nişan alırken, bazıları da “Tabiî Senatörlük” formülüne can kurtaran simidi gibi sarıldılar ve bir daha bırakmadılar” diyor ve o günlerin keşmekeşi içinde Cemal Gürsel’le yaptığı bir görüşmeyi kaydederken, Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı makamına garanti gözüyle nasıl baktığını olanca açıklığıyla ortaya koyuveriyor. Okuyalım Erkanlı’nın yazdıklarını:
“– Gürsel’i Başbakanlıkta ziyaret ettim. Zaman zaman şiddetlenen uzun bir görüşme yaptık. Gürsel, Kurucu Meclis’i bir an önce kurma ve seçimlere gitmek arzusunda idi. Bizi, Kurucu Meclis’i geciktirmekle itham ediyordu.
Kendisine: “Biz Kurucu Meclis’in bir Halk Partisi meclisi olmamasını, yıkılan Demokrat Parti’nin de temsil edilmesini istiyoruz.Bu Meclis milletin tamamını temsil etmeli ve halk tarafından benimsenmelidir. Aceleye getirmeyelim, biraz daha üzerinde çalışalım diyoruz” dedim. Paşa gün kaybetmek niyetinde değildi. “Peki başlanılan ve yarım kalan işler, reformlar ne olacak?” deyince Paşa baklayı ağzından çıkardı:
“–Merak etme ben yine devletin başında olacağım ve bu işlere devam edeceğiz” dedi. Gürsel’i Cumhurbaşkanı olacağına kesinlikle inandırmışlardı.
“–Paşam, sizi Cumhurbaşkanı yapmazlar, aldatıyorlar” deyince, Gürsel kızdı ve:
“–Buna güçleri yetmez, beni Cumhurbaşkanı seçmeyen Meclis’i dağıtırım, ordu her zaman benim emrimdedir” dedi.
Dikkat buyurunuz, bu sözü söyleyen, kendisini cumhurbaşkanı seçmeyen Meclis’i dağıtmaktan bahseden kimse, Demokratlar anayasayı ihlâl ettiler diye hükümet darbesi yapanların başına geçen adamdır ve bu adam cumhurbaşkanlığı makamına böylesine göz koymuşken, seçimleri müteâkib Samsun Senatörü Ali Fuad Başgil’in, Gürsel’in göz koyduğu makama talip oluvermesi, Cemal Gürsel’e yakın kimseleri tedirgin etmiş ve gününde incelediğimiz gibi o günlerde demokrasi adına bir cinayet işlenmiştir!..
Orhan Erkanlı Gürsel’in cumhurbaşkanlığından bahisle şunları da yazıyor: “Aradan yıllar geçti, Komite ikiye bölündü, 14’ler yurtdışına sürüldüler. Seçimler yapıldı. Gürsel cumhurbaşkanı, İsmet Paşa başbakan oldular.
Herkes koltukları bölüşmüş ve yerine yerleşmişti. Fakat memleket sallanıyordu. 22 Şubat olmuş, isyancıların liderleri serbest bırakılmışlardı. Bu sıralarda Türkiye’ye geldim. Gürsel ile birisi Florya köşkünde, diğeri Çankaya’da olmak üzere iki defa görüştük.
Gürsel, durumdan çok şikayetçi ve pişmanlık içindeydi. Meclis’i ve hükümeti şiddetle tenkit ediyor, “bu adamlar kendilerinden başka hiç bir şey düşünmüyorlar, memleket yeniden karanlıklara doğru gidiyor” demekten çekinmiyordu. Seçimlere erken gitmenin bir hata olduğunu kabul ve Meclis’in bu şekilde teşekkül edeceğini hiç bir zaman tahmin etmediğini itiraf ediyordu.
Benimle ilgilendi, ne yapmak niyetinde olduğumu, 14’lerin istikbalini düşündüğünü söyledi. Bu samimî hava içinde kendisine düşüncelerimi açıkça anlattım. Vatanı yeniden kurtarmak için çalıştığımızı ve güçlükleri arz ettim. Paşa ani olarak heyecanlandı:
“Bu defa mahkeme falan yok, herşey 24 saatte bitecek. Benim listem dahi hazır (çekmeceden bir dosya çıkardı, fakat içini göstermedi) şimdi neler yapılması lâzım geldiğini çok iyi biliyorum. Müşavirlere, profesörlere de ihtiyacım yok” diyerek kafasında tasarladığı plânı izah etti. Paşa, yeniden bir Saray Darbesi yaparak iktidarın biçimini değiştirmek istiyor, fakat İnönü”den çekiniyor, bâzı kumandanlara güvenemiyordu. Askerî cuntanın bir darbe ile iktidarı ele almasından ve kendisini açıkta bırakacaklarından şüpheleniyor ve böyle bir tehlikenin önünü almak gerektiğine inanıyordu.
İkinci defa Çankaya’da Gürsel’le tekrar görüştük, olup bitenleri, varılan sonuçları arz ettim. Herşey hazırdı, sadece düğmeye basmak yeterdi, bu görev de kendisine aitti. Gürsel kararlı görünüyordu. Endişeleri daha da artmıştı, kendisini emniyet altında hissetmiyordu. Muhafız Alayı’na dahi güveni yoktu. Osman’ın (Osman Köksal’ın) Bayar’a yaptığını bunlar da bana yapabilirler, diyordu. Benden, herhangi bir ihtiyaç halinde kendilerine güvenebileceği ve vazife verebileceği isimler istedi. Açıkça, bazı sivil ve asker kişilerin isimlerini söyledim. Gürsel, hiç bir zaman bu isimleri kötüye kullanmadı, açığa vurmadı. Ayrılmadan önce: “İsmet Paşa’ya çok dikkat edin, şüphelenmesin. Seni Köşk’de bir vazifeye tayin edeceğim. Benden haber bekle” dedi. Bu Paşa’yı son görüşüm oldu.”
Cemal Gürsel, bâzı kimselerin iddia ettiği gibi, ordu içindeki “Albaylar cuntası”nın arzusu ile cumhurbaşkanı olmuş değildir. Her ne kadar Sıtkı Ulay Paşa, Ali Fuad Başgil hocaya: “Orduda bir cunta kurulmuştur. Bize bu cunta talimat vermektedir. Adaylığınızı geri alınız” demişse de, cuntanın Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı mevzuunda alınmış bir kararı yoktur.
Albaylar Cuntası/S.K.B.
Albaylar cuntası, Millî Birlik Komitesi’nin meşhur 13 Kasım olayı ile mevcut Anayasa’yı çiğneyerek on dört komite üyesini yurt dışına sürüp çıkarmasından sonra kurulan “Silâhlı Kuvvetler Birliği” (S.K.B.)’dir.” “Albaylar Cuntası” diye de anılan bu teşekkül, Millî Birlik Komitesi’nin keyfî kararlarına karşı kurulmuştur. Gizli de değildir. Başta Devlet Reisi olmak üzere, her makam böyle bir subaylar topluluğundan haberdardır. Ankara ve İstanbul’da ayrı ayrı çalışmalarına rağmen, aralarındaki teması daima muhafaza eden bu subaylar topluluğunun ağırlık merkezi İstanbul’dur.
15 Ekim 1961 seçimlerini müteâkib S.K.B’nin İstanbul kanadı, 21 Ekim günü o günlerde Yıldız’da olan Harb Akademisi’nde toplanmış ve bu toplantıya dokuz General, yirmi yedi Albay katılmıştır.O günkü toplantıda 15 Ekim seçimlerinin neticesi görüşülmüş ve neticede “21 Ekim Protokolu” diye anılan bir zabıt varakası imzalanmıştır. Ancak bu zabıt varakasında Cemal Gürsel’in adaylığıyla ilgili bir madde yoktur. Nitekim, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın davetiyle 23 Ekim günü Ankara’da yapılan toplantıda, Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığına tek aday gösterilmesi Silâhlı Kuvvetler Birliği (SKB) içinde müdhiş bir huzursuzluk doğurmuş, SKB’nin İstanbul kanadından Kurmay Albay Emin Aytekin, Ordu Kumandanı Cemal Tural’a: “Biz, 21 Ekim Protokolu’nu imzalarken Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı olacağı noktasından mı hareket ettik?.. Paşam, keşke eliniz boş dönseydiniz, o zaman daha memnun kalacaktık” diyerek gerçeği dile getirmiş, Talât Aydemir de Mamak’daki duruşmasında aynı gerçeğe Mahkeme huzurunda temas etmiştir!..
Cumhurbakanlığı böyle gerçekleşen CemalGürsel 1966 yılı başlarında hastalanmış, acele Amerika’ya götürülmüşse de durumu ağırlaşarak komaya girmiştir. Yurda getirilip Ankara Gülhane Hastahanesi’ne yatırılan Cemal Gürsel, otuz yedi doktorun verdiği raporla Cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmış ve iki yüz ondokuz gün komada kalan Gürsel, 14 Eylül 1966 Çarşamba günü saat 6.45’de ölmüştür.