PKK, HÜDA-PAR ve Çözüm Süreci
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece Cizre sokaklarından silah sesleri yükselmeye başladı ve çatışmalar sabaha kadar, hatta takip eden gün boyu sürdü… Uzun namlulu silahların ve patlayıcıların da kullanıldığı çatışmalarda en az 3 kişi ölürken, 3’ü ağır olmak üzere çok sayıda insan yaralandı…
Yansıyan haberlere göre, çatışan taraflar PKK’nın gençlik/asayiş kolu YDG-H ve HÜDA-PAR üyeleri…
Taraflar birbirlerini suçluyor… PKK’ya göre karşı taraf onların ‘güvenlik çadırı’nı basıp, durup dururken ateş açmış… HÜDA-PAR ise yapılanları PKK saldırısı olarak değerlendiriyor ve asıl amacın mütedeyyin Kürtleri göçe zorlayarak bölgeden temizlemek olduğunu iddia ediyor…
HÜDA-PAR Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yılmaz bu durumu şöyle izah etti:
“… burada dindar Kürtleri tasfiye etmeye çalışıyorlar. Uluslararası güçlerin Kobani ve başka yerlerde onlara verdiği uluslararası desteğe duyulan minnet gereği, burada laikçi olmayan mütedeyyin Kürtleri ve örgütlü yapılarını tasfiye etme görevi verilmiş bazılarına. Yapılan da bölgede mütedeyyin Kürtleri tasfiye projesidir. HÜDA-PAR üzerinden bunu yapıyorlar çünkü en örgütlü yapı HÜDA-PAR'dır.”
PKK ve sempatizanı kuruluşlardan gelen açıklamalarda dillendirilen bir diğer sav ise ‘devlet provokasyonu’… Bu kurama göre olayları devlet kışkırttı ve böylece HÜDA-PAR ile PKK’yı savaştırmaya çalıştı…
KÜRT İÇ SAVAŞI
Olayları ilk kim başlattı, bilemiyorum. Ancak 6-8 Ekim Olayları’nda da gördük, taraflar birbirilerinden hoşlanmıyor, hatta birbirini hasım olarak görüyor. HÜDA-PAR üyelerine göre 6-8 Ekim ayaklanma girişiminde PKK, ortada bir sebep yokken pek çok HÜDA-PAR’lıya saldırdı, hatta bunlardan bir kısmını işkence edercesine öldürdü… Elbette PKK bu iddiaları yalanlıyor ve tersini söylüyor. Ancak 50’yi aşan ölü sayısı Örgütün yalanlamalarını anlamsızlaştırıyor…
PKK ile daha dindar Kürtleri temsil eden HÜDA-PAR arasındaki düşman ilişkisi her bir cinayetle birlikte daha fazla kan davasına dönüyor… Meseleye dışarıdan bakmayı başaran hemen herkes de bu tehlikenin farkında… Tehlikenin adı ‘Kürt iç savaşı’… 1990’lı yıllarda tecrübe edilen kanlı PKK-Hizbullah hesaplaşmasının tekrarı halinde bölgede pek çok cinayetin işlenebileceği kolayca tahmin edilebiliyor...
ÖRGÜT, GÖÇE ZORLUYOR
Bölgeden konuştuğum pek çok kişi, Örgüt’ün bölgede ‘siyasi bir nüfus temizliği’ne giriştiğini iddia ediyor…
Buna göre PKK, kendisi gibi düşünmeyen aileleri sindirmiş, hatta pek çoğunu bölge dışına göçe zorlamış… Küçük köy ve kasabalardan şehirlere, oradan ise daha batıdaki illere göçler artmış… Bazı yerleşim yerlerinde PKK’ya açıktan muhalefet etmek imkânsız hale gelmiş… Özellikle çocuklu ailelerin çocuklarını başka şehirlere gönderdikleri sıkça duyduğum iddialar arasında. Aksi takdirde örgüt o çocukları ‘askere alıyorum’ diyerek zorla dağa çıkarıyormuş…
Örgüt üyeleri sokakta, kahvede vs. hedef aldıkları kişilere açıktan “buralarda misafirsiniz. Siz gidince sizin evinizi ben alacağım” türünden sözler dahi söylüyorlarmış… Bu tür tacizlerin amacı ise dediğimiz gibi PKK’ya direnebileceklerin bölgeden çıkarılmasıymış… Bu ‘temizlik’ten en çok nasibini alanlar Kürt olmayanlar ile PKK gibi düşünmeyen Kürtlermiş. Bunların en dişlisi ise HÜDA-PAR’lılarmış…
Bildiğiniz gibi, bu aşamadan çok önce bölgede, seküler ve dini bölge dışı sivil oluşumlar üzerine gidilmiş, yardım kuruluşları ve eğitim dernekleri atılan bombalar ve tehditler sonucunda bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardı… Bugün itibariyle bölgede, Türkiye’nin diğer illerinden bir tek sivil toplum kuruluşu dahi kalmadı… Son dakikaya kadar direnenler dahi PKK ile tek başlarına mücadele edemeyeceklerini anlayınca bölgeyi terk ettiler…
Ulusal kurum ve kuruluşlar çekilince meydan daha çok PKK’ya kaldı… Örgüt, bundan sonra bölge halkına yöneldi ve onları zor bir seçime zorladı… İnsanlar ya PKK’yı seçecekti, ya da bölgeyi terk edecekti… Anlaşılan o ki HÜDA-PAR bu duruma fena halde itiraz ediyor, direniyor…
PKK BÖLGELERİ
Bugün özellikle Cizre, Şırnak ve Hakkâri gibi bazı yerleşim yerlerinde sosyal ve siyasal hayata tamamen PKK hâkim. Onun izni olmadan kıpırdayabilmek çok zor… Diğer taraftan,27 Aralık Cizre çatışmaları bize gösteriyor ki PKK sadece sosyal yaşama değil, güvenlik alanına da ciddi oranda girmiş ve hatta bazı mahallerde tekel haline gelmiş durumda…
Cizre’de görüldü ki, PKK’nın sözde asayiş birimi, belediye ile işbirliği içinde, şehrin bazı mahallelerini açtıkları hendeklerle günlerce kontrol altında tutmuş, bu yerlere giriş çıkışı kendi eline almış… Buna karşı güvenlik güçleri hendek açma girişimlerine müdahalede bulun(a)mamış.
Özellikle HÜDA-PAR’lıların iddiası, ne zaman polisi çağırsalar güvenlik güçlerinin olaylara neredeyse hiç müdahale etmemesidir… Bazıları burada da komplo teorilerine başvursa bile güvenlik güçlerinin müdahalede yetersiz kalmasının temel sebepleri Çözüm Süreci’ne zarar vermeme kaygısı ve müdahale edilmesi gereken yerlerin olağanüstü tehlikeli hale gelmiş olmasıdır.
Bugün bölgede, PKK’nın YDG-H kolu oldukça etkilidir ve hatta bazı mahallelerde fiili özerklik ilan etmişlerdir. Üstelik bu girişimleri bazı yerlerde belediyelerce desteklenmiştir. Kimi yerlerde düzenli olarak yol kontrolü yapan, bazı mahallelerde kepçe ile yolun ortasına hendek kazan YDG-H’nin süreç boyunca güçlendiğine hiçbir şüphe yoktur.
YDG-H’nin pek çok faaliyeti Çözüm Süreci’ne zarar gelmesin düşüncesiyle görmezden gelinmiştir, halen de bu durum devam etmektedir. Bundan sonra YDG-H’nin etkisiz hale getirilmesi hem çok zordur, hem de çok maliyetli. Cizre olayları bunu bir kez daha kanıtlamış oldu. PKK dışı yerel güçler güvenlik güçlerinden yeterli desteği alamıyor ve kendisini yine kendi güçleri ile koruyabiliyor…
PKK, HÜDA-PAR gerilimi önümüzdeki günlerde daha kanlı bir hale gelebilir. Çünkü Örgüt, HÜDA-PAR’ın gücünü kırmaya, HÜDA-PAR ise kendisini savunmaya hazır görünüyor… Böyle bir çatışmanın ise hiç kimseye faydası olmaz. Türkiye şehirlerinde Suriye görüntüleri ortaya çıkar, sınırlarımızın ötesindeki çatışmalar sınırın bu tarafına sıçrayabilir…
Diğer taraftan, PKK’nın Cizre gibi küçük yerlerde başlayan özerklik denemesine bu aşamada ‘dur’ denilmez ise fiili durum bölgenin tamamına yayılır…
PKK-DIŞI KÜRTLER
Son olarak, Çözüm Süreci’nde Kürtlerin temsilcisi olarak sadece PKK’nın muhatap alınması yeterince isabetli bir tercih olmamıştır. Eğer terörü ve şiddeti konuşacaksınız, elbette PKK muhatabınız olacaktır… Elbette Kürt Sorunu PKK’sız konuşulamaz… Ancak eğer masadaki konu bir bölgenin ve bir halkın geleceği ise sadece PKK’yı muhatap almak eksik temsil sayılır. Örgüt gerçekte Kürtlerin belki de sadece % 30’unu temsil etmektedir. Oysa ki masada devlet tarafından bu örgüte tüm bir etnik grubu temsil etme hakkı veriliyor...
Diyeceksiniz ki PKK dışındaki Kürtlere de masaya oturma hakkı verilse ne olacak, verilmese ne olacak? Kürtler sanki PKK’dan farklı bir talepte mi bulunacak?
Bakınız, mesele sadece özerklik veya bağımsızlık meselesi değildir. Kaldı ki Kürtlerin önemli bir kısmı PKK’nın aksine ayrı bir siyasi yapı talep etmemektedir. Ancak bundan çok daha önemlisi yaşam şeklidir. PKK, özü itibariyle hala sol ve seküler bir yapıdır… Örgütün Kürtlere dayattığı yaşam şekli de laik, hatta laikçi bir anlayıştır… En az bunun kadar önemli bir diğer ayrıntı ise, demokrasi söylemini yoğun bir şekilde kullanıyor olmasına rağmen, PKK’nın bölgede tesis etmek istediği siyasi anlayış Beşar Esad Suriyesi’nin Baas rejimine çok benzemektedir. PKK, ülkenin bu bölgesinde çok renkli ve katılımcı bir demokrasiden ziyade Stalinist çizgiler içeren tek parti anlayışını benimsemektedir. Bu yaklaşım da Kürtlerin geri kalanından tepki çekmektedir…
Bağlayacak olur isek, sorun sadece devlet ile PKK arasında değildir… Bundan sonrasında PKK dışında kalan Kürtleri görmezden gelmek imkânsızdır. İkinci olarak, PKK’nın en diri ama kontrolü en güç yapısı olan YDG-H sürecin geleceğini belirleyecektir…