Kürtlerin talihsizliği
İbrahim Kiras 01 Ocak 1970
Abdullah Öcalan 21 Mart 2013’de Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında okunan mesajında “Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor demiş ve “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir” diye örgütüne çağrı yapmıştı. Haddizatında İmralı’yla yürütülen görüşmelerde Çözüm Süreci’nin olmazsa olmazı olarak silahlı unsurların sınır dışına çekilmeleri yönünde bir mutabakat sağlanmıştı. PKK bu adımı attıktan sonra diğer konuların görüşülmesine sıra gelecekti.
Ama bildiğiniz gibi Kürt Siyasi Hareketi bu yöndeki taahhüdünü yerine getirmedi. Tam aksine silahlı gücünü özellikle sivil halk üzerinde baskı aracı olarak kullanarak köylerde, şehirlerde kurduğu ‘paralel hükümet’ birimleri daha da pervasızlaştı bu son süreçte. PKK adına kurulan sözde mahkemelerde insanlar yargılanıyor, işadamlarından vergi adı altında haraç toplanıyor, hatta kamu ihalelerine kimin gireceğine bile karar veriliyor.
Buna karşı Başbakan Davutoğlu’nun Çözüm Süreci’nin devamı için ‘önce kamu düzeni’ şartını ‘devletin kırmızı çizgisi’ olarak ilan etmesi son derece yerinde bir tepkiydi. Cemaat’in paralel bürokrasi oluşturması tehdit sayılırken PKK’nın bölgedeki paralel yönetim aygıtı görmezden gelinemezdi herhalde.
Diğer yandan Süreç’te ikinci ‘kırmızı çizgi’ silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi... Siyasi Kürt Hareketi geçen sürede bu taahhüdünü yerine getirmekten imtina etti, çünkü tam da bu dönemde Suriye iç savaşı dolayısıyla ortaya çıkan yeni fırsatlara tamah etti... Hatırlayacağınız üzere, Suriye’nin kuzeyinde üç ‘kanton’ bu bölgedeki siyasi otorite boşluğundan yararlanan PKK’nın Suriye kolu PYD’nin eline geçiverdi. Bu gelişme Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Şam rejiminin planlı bir oyunu muydu, bilinmiyor. Ama bilinen şu ki Türkiye’deki Kürt Siyasi Hareketi’nin bütün ayarları bir anda bozuldu. Zira yıllardır hayalini kurdukları bağımsız Kürdistan’ın gerçekleşmesi fırsatı bulduklarını düşünüyorlardı. Dolayısıyla artık ‘getirisi sadece Türkiye’deki Kürtlere demokratik haklar verilmesinden ibaret olan’ çözüm sürecine de muhtaç değillerdi...
Kobani ile dayanışma adı altında sergilenen taşkınlıklar ve bilhassa 6-7 Ekim vahşeti aslında Siyasi Kürt Hareketi’nin çözüm süreci konusunda şartların yeniden konuşulması talebini devlete iletme yöntemiydi. Ancak devlet ‘şartlar değişmedi, kırmızı çizgilerimiz yerinde duruyor’ mesajıyla buna karşılık verdi. Üstelik ‘Rojava Devrimi’ konusunda ümit bağladıkları uluslararası dengelerin de umdukları yönde şekillenmeyeceğini az çok gördüler. Bunun üzerine çözüm sürecinden vazgeçilemeyeceğini anladılar.
Bir de şu var: Kürt Siyasi Hareketi açısından Çözüm Süreci’nin vazgeçilmezliği büyük ölçüde Öcalan’ın kişisel durumundan kaynaklanıyor. Bu hareketi “içinde doğduğum çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele...” diye anlatan Öcalan için Çözüm Süreci öncelikle kendisinin cezaevi koşulları ve bir gün serbest kalabilme imkânı anlamına geliyor. Bu bakımdan devletin elindeki en önemli koz Öcalan’ın cezaevinde oluşu...
Çözüm sürecinin geleceği açısından en ciddi problem ise ‘siyasi kanat’ HDP’nin ‘silahlı kanat’ karşısında fazlasıyla güçsüz oluşu. Oysa Kürtlerin taleplerini elindeki silahtan güç alan gruplar değil, halkın verdiği temsil yetkisinden güç alan gruplar dile getirebilseydi işler daha sağlıklı yürüyebilirdi.
Siyasi kanat üyelerinin bir gün çıkıp ‘yol haritamızda özerklik var’ derken, ertesi gün ‘hayır, özerklik konusu asla gündemimizde değil’ açıklaması yapmak zorunda kalmaları aslında kendilerine ait iradelerinin olmadığını gösteriyor. Özerlik gibi bir yanlıştan geri adım atmaları olumlu tabii. Ama halkın iradesini temsil etme misyonu olan bir grubun bu kadar iradesiz olması temsil ettiğini iddia ettiği kitle bakımından talihsizlik...