« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

18 Eyl

2007

ESSEYYİD AHMED ER-RUFAİ (K.S) HAZRETLERİNİN HAYATI

01 Ocak 1970

 Doğumu ve Yetişmesi: Seyyid Ahmed er-Rifai (K.S) hicri 512, miladi 1118 yılında Receb ayının ilk yarısındaki Perşembe günü Vasıt Bölgesinde bulunan Ümmi Ubeyde köyünde dünyaya gelmiştir. Seyyid Ahmed Er-Rifai (K.S) hazretleri hicri 578, miladi 1182 yılında dâr-ı bekaya göç eylemiştir.

Menakibul Aktabul Erbea İsimli Eserde: "O Seyyidlerin senedi, Alimlerin Üstadı, Evliyaların İmamı, Ricallerin Sultanı, Müslümanların Şeyhi, Büyük alim, Arifi Billah, Şeriatin Denizi, Ebul Alemeyn, Ebul Abbas Ahmed Er-Rifai,



Baba Tarafından El-Hüseyni, Anne Tarafından Ensari, Şafii Mezheb ve Vasıtlıdır."

Babası, Seyyid Sultan Ali (K.S), annesi Fatıma binti Seyyid Yahya (Rh.A) hanımdır.

Baba tarafından soyu: Ali b.Ebi Talip (R.A),
Şehid İmam Hüseyin (R.A),
Ali Zeynel Abidin (R.A),
Muhammedu'l Bakır (R.A),
Cafer es-Sadık (Rh.A),
Musa el-Kazım (Rh.A),
Seyyid İbrahim el-Murtaza (Rh.A),
Seyyid Musa Es-Sani (Rh.A),
Seyyid Ahmed (Rh.A),
Seyyid Hüseyin (Rh.A),
Seyyid Hasen (Rh.A),
Seyyid Ebul Kasım Muhammed (Rh.A),
Seyyid Mehdi (Rh.A),
Rifaa Lakabının verildiği Seyyid Hasen (Rh.A),
Seyyid Ali (Rh.A),
Ahmed el-Mürteza (Rh.A),
Seyyid Ebul Fevaris el-Hazım Ali (Rh.A),
Seyyid Sabit (Rh.A),
Seyyid Yahya (Rh.A),
Seyyid Sultan Ali (Rh.A),
Seyyid Ahmed Er-Rifai (K.S)






AHMED er-RUFAÎ
Seyyid Ahmed b. Alî el-Mekkî b. Yahya er-Rifâî (ö. 578/1182)

Rifaiyye tarikatının kurucusu.

512'de (1118). Bağdat'la Basra arasında kalan Batâih bölgesinde Ümmüabide köyünde doğdu. Atalarından Ri-fâa el-Hasan el-Mekkî'den (ö. 331/943) dolayı Rifâi nisbesini aldı. Şa'rânî ise et-Tabakâtü''l--kübra'sında (s 1401, bu nisbenin aynı ismi taşıyan bir Arap kabilesine mensup olmasından ileri geldiğini yazar. Ancak onun hayatından bahseden ilk kaynaklarda böyle bir bilgi yoktur, son devir kaynakları da bu görüşü kabul etmezler. Doğum tarihi bazı müelliflerce 500 (1107) olarak verilmekle birlikte ilk kaynaklar 512 (1118) tarihi üzerinde ittifak etmişlerdir.

Ahmed er-Rifâi'nin Hz. Hüseyin soyundan gelen bir seyyid olduğunda bütün kaynaklar birleşirler. İmam Musa el-Kâzım'ın oğlu İbrahim el-Murtazâ neslinden olan ceddi Rifâa el-Hasan el-Mekkî, Karmatîler'in sebep olduğu kargaşa ve isyanlar sırasında Mekke'den İspanya'ya hicret ederek İşbiliye'ye yerleşti. Torunlarından Seyyid Yahya, ailesiyle birlikte İşbîliye'den tekrar Hicaz'a dönmüş (450/ 1058), daha sonra Basra'ya gitmişti. Orada kendisine Şiîler'le Sünniler arasındaki kavgalara son vermesi için Tâlibiyyün'un nakiblik görevi verilmiş, Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzura sağlamıştı. Ahmed er-Rifâî'nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur; annesi ise Ebû Eyyûb el-Ensâri'nin soyundan Fâtıma el-Ensâri'dir. Seyyid Ali de babası Seyyid Yahya gibi Tâlibiyyûn'un nakib'i iken Sünniler'le Bâtınîler arasında yeni bir mücadele başlamıştı. Durumu Halife Müsterşid'e arzetmek için Bağdat'a giden Seyyid Ali fitneye sebep olanların susturulması gerektiğini söylemiş, ancak halife diğer siyasi meşguliyetlerini ileri sürerek bu hadiseye ilgi göstermemişti. Seyyid Ali Batâih'e dönerken Bağdat yakınlarında vefat etmiş 1519/1125), on sene sonra da Halife Müsterşid Bâtınîler tarafından öldürülmüştür.

Babası öldüğünde yedi yaşında olan Ahmed er-Rifâfi'yi, devrin büyük sûfîlerinden dayısı Mansûr el-Batâihî, annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine aldı. Kur'an öğrenimini ve hıfzını tamamladıktan sonra, devrin âlim ve mutasavvıflarından Ali Ebü'l-Fazl el-Vâsıtî ve diğer bazı alimlerden İslâmî ilimleri öğrendi. Ebu İshak eş-Sîrâzi'nin Şafiî fıkhı ile ilgili Kitâbü't-Tenbih'ini okudu. Bu kitaba yazdığı şerh Moğol istilâsı sırasında kaybolmuştur. Vâsıti ona icazet verdi ve hırkasını giydirdi. "Herkes üs-tadıyla ben ise talebem Rifâî ile iftihar ederim" diyen Vâsıtî, zahir ve bâtın ilimlerine sahip bir âlim ve sûfî olduğunu belirtmek üzere ona "ebü'l-alemeyn" unvanını verdi. Ahmed er-Rifâi, Vâsıti'nın ölümünden sonra dayısı Mansûr el-Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi. Rifaî'ye hilâfet ve "şeyhü'ş-şüyûh" unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini de tevdi eden Batâihi, Ümmüabîde'deki tekkeye yerleşip müridlerin irsad ve terbiyesiyle meşgul olmasını istedi. Birkaç sene sonra bölgesindeki şeyhlerin bazı ciddi tenkitlerine mâruz kalmış, hatta erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurmak gibi sünnet dışı uygulamalarda bulunduğu iddiasıyla Halife Müktefi'ye şikâyet edilmişse de bu durum onun çalışmalarına ve tesirlerinin yayılmasına engel teşkil etmemiştir. Müridlerinin sayısının artması, o bölgedeki şeyhlerin haset ve kıskançlığına sebep oldu. Ancak o birçok iftira, itham ve hakaretlerle karşılaşmasına rağmen, büyük bir sabır ve tevazu göstererek irşad vazifesine devam etti. Kendisini çekemeyenler Halife Müktefî'ye, erkek ve kadın müridlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyla şikâyet ettiler.(1155) Durumu yerinde araştırmakla görevlendirilen memur, kanaatlerini halifeye, "Bu seyyid ve müridleri sünnet yolunda değillerse yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir" şeklinde açıkladı. Bunun üzerine Halife, Ahmed er-Rifâi'ye, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup gönderdi.

1160'ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca gitti. Dönüşte Medine'yi ziyaret etti. Medine uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-ı Mutahhara'ya girdi. Rifâi'nin bu ziyaret sırasında zuhur ettiği ileri sürülen bir kerametiyle ilgili menkıbe oldukça meşhurdur. Rivayete göre. Hz. Peygamber'in kabri önüne gelince "es-Selâmü aleyke yâ ceddî!" diyerek selâm vermiş, orada bulunanlar Hz. Peygamber'in "Aleyke's-selâm yâ veledî" sözüyle selâma karşılık verdiğini duymuşlar; cezbeye gelen Rifâî diz çöküp, "Uzakta iken benim yerime varıp toprağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; simdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim" mânasına gelen meşhur şiirini okumuş; bunun üzerine Hz. Peygamber'in kabrinden dışarıya nürâni bir el uzanmış ve Rifâî bu eli öpmüş; aralarında Hayyât b. Kays el-Harrânî ve Adî b. Müsâfir gibi zatların da bulunduğu büyük bir topluluk hadiseye şahit olmuşlardır. Ahmed er-Rifâî'nin biyografisini yazan müellifler pek çok şahit ismi sayarak bu menkıbeyi mütevâtir bir haber şeklinde değerlendirirler. (Gâyetû't-tahrir müellifi Abdülazîz ed-Dîrînî, Hz. Peygamber'in selâma karşılık vermesinin ve kabrinden dışarıya nürâni bir elin uzanmasının mümkün olduğu hakkında devrin kadısına ait bir fetvayı da zikreder. Celaleddin es-Süyütî bu haberi incelediği eş-Şerefü'l-muhtem adlı risalesinde hadisenin tevatür derecesine ulaştığını söyler. Rifâî şeyhlerinden Ebü'l-Hüdâ es-Sayyâdî de bu menkıbe hakkında kaleme aldığı el-Kenzü'l-mutalsem fi meddi yedi'n-Nebi li-veledihi'-l ğavs er-Rifâ'î adlı eserinde bu menkıbeye yer veren pek çok kitap ve müelliften iktibaslar yapmıştır. Rifâi'ye saygısı ve bağlılığı olanlaın bu menkıbeyi mütevâtir haber olarak gösterme gayretlerine rağmen, bizzat Rifâî, prensip olarak keramete önem vermemiştir.

Abbasî Halifesi Müstencid, Ahmed er-Rifâi'ye bir mektup göndererek kendisine nasihat ve tavsiyelerde bulunmasını istedi. Rifâî'nin cevabî mektubunu beğenen halife ona ve dervişlerine birçok hediye gönderdi, bir sene sonra da sarayına davet etti. Halife, maiyetindekiler ve Bağdat şeyhleri ona büyük bir saygı ve ilgi gösterdiler. İrşâdü'l müslimîn müellifi Fârûsî, halifenin onu ikinci ve üçüncü gün yalnız başına saraya davet ettiğini, babasının kabri civarında icra ettiği zikir meclisine kendisinin de katıldığını anlatır. Bu ve benzeri kayıtlardan onun Abbasî halifelerinden hürmet gören, devrinin tanınmış ve itibarlı bir sûfisi olduğu anlaşılmaktadır, ikinci defa hacca gittiği kaynaklarda ifade edilmekle birlikte tarih verilmemektedir.

Ahmed er-Rifâî, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 22 Cemâziyelevvel 578'de (23 Eylül 1182) vefat etti. Türbesi Bağdat'ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır, ilk eşi Hatîce binti Ebû Bekir el-Vasıtî en-Neccâri'den Fâtıma ve Zeyneb adlarında iki kızı, onun vefatından sonra evlendiği Râbia'dan Salih adlı bir oğlu olmuş, ancak Salih evlenmeden vefat ettiği için nesli kızları ile devam etmiştir. Fâtırna'dan İbrahim el-A'zeb (ö. 609/ 1212) ve Ahmed el-Ahdar (ö. 645/1247) adlarında devirlerinde meşhur iki süfî, Zeyneb'den ise ikisi kız altısı erkek olmak üzere on torunu olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed es-Sayyad (ö 670/ 1271) Rifâiyye'nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve Suriye'de yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed er-Rifâi'nin nesli günümüze kadar devam etmiştir. Rifâî aileler Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır.

Mir'âtü'z-zamân'da zikredilen ve D. S. Margoliouth tarafından tekrar edilen (bk. İA I, 203-204) Rifâfi'nin kötü huylu bir karısı olduğu, ondan boşanabilmesi için yakınlarının 500 dinarlık mihri aralarında topladıkları ve buna rağmen boşanamadığına dair rivayette adı geçen kadın onun değil, İrşâdü'l-müslimin müellifinin bildirdiğine göre, Şeyh Harbûni'nin karısıdır. Bu hadiseyi bizzat Ahmed er-Rifâfi, bazı makamlara erişmek için eziyetlere tahammül etmek gerektiğini belirtmek için anlatmaktadır.

Bütün kaynaklar pek çok müridi olduğunu, tekkesine her gün binlerce kişinin geldiğini, sabah akşam bunlara yemek verildiğini yazar. Tekkesinin vakıf, hediye ve bağış yoluyla çok büyük geliri olduğu da ifade edilmektedir.

Kaynaklar onu âlim, muhaddis, Şafiî fakihi ve müfessir bir sûfî olarak tanıtırlar. Ahmed er-Rifâi'nin menkıbe ve eserlerinde görülen tasavvuf ve tarikat anlayışı Kitap ve Sünnet'e tamamen uygundur. Buna göre İslâm, "zahir" ve "bâtın'ı ile bir bütündür. Bâtın zahirin özü, zahir bâtının zarfıdır; zahir olmasa bâtın da olmazdı. Kalp cesetsiz olmaz, kalbi olmayan ceset ise çürür. Tasavvuf bâtın ilmidir. Tarikat şeriat demektir. Derviş olmak için toplumdan uzaklaşmak gerekmez. Müridler dünyevî meşguliyetlerini terketmeksizin. helâl ve harama dikkat ederek ve gafletten uzak kalmak suretiyle hak yolunda ilerleyebilirler. Tasavvuf baştan sona "edep"-ten ibarettir ve bütün edepler Hz. Peygamber'in sünnetine tâbi olarak elde edilir.

Kaynakların zül, meskenet, fakr, inkisar ve tevazu sahibi olarak tanıttıkları Ahmed er-Rifâî, Allah'a bu faziletlerle vâsıl olduğunu, bunları tasavvufî yolunun birer esası olarak tercih ve tesbit ettiğini söyler. Menkıbeleri içinde onun fevkalâde tevazuunu gösteren birçok hikâye yer almaktadır. Menâkıbnâmelerin, birkaç keramet istisna edilirse hemen hemen daima onun ahlâkını ve insanî münasebetlerdeki tevazuunu gösteren hikâyelere yer vermeleri dikkat çekicidir. Bu menkıbeler ve eserlerinde ifade edilen fikirler, onun sûfî şahsiyeti ve tarikat pîrleri arasındaki özelliklerini ortaya koyan ana çizgilerdir.

Dört büyük kutub'dan biri kabul edilen Ahmed er-Rifâfi'nin kutbiyyet makamına Abdülkâdir-i Geylâni'den sonra yükseldiğini kaynaklar yazar. Gavsiyyet (bk, gavs) ve kutbiyyet âleminin kendisine daha önce de teklif edildiği, ancak bu vazifeden affedilmesini istediği, bunun üzerine aynı vazifenin Abdülkâdir-i Geylânî'ye verildiği, onun ölümünden sonra tekrar kendisine tevcih edilince kabul ettiği ve on altı sene bu makamda bulunduğu kaydedilmektedir.

Kurmuş olduğu tarikat bir süre Rifâiyye, Ahmediyye ve Batâihiyye adlarıyla anılmakla birlikte sonraları sadece Rifâiyye adı kullanılır olmuştur.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi c-2 s-127-130

Ziyaret -> Toplam : 125,59 M - Bugn : 28115

ulkucudunya@ulkucudunya.com