PKK, Egemenlik Paylaşımı İstiyor
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Sürecin mimarı ve orkestra şefliği görevini İmralı’dan Abdullah Öcalan yapıyor. Bugüne kadar ne dediyse hemen hemen hepsi gerçekleşti. Devlet erken veya geç, bu talepleri yerine getirmek zorunda kaldı. Ya da kamuoyuna zorunda kalmış gibi yapıp, aslında bunları zamana yayarak ama belki de isteyerek yaptı…
Öcalan, bu ‘oyunda’ bazen PKK’nın dağ kadrosunu ileri sürüyor, bazen sözde asayiş birimi YDH-G’yi; bazen HDP sahne alıyor, bazense sivil dernekler. Kısacası, Öcalan’ın şu ana kadar satrançı çok etkili bir şekilde oynadığını, bazen ölümü gösterip sıtmaya razı ettiğini, ama her zaman aynı hedef doğrultusunda ilerlediğini görebiliyoruz. Nitekim geçenlerde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, İmralı'da tutuklu bulunan Öcalan'ın “Ben İmralı’ya getirilmeden önce benim bu kadar ağırlığım yoktu. Ben İmralı’da daha fazla etkili ve güçlü bir lider oldum” dediğini aktardı. Öcalan diyor ki, “Buradaki mücadelem, duruşum bunu sağladı. Beni İmralı’ya getirenler herhalde böyle bir sonuç beklemiyorlardı”.
Bugün geldiğimiz noktada ise Öcalan, sıranın egemenlik paylaşımına geldiğini düşünüyor. Özellikle kuzey Suriye’deki ve Irak’taki gelişmeler PKK’yı dünya gözünde meşrulaştırmaya başladı. ABD ve diğer Batılı ülkeler PKK’ya silah ve eğitim verecek kadar ileri gitmiş durumda. Kobani’deki çatışmaların karargahında Amerikalıların olduğunu artık herkes biliyor. Örgüt ‘terör örgütleri listesinden çıkmaya gayret ediyor. İşte Öcalan, bu gelişmelerden yararlanarak Türkiye’de bir hamle daha yapmak istiyor. Çemberin dışarıda Türkiye’nin aleyhine, örgütün ise lehine döndüğü konusunda hiçbir şüphesi yok…
İçeride ise özellikle Genel Seçimlerin yaklaşıyor olması ve Hükümet’in etrafındaki muhalif çemberin daralması, Öcalan için ‘altın vuruş’ vaktinin geldiğine işaret ediyor. AK Parti, Özellikle de Cumhurbaşkanlığı, Başkanlık Sistemi’ni istiyor. Ankara’da en son dedikodu Öcalan ile Parti’nin başkanlık sistemini sağlayacak anlaşmaları konuştuğu yönünde. Yani taraflar birbirlerine istediklerini verecekler, deniyor. Burada kritik olan ise AK Parti’nin seçimlerde 400 ve üzeri milletvekiline, yani Anayasa’yı tek başına değiştirebilecek bir milletvekili sayısına ulaşması. Bu durumda hem Başkanlık Sistemi gelebilir, hem AK Parti çevresindeki kuşatmayı kırabilir, hem de Öcalan’ın istediği Çözüm Süreci yasaları çıkartılabilir…
Kağıt üzerinde iyi gibi dursa da Öcalan’ın ve elbette PKK’nın bu oyun karşılığındaki beklentisi oldukça ağır: Milli egemenliğin (hükümranlık) paylaşımı… Oysa ki egemenlik paylaşılabilir değildir, paylaşırsanız rejimin adı, şekli ve esasları değişmeye başlar. Kaldı ki egemenliğin paylaşımının nerede biteceği de belli değil. Öcalan, HDP ve PKK korosu şimdilik ‘özerklik’ten bahsediyor, ancak konuşmaları dinlediğinizde tarif edilen özerklik bağımsızlık gibi…
Biliyorsunuz Ukrayna’ya bağlı olan Kırım, özerk bir yapıydı ve kolayca Ukrayna’dan koparılıp Rusya’ya ilhak edildi. Gürcistan’dan koparılan her bir parça da özerk bölgeydi. Ancak Öcalan’ın aklındaki özerklik daha çok Barzani ve Talabani’nin kavuştuğu fiili bağımsızlığa benziyor.
Özetleyecek olursak Öcalan, HDP, KCK, PKK, YDH-G ve diğer parçalardan oluşan PKK cenahı, sürecin artık egemenlik paylaşımı aşamasına geldiğini düşünüyor ve bunun için yasal garantiler (anlaşma, yasa vs.) istiyor. Başka bir ifade ile, ne kadar tersi söylenirse söylensin, artık masada özerklik talebi var, örgütü daha aşağısı kesmiyor…
Öcalan’ın ve PKK’nın bir diğer isteği ise Geri Dönüş Yasası çıkarılması… Örgüt buna ‘af yasası’ denmesini tercih etmiyor, çünkü affedilecek bir iş yapmadıklarını düşünüyorlar… Buna göre PKK’nın tüm üyeleri artık yasal ve meşru sayılacak, örgüt üyeleri, hangi kademede olursa olsun siyasete ve diğer alanlara serbestçe girebilecekler. Örneğin dağda yılların geçirmiş bir PKK’lı şehre inip öğretmenlik veya memurluk yapabilsin istiyorlar… Örgüt geri dönen PKK’lılar için herhangi bir kovuşturma yapılmamasını, bu kişilerin PKK üyeliği nedeniyle mahkeme edilememelerini de istiyorlar… Bu ise PKK üyelerine ayrıcalıklar tanıyan bir yasayla mümkün…
Özerklik ve Geri Dönüş’ten sonraki üçüncü talep ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da güvenliğin KCK/PKK’ya devredilmesi… Bunun içinde polis, jandarma ve mahkemeler de var… Örgüt şu anda şehirlerde ciddi bir şekilde örgütlenmesini tamamladı. Bölgeden gelen haberlere göre KCK’ya bağlı mahkemeler TC’nin mahkemelerinden daha fazla dava alıyor ve bölgede çıkan anlaşmazlıkları KCK mahkemeleri daha hızlı ve kesin çözüyor. Aynı şekilde örgütün sözde asayiş birimi yollarda kontroller yapıyor, sokaklarda düzeni kendince sağlıyor. Öcalan fiili halin artık yasal hale getirilmesini talep ediyor. Ona göre ‘Kürtlerin öz savunma gücü’ olarak PKK’nın silahlı militanları kırsalda ve şehirlerde yasa çerçevesinde görev almalıdırlar. Buna bir tür ‘peşmergeleşme’ de diyebilirsiniz. Kuzey Irak’ta dünün teröristleri bugün nasıl meşru ve yasal askerlere döndüyse Öcalan da kendi silahlı adamlarının ‘kanun-adamları’na döndürülmesini istiyor...
ÖCALAN’IN ÖZERK ‘KÜRDİSTAN’I
Öcalan’ın 3 isteği bunlar… Öcalan net bir şekilde tanımlamıyor, ancak varmak istediği noktayı ben şu şekilde anlıyorum:
Bayrağı, meclisi, yasa yapma ve vergi koyma-toplama yetkisi olan, ayrı bir resmi dili ve bütçesi bulunan, kendine ait polisi, jandarması, askeri, mahkemeleri, okulları vs. bulunan sözde özerk, ancak ileride dilediği istikamette karar alabilecek, ismi Kürdistan bir siyasi yapı…
Sorun, bu talepleri Türk kamuoyunun kabul edip etmeyeceğinde. Kimi yorumcular kamuoyunun herşeyi kabul edebileceğini söylüyor. Hatta Öcalan bugün salıverilse halkın buna bile bir şey demeyeceğini iddia edenler var. Bu iddia sahiplerine göre kamuoyu Çözüm Süreci’nin hiçbir kısmına, hatta Habur’dan girişlere bile sanıldığı kadar ağır tepkiler vermedi, hatta genel olarak süreci destekledi…
Buna karşı çıkanların görüşü ise kamuoyunun yukarıda sayılan talepleri ‘bölünme’ olarak sayacağı ve Hükümet’e olan desteğini keseceği, bunun ise kaosa yol açacağı şeklinde… Hatta buradan bir Türk Sorunu’nun çıkacağı ve iç sürtüşmelerin korkutucu boyutlara taşınabileceği söylenir…
Sonuç ne olur, bilemiyorum. Ancak şunu biliyoruz ki Öcalan doğru bildiği yolda kararlılıkla ilerliyor. 6-8 Ekim olaylarında ülkeye ölüm gösterildi, şimdi sıtmaya razı etme aşamasına gelindi. Öcalan için önemli olan önümüzdeki genel seçimlerde HDP’nin alacağı üç-beş milletvekilliği değil. Abdullah Öcalan çok daha fazlasını istiyor ve bu istekleri karşılığında pazarlık yapmaya da hazır…
Diğer taraftan İmralı, örgüte, HDP’ye ve diğer birimlerine her zaman aynı talimatı veriyor: Örgütlenin, mevzi kazanın, halkı kazanın, sokaklarda teşkilatlanın, daha fazla genci tarafınıza çekin, güçlü olun, silahlarınızı sakın bırakmayın, gerekirse bir adım geri çekilin ama sonrasında iki adım ileri atın…
Devlet ise parçalı görünüyor. Hükümet kamu düzeninde ısrarcı. Oysa ki hiçbir egemen devlet güvenliği bir örgütten talep etmez. Bu, PKK için bir şans. Muhtemelen Öcalan-PKK kamu düzeni talebine dikkat edeceklerdir, belki bazı garantiler de vereceklerdir. Ancak bunun için yukarıdaki taleplerin en azından hatırı sayılır bir kısmının karşılanması gerekiyor. İmralı, gelinen noktadan memnun. Eğer devlet, kamu güvenliğini ve düzenini Öcalan ve PKK ile pazarlık edecek noktaya geldiyse Öcalan burada pazarlığın kendi lehine olduğunu düşünüyor…
GÜVENLİK
Buna karşın devlet kanadı kendisini güvenceye almak için Güvenlik Paketi hazırlıyor. Sokakların bir daha kontrol edilemez hale gelmesi halinde sadece kamu düzeninin değil, siyasi otoritenin kaybolabileceğini hesaplayan Hükümet de PKK’ya bu şekilde ölümü gösterip pazarlığa hazır hale getirmeye çalışıyor. Bana sorarsanız, Güvenlik Paketi bu beklentiyi karşılayabilecek bir araç değil. Yani Hükümet’in beklentileri boşa çıkacaktır, hatta Güvenlik Paketi’nin getireceği aşırı ama etkisiz güç kullanımı ülkeyi ve Hükümet’i daha fazla sorunla karşı karşıya getirebilecektir. Çünkü sorun polisin yetkisinde değil, becerilerinin ve organizasyon gücünün azalmasında. Malum nedenlerden dolayı yargı ve kolluk güçlerinde motivasyon düşmesi ve tecrübenin kullanılamaması sorunları var. Bu eksikleri daha fazla yetki ile aşmak ise imkansız.
Özetle, bizdeki Çözüm Süreci sağlıklı bir diyalog ve anlaşma sürecinden ziyade bir tür bilek güreşi şeklinde devam ediyor… Bakalım bundan sonraki aşamada neler olacak…