Bir büyük İslâm kahramanı Ömer Muhtar
01 Ocak 1970
- 1862’de bir gün, cellâtlarına bile hayat dersi vererek sonsuz âleme uzanacak bir korkusuz dünyaya geldi. Yaradan; onu, istila kuvvetlerinin çizmeleri altında bir vatanın insanlarına dünyevi kazançlar ile değişilmeyecek bir “şeyi” göstermek için gönderdi ve sömürgecilere karşı dâhilik ve iman ile savaşarak tüm dünyaya vatan bilinci ve iman gücü dersi verdirdi.
- 19. yüzyılda Kuzey Afrika’da teşekkül eden Senusi hareketi, içindeki dinamizm sayesinde sömürgecilere karşı Afrika Müslümanlarının nefesini her an diri tutmuştu. Ve o, bu hareketin erleri birer birer kaçarken dimdik ayakta durmayı başarmış, İslami diriliş tarihinin mücadele ve mücahede kanatlarının her ikisinde bitimsiz azmi göstermiştir. Libya’daki direnişini öncüsü ve sembolü olmuştur.
- Graziani’nin yaptığı her şeye rağmen O, davasından vazgeçmedi ve şu sözleri sarf ederek düşmanının esas görüntüsünü çizmişti: “Şayet Bingazi’den Cabel’ül Ahdar’a doğru gürleyen bir aslan sesi işitirseniz, sakın korkmayın. Zira olaylar ve zafer dolu günler size aslan kürkü içinde yatan bir eşeğin olduğunu gösterecektir.”
MEVLÜT YÜRÜR
1862’de bir gün, cellâtlarına bile hayat dersi vererek sonsuz âleme uzanacak bir korkusuz dünyaya geldi. Yaradan; onu, istila kuvvetlerinin çizmeleri altında bir vatanın insanlarına dünyevi kazançlar ile değişilmeyecek bir “şeyi” göstermek için gönderdi ve sömürgecilere karşı dâhilik ve iman ile savaşarak tüm dünyaya vatan bilinci ve iman gücü dersi verdirdi.
19. yüzyılda Kuzey Afrika’da teşekkül eden Senusi hareketi, içindeki dinamizm sayesinde sömürgecilere karşı Afrika Müslümanlarının nefesini her an diri tutmuştu. Ve o, bu hareketin erleri birer birer kaçarken dimdik ayakta durmayı başarmış, İslami diriliş tarihinin mücadele ve mücahede kanatlarının her ikisinde bitimsiz azmi göstermiştir. Libya’daki direnişini öncüsü ve sembolü olmuştur.
Sömürgeleşmede artık geç kalan İtalya’nın pençesi 1911’de Osmanlı’ya verilen ültimatomla Trablusgarp’a geçti. On beş günlük iş diye küçümsenen işgal, seneler boyu sürecek savaşa dönüştü.
“Canlı ve hazır bir zekâ”
1923’te Senusi hareketinin başına geçen Çöl Arslanı için, sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş, komutanların en acımasızı olan Graziani “canlı ve hazır bir zekâ” demekten kendini alamamıştı. Düzensiz kabileleri düzenlemiş ve İtalyanları şaşırta şaşırta dokuz sene büyük bir mücadele örneği göstermişti. Her yıl en az elliden fazla muharebe, iki yüzden fazla küçük ölçekli çatışma cereyan ediyordu. Sömürgeci İtalya sadece Senusi birlikleri ile değil halk ile de mücadele ederek onları Senusilere daha çok yakınlaştırmıştı. Halk için esaret ölümden beterdi. Ve kaybedecek hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey kalmamıştı.
O’na teslim olması için türlü teklifler yapıldı. Eğer cihattan vazgeçerse ve teslim olursa kendisine çok güzel bir köşk ve hayatının sonuna kadar rahat yaşayacağı yüklü bir maaş ve ekonomik yardımlar teklif edildi fakat bu büyük davanın yanında bu teklifler O’nun için bir hiçti! Tarihi bir şamar atarak ellerini boş gönderdi: “… Beni kimse imanım, davam ve cihadımdan alıkoyamayacaktır. Allah onların iştahlarını kursaklarında bırakacaktır.” Bu sözlerin sahibi Libya’nın unutulmaz özgürlük savaşçısı Ömer Muhtar’dı.
Denizin ortasında yönünü bilmeyen bir gemi gibiyiz
Davayı bırakıp kaçanlardan Seyyid Ahmed eş-Şerif’e yazdığı yardım mektubunda şunları dile getirmişti: “Biliniz ki biz vatanımızın acıklı ve ıstıraplı bir hayat yaşayan evlatlarıyız. Vatan, istila kuvvetlerinin çizmeleri altında inliyorken, İdris es Senusi çıkıp Mısır’a gitti. Arkasından İtalyanlar, yapılan bütün anlaşmaları iptal ettiler. Gittiği yönü, doğu ve batısını bilmeyen ve denizin ortasında yüzen bir gemi gibi terk edildik. Sen de aynı şekilde bizi bırakıp Türkiye’ye gitmeyi tercih ettin. Şunu bilin ki, vallahi, vallahi ve sümme vallahi sizi yakalarınızdan yakalayacağımız günler olacak… Sübhanallah… Tatlı olduğu ve meyve verdiği günlerde vatanınıza sahip çıkıyordunuz da, acıklı günlerde nasıl da terk edip gidiyorsunuz? (…) Yanaklarımızı sulayan acı gözyaşlarımızla, Mısır’dan cephemize döndük. Ancak, şunu iyi biliniz ki, biz Allah’a tevekkül ederek vatanımıza geri döndük ve kanımızın son damlasına kadar dinimizi, vatanımızı ve canlarımızı savunarak asla düşmana teslim olmamak üzere ahdettik. Ancak yine de birçok şeye muhtacız. Özellikle silah, sonra para, yiyecek ve giyeceğe şiddetle muhtacız. Yardımcımız Allah’tır, Allah…”
Direniş güçlerinin halktan yardım görmelerini engellemek için İtalya tarafından bölgedeki hayvanlar telef edilmekte, mahsuller, ürünler zarara uğratılmakta ve ormanlar yakılmaktaydı. Ormanlıkların ateşe verilip, ortadan kaldırılması sonucu, gerilla güçlerinin seyri kolaylıkla kontrol edilebilir hale gelmişti. İtalyanlar sadece 1923–1929 yılları arasında 141.766 küçük ve büyük baş hayvanı katlettiler. Yine bu yıllar şehit edilen mücahit rakamı İtalyan verilerine göre 4,329’du.
Fakat bütün önlemlere rağmen Libya halkının direnişi, Senusi mukavemeti kırılamıyordu. Roma hükümeti beş sene içinde Sireneyka’ya beş vali göndermek zorunda kaldı; Bongiovanni, Mombelli, Teruzzi, Siciliani ve son olarak meşhur Graziani…
Dostları bile ihanet etti
İtalyanlar vatanını savunan mücahitlere karşı başarılı olamayınca onları içten yıkmayı denemeye karar verdiler. On üç kabile şeyhi satın alındı. Ayrıca en yakın dostları dahi Çöl Arslanı’na ihanet etti. Satın alınan şeyhler eğer İtalyanlara teslim olmazsa kendisi ile savaşacaklarını bile söyleyebildiler. Fakat bu lider kat’i azim ve kararlılığını korumaya devam etti.
En son gelen komutan, en acımasız komutan Graziani; Senusi tekkelerini kapattı, şeyhlerini sınır dışı etti ve malvarlıklarına el koydu. Seyyar mahkemeler kurup halka kan kusturdu. Bu mahkemelerin çoğu idam ile neticelendi. Tüm ülkeyi abluka altına alıp Mısır sınırında üç yüz kilometrelik bir alanı dikenli örgülerle sardı. Toplama kamplarını genişletti ve bütün bir ülkeyi abluka altına aldı. Kamplardaki yaşama koşulları tam bir vahşet örneğiydi. Bu kadar insanın dörtte birini bile doyuracak erzak yoktu. Esirler ve gasp edilen hayvanlar arasında ölüm oranı tüyler ürperticiydi.
Zulümde sınır tanımıyorlardı
İtalyanların ulaşamadığı tek toprak parçası Kufra’ydı. 1930’un sonlarında yapılan hazırlıklardan sonra, 1931 Ocak ayında çöl aşıldı ve Kufra düştü. İtalyanların burada yaptığı katliam, işkence ve tecavüzler dillere destandır. Graziani, teslim olan halkın gözleri önünde Kur’an-ı Kerim’i paramparça edip ayaklarının altında çiğneyerek “Haydi, çağırın da (hâşâ) bedevi peygamberiniz yardımınıza gelsin” demiş; ertesi günü şehrin ileri gelen uleması uçaklardan atılmış, vahadaki bütün hurma ağaçları kesilmiş, kuyular yakılmış, Mehdi Senusi’ye ait tarihi kütüphane alevlere teslim edilmiş ve insanların namusları kirletilmişti…
Graziani’nin yaptığı her şeye rağmen O, davasından vazgeçmedi ve şu sözleri sarf ederek düşmanının esas görüntüsünü çizmişti: “Şayet Bingazi’den Cabel’ül Ahdar’a doğru gürleyen bir aslan sesi işitirseniz, sakın korkmayın. Zira olaylar ve zafer dolu günler size aslan kürkü içinde yatan bir eşeğin olduğunu gösterecektir.”
İtalya güçlü bir istihbarat ve zekâ nedeni ile Libya’da hep boğuldu. Komutan Badoglio, onun için şu sözleri sarf etmek zorunda kalmıştır: “Bu direniş bir kişinin omuzlarındadır. Ömer Muhtar, bu işi kimseye bırakmamaktadır. Çok başlı durumlarda kıskançlık ve iç çekişmeye imkân olsa da, disiplinli dava arkadaşları buna fırsat bırakmıyorlar. Her zaman ve durumda, sözü emir sayılmaktaydı. Savaş aleyhine geliştiğinde, güçlü haber alma servisi sayesinde, savaşa ara veriyor. Bize gelen bilgileri dahi yönlendirebiliyor.”
Kufra’nın elden çıkmasıyla çember daralmış ve Senusilerin elinde sadece Cebel’ül Ahdar kalmıştı. Bu durumla ilgili olarak Muhammed Esed’e ise şu sözleri söylemişti: “Sen de görüyorsun ya evlat, gerçekten biz artık bize tanınan vadenin sonuna gelmişiz. Savaşıyoruz, çünkü düşmanı bu topraklardan söküp atıncaya kadar ya da bu uğurda ölünceye kadar imanımız ve özgürlüğümüz için savaşmak zorundayız. Başka yolu yok. Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Kadınlarımızı, çocuklarımızı Mısır’a gönderdik ki, Cenab-ı Allah bizi ölüme çağırdığı zaman arkamıza dönüp bakmayalım.”
“Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır”
Ve 11 Eylül 1931… Sılanta mevkiinde iken İtalyan istihbaratı onun varlığını haber almıştı. Vadiyi her yönden saran kuvvetlerin oluşturduğu çemberi yarmanın imkânı yoktu. Mücahitler son nefeslerine kadar çarpıştılar. Burada yaralandı ve esir düştü. İtalyan birliklerinin genel kumandanı Graziani’nin karşısına çıkartıldı. Bu görüşmede İzzet-i İslamiyesi ile öyle harika cevaplar vermiştir ki, bu taş kalpli general onun hakkında şunları yazacaktır: “Odama girdiği andan çıkıp gittiği ana kadar onun vakar ve haysiyetine son derece hayranlıkla bakıp durdum. Onun tavır ve davranışlarını çok beğendim ve hayran kaldım.”
Mücahitlerin teslim olması teklifini ret etti. 15 Eylül 1931 günü İtalyan sıkıyönetim mahkemesi tarafından göstermelik bir duruşmaya çıkarıldı. Ve Graziani’nin daha önceden emrettiği gibi idam kararı veren mahkemenin yüzüne şu tokadı savurdu: “Hüküm ve karar yalnız Allah’ındır. Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. (Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.)”
Aynı gün toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalının gözleri önünde gayet sakin ve korkusuzca idam sehpasına çıktı. Fecr suresinin son ayetlerinden, “Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön” ayetleri dilindeydi… Özgürlüğü için her şeyi göze aldığı yeşil dağlarına son bir kere daha baktı ve bir milleti yetim bırakarak ebed âlemine doğru kanatlandı.
“Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım.” Ömer Muhtar.
Kaynaklar
1- Ömer Muhtar, Doç. Dr. Ahmed Ağırakça, Beyan Yayınları, 1994
2- Mekke’ye Giden Yol, Muhammed Esed, İnsan Yayınları, 2000
3- Muhammed Senusi, Kadir Özköse, İnsan Yayınları, 2000
4- İslami Diriliş Hareketleri, Mustafa İslamoğlu, Denge Yayınları, 1998