Hırsızlık ve yolsuzluk!
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Hindistan, Malezya, Endonezya ve Pakistan’daki “rüşvet ve yolsuzluk” çarkını ele alan Seyyid Hüseyin el Attas, bize bu konuda ufuk açıcı bilgiler veriyor. (Attas, Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Çev. Cevdet Cerit, 1988-İst.)
Attas’ın titiz incelemesi bize, Türkiye’deki yolsuzluk olaylarının benzer sebep ve faktörlere bağlı olarak geliştiğini gösteriyor. Çünkü Attas, geleneksel toplumlardan modern toplumlara geçiş esnasında çıkan yolsuzlukları araştırıyor. Tabii ki bu, ekonomik zenginlikte birinci ligde yer alan ülkelerde yolsuzluk olmadığı anlamına gelmez. Şu var ki bu ülkelerde yolsuzlukların farklı dinamikleri var, sosyal ve yasal müeyyideler de farklı işlemektedir.
Yolsuzluk, tarihin her döneminde görülür. Bu konu üzerinde düşünenler, rüşvet ve yolsuzluğa yol açan sebepler üzerinde durmuşlardır. Çinli reformcu Wang An Shih (öl. 1086), yolsuzluğa yol açan iki dinamiğin “kötü insan ve kötü kanun” olduğunu söyler. Tehlikeli olan, ahlakî değerleri vasat olanların hükümetin kontrolünü ele geçirmeleridir. Bunların faaliyetlerine bağlı olarak hiyerarşinin tüm kademelerinde yolsuzluk olayları birbirini takip eder. Yönetimin ahlak dışı olarak iyi yasaları çiğnemesi, yasaları yanlış yorumlaması veya düşük ahlaka kolaylık sağlayacak yasalar çıkarması toplumu çürütür. İbn Haldun ise, yolsuzluğa yol açan önemli sebebin yöneticilerin lüks ve gösterişe düşkün kimselerden seçilmesine bağlar. Diğerlerine göre daha rahat ve konfor hayat yaşamak isteyen memurlar ve yöneticiler bunun finansmanını yolsuzluk yaparak temin ederler ama bu, ekonomik güçlüklerin doğmasına ve bunun da yeni ve zincirleme yolsuzlukların yaygınlaşmalarına yol açar.
Yolsuzluk, kanser gibi bir kere bünyeye yerleşti mi, diğer organları istila eder. Attas, üç terim üzerinde durur: Rüşvet, zorbalık (zorla alma) ve nepotizm. Hırsızlık ve yolsuzluk karakteristiğini şöyle sıralamak mümkün:
a) Hırsızlık ve zimmete para geçirmeden farklı olarak, yolsuzluk olayına birden fazla kişi karışır.
b) Hırsızlıkta olduğu gibi yolsuzlukta da gizlilik esastır ancak yolsuzluğa karışanların güçlü destekçileri varsa artık gizliliğe ihtiyaç kalmaz.
c) Yolsuzlukta karşılıklı çıkar ve işbirliği vardır, hırsızlıkta buna gerek yoktur.
d) Yolsuzluk yapanlar, girişimlerini yasal bir kılıfa uydururlar, hırsızın böyle bir kaygısı yoktur.
e) Yolsuzluk yapanlar, hedeflerine ulaşmak için belli bir güce sahiptirler, bu da çoğunlukla bürokratik güç ve avantajdır. Hırsızın bürokratik, siyasi güce ihtiyacı yoktur.
f) Herhangi bir yolsuzluk toplumun aldatılmasını, ona karşı hile yapılmasını gerektirir. Attas’a göre siyasetçinin seçmene çıkar sağlaması –mesela seçim öncesi veya seçim amaçlı para, gıda, emtia dağıtması- bir tür yolsuzluktur.
g) Yolsuzluk ve rüşvette taraflar birbirine zıt roller oynarlar. Rüşvet alan memurun görevi, işini yapması, işi peşinde olanın görevi ise memura rüşvet vermemesidir.
h) Yolsuzluk şahsî veya grup çıkarını toplumun çıkarı üstünde tutar, böylelikle bürokratik sistem şahıs ve belli grupların lehine dönen bir çark niteliğini kazanmış olur.
I) Hırsızlık kişileri ve hırsızlığa maruz kalan yerleri (ev-işyeri) zarara uğratır, yolsuzluk toplumun geneline zarar verir.
Bu çerçeveden bakıldığında “yolsuzluk” teknik olarak “hırsızlık” değildir. Hırsız bir başkasına ait malı, değerli eşyayı ondan habersiz alır. Fakat bu yolsuzluğun başkasına –en vahimi kamuya- ait malı veya kaynağı kendi hesabına geçirmediği anlamına gelmez. Bence başkasına ait olan şeyi uhdesine geçirmesi ve ahlak ile hukuk dışı olması hasebiyle yolsuzluk “nitelikli hırsızlık”tır, kaba hırsızlıktan çok daha tehlikeli ve zarar vericidir.
Tabiatıyla rüşvet ve yolsuzlukta rol oynayan ana faktör “kolaylaştırıcı işlem” olunca, büyük firmalar gerçek performansları ve kamuya sağladıkları yararın ötesinde, yolsuzlukla hak ettiklerinden çok daha fazlasına sahip olurlar. Bunun maliyeti toplumun tamamınadır. Bu ya geleneksel sınıfların gücünü artırmaya devam eder veya demokratik yollarla ya da darbe ile yönetimi ele geçiren yeni zümrelerin diğerlerine göre hızla zenginleşmelerine ve yeni tahakkümcü sınıf olmalarına yol açar.
Sorumuz şu: Bizim gibi gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış toplumlarda dindarlar nasıl kolaylıkla yolsuzluğa karışır?